Çocuk Terbiyesinde Ebeveyn Rolü | Bilal Özbuğday

Allah azze ve cellenin insana verdiği en büyük nimetlerden birisi de çocuk nimetidir. Çocuk insana sevdirilmiştir. Kendisine bu nimetin verilmediği nice kul, gece gündüz bu nimete erişebilmek için ellerini açmakta, seccadelerini ıslatmaktadır. Ancak insanın fıtratındaki özellik gereği çocuk nimetine ulaşanlar bunun bir nimet olduğunu çoktan unutmuşlardır. Bu nimete ulaşanlar açısından çocuk, çoğu kere baş belası, sıkıntı, problem olarak görülmeye başlanmıştır. Kendisinden kurtulmak adına eline emzik misali tutuşturulan teknolojik aletler ise cabası.

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.”[1]

Allah azze ve cellenin de belirttiği gibi çocuğun sevgisi insan fıtratına yerleştirilmiştir. Dolayısıyla insan çocuğunun olmasını ister ve temenni eder. Bazı aşırı seküler kimselerin dahi bu tür ihtiyaçlarını bir hayvan edinmek ile gideriyor olmaları, sonrasında onlara bir çocuk misali davranmaları, bu fıtrî özelliğe işaret ediyor olsa gerek. Çünkü fıtrata yerleştirilen bir husus tamamlanmayıp, eksik bırakıldığında kendisini farklı şekillerde gösterecektir.

Dolayısıyla çocuk insana sevdirilmiş ve bir nimet olarak verilmiştir. İnsan nimet olduğunu anlayamaz ise çocuklarından şikayet etmeye başlar. Nimet olduğunu bilmez ise şükrünün de nasıl eda edileceğinden bihaber yaşar gider.

Allah azze ve celle bizlere Zekeriyya aleyhisselam ile İbrahim aleyhisselamın (Allah’ın salatı ve selamı ikisinin üzerine olsun) bir evlat için nasıl yanıp tutuştuğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. İşte bu ayetler aslında evlat verilen bizlerin ne kadar da büyük bir nimet içerisinde olduğunu göstermektedir.

“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”[2]

“Zekeriya'yı da hatırla. Hani o, Rabbine, "Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın" diye dua etmişti.”[3]

Nimetin şükrü kendi cinsi ile eda edilebilir. Bu da evlatlarımızı en güzel şekilde yetiştirmek ile mümkün olur. Allah’ın razı olduğu şekilde yetiştirip terbiye etmek ve yine Allah yolunda kullanmaktır. Şükrünü eda edememek ise çocukla ilgilenmemek, terbiyesine vakit ayırmamak ve Allah’ın istemediği bir şekilde onları zayi etmektir.

Bizler birçok arabalara, evlere, dükkânlara, mallara ve mülklere sahibiz. Her geçen gün de sahip olduğumuz bu sermayeyi kaybetmemek, eritmemek ve daha da büyütmek için çaba sarfetmekteyiz. Peki, bizim sahip olduğumuz asıl sermayeler sahip olduğumuz bu mallar mı? Yoksa asıl sermayelerimiz evlatlarımız mı? Hangi sermayeyi kaybetmemek hatta artırmak ve kâr elde edilir bir vaziyete getirmek için uğraşmalıyız?

Elbette evlat sermayemizi… Çünkü sahip olduğumuz diğer sermayeler bizlere ancak kabre kadar eşlik edebiliyor. Ancak evlat sermayesi kabirden sonra da kendisinden kâr elde edilebilen bir sermayedir. Allah Rasulü (sav) ayrı ayrı iki hadisinde şöyle buyurmaktadır;

““İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.”[4]

“Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder; Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri (onunla) kalır. Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle kalır.”[5]

