Cemel Vakasına Giden Yol

Tarihi karartmaların odağında olan hadiselerden biride Mü’minlerin Emiri Ali bin Ebu Talib (ra) ile Aişe annemizin karşı karşıya gelmesine sebep olan Cemel vakasıdır. Günümüze kasıtlı bir başkaldırı olarak yansıtılan Cemel vakası iki Müslüman taifenin karşı karşıya geldiği ilk muharebedir. Evet, iki Müslüman taife karşı karşıya gelebilir ve Tarih boyunca da istisnasız her dönem gelmiştir. Ancak Müslümanlar arasında yaşanan hiçbir savaş bu denli karartmalara maruz kalmamıştır. Güvenilir eserleri terk edip güvenilir olmayan eserlere teveccüh eden tarihçiler, Şi’aların tarih tarlasına ekmiş olduğu zehirli mantarları yiyerek zehirlenmiş ve bunun bir tezahürü olarak hakikat dışı birçok bilgiyi kitaplarında aktarmışlardır. Bu müktesebatla konuyu ele alan tarihçiler, Aişe annemizin Müslümanlar arasında savaş olmasını mubah gördüğünü, Ali’nin (ra) hilafetine karşı bir başkaldırı organizasyonunun başını çektiğini ve savaş kastıyla Mekke’den hareketle Basra’ya gittiğini iddia etmişlerdir. Tarihi, Şi’a kaynaklarından derleyen tarihçilerin böyle şeyleri iddia etmesi gayet tabi bir durumdur. Ancak hakikati ortaya koymak için bu kadarına kail olmak yeterli değildir. Bu ayki yazımızda Allah subhanehu’nun izni ve inayetiyle Aişe annemizin Mekke’den Basra’ya yapmış olduğu çıkışın asıl sebeplerini anlatmaya çalışacağız. Sa’y ü gayet bizden tevfik Allah’tandır.

Osman (ra), ne Hilafet gömleğini çıkarmayı kabul etmişti nede kendisini müdafaa edilmesine müsaade etmişti. Ve en nihayetinde de ömrünün seksen ikinci senesinde kendi hanesinde mazlum bir şekilde katledildi. Osman (ra) Ümeyyeoğullarındandı, bu sebeple en başta Muaviye (ra) olmak üzere Şam bölgesinde ikamet eden Ümeyeoğulları hüzne boğulmuştu. Özellikle Muaviye’nin (ra) kız kardeşi olan Ummu Habibe annemizin Osman’ın (ra) kanlı gömleğini Muaviye’ye (ra) göndermesi ve Muaviye’nin (ra) bu gömleği Ümeyyeoğullarına göstererek intikam yemini etmesi belki de Müslümanlar arasında başlayacak savaşın ilk kıvılcımıydı.

Ümeyyeoğullarının kalesi konumundaki Şam beldesinde bunlar yaşanırken, Mekke şehrinde de büyük bir matem havası hâkimdi. Aişe annemizin başını çektiği ve içlerinde Talha (ra) ile Zubeyr bin Avvam’ın da (ra) bulunduğu bir gurup Osman‘ın (ra) katledilişine engel olamamış olmalarının pişmanlığını yaşıyorlardı. Osman’ın (ra) kendisini müdafaa etmek isteyen herkesi men etmiş olmasına rağmen kendilerini suçlu hissediyorlardı. En nihayetinde de içinde bulunmuş oldukları pişmanlık onları, Osman’ın (ra) katillerini cezalandırmak için bir araya getirdi. Ve Aişe annemiz orada bulunanlara seslendi ve dedi ki:” Osman haksız yere öldürüldü. Vallahi, onun kanını talep edeceğim.”

Bunu üzerine Talha bin Ubeydullah (ra) Aişe annemizi destekleyen bir konuşma yaparak dedi ki: “Osman’a karşı kusurda bulundum. Kanını talep için gerekirse kanımı dökeceğim.”


Akabinde Zübeyr bin Avvam (ra) sözü alarak şöyle devam etti ve dedi ki: “İnsanları uyaralım. Bu kan cezasız kalmaz. Zira bunun cezasız kalması Allah’ın dinine karşı ebedi gevşekliği getirir ve imamlara karşı suikastlar alır başını gider.”[1]

Şam ve Mekke’de bu gelişmelerin yaşanmasına karşın Ali (ra), bu meselenin vakar ve teenni ile halledilmesi taraftarıydı. Zira devlet içinde tam bir otorite sağlanmadan suçluların cezalandırılmasına kalkışmak birçok canın heba olmasına sebep olabilirdi. Olası bu kötü sonucu göz önünde bulunduran Ali (ra) suçluların cezalandırılmasının tehir edilmesi gerektiğine inanıyordu.

