Allah / El-İlah

Allah ismi, Allah’ın en güzel isimlerinin hepsini bir çatı altında toplayan ve sair tüm kemal sıfatlarını ihtiva eden yüce bir isimdir. Bir başka ifadeyle, Allah subhanehu’nun güzel isimlerini bir ağaç olarak tasvir edecek olursak, diğer isimler bu ağacın dalları ve yapraklarıyken, Allah ismi bu ağacın gövdesidir. Bu konuda İmam İbni Kayyım (rh) şöyle demiştir: “Bundan dolayıdır ki Allah, esma-i hüsnâdan olan diğer isimleri bu ism-i  azîme izafe etmiştir. Mesela kitab-ı kerim’inde “En güzel isimler Allah’a aittir.” Buyurmuştur. Yine “er-Rahmân, er-Rahîm, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Azîz, el-Hakîm Allah’ın isimlerindendir” denilmektedir ama “Allah ismi, er-Rahmân’ın veya el-Azîz’in isimlerindendir şeklinde bir söz söylenilmemektedir. Buna göre bilinmelidir ki Allah ismi, esma-i hüsnânın tüm manalarını gerektirmekte olup icmali olarak o isimlerin hepsine delalet etmektedir.[1]  
Allah ismini diğer isimlerden farklı kılan bir diğer husussa, bu isimin tüm Rasullerin gönderilme sebebi olan uluhiyet tevhidine taalluk eden bir isim olmasıdır. Allah ismi bazı alimlere göre camid[2] bir isim olsa da kabule şayan olan görüş, bu isminde diğer tüm isimler gibi bir kökten türemiş olmasıdır. Allah isminin kendisinden türediği kök kelimeyse “İbadeti hak eden, kendisine ibadet edilen mabud” anlamındaki “İlah” kelimesidir. Bu hususta İmam İbni Kayyım (rh) şöyle demiştir: “Allah isimi, Allah’ın ilah ve mabud oluşuna delalet eder. Sevgi besleme, tazim gösterme, boyun eğme, her türlü ihtiyaç ve musibet anında kendisine yönelme bakımından insanlar onu ilah bilmişlerdir. [3]
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Allah subhanehu’nun ardı ardınca peygamberler göndermek suretiyle kullarına beyanlarda bulunmasının en büyük sebebi, yegâne ilah olan Allah’ı tanıtmaktır. Bu nedenle de ilk peygamberden son peygambere kadar tüm uyarıcılar, Kavimlerini Allah’ın uluhiyetine davet etmişlerdir. Allah subhanehu bu hakikati kitab-ı kerim’inde şöyle zikretmektedir:

“Senden önce gönderdiğimiz her Rasule: “Şüphesiz ki benden başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. O halde yalnızca bana kulluk/ibadet edin.” diye vahyetmişizdir.” 
İlah kelimesinin lügat anlamı
Allah isminin lügat anlamına gelince, bu isimin türemiş olduğu “ilah” kelimesi en az Arap dili kadar kadim olan bir kelimedir. Bu sebeple bu kelimenin muhtevasını anlayabilmemiz için Arapların bu kelimeyi hangi anlamalarda kullandığını bilmemiz gerekmektedir. Araplar “İlah” kelimesini şu anlamalarda kullanmaktadırlar:
  • E-le-he (اله) İbadet, kulluk etti anlamındadır. İlah ismi ise ibadet edilen varlığa verilen isimdir. Araplar Allah’a ibadet etmeleri sebebiyle kendisine bu ismi vermişlerdir.
  • E-le-he (اله فلانا) Koruma altına aldı, himaye etti anlamındadır. Zira yegâne ilah olan Allah subhanehu kendisine sığınanları koruyan ve onları emniyette kılandır.
  • E-li-he (اله) Şaşkınlık içinde olmak, hayrete düşmek anlamındadır. Kul Allah subhanehu’nun azametini, kâinatın işlerini idare etmedeki mükemmelliğini, Şer’i ahkamındaki adalet ve doğruluğu müşahede ettiğinde hayranlık duyar. Bu nedenle İlah, kulların azameti, kudreti, hükmü karşısında hayranlık duyduğu varlıktır.