Öyleyse asıl sermayelerimiz çocuklarımızdır. O zaman bu sermayenin ileride bizlere kazandırması için bugün çalışmak zorundayız. Ticarethanelerimiz için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Sabahları erkenden açıyor akşamları geç saatlere kadar müşteri bekliyoruz. Oradan oraya uygun ürün kovalıyoruz. Bir gün içerisinde en rahat çalışanlarımız dahi 6-7 saatini bu sermayelere ayırmaktadır. Daha fazla çalışanlarımız ise 12-13 saat. Belki daha da fazlasıdır. Peki, asıl sermayelerimize kaç saat ayırabiliyoruz? Saatimizin kaçta kaçını veriyoruz? Yorgun argın eve geldiğimiz andan itibaren birkaç sorusuna dahi tahammül edemediğimiz çocuklar, akşamları vakit geçiremediğimiz çocuklar bizlere ileride kazandıracak bir sermaye haline dönüşebilir mi? Elbette bu ihmalden ötürü mümkün olmayabilir.

Dahası bununla birlikte bu ihmalin neticesi olarak çocukluk dönemlerinde gereken önemi göstermediğimizden ötürü ergenlik dönemleri geldiğinde kendisinden şikayetlendiğimiz, zıvanadan çıktığını düşündüğümüz, dinden diyanetten uzaklaştı diye mızmızlandığımız bir genç ve çocuk halini alabilir evlatlarımız…  

Tüm konularda olduğu gibi çocuk eğitiminde de Müslümanın olaya bakış açısı kulluk olmalıdır. Bizler evlilik yaparken de, ticaret ile uğraşırken de, çocuk yetiştirirken de bunların hepsini kulluğumuzun bir gereği olarak görür ve bu şekilde davranırız.

Çocuk yetiştirmek kulluğun bir parçasıdır. Dolayısıyla kulluktan söz edildiğinde şeriatten bağımsız bir şekilde hareket etmek asla mümkün değildir. Bizler çocuklarımıza nasıl davranacağımız ile alakalı konuları başka kitaplardan önce Kur’an’dan, en yoğun şekilde ise sünnetten ve siyerden elde ederiz. En fazla beslenmemiz gereken kaynak ise Rasulullah’ın (sav) hayatı olmalıdır. Biz hadislerde ve onun hayatında bunu bulabiliriz. Biz tüm alanlarda olduğu gibi kadınımıza ve çocuğumuza davranırken de Müslümanız.

Bu kaynaklardan çocuk eğitimini öğrenirken de konu ile alakalı hususlar ayrı ayrı bablar halinde karşımıza çıkmayacaktır. Çünkü belirttiğimiz gibi bu kulluğun bir gereği de Rasulullah’ın (sav) bizlere öğrettiği şeylerin tamamının içerisine serpiştirilmiş bir şekilde bunları bulacağız anlamına gelmektedir. Örnek verecek olursak Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır;

“…Asıl pehlivan, öfkelendiğinde nefsine hâkim olan kimsedir.”[6]

Bu hadis sadece bize arkadaşlarımız ile bir arada olduğumuzda, arkadaşlarımız ile tartıştığımızda ya da sinirlendiğimizde öfkemizi yutmayı değil, çocuğumuza öfkelendiğimizde de öfkemizi yutmayı nasihat etmektedir. İşte bu bakış açısı tam da kulluk ile çocuk eğitimine bakmaktır.

Başka bir örnek verecek olursak Efendimiz (sav) “Sabır musibetin ilk geldiği andadır.” buyurmaktadır. Öfkelendiğinde, kızgınlık anında, musibet anında yani kısacası sabredilmesi gereken yerlerde sabır ilk andadır. Her şey bittikten sonra kırıp döktükten sonra, musibet anında isyan içeren sözleri söyledikten sonra zoraki bir sabır hakiki sabır değildir. Rasulullah’ın (sav) bu öğretisini şimdi çocuk eğitimine uyarlayalım. Çocuklarımızı bizi çileden çıkardıklarında, sıkboğaz ettiklerinde, bizlere musibet misali anlar yaşattıklarında işte o anda sabretmek gerekir. Bağırıp çağırıp hatta dövdükten sonra tahammül etmek sabır anlamına gelmemektedir. İşte bu da izah etmeye çalıştığımız kulluğun parçasıdır.

