Aişe Annemizin Büyük Pişmanlığı

Tarih sahnesinde yer alan savaşları etüt ettiğimizde, her savaşın meydana gelmesini sağlayan sebeplerin farklı olduğunu müşahede ediyoruz. Ancak farklı sebeplerle meydana gelen savaşları vaki kılan ortak bir sebep var ki, o da taraflardan en az birinin savaşı irade etmiş olmasıdır. Cemel vakasına gelince durum bu aktardıklarımızdan çok farklıdır. Çünkü savaşı irade eden bir taraf yoktur. Bu sebeple de Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat üzere olan alimler Cemel vakasını kasıtsız savaş olarak tanımlamışlardır. Zira Mekke’den Basra’ya Aişe annemiz öncülüğünde yapılan çıkış, savaş kastıyla olmadığı gibi; Mu’minlerin emiri Ali’nin (ra) Kufe’den Basra’ya çıkışı da savaş kastıyla değildir. Bu gerçeği ve Aişe annemizin Basra’ya çıkış sebeplerini geçen ay ki yazımızda izah etmiştik. Peki hal böyleyken iki güzide topluluğu çarpıştıran nedir? İşte bu ay ki yazımızda Allah’ın izni ve inayetiyle bu konuyla alakalı karartmaları aydınlatmaya çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Aişe annemiz öncülüğünde bir grubun Mekke’den Basra’ya ulaştığı haberi Mu’minlerin emiri Ali’ye (ra) ulaşınca, Kufe’de bulunan Ali (ra) hiç vakit kaybetmeden ordusuyla birlikte Basra’ya doğru harekete geçti. Ancak Ali (ra) direk Basra’ya gitmek yerine Kufe ve Basra arasında bulunan Zîkar denilen mevkide konakladı ve günlerce hareket etmedi. Çünkü Ali (ra), fitneyi barış yoluyla çözmek ve Müslümanları savaşın afetlerinden korumak istiyordu. Talha bin Ubeydullah (ra) ve Zubeyr bin Avvam (ra) cihetinde de durum bu merkezde ilerliyordu. İki tarafta iddia edilenlerin aksine, savaştan çok barışa yakındı. Tarihi vesikalar üzerinde detaylı bir araştırma yaptığımızda, tarafların barışa temayül etmeleriyle beraber, İmrân bin Husayn, Ka’ka bin Amr et-Temîmî ve Ka’b bin Sûr gibi barışı arzulayan Sahabe ve Tabiinden bir çok kişinin, olası bir savaşa engel olmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini görüyoruz.

Ka’ka bin Amr et- Temîmî’nin (ra) Talha (ra) ve Zubeyr (ra) ile görüşmesi

Mu’minlerin emiri Ali (ra) Ka’ka bin Amr et-Temîmî’yi (ra) barış görüşmeleri yapması için Talha (ra) ve Zubeyr’e (ra) yolladı ve dedi ki: “O ikisiyle görüş, onları barışa ve cemaate katılmaya davet et. Onlara ihtilafın ve ayrılığın büyüklüğünü zikret. Ka’ka (ra) Basra’ya gittiğinde önce Aişe’nin (rha) huzuruna çıktı ve dedi ki; “Anneciğim seni Basra’ya getiren sebep nedir?” Aişe (rha) cevap verdi ve şöyle dedi: “Oğlum, insanların ıslahı için geldim.” Ka’ka (ra) müspet bir cevap alınca Aişe’den (rha)  Talha (ra) ve Zubeyr’in (ra) oraya gelmesini talep etti. Zira aralarında geçen konuşmalara annemizin de şahit olmasını istiyordu.

Talha (ra) ve Zubeyr (ra) gelince, Ka’ka (ra) onlara Basra’ya geliş sebeplerini sordu. Onlarda Aişe (rha) gibi “İnsanların ıslahı için geldik” dediler. Bu cevap üzerine Ka’ka (ra) şöyle dedi; “Söyleyin bana bu ıslah nasıl olacak? Allah’a and olsun ki bu bizim bildiğimiz bir şeyse buna bizde iştirak ederiz. Ama bildiğimiz bir şey değilse size iştirak edemeyiz.” Bu çıkışa karşılık Talha (ra) ile Zubeyr (ra) şöyle karşılık verdi:

“Osman’ın katillerini cezalandırmak istiyoruz. Eğer onlara kısas tatbik edilmezse bu, Kur’an ve ahkamının terki demektir. Onlara kısasın tatbiki de Kur’an’ın ihyası demektir.” Ka’ka dedi ki;