Aktardıklarımızdan da görüldüğü üzere tartışma konusu olan şey Ali’nin (ra)  hilafeti değildi. Osman’ın (ra) katillerinin cezalandırılması noktasında da bir ihtilaf yoktu. Sahabeler arasında fikir ayrılığına sebep olan şey, Osman’ın (ra) katillerinin cezalandırılmasının zamanlamasıyla alakalıydı.


Ali’nin hilafeti hiçbir zaman tartışma konusu olmadı. İhtilaf Osman’ın (ra) katillerinin cezalandırılması hususundaydı. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını herkes istiyordu. Bunda bir ihtilaf yoktu. İhtilaf bunun zamanlamasındaydı. Ali’nin görüşü ortalık yatışıncaya ve ülke istikrara kavuşuncaya kadar bunun ertelenmesi yönündeydi.[2]

Takvimler hicri 36 yılının Rebîu’l Evvel ayını gösterdiğinde Aişe annemizin etrafında toplanan topluluk en nihayetinde suçluların cezalandırılmasının gerektiği noktasında karar birliğine varmışlardı. Mekke’de onları bu karara sevk eden çok sayıda sebep vardı ve Mekke’den Basra’ya gerçekleşen çıkışı iyi anlayabilmemiz için çıkışı tetikleyen sebepleri göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu sebeplerden birincisi, Medine’de bulunan Ümeyyeoğullarının Osman’ın (ra) katledilmesinden sonra Mekke’ye gelmiş olmaları. İkincisi, Osman’ın (ra) Basra valisi Abdullah bin Amr’ın Mekke’de olması ve insanları çıkış için teşvik etmesi hatta maddi olarak imkânlar sağlaması. Üçüncüsü, Osman’a (ra) yardım için yemenden hareketle gelen Ya’lâ bin Ümeyye’nin Mekke’de olması. Ya’lâ bin Ümeyye Medine’de yaşananlara yetişemeyince Mekke’de kaldı.
Yanında çok sayıda mal, silah ve hayvanla gelmiş olan Ya’lâ, Osman’ın (ra) suçluları cezalandırılmadan geri dönmek istememesi Aişe annemiz ve beraberindekilerin harekete geçmesini tetikleyen önemli sebeplerden biriydi. Tüm bu sebepler bir araya geldiğine Mekke’den çıkışın kaçınılmaz bir karar olduğunu anlamamız hiç de zor olmamalı.

Aişe annemiz önderliğinde Osman’ın (ra) katillerini cezalandırmak için muvafakat edilmiş olsa da, nereye gidileceği noktasında bir belirsizlik vardı. Bir an önce harekete geçilip kısa sürede suçluların cezalandırılabilmesi için bu belirsizliğin giderilmesi gerekiyordu. Bu sebeple ilk önce nereye gidileceği noktasında müzakerelere başladılar. Aişe annemizin başını çektiği bir gurup Medine’ye gidilmesi gerektiği kanaatindeydi. Başka bir gurup Şam’a gidilmesini ve oradakilerle birleştikten sonra daha güçlü bir şekilde çıkılması gerektiğini söylüyordu. En nihayetinde uzun müzakerelerden sonra Basra’ya gidilmesine karar verildi. Çünkü Medinelilere güçleri yetmesi muhal bir durumdu. Zira Medinelilere kıyasla sayıları bir hayli azdı. Şam, Muaviye’nin (ra) orada olması sebebiyle garanti altındaydı. Çünkü Muaviye (ra) öncülüğünü yaptığı Şam ehli, Osman’ın (ra) katilerinin en tez zamanda cezalandırılması noktasında mutabıktı. Bu sebeple suçluların Şam’da barınmaları imkânsızdı. Lakin Basra şehri hem devlet otoritesinin az olduğu hem de Osman‘ın (ra) katillerinin yuvalandığı şehirlerden biriydi.

Aişe annemizin önderliğinde bir araya gelen bu topluluk, nereye gidecekleri noktasında karar birliğine vardıktan sonra Basra şehrine doğru harekete geçtiler. Niyetleri önce Basra’ya akabinde de Kûfe’ye giderek ilk önce Osman’ın (ra) katilleriyle savaşmak, daha sonra Ali’nin (ra) ordusunun içine sızmış olan suçluları fazla kan dökmeden cezalandırmaktı. Niyetleri kesinlikle Mu’minlerin emiri Ali’yle (ra) savaşmak değildi. Mu’minlerin emiri Ali’nin (ra), Ka’Ka’ bin Amr’ı (ra) Aişe annemiz ve beraberinde olanların yanına geliş sebeplerini sormak için gönderdiğini aktaran rivayetler bu hakikatti desteklemektedir.