Çocuklarımızın eğitilmeleri, yetiştirilmeleri ve terbiye edilmeleri anlamında biz ebeveynlere birçok sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumlulukları hakkı ile yerine getirmediğimizde ellerimizdeki evlatlarımızı kaybetmek içten bile değildir. Burada sadece eğitmekten bahsetmek yeterli gelmez. Terbiye etmek ve yetiştirmek çok daha geniş kapsamlı kelimelerdir. Çünkü onu İslami bir okula göndermek, bazı hususları öğrenmesini sağlamak yeterli değildir. Kaldı ki birçok Müslüman bunu dahi tam manası ile yerine getirmemektedir.

Bir çocuğun yetiştirilmesi yalnızca öğretmenlerine ya da bir eğitim kurumuna terkedilecek bir husus değildir. Sadece ebeveynlerden birisine atılacak bir sorumluluk da değildir. Ancak anne ve baba başta olmak üzere sonrasında ise eğitim kurumu ve öğretmenleri olmak üzere bir çocuğun eğitilmesi mümkün olabilir. Yetiştirilmesi ise bundan daha fazlasını talep eder.

Bir çocuğun yetiştirilmesi, salih bir çocuk olması için belli bir zamana kadar ona emek verilmesi, uzun ve meşakkatli bir süreçten geçilmesi gerekmektedir. Tıpkı bir fidanı yetiştirmek gibidir. Bir fidan diktiğimizde onu çokça sulamak marifet değildir. Ona çokça koruyucu ilaçlar atmak ya da sürekli gübre vermek de marifet değildir. Onu hem haşerattan, böcek ve benzeri zarar vericilerden korumak, hem o fidanı belli aralıklar ile sulamak hem de alması gereken güneş ve benzeri ışınları almasını sağlamak gerekir. Bu şartlar sağlandığında bile hızlıca meyve almanız mümkün değildir. Bu şartların başta sağlanması gerekir. Sonrasında ise belli bir müddet geçmesi gerekir ki meyvesini alabilelim. Dolayısıyla bu süreç uzun ve meşakkatli bir süreçtir.

Çocuk yetiştirmede bizlerin en fazla üzerinde durması gereken konu öncelikle alışılagelmiş cahiliyeden kalma hasletlerimizi terk etmeliyiz. Genelde yaygın cahili anlayışa göre evlat baba ilişkisi köle efendi ilişkisi gibidir. Baba evlada her istediğini yapabilir, zulmedebilir. Onu itmeye, kakmaya hak sahibidir. Ona karşı bir sorumluluğu yoktur bilakis tüm sorumluluk evladındır. Acaba bu, İslami bir bakış açısı olabilir mi?
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur;

“Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi olanınızdır. Ben de ehlime karşı en iyi olanınızım!...”[7]

Evlatlar, bize verilen birer emanettir. Ve onlardan sorguya çekileceğiz. Dolayısıyla onlara davranışlarımızın nasıl olması gerektiği bizim ile onlar arasındaki ilişki ve hukuktan ziyade Allah ile kendi aramızdaki hukuka dayanmaktadır.

Ebu Mesud el-Ensarî (ranh) şöyle anlatmaktadır; “Ben değnekle bir kölemi dövüyordum. Arkadan bir ses “Ey Ebu Mesud! Ey Ebu Mesud!” diye bağırıyordu. Kızgınlığımdan önce sesini algılayamadım. Yaklaşınca bir de baktım ki o, Rasulullah’tır (sav) ve şunu söylüyor; “Ey Ebu Mesud! Şunu bil! Ey Ebu Mesud! Şunu bil!” Ben hemen değneğimi elimden yere attım.

O (sözlerine) şöyle devam etti: “Ebu Mesud! Bilesin ki, senin bu köleye gücünün yettiğinden daha fazlası ile Allah’ın sana gücü yeter.” Bunun üzerine ben bundan sonra bir daha kesinlikle köle dövmeyeceğim dedim.[8]

Bu hadiste de görüleceği üzere köle dahi olsa insan elinin altında olan kimselerden mesuldür. Onlara istediği şekilde davranamaz. Ve onlar ile olan hukuku aslında Allah ile arasındaki hukuktan kaynaklıdır.

