Ahmed Bin Hanbel (rh)

164 (780) yılı Bağdat’ta doğdu. Oğlu Salih’in rivayet ettiği şecereye göre soyu Peygamber’in (sav) dedelerinden Nizâr’la birleşerek İsmail’e (as) kadar uzanır. Ahmed b. Hanbel (rh), babası otuz yaşlarında öldüğünden, Şeybânoğulları’ndan olan annesi Safiyye binti Meymûne’nin himayesinde büyüdü. Kur’an-ı Kerîm’i ezberledikten ve Bağdatlı âlimlerden bir müddet gramer ve fıkıh okuduktan sonra 15 yaşlarında hadis öğrenmeye başladı. İmam Şafii’den (rh) fıkıh ve usul-u fıkıh öğrenmiştir.  Kendisinden iki hadis rivayet eden Buhari’nin yanı sıra diğer tanınmış talebeleri arasında Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, akranlarından Yahyâ b. Maîn ile Ali b. Medînî, Ebû Zür‘a er-Râzî, Ebû Hâtim er-Râzî, iki oğlu Sâlih ve Abdullah bulunmaktadır. Hocaları İmam Şâfiî, Abdürrezzâk ve Abdurrahman b. Mehdî de kendisinden hadis dinlemişlerdir. Ahmed b. Hanbel (rh) Bağdatlı muhaddislerden faydalandıktan sonra hadis tahsilini tamamlamak üzere 19 yaşlarında önce Kûfe’ye, ardından dört defa Basra’ya (22-26 yaşları arasında), ayrıca Mekke, Medine, Dımaşk, Halep ve Cezîre’ye seyahatler yaptı. Bunların en uzunu ve en yorucusu, Abdürrezzâk b. Hemmâm’dan istifade etmek üzere ve yeterli parası olmadığı için kervancıların yanında deve bakıcılığı yapmak suretiyle 33 yaşlarında gerçekleştirdiği Yemen yolculuğudur. Fakat elli dirhemi bulunmadığı için diğer talebe arkadaşlarıyla birlikte yolculuğa devam edemedi. İkisi (veya üçü) yaya olmak üzere beş defa hacca gitti. Bu seyahatlerinde önemli hedeflerinden biri de Hicaz’daki muhaddislerle görüşüp onlardan faydalanmaktı. Kırk yaşına kadar devam eden talebelik hayatından sonra hadis okutmaya başladı. Çok zaman 5000 kadar hadis talebesi onu dinlemek üzere çevresinde toplanır, bunlardan 500 kadarı hadis yazarken diğerleri onun tavırlarından, ahlâk ve edebinden faydalanmaya çalışırlardı.

 Abbâsî Halifesi Me’mûn, hilâfetinin son yıllarında Mu‘tezile mezhebi ileri gelenlerinin tesiriyle, devrin tanınmış âlimlerini Kur’an’ın mahlûk olduğu görüşünü kabul etmeye çağırıncaya kadar Ahmed b. Hanbel (rh) hadis okutmaya devam etti. Bazı âlimler önceleri Kur’an’ın mahlûk olmadığını söylemekle beraber işkence ile tehdit edildikleri zaman halifenin zulmüne uğramamak için onun arzusuna uygun cevap verdiler; fakat o, bu görüşü benimsemediğini açıkça belirttikten sonra da kanaatinde ısrar etti. Bu sebeple hapsedildi. Onun ayet ve hadis dışında ileri sürülen delillere iltifat etmediğini ve kanaatinden vazgeçmediğini gören halife işkenceye tâbi tutulmasını emretti. Şiddetli kamçı darbeleri altında inlediği halde orucunu dahi bozmadığını görünce, uygun bir ifade kullandığı takdirde serbest bırakılacağını söyledi. İbn Hanbel (rh) buna da yanaşmadı. Ahmed b. Hanbel (rh) iki yıl dört ay süren bu hapis ve işkence hayatından sonra serbest bırakıldı. Yaraları iyileşince yine fetva verip hadis okutmaya başladı. Sonraki dönemlerde halifenin bulunduğu yerde ikamet etmesi yasaklandı. Vâsi’ın ölümüne kadar evinde göz hapsinde tutuldu. Cuma namazlarına bile gidemedi. Beş yıl boyunca oğulları dışında kimseye hadis rivayet edemedi. İleri sürülen iddiaların asılsız olduğu anlaşılınca halife ona ihsanlarda bulunarak gönlünü almak istedi. Fakat o bu hediyeleri halifeye kızdığı için değil, içine haram karışmış bir mal olduğu düşüncesiyle kabule yanaşmadı. Bu tavrının kendisine yine zarar getirebileceğini düşünen dostları halifenin ihsanlarını reddetmemesini söylediler. Bunun üzerine hediyeleri kabul etmekle birlikte tamamını ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Daha sonraları halifenin hiçbir ihsanını kabul etmeyeceğini kesin bir dille belirttiği halde ailesine maaş bağlandı. Bu maaşın kabul edilmemesini istemesine rağmen halifenin ihsanını alan oğullarına gücendi ve bundan sonra onların bir lokmasını bile yemedi.