“Basra’da Osman’ın katillerinden altı yüz kişi vardı. Onların tamamını öldürdünüz. Ancak biri kaldı. O da Hurkus bin Zuheyr es-Sa’dî. Sizden kaçıp kavmi Sa’doğullarına sığındı. Onu onlardan alıp öldürmek isterseniz kavmi buna mâni olacak ve altı bin kişi bir bütün halinde sizin karşınızda duracak. Şayet onu bırakıp öldürmezseniz, dediğinizin zıddını yapmış ve Ali’nin düştüğü duruma düşmüş olacaksınız. Hurkus sebebiyle Sa’doğullarına karşı savaş açsanız size galip gelirler ve sizi hezimete uğratırlar. O zaman onlar hem daha çok güçlenirler hem de daha tehlikeli olurlar. Hurkus’u istemek suretiyle Rebîa ve Mudar kabilelerini de kızdırdınız. Size karşı Sa’doğullarına yardım için bir araya geldiler. İşte Ali’nin ordusu için de Osman’ın katillerinin mevcudiyetinin sebebi de bu.”

Mu’minlerin annesi Aişe (rha) ve orada bulunanlar Ka’ka’nın (ra) bu konuşmasından oldukça etkilendiler. Ve bu etkinin bir tezahürü olarak Aişe (rha) sordu ve dedi ki;

“Sen ne düşünüyorsun ey Ka’ka?”


Bu soru üzerine Ka’ka (ra) cevap verdi ve şöyle dedi; “Bu işin çaresi sükûnet ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasında teenni yolunu tutmaktır. İhtilaf biter, ümmet Osman’ın katilleri meselesini Halifeye bırakırsa, sizde bu hususta onunla ittifak içinde olursanız bu hayır alameti, rahmet müjdesi ve Osman’ın intikamının alınmasında güç kuvvet demektir. Eğer kaçınırsanız, savaş hususunda ısrar ederseniz bu da şer alameti ve mülkün gidişi demektir. Dolayısıyla afiyeti tercih edin ki ona nail olasınız. Daha önce olduğu gibi hayır anahtarları olun, bizi belaya sevk etmeyin. Eğer bu işe teşebbüs ederseniz Allah sizi de bizi de mahveder. Allah’a and olsun ki diyeceğim şey bu ve sizi buna davet ediyorum. Ben bu işin devam etmesinden ve ümmetin başına art arda felaketlerin gelmesinden korkuyorum. Bu da ne birinin diğerini öldürmesi gibi, ne bir grubun bir adamı öldürmesi gibi, ne de bir kabilenin diğer bir kabileyle savaşması gibi olur.” Ka’ka ‘ın (ra) ikna edici, doğru ve samimi sözleri onları ikna etmişti. Barış çağrısını kabul ettiler ve dediler ki;

“İyi iş yaptın, doğru söyledin. Eğer Ali senin bu görüşün üzere gelirse Allah’ın izniyle bu iş salaha erer.”[1] Ka’ka (ra) bu güzel diyalogdan sonra Ali’nin (ra) yanına döndü. Zira kendisine verilen görevi en güzel şekilde yapmıştı. Yaşanan gelişmeler Mu’minlerin emiri Ali ‘nin (ra) çok hoşuna gitti. Barışa artık ramak kalmıştı. Ne var ki bu durum, bazılarının hoşuna giderken bazılarının hoşuna gitmemişti.

İki Taraf Arasında İttifak Müjdeleri

Mu’minlerin emiri Ali (ra), Ka’ka bin Amr’ın (ra) anlattığı gelişmeler üzerine Aişe (rha) ve taraftarlarına iki tane elçi gönderdi[2] ve onlar vasıtasıyla Ka’ka bin Amr’ın söylediklerinin arkasında olduğunu beyan etti. Elçiler geri döndüklerinde “Ka’ka’ya verdiğimiz söz üzerineyiz, gel görüşelim.” Haberini getirdiler. Mu’minlerin emiri Ali (ra) barış görüşmelerine gölge düşmesini istemiyordu. Bu sebeple de Basra’ya hareket edeceği esnada orduya döndü ve şöyle dedi; “Yarın yola çıkıyorum, sizde çıkıyorsunuz. Ancak Osman’ın öldürülmesi işine ufak bir yardımla da olsa katkıda bulunan hiç kimse bu yolculuğa katılmasın.”[3] Ali (ra) daha sonrasında Basra’ya doğru harekete geçti ve Basra’ya ulaştıktan sonra ordu karargahını onların karşısına kurdurdu. İki tarafta bulunan ve aynı kabileye mensup Müslümanlar birbirlerini ziyaret etmeye başladılar. Barış olacağından kimsenin şüphesi yoktu.[4]

