Boykot Hadisesi

Hamza (ra) ve Ömer’in (ra) Müslüman olmasından sonra Kureyş daha önce kafasına koymuş olduğu Müslümanları yok etme, köklerini kazıma düşüncesinden yavaş yavaş sıyrılmaya başlamıştı. Çünkü yapılacak herhangi bir saldırıda ya da öldürme vakıalarında Araplar arasında önüne geçilemez bir savaş meydana gelir ve Mekke vadisi kanlarıyla sulanırdı. Bu sebeple Kureyşliler strateji değişikliğine giderek bir başka kararın altına imza attılar. Muhassab vadisinde Kinaneoğulları’nın yurdunda toplanarak Rasulullah’ı (sav) kendilerine teslim etmedikçe Muttaliboğulları ve Haşimoğulları ile kız alıp vermemeye, alışveriş etmemeye, oturmamaya, aralarına karışmamaya, evlerine girmemeye ve onlarla konuşmama üzerine ahitleştiler. Ebu Talib, Rasulullah’ın (sav) öldürülmesinden korktuğundan dolayı Beni Haşim ile Beni Muttalib’i yardıma çağırmıştı. Ebu Leheb ve oğulları haricinde müminler imanlarının gereği, kâfirler ise akrabalıklarının bir gereği olarak Şib’i Ebi Talib’te bir araya gelerek birbirlerine arka çıkmaya karar verdiler.

Kureyşli zalimler aldıkları boykot kararlarını nübüvvetin 7. yılı Muharrem ayının ilk gecesinden itibaren tüm şiddetiyle uygulamaya başladılar. 

Müşrikler almış oldukları kararı uyguluyor, mahalleye erzak girmemesi için çabalıyorlar, nöbetler tutuyorlar, herhangi bir erzak kafilesi geldiğinde ise fiyatların yükseltilmesi için gayret gösteriyorlardı. Kureyş bir mahalle dolusu insana bir avuç yiyeceği çok görüyordu. Mahalleden çocuk iniltileri, ağlamaları duyuluyordu.

Müşriklerin içerisinde alınan bu karardan hoşnut olmayan ve bundan dolayı Müslümanlara yardım etme çabasında olan vicdan sahibi insanlarda vardı. Bunlar Hatice annemizin yeğeni Hâkim bin Hizam ve Hişam bin Amr idi. Her ikisi de çeşitli zamanlarda akrabalarına yardım etmenin derdini taşıyorlardı.

Hâkim bin Hizam bir gece yarısı bir devenin üzerine buğday yükleyerek mahallenin yoluna getirmiş, sonra devenin arkasına vurarak mahalleye göndermişti. Ertesi gece devesine un yüklemiş yine mahalleye salmıştı. Hişâm bin Amr’da Müslümanlara gizli gizli yardım gönderiyordu. Kureyşliler her ikisini de yakalamış ve tehdit etmişlerdi. Birden fazla kere yakalanınca, bir defasında Hişâm bin Amr’ı Kureyşliler vazgeçmesi için dövdüler.

Bu ambargo ve boykot yaklaşık 3 yıl boyunca sürdü. Artık değil Müslümanlar, insaf sahibi bazı müşrikler dahi bu zorbalığa tahammül edemiyorlardı. Ancak bu insanlar seslerini çıkaramıyor, Ebu Cehil ve diğer Kureyş liderlerine muhalefet etmekten, onları karşılarına almaktan korkuyorlardı. Bu zulmü ortadan kaldırmaya niyet eden ilk kişi Hişâm bin Amr oldu.

Hişâm, boykotun ilk günlerinden itibaren Müslümanlara yardım etmeye çalışıyordu. Bir akşam Züheyr bin Ebi Ümeyye'nin yanına gitti. Züheyr, Rasulullah’ın (sav) halası Atike'nin oğluydu. “Ey Züheyr, sen burada ailenle birlikte dilediğin gibi yiyip içiyor, rahat bir hayat sürüyorsun. Dayılarının maruz kaldığı yokluktan, aç susuz perişan bir halde kıvranmasından ve açlıktan ölmelerinden hiç mi rahatsız olmuyorsun?” Züheyr, “Ben tek başına ne yapabilirim? Yanımda beni destekleyen bir kişi daha olsaydı elbette akrabalarıma zulmeden o belgeyi yırtıp atmak için uğraşırdım.”  cevabını verdi. Hişam, Züheyr'in desteğini aldıktan sonra sırasıyla Mut'im bin Adiyy, Ebu'l- Bahteri bin Hişam ve Zem'a bin Esved’le görüşerek zulüm belgesinin yırtılması ve ambargonun kaldırılması için birlikte hareket etmeye onları da ikna etti.

Ve netice olarak bu anlaşmaya varan kişiler harekete geçerek anlaşma metnini yırttılar. Yırtmak için belgeyi ellerine aldıklarında ise ‘Allah’ın adıyla’ ibaresinin haricindeki tüm kâğıdın küçük kurtçuklar tarafından yenildiğini gördüler. Bu kâğıdın yırtılması ile de bu ambargo son bulmuş oldu.