Bizler cahiliyeden tam manası ile arınamadığımızda cahiliyeden etkilenerek onlara kötü örneklikler de sergiliyoruz. Çocukların yanında özellikle dikkatli olarak iyi bir örneklik ortaya koymak gerekir. Bizler ağzımızda sürekli küfür ve argo sözcükler ile çocuklardan küfür etmemelerini ve argo konuşmamalarını beklememiz olacak şey değildir. Çocuklar iyi birer gözlemleyicidir ve sünger misali her şeyi hızlıca çekerler.
Kötü örnekliklere telefon ve televizyon örneğini de verebiliriz. Çünkü geçmişte ellerinde televizyon kumandaları ile çocuklarına ödev yapmalarını emreden anne ve babalar vardı. Çocuğu ödevini tamamladığında bile tekrar etmesini isteyen anne babalar… Şimdi ise ellerimizde telefonlar ve tabletler ile çocukların internet müptelası olduğundan bahsetmekteyiz. Bizlerin müptela olduğu bir ortamda çocukları bundan kurtarmak mümkün değildir. Ya da sigara içen babaların çocuklarının sigara içtiğini görünce ya da duyunca sigarayı bırakması için çocuğunu dövmesinin, kendilerine nasihat etmesinin onlar üzerinde etkili olmaması gibi.

İyi birer örneklik göstermeliyiz. Aslında değil isek dahi neslimizi bundan etkilenmemesi için onların yanında özellikle dikkatli davranmalıyız. Sadece onların yanında dikkatli davranmak aslında pek de mümkün
değildir. Çünkü insanın en rahat davrandığı ortam evinin içi, ailesinin yanıdır. Dolayısıyla değişmeye çalışmak gerekmektedir.

Çocuklarımız ile alakalı sorumluluklarımızın başında en fazla üzerinde durmamız gereken husus ilgidir. Yani onlara karşı ve onların yetiştirilmesine karşı ilgili olmaktır. İlgisizlik, boşvermişlik, ikinci plana atmak çocuk yetiştirmede çok büyük facialara neden olur. Hiçbir ebeveyn çocuğunun ileride memnun olmadığı halinden dolayı çocuğunu sorumlu tutmamalıdır. Öncelikle kendisini ve ilgilisini sorgulamalıdır. Birçok ebeveyn çocuklarını ikinci plana atmaktadır. Özellikle babalar için çocuk kendi kendine ya da sadece annesinin ilgisi ile yetişen bir şeydir.  Babalar için öncelikler ticaretleri, dünyalıkları, kendi arkadaşları ve kendi ortamlarıdır. Genel itibariyle yoğun bir şekilde çalışan babalar, kısıtlı boş zamanlarında ise daha ziyade dışarıda vakit geçirmeyi tercih etmektedirler. Çocukları ve eşleri ile ilgilenmeyi ihmal etmektedirler. Oysa ilgiyi öncelikle en yakına göstermek gerekir. Çünkü sorumluluklar en yakından başlamaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken şeylerden birisi de sevgi ile ilgi arasındaki farktır. Herkes çocuğunu sever. Ancak herkes bu sevginin gereği olarak ilgi göstermiyor olabilir. Genel itibariyle ebeveynlerde aşırı şekilde evlatlarına karşı sevgi vardır. Ancak bu sevginin onda biri oranında ilgi söz konusu değildir. Herkes çocuğunu sever ancak sevgi emek ve ilgi ister. İlgi ise herkes tarafından gösterilen bir husus değildir. Sadece bir oyuncağı satın almak, cebine fazlaca harçlık koymak yeterli değildir. Bunlar sevginin bir göstergesi olabilir. Ancak bunlar tek başına ilgilenmek değildir. Dertlenmek şarttır.  