Savaşın Patlak Vermesi

Ali ‘nin (ra) ordusu içinde Osman ‘ın (ra) katledilişine bizatihi iştirak etmiş olanlar vardı. Ancak kimse kim olduklarını bilmiyordu. Bu sebeple de her ne kadar Ali (ra) Basra’ya hareket ederken gelmeyin demiş olsada gelmişlerdi. Çünkü barışın sağlanması sıranın onlara geldiği anlamına geliyordu. Bu sebeple barışın sağlanmasına müsaade edemezlerdi. Ancak onlar ne kadar istemese de Ali (ra), Talha (ra) ve Zubeyr (ra) ile bir araya geldi ve ihtilaf edilen hususları müzakere ettiler. Barıştan başka yol yoktu ve bu düşünce üzerinde birbirlerinden ayrıldılar. Her iki tarafın da karargahlarına çekildiği bu anlarda Müslümanların üzerine barış ve huzurun sevinci hakimdi. Barıştan kimsenin şüphesi kalmamıştı. Osman’ın (ra) öldürülmesine karışan fitneciler içinse genel atmosferin aksine kötü bir geceydi. Bu sebeple de geceyi istişare ederek geçirdiler. Ve dediler ki;

“Talha ve Zubeyr’in durumunu biliyorduk, ancak bugüne kadar Ali’nin durumunu bilmiyorduk. “Osman’ın öldürülmesinde az da olsa yardım edenler yarın bizden ayrılsın, bizimle gelmesin” demesi onun da bize bakışını ortaya koydu. İnsanların da bize bakışı vallahi aynı. Eğer barış olursa bu bizim ölümümüz demektir."[5] İçlerinden biri şöyle dedi:

“Arkadaşlar, sizin izzetiniz insanların birbirine girmesidir. Dolayısıyla bunu yapmalısınız. Yarın insanlar karşı karşıya geldiğinde savaş başlatın. Onlara düşünme fırsatı vermeyin. Yanında bulunduğunuz kişiler sakınmasın. Allah Ali’ye de Talha’ya da Zubeyr’e de diğerlerine de meşguliyet verir. Bu arada kendi görüşlerinizi onlara söyleyin, ancak dikkat edin insanlar kim olduğunuzu anlamasınlar.”[6]

Bu konuşmaların nihayetinde gizlice savaş çıkarma kararı aldılar. Gecenin alaca karanlığının hâkim olduğu bir vakitte karşı tarafa saldırdılar. Mudarlılar, Mudarlılara; Rebîalılar, Rebîalılara, Yemenliler Yemenlilere saldırdı. Bu saldırı neticesinde ister istemez iki taraf birbirine karşı harekete geçti. Ne olup bittiğini anlayamayan Talha (ra) ve Zubeyr (ra) neler olduğunu öğrenmek için sağ ve sol cenaha adamlar gönderdiler. Gelen haberler Kufelilerin gece vakti saldırıya geçtiği yönünde olunca bunun üzerine Talha (ra) ve Zubeyr (ra) dediler ki:

“Demek ki Ali kan akıtmadan ve haramı çiğnemeden bu işe son vermeyecek ve bize muvafakat etmeyecek.”

Bu esnada Ali’de (ra) olan biteni anlamaya çalışıyordu. Karşılıklı çatışmanın vuku bulduğunu anlayan Ali (ra) “Ne oluyor” diye sorunca, Osman’ın (ra) öldürülmesine sebep olan ve aynı zamanda ilk saldırıyı başlatan taife dedi ki; “Onlardan bazıları bize saldırdı, onları geri püskürttük.”[7] Bunun üzerine Ali (ra) sağ cenah komutanını sağ cenaha, sol cenah komutanını sol cenaha gönderdi. Her iki taraf olası bir saldırıya karşı teyakkuzda olmakla birlikte vakar ve teenniyle hareket etti ve işin hakikatini öğreninceye kadar beklemeye karar verdi. Ancak Osman’ın katilleri entrikaya devam ediyordu.