  • Ve-le-he (وله) Sevgiyle bağlanmak anlamındadır. Araplar bu kelimeyi annenin çocuğuna sevgi ve şefkatle yönelmesi anlamında kullanır. Ayni şekilde çocuğun annesine sevgiyle yönelmesi de bu kelimenin muhtevasındadır. Bu nedenle İlah, kullarını sevgi ve merhametle kuşatan, kullarının da kendisine sevgiyle bağlandığı varlıktır.
  • La-he (لاه) Gizlendi, örtündü ve perdelendi anlamındadır. Malumdur ki İlah, kulların gözleriyle müşahede edemediği bir varlıktır.
  • Le-ha (لهى) Meşgul eden, oyalayan ve mutlu edip eğlendiren anlamındadır. Zira İlah, kendisine kulluk yapanları mutlu eden, kalbin kendisiyle mutmain olduğu varlıktır.
  • He-ve-le (هول) kişinin korku ve tedirginlik halidir. Araplar kıyamet gününün korkutucu sahneleri için (اهول يوم القيامة) “Ehval yevmi’l kıyame” derler. İlah, kendisinden korkulan ve otoritesine boyun eğilen varlıktır.
  • Ha-le (هال) Ay’ın etrafında bulunan ışık çemberinin adıdır. İlah, göklerin ve yerin nuru olan, vahyin nuruyla insanların yolunu aydınlatan varlıktır.
  • Ehlun (اهل) İnsanın ailesi ve yakınları anlamındadır. İlah, kullarına yakın olan, kendisine kulluk yapılarak yakınlaşılabilen anlamındadır.
İlah kelimesinin Arap lügatinde delalet etmiş olduğu anlamlar üzerinde düşünen kimse O’nun kendisinden başka hiçbir ilahın olmağı tek mabud olduğunu görecektir. Zira O, kullarını seven, onları koruyan, onlara şah damarlarından daha yakın olan ve kullarının kendisine yakınlık kurmasına müsaade eden, yaratması, emretmesi, hükmetmesi bakımından adalet ve doğruluk sıfatlarına muttasıf olan, isimleri ve sıfatları bakımından kendisine taaccüp edilen ve kendisine tutkuyla yönelinen, Azamet ve kibriyası karşısında otoritesine boyun eğilen ve celal sıfatlarıyla kalbe korku salan, Göndermiş olduğu elçiler ve indirmiş olduğu kitaplar vasıtasıyla kullarının kalplerini ve yollarını aydınlatan,  yol gösteren ve onları şirkin ve küfrün karanlığından imanın ve tevhidin aydınlığına çıkarandır. Bu nedenle Allah, yegâne ilah ve kulluğu hak eden tek varlıktır.
İlah kelimesinin Allah’ın zatında delalet ettiği anlam
İlah kelimesinin Allah’ın zatında hangi anlamlara geldiğiyle alakalı bir bilgi sahibi olabilmek içinse, ulemanın açıklamalarına başvurmak elzemdir. Bu gereksinime bir teveccüh olarak ulemanın açıklamalarını serdedersek, Şeyh Sa’dî (rh), Allah isminin türemiş olduğu kök kelime olan “İlah” kelimesinin anlamı hakkında şöyle söylemiştir: “Allah, me’lûhtur, mabuddur. Tüm kulları üzerinde uluhiyetin ve rububiyetin sahibidir. O’nun uluhiyetinin manalarının tümüne sahip Allah olduğunu, uluhiyetin manalarının hepsine layık me’lûh olduğunu haber vermiştir. O uluhiyet manalar ki Allah’ın ibadete, övülmeye ve şükredilmeye layık tek varlık olmasını, celal ve ikram sahibi, tazim edilen, takdis edilen tek varlık olmasını gerektirmektedir. Allah ismi esma-i hüsnânın ve en yüce sıfatların bir araya toplandığı bir isimdir. En iyi bilen Allah’tır.”[4]
Şeyhulislam İbni Teymiyye (rh) ilah kelimesinin manasını açıklarken şöyle demişti: “İlah, me’lûh, ilah edinilmeye, kulluk edilmeye layık olan demektir. İlah edinilmeye, kulluk edilmeye Allah’tan başka hiçbir varlık layık değildir. Allah dışında kendisine kulluk edilen her şey tepeden tırnağa asılsızdır, batıldır. Fi’âl kalıbı mef’ûl anlamındadır. Mesela (ركاب) rikâb kelimesinin binilen (مركوب) merkûb manasında olması gibi. Buna göre Allah, kendisinden başka hak ilah olmayan hak ilahtır. İnsan ona kulluk ettiği zaman O’nu birlemiş ve bir başka varlığı O’nunla birlikte ilah kılmamış, ilah edinmemiş olur.