Dengesiz olan bu oranın gereği olarak sadece ve aşırı sevgi ile çocuk yetiştirmede büyük hatalar yapılmaktadır. Hataların başında da ebeveynin çocuk ile ilgilenmediğinden ötürü çocuğunu tanımadığından, her konuda çocuğunu aşırı bir şekilde çocuğunu savunması söz konusudur. Kişi bu şekilde hareket ederek çocuğuna tabiri caiz ise hiçbir konuda toz kondurmamaktadır ki bu da çocuğunu şımarıklığa ve başkaca hastalıklara itmektedir.

“Benim çocuğum bunu yapmaz” sözü genelde ebeveynler arasında yaygındır. Bu cümle sevgi içeren bir cümledir. Ama aynı zamanda hiç ihtimal bırakmadan aşırı savunma da içerir. Bu konuda daha ihtiyatlı olmak gerekir. Çocuktur yapabilir, hata edebilir. Kaldı ki nice koca koca insanlar o kadar tecrübe ve yaşlarına rağmen çocuklar gibi işler ve hatalar yapmaktadırlar. Böylesi bir tavır hem çocuğa nasihat etmeyi beraberinde getirir. Hem de çocuk ne yaparsa yapsın ebeveynini arkasında durmayacağını hissederek hata yaptığında durumun farklı olacağını bilir.  

Yine çocuk eğitiminde dengeli olmak gerekir. Vasatı yakalayamadığımızda önü alınamaz ciddi hasarlara yol açabiliriz. Özellikle çocuklara bir yasak konulduğunda bu çok daha önem arzeder. Yasaklamaktan ziyade kısıtlamak daha etkili bir yöntemdir. Özellikle teknolojik aletler ile çocuklar arasındaki ilişki için bu söz konusudur. Komple oyunu, tableti, bilgisayarı, sokağı yasakladığımızda ileri dönemler için ciddi bir açlık ve rağbet ortaya çıkarmaktadır. Bu da genç yaşta imkan ele geçtiği anda çok daha aşırı şekilde yasağa meyli ortaya çıkarmaktadır. Bu konuda yapılması gereken çocuğa zararlı ve faydalıyı öğreterek kısıtlamaya gidilmesidir. Teknoloji çağında yaşıyor iken nerede ise telefonsuz ve internetsiz bir hayat söz konusu değilken komple bir yasak konulması terbiye etmede bir hatadır. Çocuklarımızı komple batıldan korumamız mümkün değildir. Çünkü cahiliyenin kök saldığı bir ortamda ve zamanda yaşamaya çalışıyoruz. Bu konuda etkili olan yöntem bilinçlendirme yöntemi olmalıdır.

Kullandığımız cümlelere ve kelimelere de olabildiğince dikkat etmeliyiz. Buradaki kastımız argo ve küfür olacak cümleler ile hitap etmemek değildir. Bu zaten olması gereken bir şeydir. Çocuklara argo ve küfürlü konuştuğumuzda bu onların terbiyesine elbette kötü etki edecektir. Ancak daha da dikkat etmemiz gereken onların zihinlerinde bir şeylerin yanlış yer etmemesi için cümlelerimize ve kelimelerimize dikkat etmektir. Kelimeleri, cümleleri seçerek kullanmaktır.

Örneğin; çocuk anne ya da babaya bir şeyi sorduğunda “Beni üzdüğün için oldu” gibi cevaplar vermek suretiyle onun kaygıya sürüklenmesi ya da kardeşleri arasında, sınıfında bir haksızlık yaptığında ebeveynin “Yine gözü açıklık mı ettin” veya “İşini bilirsin” gibi cümleler ile dolaylı olarak onun yaptığını tasdik etmesi. Bu tür cümleler aslında çocuğun zihninde yanlış olan düşüncelerin doğru gibi yer etmesine sebep olur. Bu tür cümleleri kullanmamak ve cümlelerimizi seçerek kullanmak gerekir. Çünkü çocuklar berrak bir zihne sahip oldukları için bizim zannettiğimizden çok daha fazla kayıt belleğine sahiptirler. Bunların tamamı zihinlerinden sonra onların fiillerine ve davranışlarına yansıyacak olan şeylerdir.