Aişe annemizin huzuruna giren Ka’Ka’ bin Amr, Annemize soruyor ve diyor ki: “Anneciğim, bu beldeye geliş sebebiniz nedir?”

Annemiz cevaben şöyle diyor: “Oğlum, insanları ıslah için geldik.”[3]

Yine Cemel günü harp bittikten sonra Ali (ra) Annemizin yanına gelerek diyor ki: “Allah seni mağfiret etsin.” Bunun üzerine Annemiz cevap veriyor ve diyor ki: “Sana da mağfiret etsin. Islahtan başka bir niyetim yoktu.”[4]

Bu konu hakkında İbni Arabî[5] şöyle der: “Aişe’nin Cemel harbine çıkışına gelince; o, harp yapmak için çıkmadı. Ancak insanlar ona geldiler ve fitnenin gitgide büyüdüğüne ve insanların kafalarının karıştığına dair şikâyette bulundular. İnsanların ıslahı için onunla teberrük etmek istediler. Ondan utanırlar da geri çekilirler zannettiler. O da böyle olacağını zannetti.”[6]

Bu yaşananları ilk defa okuduğumuzda, belki bu çıkışın sebeplerini fehmetmemiz mümkün olmasa da, üzerinde uzun bir mütalaada bulunan her Müslüman bu çıkışın sebebinin basit bir şey olmadığını görecektir. Zira Mu’minlerin emiri Osman (ra) herhangi biri gibi öldürülmüştü. Buda gazaplanmayı ve harekete geçmeyi gerektiren bir sebepti. Ayrıca Osman’ın (ra) manevi bir konumu vardı. Dinin ve Müslümanların muhafazası onun sorumluluğundaydı. Şeriat sahibine niyabeten bu işlere bakıyordu. Dolayısıyla ona yapılan saldırı şeriat sahibine yapılan saldırı mahiyetindeydi.

Bu sebeple de Aişe annemiz, Talha bin Ubeydullah, Zubeyr bin Avvam ve beraberindekiler, Osman’ı (ra) katledenlerin bir an önce cezalandırılması gerektiği düşüncesindeydiler. Çünkü Osman’ın (ra) katilleri sert bir şekilde cezalandırılmadığı taktirde sonraki halifelerin de serseriler tarafından öldürülmesinden endişeleniyorlardı. Ancak bunun öncesinde suçluların kimler olduğu ve kimler tarafından desteklendiği noktasında kamuoyu geliştirilmesi ve Müslüman halkın aydınlatılması gerekiyordu. En büyük engelleriyse bir gurup suçlunun Ali’nin (ra) ordusuna nüfuz etmiş olmasıydı. Mu’minlerin emiri Ali (ra) suçluların kimler olduğunu biliyordu ancak, onlarla mücadele etmesi an itibarıyla mümkün değildi. Çünkü olası bir müdahalede Medine halkının zarar görmesi kaçınılmazdı. Bu sebeple de Ali (ra) suçluların cezalandırılmasından önce devlet içinde otoritesinin sağlanması gerektiği kanaatindeydi. Mü’münlerin emiri ilk önce devlet içindeki çok sesliliğe son vermek, sonrasında da daha kuvvetli bir şekilde suçlulara yönelmek istiyordu. Hiç şüphesiz doğru olanda buydu. Ancak Mu’minlerin emiri haricinde kimse durumun nezaketini göremiyordu.

Hulasa, Bu döneme ait tarihi vesikalara baktığımızda görülmektedir ki, iddia edildiği gibi Ali (ra) ile karşı karşıya gelmiş olan Sahabelerin asıl niyetlerinin savaşmak olmadığı aşikârdır.  Peki, maksat savaş olmamasına rağmen savaşın patlak vermesinin sebebi nedir? Allah subhanehu nasip ederse bir sonraki sayıda bunu anlatmaya çalışacağım.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.

 
 
[1] Tarih-i Taberi 5/487
[2] Ehdâs Ve Ehâdîs, 158
[3] Tarih-i Taberî 5/520
[4] Şezerâtü’z Zeheb 1/42
[5] Kavli aktarılan İbni Arabî, mutasavvıf olan İbni Arabî değildir.
[6] Ahkamu’l Kur’an 3/569,570
Whatsapp Destek