Ahmed b. Hanbel (rh) 12 Rebîülevvel 241 Cuma günü (31 Temmuz 855) Bağdat’ta vefat etti. Halifenin muhtelif kimselere yaptırdığı tahminlere göre, cenazesinde altmış bini kadın olmak üzere 800 bin (veya bir milyon) kişi bulundu.
Allah (cc) kendisine rahmet etsin. Gerçekten yaşamıyla özellikle ilim tahsilinde bulunanlara örnek olmuş büyük bir âlim. Yaşantısında hiçbir zaman batıl davalara karşı boynunu bükmemiş ve hak bildiği yoldan taviz vermemiştir. Günümüzde baktığımız zaman kaç kişi zalim ve tağutlara karşı bu kadar dik durabilmiş veya dik duruşunu bozmamakla beraber etrafındaki insanlara hakkı anlatmaya devam etmiştir? Ahmed b. Hanbel (rh) halifenin verdiği hediyeleri kabul ettikleri için bizzat kendi öz oğullarına bile tavır almıştır. Odaklandığı tek nokta ilim olduğu için kendini geliştirebilmiş ve tüm zorluklara göğüs germiştir. İlim tahsilinde bulunan kişilerin bu yaşamdan alması gereken birçok ders var. Zamane ilim talebeleri neden istenilen dereceye ulaşamıyor cevabı belli aslında. Şeytan her zaman kişiyi bahanelere sürükler ve azmini kırar. Bu maddi yönden olabilir, yapılan baskıları çok göstermekle olabilir, ya da kişiye, kendini yeterli seviyede olduğunu düşündürme yönünden olabilir. Önemli olan şeytanın kişiye en çok hangi yönlerden yaklaştığını tesbit edip ona göre savunma yapmaktır. Ahmed b. Hanbel’in (rh) dikkat çeken özelliklerinden birisi de ilimde ciddiyetini asla bozmamasıdır. Nüktedan bir kimse olan hocası Yezîd b. Hârûn’un bu çok sevdiği öğrencisi ile birlikte bulunurken yanında nükte ve şaka yapmamaya dikkat ettiği kaynaklarda zikredilmiştir. Öyle bir ciddiyetle ilme sarılmış ki hocası bile yanında dikkat eder hale gelmiş.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki dünya nimetlerinin insanı çekmemesi mümkün değil. Bu durumun farkında olan kişiler ancak azami bir dikkat göstermekle kendisini bu beladan kurtarabilir. Aşırı bir bolluğun içine girmek kişinin oradan çıkması için daha çok sorun teşkil eder. Ahmed b. Hanbel (rh)  ekinler biçildikten sonra tarlada kalan döküntüleri -diğer ihtiyaç sahipleriyle birlikte- toplayacak kadar fakir olmasına rağmen Pahalı yiyeceklere iltifat etmez, bunlar kendisine ikram edilse bile ya biraz tadar veya hiç yemezdi. Tahsil hayatı boyunca da aynı sıkıntılara katlanmış, bununla beraber kimseden yardım istememişti. Yardıma muhtaç yakınlarına veya kendisinden yardım isteyenlere elindeki üç beş dirhemin tamamını verirdi. Babasından kalan dokuma tezgâhının kirasından aldığı para geçimine yetmediği için bazen ücretle kitap istinsah eder, bazen kemer dokur, bazen de karısının eğirip dokuduğu kumaşı satardı. Yakınlarının söylediğine göre, evinde yiyip içecek bir şey bulunmadığı zaman üzülecek yerde sevinir, ekmek kırıntılarını ıslatarak üzerine tuz döküp yerdi.
Hayatını hadise göre tanzim etmiş, yazdığı her hadis ile mutlaka amel ettiğini söylemiş, kendisinden istenen fetvaları da hadise dayanarak vermiştir. Oğlu Abdullah, mihne olayından önce onun günde 300 rekât namaz kıldığını, daha sonra vücudunun zayıflaması sebebiyle ancak bunun yarısı kadar kılabildiğini söyler. Her gün Kur’ân-ı Kerîm’in yedide birini okumayı âdet edinmiş haftada bir hatmederdi. Cihad sevabına nâil olmak için Tarsus’ta bir müddet sınır bekçiliği yapmış ve savaşa da katılmıştı. Bir düşünün! Yüzbinlerce hadis ezberlemiş ve yazmış olan imam bu hadislerin hepsi ile amel etmeye gayret göstermiş. Cihad ile alakalı ise savaşa katılmış, nafile ibadetle alakalı ise nafile ibadetlerini çoğaltmış, itikâfla alakalı ise itikâf, hacamatla alakalı ise hacamat ve nice yüzbinlerce mesele… Acaba bizlerin ezberlemek bir yana, okuduğumuz hadisler binleri zor buluyorken, amel etmek için ne kadar çaba gösteriyoruz? Amel edilmeyen bir ilmin bereketini ne kadar bekliyoruz?