Karşı tarafta Talha (ra) binitinin üzerinde nida ediyordu ve etrafındaki insanlara diyordu ki; “Ey insanlar dinliyor musunuz?” Ancak dinleyen yoktu.[8] Bu rivayetlere
baktığımızda Osman’ın (ra) öldürülmesine iştirak etmiş kişilerin savaşın çıkmasındaki etkin rolünü ve Sahabelerin ıslaha, birlik ve beraberliğe dönük çalışmalarını şüphe kabul etmez bir şekilde görüyoruz. Bu konu hakkında konuşmuş ne kadar alim varsa tamamı bu taifenin etkin rolünü kabul etmiş ve eserlerinde zikretmiştir. Bu hususta bazı delilleri arz etmek isterim;


Ömer bin Şebbe’nin “Ahbâru’l Basra” adlı eserinde şöyle geçmektedir; “Osman’ın katilleri iki tarafın kendilerine karşı birleşmesinden korktular. Bu sebeple harbi başlattılar ve olanlar oldu.”[9]

İmam Tahavî Şöyle demiştir; “Cemel Harbi ne Ali’nin ne de Talha’nın ihtiyatıyla vuku buldu. Onların ihtiyatı olmadan onu başlattı.”[10]

Zehebî’de şöyle demiştir; “Cemel vakası her iki taraftaki sefih kişiler yüzünden meydana gelmiştir.”[11]

Her ne kadar Ali (ra) ile Talha (ra) yaşanan bu hadiseye karşı vakar ve teenniyle yaklaşmış olsa da kendi kurtuluşları için iki tarafın çarpışmasından başka bir çarenin olmadığını çok iyi bilen bozguncular elinden gelen gayreti ortaya koydular ve nihayetinde savaşın başlamasını sağladılar.

İmam Bakıllânî o anı şöyle aktarıyor; “İki tarafta kendi rızalarıyla anlaştılar ve kendi bölgelerine çekildiler. Osman’ın katilleri işin kendi aleyhlerine döndüğünü görüp korktular. Bir araya gelip istişare ettiler ve fikir ayrılığına düştüler. Ancak daha sonra şöyle bir karar aldılar. Her iki taraf içinde birer grup olarak bulunulacak ve gece vakti savaş başlatılacak. Ali’nin tarafındaki grup; “Talha ve Zubeyr ihanet etti” Diye bağıracak, Talha ve Zubeyr’in tarafındaki grupta; “Ali ihanet etti” diye bağıracak.

Planlarını istedikleri gibi yürüttüler. Harp patlak verdi. Her iki tarafta kendini müdafaa için savaştı. Her iki tarafın niyeti de doğruydu. Her iki tarafta Allah’ın rızası için harekete geçmişti. Dolayısıyla her iki tarafta Allah’tan ecrini alacaktır. Zira tarafların kendini müdafaa etmekten başka çareleri yoktu. Doğru olan görüş budur. Biz de buna meylediyoruz.”[12]


Tüm bu rivayetlerden açık bir şekilde görüldüğü üzere Cemel vakası, Şi’aların ve onların etkisinde kalmış olan tarihçilerin iddia ettiği gibi Mu’minlerin emiri Ali’nin (ra) Halifeliğine karşı girişilmiş bir hareket değildir. Bırakın bunu iddia etmeyi, farz-ı muhal Basra’ya yapılan bu çıkışı Ali’nin (ra) şahsına karşı yapılan bir hareket olarak kabul etsek bile savaşın taammüden yapıldığını kabul etmek mümkün değildir. Bunu Annemizin pişmanlığında fazlasıyla görmekteyiz. Annemizin Cemel vakasını hatırladığında şöyle dediği rivayet edilir;

“Arkadaşlarımın (Mu’minlerin diğer annelerinin) oturduğu gibi oturmayı ne kadar isterdim. Bu bana Rasulullah ‘dan Abdurrahman bin haris bin Hişam ve Abdullah bin Zubeyr gibi on küsur çocuk dünyaya getirmekten daha sevimlidir.”[13] Yine Annemizin şöyle dediği rivayet edilir;

“Rasulullah ’dan her biri Abdurrahman bin haris bin Hişam gibi yirmi tane çocuğum olsaydı ve onları kaybetseydim de şu Cemel vakası yaşanmasaydı.”[14]

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...
 
[1] El Bidâye Ve’n Nihâye 7/739, Tarih-i Taberî 5/521
[2] Tarih-i Taberî 5/525
[3] Tarih-i Taberî 5/525
[4] Tarih-i Taberî 5/539
[5] Tarih-i Taberî 5/526
[6] Tarih-i Taberî 5/527
[7] Tarih-i Taberî 5/541
[8] Tarih-i Halife 182
[9] Fethu’l Bârî 3/56
[10] Şerhu’l Akîdeti’t Tahaviyye 546
[11] El- İber 1/37
[12] Et- Temhîd 233
[13] El-Fiten, Nuaym bin Hammad 1/81
[14] Et- Temhîd, Bakıllânî,232
Whatsapp Destek