1) Bu olaylardan çıkarılacak derslerin ilki; kâfirlerin Müslümanlar ile mücadele etme noktasında çok ciddi bir gayretlerinin olduğudur. Kâfirler Müslümanlara dünyayı dar etmek, eziyet etmek için ellerindeki imkânları sonuna kadar harcarlar. Boykot hadisesinde Ebu Leheb, ticaret kafileleri geldiğinde malların fiyatlarının yükseltilmesini ister ve yüksek fiyattan kendisi ve diğer müşrikler o malları alırlardı taki Müslümanlar fiyat yüksekliğinden mal temin edemesin diye.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Şüphe yok ki, kâfirler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfirler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.”[1]

Allah’ın yolundan alıkoymak için varlarını yoklarını sarf ederler. Mallarını harcarlarken motivasyonları Allah’ın sözlerinin, peygamberinin çağrısının duyulmaması, insanların Allah’a kul olmak suretiyle kendi düzenleri olan kula kulluğun son bulmaması ve çarklarına çomak sokulmamasıdır.

2) Kâfirler, Müslümanlara eziyet ve işkencede farklı farklı yöntemler kullanırlar. Onların Müslümanlar üzerindeki baskıları çeşitlidir. Sadece ekonomik anlamda ya da sosyal anlamda değildir. Psikolojik anlamda, fiilî anlamda da eziyet ve işkencelere başvurmaktadırlar. Kâfirler, Rasulullah (sav) zamanında kendisini boğmaya çalışmış, üzerine deve pisliği atmış, bayılıncaya, kendisinden kan akıncaya kadar O’na saldırmış ve dövmüşlerdir. Ashabın neredeyse her bir ferdi içinde aynı şey söz konusudur. Bunlar fizikî eziyetlerdir. Kötü isimler ile çağırmaları, alay etmeleri, sihirbaz demeleri, Mekke’ye dışarıdan gelen ahali yanında küçük düşürmeleri ise psikolojik anlamda yapılan eziyetlerdir. Sosyal anlamda ise boykot edilmeleri, toplumdan soyutlanmaları örnek verilebilir.

Kâfirler sonuç vereceğine inandıkları her türlü çeşidi Müslümanlar üzerinde denemekten çekinmezler. Bugünde durum bundan farksız değildir. Kâfirler yine müminler için her türlü baskıyı oluşturmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Belli bir gücü elinde bulunduran devletleşmiş ve sistemleşmiş küfür ehli, Müslümanları yurtlarından çıkarmak, mallarına el koymak ve onları hapsetmek için kendi helvadan putlarını da yememek adına çeşitli entrika ve desiselere başvurmaktadır. Hoş! Desise ve entrika bulmasına da aslında lüzum yoktur. Baskısı altına aldığı, kapitalist bir düzen içerisinde yaşam mücadelesi veren halkın çokta ikna edilmek zorunda olduğunu da söylemek mümkün değildir. 

3) Güçlü, kuvvetli, kavmi içerisinde itibar sahibi insanlar ile Müslümanlar ve İslam dini kuvvet bulur. Kureyşlilerin boykota başvurmalarının sebebi, efendimizi ve Müslümanları öldürmeye imkân bulamamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Hamza (ra) ve Ömer’in (ra) Müslüman olması ile kabileleri topyekûn karşılarına almaya çekindiler.

Kaliteli, İslam’ı taşıyacak vasfa sahip olan bir Müslüman gerçekten Müslümanların kuvveti açısından önemlidir. Bu hem maddi anlamda hem de manevi anlamda önemli bir husustur. İslami harekette bir ferdin yük alan, fikirler ve çözümler üreten, itaat eden birisi olması Müslümanların genişlemesine, rahatlamasına, daha iyi çalışmalarına vesile olur. Ancak sürekli problem üreten ve problem çıkaran, itaat etmeyen, üretmeyen, yük almayan bir fert Müslümanlar için sıkıntıdır. Bu husus kaliteli fertler ile Müslümanların güç kazanacağı gerçeğine işaret etmektedir. Müslümanların sayılarının, kemiyetlerinin önemi yoktur. Asıl önemli olan Müslümanlar topluluğunun ve fertlerinin keyfiyetleridir, kaliteleridir.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.” Birisi: "Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Rasulullah (sav), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu. Bir adam: "Vehn nedir ya Rasulullah?" diye sorunca: “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.[2]