Demek ki yaratılmış olan varlık, haddizatında ilah değildir. Sadece ona kulluk eden kimse o varlığı ilah edinmiş ve ilah diye isimlendirmiştir. Bütün bunlar sahibine faydası ve zararı dokunmayan aslı-esası olmayan batıl şeylerdir. Allah dışındaki bir varlığın kulluk edilen, dua edilen bir ilah kılınması mümkün değildir. Çünkü kendisi yaratılmış olan bir varlık ne yaratabilir ne de rızık verebilir. Allah subhanehu ve teala’nın bahşettiğini kimse geri çeviremez, engellediğini de hiç kimse veremeye güç yetiremez. Zenginlik sahibinin zenginliği, çaba gösterenin çabası O’nun karşısında hiçbir yarar sağlamaz.
Allah dışında hiçbir varlık hiçbir şeye sahip değildir, hiçbir konuda O’na ortak değildir, hiçbir yerde Rab teala’nın yardımcısı değildir. Böyle bir varlık meleklerden, nebilerden ve salih zatlardan ise şefaat hakkı belki olabilir. Fakat Allah nezdinde kendisine izin verilmiş olandan başkasının şefaati fayda vermez. Şefaat edecek kişinin şefaat etmesine, şefaat edilecek olanın da şefaat edilmesine Allah teala’nın izin vermesi gerekir. Bunun ötesinde şefaat hakkına kesinlikle sahip değildir. Dolayısıyla Allah teala dışındaki bir varlığın, yaratan ve rızık veren olmadığı gibi kulluk edilen bir ilah olması da mümkün değildir. Hiçbir ortağı olmayan, bir ve tek olan Allah’tan başka hak ilah yoktur. Mülk de hamd de sadece O’na aittir. O her şeye kadirdir.”[5]
İmam İbni Kayyım’da (rh) şöyle söyle söylemiştir: “İlah, İlah kabul edilen, yani sevgiyle, yönelerek, yücelterek ve değer vererek kulluk edilen varlık demektir.”[6]
Ayrıca şöyle söylemiştir: “İlah, kemal sıfatlarının ve celal özelliklerinin hepsini kendinde toplayandır. Buna göre esma-i hüsnânın hepsi bu isme dahildir.”[7]
Başka bir yerde de şunları ifade etmiştir: “Gerçek ilah, zatından dolayı sevgi duyulan, zatından dolayı hamd edilendir ki buna bir de ihsanı, nimet bahşetmesi, hilmi, affı, iyiliği ve rahmeti ilave edilirse nasıl olur siz düşünün! Buna göre kula düşen, Allah’tan başka hak ilah olmadığını bilmek, zatından ve kemalinden dolayı O’nu sevmek ve övmektir.”[8]
İmam Kurtubî’de (rh) şunları söylemiştir: “Bu isim, Allah’ın isimlerinin en büyük ve en kapsamlı olanıdır. Hatta kimi alimler bu isimin Allah’ın ism-i a’zamı olduğunu söylemişlerdir. Başka hiçbir varlık bu isimle isimlendirilmemiştir. Bu nedenle bu ismin tesniye (ikil) ve cem’i (çoğul) hali yapılmamıştır. “O’nun bir adaşını biliyor musun?”[9] ayetine ilişkin yorum bu şekildedir. Yani “O’nun Allah ismiyle adlandırılmış olan bir adaşını biliyor musun?” anlamındadır. Dolayısıyla Allah kelimesi, kendisinden başka hak ilah olmayan, hakiki manada tek, rububiyet özelliklerine sahip, uluhiyet sıfatların kendisinde barındıran hak varlığın ismidir.[10]
Bu muazzam isimin iman eden kullar üzerindeki güzel etkileri
Bir Mü’minin bu güzel ismin manasını, Allah subhanehu’ya olan esma-i hüsnâyı ve yüce sıfatlarını öğrendiğinde onun kalbinde muazzam manalar ve etkiler görülür. Bu güzel etkileri serdedecek olursak, en önemlileri şunlardır.