Çocuk eğitimindeki en büyük sorumluluğun ebeveyne ait olduğunu daha önce ifade etmiştik. Daha fazla kendisi ile vakit geçirdiğinden dolayı özellikle annenin çocuğun yetiştirilmesindeki konumu çok mühimdir. Ancak bir o kadar da babanın bu konuda yapması gerekenler vardır. Çocuk terbiyesinin sadece anneye bırakılmaması gerekir. Ancak annenin konumundan dolayı kendisine özellikle babaların destek olması, kendisini motive etmesi en önemlisi de destek olması ve birlikte çocuğu terbiye etmeleri gereklidir.

Yine çocuk yetiştirmede en önemli etkenlerden biri de çocuklarımız için dua etmektir. Peygamberler de çocukları ve nesilleri için dua etmiştir. Çünkü iyiden kötüyü, kötüden iyiyi meydana getirebilecek olan Allah azze ve celledir. Ebeveynlerin çocuklarına edecekleri dua ile Allah arasında bir perde yoktur. Bu tür dualar müstecab olan dualardandır. Henüz çocuk sahibi olmadan dua etmeye başlamak gerekir. Çocuk yetiştirirken de yetiştikten sonra da duaya devam edilmelidir. Bu duaların icabeti çocuklarımız için, torunlarımız için belki de torunlarımızın çocukları için dahi olabilir. Dolayısıyla ne kadar sebepleri işlemek ile mükellef isek bir o kadar da neticeyi hayır ile tamamlaması için Rabbimize yakarmak zorundayız. Çünkü o tüm işlere güç yetiren mutlak kudret sahibidir.

İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam’ın dualarını Rabbimiz bizlere şöyle haber vermektedir;

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş iki kul ve soyumuz içinden sadece sana teslim olan bir ümmet kıl!”[9]

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Neslimden de böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”[10]


“Zekeriyya Rabbine orada dua etti: “Rabbim! Bana kendi katından temiz bir zürriyet bahşet. Şüphesiz ki sen, duaları işitensin.”[11]

Yine dua ile birlikte ehemmiyet göstermemiz gereken şey ise kendimizin de salih olmasıdır. Çocuklarımızı yetiştirmek için de salih bir insan olmalıyız. Çünkü salih kimsenin duasının makbul olmasının yanında salihliği nesillerine de sirayet etmektedir. Buna dair Kur’an’da bir örnek de mevcuttur.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da salih bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi.”[12]

Bu olay Musa aleyhisselam ile salih kul Hıdır arasında vuku bulan olaylardan bir tanesidir. Hıdır iki yetime ait bir duvarı inşa etmişti. Ve altında ise bir hazine vardı. Bu hazineyi Allah azze ve cellenin onlara nasip etmesi babalarının salih olmalarından kaynaklanmaktaydı.

Bu konu ile alakalı olarak İbni Kesir tefsirinde şöyle geçmektedir; “ ‘Babaları iyi bir kimseydi’ Bu da gösteriyor ki; salih bir kişinin soyu korunur ve onun kulluğunun bereketi dünya ve ahirete uzanır, soyundan gelenlere şefaati ulaşır. Onun rahat etmesi için, soyundan gelenlere cennet derecelerinin en üst derecesi verilir. Nitekim bu konuda ayet ve hadisler varid olmuştur. Said İbn Cübeyr, İbn Abbas'tan naklen çocukların babalarının iyiliğinden dolayı korunduklarını bildirmiştir.”

Allah azze ve celle neslimizi salihlerden eylesin. Bizleri ve ehlimizi Firdevsinde bir araya getirsin. Amin…

Selam ve dua ile…
 
[1] (3/ Ali İmran 14)
[2] (37/ Saffat 100)
[3] (21/ Enbiya 89)
[4] (Müslim)
[5] (Muttefekun Aleyh)
[6] (Müslim)
[7] (Tirmizi)
[8] (Müslim)
[9] (2/ Bakara 128)
[10] (14/ İbrahim 40)
[11] (3/ Ali İmran 38)
[12] (18/ Kehf 82)
Whatsapp Destek