Ahmed b. Hanbel’in (rh) oğlu anlatıyor;
‘’Babam zindandan çıktıktan sonra sürekli bir sarhoşa dua edip duruyordu. Sordum, ‘’Baba kimdir bu adam? Niye bir sarhoşa dua edip duruyorsun? Babam dedi ki: ‘’Evladım! İşkence günlerimde Allah beni bir sarhoş ile destekledi ve dayanma gücü verdi. Ellerim, ayaklarım zincirli, hücremden kırbaçlanmaya götürülürken birisi eteğimden çekti. Baktım, yere yıkılmış sarhoş bir mahkûm. O sarhoş bana: ‘’Bana bak İmam! Ben bu beldenin en büyük ayyaşıyım. İçki ve günah uğrunda tam 18 bin kırbaç yedim, inat ettim yine de bu batıl davamdan dönmedim. Sen ise Müslümanların imamısın. Sakın ola kırbaç yediğinde hak davandan ve söylediklerinden vazgeçmeyesin.’’ Dedi. Evladım! Nice âlim dostlarım bana ‘vazgeçtim de kurtul’ derken, o sarhoş bana direnişi ve mücadeleyi nasihat etti. İşkence altında o sarhoşun sözleri beni dimdik tuttu. Allah ona hidayet versin.’’
Şu bir gerçek ki insan etkilenen bir varlıktır. Yanındakiler kendisinden daha iyi bir derecede ise kendisini geliştirmesi daha kolay olacaktır. Ama daha alt derecelerde ise kişi ya kendi seviyesini düşürür ya da gelişim aşaması daha zor olur. Ahmed b. Hanbel (rh) dostlarının verdiği tavsiyelerle kırbaç vb. cezalara nasıl sabrederim diye düşünürken bir sarhoşun sözü dimdik durmasına vesile olmuştur. Ortaya şu gerçek çıkıyor ki, kim olursa olsun eğer bir kimsenin iyi bir özelliği varsa buna imrenerek kişi azmini arttırabilir. İlim tahsilinde bulunan kişilerin yanında zamanını çok iyi kullanan Müslümanlar olmayabilir. Ya da insanlarla ilişkileri iyi olmayan Müslümanlar olabilir. Ama etrafımıza ya da ismini duyduğumuz gayrimüslim kişilere baktığımız zaman ibret alınacak yönleriyle beraber örnek alınacak yönlerinin de olduğunu fark ederiz. Kâfirler batıl davaları uğrunda gece gündüz demeden çalışıp, dünya zevklerinden ödün verebiliyorken, bütün güçlerini odaklandıkları işe kullanıp, amaçları uğrunda her yolu denerken, Müslümanlar neden bu kadar azimli ve fedakâr olamıyor? Azılı kâfirler batıl davaları uğrunda her şeyi göze almışken, Müslümanlar hak davaları uğrunda neden çekimser oluyor? Allah (cc) hakkıyla çalışan kişi kim olursa olsun dünyada bir şekilde emeğinin karşılığını veriyor.  Ne tür zorluk veya zorlamalarla karşılaşırsanız karşılaşın, inancınızdan ve değerlerinizden asla taviz vermeyin. Kaldı ki batıl davaların bazı adamları bile inandıklarından taviz vermiyorlar. İnsanların başarılı gördükleri kişilere baktığımız zaman hepsinin zamanının kıymetini çok iyi bildiğini görebiliyoruz. Eğer bizler de zamanımızı çok iyi değerlendirirsek, hak davanın değerini anlayabilirsek ve en önemlisi gerçekten istersek o zaman başarı bizi bulacaktır.
Ahmed b. Hanbel (rh) yakınlarına  “Değerli bulduğunuz hayırları araya bir engel girmeden yapmaya bakın” tavsiyesinde bulunmuştur. Bu gerçekten önemli bir nasihattir. Çünkü şeytan asla boş durmuyor. Müslüman, yapacağı hayırlı işi ertelediği zaman şeytan o işi unutturmak için elinden geleni yapar ve erteledikçe o işi unutturur gider. Nitekim Rasulullah (sav) hayırlı işlerde acele etmeyi tavsiye etmektedir. Ukbe İbni Hâris (ra) şöyle dedi:
Bir keresinde Medine’de Rasûlullah’ın (sav) arkasında ikindi namazı kılmıştım. Rasûlullah (sav) selâm verip namazı bitirdi ve süratle yerinden kalktı, safları yararak hanımlarından birinin odasına gitti. Cemaat, Peygamber’in (sav) bu telaşından endişe ettiler. Peygamber (sav) kısa sürede döndü, kendisinin bu acele davranışından dolayı meraklanmış olduklarını gördü ve şöyle buyurdu:
“Odamızda birazcık altın -veya gümüş- olduğunu hatırladım da beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını emrettim.”
Allah (cc) bizleri ilmiyle amel eden, tevazu sahibi, az olana tamah eden ve hayırlı işlerde acele eden kullarından eylesin. Amin
 
Whatsapp Destek