1. Kulun kendisine, ailesine, çocuklarına ve tüm dünyaya karşı beslediği sevginin de önüne geçen bir Allah sevgisine sahip olması. Çünkü Allah ilah olarak benimsenen, sadece ve sadece kendisine kulluk yapılandır. Tek başına nimeteler bahşeden, lütufta bulunandır. En güzel isimler ve yüce sıfatlara O sahiptir. Yaratma, emretme, hükmetme ve övülme tamamıyla O’na aittir. Tüm bu güzel isimler ve yüce sıfatlar tedebbür edildiğinde sevilmesi gereken yegâne varlık Allah subhanehu’dur. Bu da Allah’ın sevdiği kimseleri ve şeyleri sevmeyi, buğzettiği kimselere ve şeylere de buğzetmeyi, dostluk ve düşmanlık ilişkilerini ona göre belirlemeyi gerektirir. Zira Allah’ı hakkıyla sevmenin alameti de budur. Allah’ı hakkıyla sevmeyen, Allah için sevmeyen ve buğzetmeyen bir kimsenin imanın lezzetini tatması muhal bir durumdur. Rasulullah’ın (sav) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
"Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa, imanın tadını alır: Allah ve Rasulü’nün kişiye geri kalan her şeyden daha sevimli olması, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmesi ve küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih görmesi”[11]
Abdulaziz bin Nâsır el-Culeyyil bu husus hakkında söylemiştir: “En yüce sıfatlar Allah’a aittir. Yaratılmış bir varlık hoşlarına giden insani olgunluk sıfatlarıyla bezenmiş olsa, üstelik herhangi bir insana nimet bahşetmiş veya o insan üzerinde bir güce sahip bulunsa, yaratılmış olan o varlığa karşı insanların gönüllerinde ne gibi şeyler hasıl olur? Hiç şüphe yok ki muazzam bir sevgi, yakınlık ve dostluğundan lezzet alma duyguları, o yaratılmış varlığın insanların gönüllerinde baş köşeye geçmesini sağlayacaktır. Güçsüz, zaman ve mekân ile sınırlı, ahlak ve sıfatlar bakımından kısıtlı olan yaratılmış bir varlık için bile beslenen duygular böyleyken peki ya en güzel isimlere, en yüce sıfatlara sahip olan bir varlığa karşı kim bilir nasıl duygular beslenebilir? Her bir canlıya, her zaman ve mekânda yarattıklarına yönelik nimetleri arkası kesilmeden akıp gelen biri karşısında duyulan hisler nelerdir kim bilir? Övgü, sevgi, korku ve ümidin farklı farklı çeşitleri namına ne varsa hepsine layık olan O değil midir? Allah’a yemin olsun ki, elbette O’dur”[12]
Bu yüzdendir ki kul, benliğine güven ve ümit veren ve ümidi boca eden Allah’a “Ya Allah!” veya “Allahumme!” sözleriyle dua ettiği zaman rahatlık ve huzur bulur. Çünkü İlah olarak benimsemenin ve kulluğun aslı olan sevginin gereği budur. Bu sevgiye ulaşmış olan kimseler, bu sevginin bir muktezası olarak Allah’a yönelip yakınlaşarak O’nun rızasını talep ederler. Allah’ın sevabına ulaşmak için Allah ve Rasulü’nün yapılmasını emrettiği şeyleri yapıp, Allah ve Rasulü’nün yasakladığı şeylerden uzak durmak için gayret ederler. Bu suretle Allah’ı seven ve Allah’ında kendilerini sevdiği kimseler haline gelirler.
2. Allah subhanehu’yu tazim etmek, yüceltmek, tevekkül, korku, ümit, arzu, çekingenlik, namaz, oruç, kurban, adak gibi yalnızca Allah’a yapılması mümkün olan ibadetlerde ihlaslı olmamızı ve sırf O’nun için yapmamızı sağlar.