Efendimizin bu hadiste Müslümanları tasvir ettiği gibi, sayıları fazla ancak etkileri yok. Düşmanları kendilerinden çekinmiyor, dünyaya meyyal, izzetleri ellerinden alınmış, sıkıntıya ya da eziyete duçar olmak istemiyorlar. Hal böyle olunca da kaliteli bireyler olmaktan ziyade kuru kalabalıklar oluşturuyorlar. Toplumları, toplulukları, cemaatleri fertler oluşturur. Fertler, bireyler öncelikle kaliteyi yakalar, efendimizin bahsettiği özelliklere sahip olurlar ise o zaman toplulukları, cemaatleri de etkili, kaliteli olacaktır. Bir Müslümanın kendisini yetiştirmesi, kalitesini artırması ve yük alması gerekir. Kendisini yetiştirmekten, kalitesini artırmaktan kasıt, sadece çok fazla kitap okuması, çok ayet, hadis ezberlemesi değildir. Kalitesi, itaat eden, problem çıkartmayan, ciddi, disiplinli, fedakârca sahip olduklarını harcayan bir birey olmasında saklıdır.

4) Müslümanların efendimiz ile birlikte yaşadıklarına sabrederek, ortaya koydukları teslimiyet Müslümanlar için örnek olmalıdır. Müslümanlar başlarına ne gelmiş ise, Rasulullah (sav) kendilerine ne göstermiş, ne emretmiş ise tam bir teslimiyetle teslim olmuşlardır. Bir kez olsun Rasulullah’ın (sav) karşısına dikilip, çektikleri eziyetlerin sebebini, hesabını sormaya, mızmızlanmaya, yaptıkları fedakârlıkları sayıp sıralamaya kalkışmamışlardır.

Günümüzde Müslümanlar, çalışmak, ortaya bir şey koyma noktasında bahaneci, başlarına gelenler noktasında mızmız, fedakârlıkları sayıp dökmede ise gayet mahirler. Fedakârlıkların hesabını yapan, başa gelen bir musibette başkalarını eleştiren, her alınan kararın, arkasını, önünü anlamaya çalışan, her konuya vakıf olmaya gayretli bireyler İslami hareket için bir şey üretemezler. İtaat eden, teslimiyet gösteren, Allah için ne yaptığını, nasıl yapması gerektiğini bilen, farkında olan Müslümanlar bu dine fayda sağlayabilir.

İslami harekette lider, idareci kararlar alır, bu kararların neticesinde hata da edebilir, isabette edebilir. Alınan meşru kararların ya da izlenen meşru siyasetin akabinde başa gelen musibetler noktasında bireylerin yapması gereken şey teslimiyet göstererek itaat etmektir. Musibet anında, dar boğazdan geçerken, alınan kararların eleştirilmesi ya da velveleye vermek, hesap sorarcasına homurdanmak Müslümanlara herhangi bir şey kazandırmayacaktır. Rasulullah’ın (sav) ashabı bu şekilde davrandı. Bunun tam tersi hareket eden İsrailoğulları idi. Musa (as) ile birlikte her karşılaştıkları zorlukta O’na çirkin sözler ettiler, kötü, kaba davrandılar, sürekli kendisini suçladılar.

5) İslam, müntesiplerinden fedakârlık bekleyen bir dindir. Allah Teâlâ, kulları ile bir ahit yapmıştır. Bu ahdin neticesinde kendilerine cennet vermek suretiyle kullarından mallarını ve canlarını satın almıştır. Satılan mallar ve canlar Allah’a feda edilmiş olan şeylerdir.

Kul nasıl bir davanın içerisinde olduğunu, nasıl bir dine müntesip olduğunun farkında olmalıdır. Kendisi bağlı olmuş din için imtihan edilecektir, başına bir takım musibetler gelecektir. Allah Teâlâ inanları, iman edenleri imtihan edecektir. Bu kendisinin bir sünnetidir. Böylelikle sadık olan, olmayan, samimi olan, olmayan birbirinden ayırt edilecektir.

Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” [3]

Bir başka ayette ise şöyle geçmektedir;

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, "Allah'a inandık" derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah'ın azabı gibi tutar.”[4]

Peygamberler ise bu şiddetli eziyete en fazla maruz kalan insanlardır. Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“İnsanlardan bela yönünden en fazla musibetlere maruz kalan kişiler peygamberlerdir. Sonra ondan sonra gelenler, sonra ise onlardan sonra gelen kimselerdir.”[5]

Herkes imanı oranında musibetlere maruz kalır. Kâfirler kendi düşünce yapılarından taviz vermediklerinden kendileri gibi olmayan Müslümanlara çeşitli eziyetler etmektedirler. Biraz daha amiyane tabir ile kâfirler boş yere külhanbeylik yaptırmıyorlar. Eğer farklı bir düşüncen ve fikrin varsa bunun kâfirlerin bulundukları yerlerde bazı bedelleri var ve kişi bu bedelleri ödemek mecburiyetinde bırakılıyor.


 
 
[1] (8/ Enfal 36)
[2] (Ebu Davud)
[3] (29/ Ankebut 2-3)
[4] (29/ Ankebut 10)
[5]  (Ahmed bin Hanbel)
Whatsapp Destek