3. Allah’tan hakkıyla korkmanın bir semeresi olarak sadece O’na bağlanmamızı ve yaratılmışlara karşı korku ve çekingenlik duygularımızı, onlara karşı olan aşırı derecedeki bağlılığımızı kesmemizi sağlar. Çünkü Allah subhanehu her şeyi yaratan ve her canlının rızkını verendir. Her şeyi idare eden O’dur. Her şeyin üzerinde mutlak egemen olan ve dilediğini dildiği şekilde yapan O’dur. Dolayısıyla O’ndan başkasıyla izzet olmaz. O’ndan başkasının yanında izzet aranmaz. O’ndan başkasına tevekkül edilmez. Nice insanlar var ki sahip oldukları mülk ile izzet bulmaya çalışmıştır ama çok geçmeden mülkleri de kendileri de zayi olup gitmiştir. Nice insan, ellerindeki otorite gücüyle izzet bulmaya çalışmış ama sonunda otoriteleri yok olup gitmiştir. Bu sebeple Mü’min olan kimselerin, el-Azîm, el-Kavî ve el-Metîn olan Allah subhanehu’dan başkasının himayesine girmemesi gerekir. Zira Mü’minler, O’ndan başkasına güvenmez, O’ndan başkasına tevekkül etmez, O’ndan başkasının yanında izzet aramaz.
4. Bu güzel ismi hakkıyla bilmenin en güzel etkilerinden biride kalp huzuru, saadeti ve kalbin Allah subhanehu’ya karşı ünsiyet duymasını sağlamasıdır. Bu konu hakkında Şeyhulislam İbni Teymiyye (rh) şöyle söyler: “Lezzet, ferahlık, vaktin güzel ve hoş olması ve ifade edilmesi mümkün olmayan nimetler sadece ve sadece Allah subhanehu’yu tanımada, O’nu bilmede, O’na iman etmede, İmani hakikatlerin ve Kur’ani marifetlerin kişinin gönlünde açılmasındadır. Nitekim hocalardan bir tanesi şöyle demiştir: “Öyle bir hal içindeyim ki, ‘şayet cennet ehli böyle bir hal içinde bulunsa güzel bir yaşam içinde bulunurlar’ diyeceğim bir hal üzereydim.” Kalplerin duyacağı lezzet, Ancak Allah’ı sevmekte ve O’nun sevdiği şeylerle O’na yaklaşmaya çalışmaktır. Allah’ı sevmek, ancak O’nun dışında sevilen her şeyden yüz çevirmekle olur. İşte “La ilahe illallah’ın” hakikati budur.”[13]

Allah’ım! Sen Muvahhid kullarının biricik İlahı ve tek mabudusun. Şahitlik ederim ki senden başka me’lûh yoktur. Senin dışında ibadet edilen tüm varlıklar batıldır. Yine şahitlik ederim ki senin dışındaki varlıklara ibadet edenler, sana ortaklar koşmakta olan Müşriklerdir. Onların, seninle birlikte sahte ilahlarına yapmış oldukları tüm ibadetler batıl ve geçersizdir. Allah’ım! Sen şahit ol ki ben onlardan ve onların tapmakta oldukları tağutlardan beriyim. Allah’ım bu halimi koru ve müstakim bir yaşamı bana kolaylaştır. Allah’ım! Söz, düşünce ve davranışlarımı şirkten arındır. Kulluğu sana has kılarak yapacağım ibadetleri bana kolaylaştır. Allah’ım! Tevhid’in askerlerini katından bir yardımla destekle ve onları Müşriklere karşı muzaffer kıl.
Allahumme âmin.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...
 
 
[1] Medâricu’s-Sâlikin, 1/32-33
[2] Camid: bir kök kelimeden türemeyen ve çekimi yapılamayan kelimelere deniz.
[3] Medâricu’s-Sâlikin, 1/32-33
[4] Sa’di, Tefsir, 5/620
[5] Mecmû’u’l-Fetâvâ, 13/202-202
[6] Tarîku’l-Hicrateyn, s.10
[7] Bedâ’i’l-Fevâid, 2/212
[8] El-Fevâid, s.203
[9] Meryem Suresi 65
[10] Kurtubî, 1/102
[11] Buhârî, 16
[12] Esmau’l-Hüsna, s.105
[13] Mecmû’ul-Fetava, 28/31
Whatsapp Destek