Dinden Çıkaran Velayetin Kısımları - 2 | Hüseyin Oral

Müminlerin velisi olan Allah’a hamd, Rasulüne salat ve selamdan sonra velayetin kısımlarını değerlendirdiğimiz yazılarımıza kişiyi dinden çıkaran velayetin kısımlarını anlatmayı sürdürüyoruz.

Dört kısımda değerlendirdiğimiz dinden çıkaran velayetin ilk üç kısmına değinmiştik.

Kısaca hatırlayacak olursak kâfirleri küfürleri sebebiyle sevmek, onların küfrüne dil ile muvafakat etmek. Küfürlerine amel (davranış) ile tâbi olmak, kafirlere küfürlerinde destek olmak veya müminlerin aleyhinde onlara yardımcı olmak şeklinde dört ana başlıkta ele almıştık.

Bu başlıklardan üçünü daha önceki yazımızda ele almış, gereken izahatları yapmaya çalışmıştık. Bu bölümde dördüncü kısımda belirtilen “Kafirlere küfürlerinde destek olmak veya müminlerin aleyhinde onlara yardımcı olma” kısmı üzerinde durmaya çalışacağız.

Üzülerek ifade etmeliyim ki müslümanların üzerinde yaşadığı birçok beldede uzun yıllar boyunca bu çeşit muvalaat örneklerine sıkça rastlanmaktadır. İnsanların çoğu hatta kendisine âlim hoca denilenlerin bile dinden çıkaran bu velayet küfrüne bulaştıkları görülmektedir. Müslümanların bu konuyu önemsemesi ve kendi akidesini hedef haline getiren bu vahim durumdan sakınması adına bu konuyu önemsiyor, yazılarımdan istifade etmeye gayret edenleri de bilinçlendirmeyi kendime bir görev sayıyorum. Bu bölümün konusu olan dördüncü kısmın başlığından da anlaşılacağı üzere iki önemli kısımda izah etmek istiyorum.

Birincisi: Kâfirlere küfürlerinde destek olmak.

İkincisi: Müminlerin aleyhinde onlara yardımcı olmak.

Birinci kısım: Kâfirlere küfür ve şirklerinde yardımcı ve destekçi olmak. Bu kısım kâfirlere gösterilen velayetin en çok dikkat edilmesi gereken ve en çirkin örneklerindendir. Allah (cc) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”[1]

Bu muhkem ayeti kerime kâfirlere velayet edenlerin, küfürlerinde onlara yardım edenlerin ve onların şirklerini ve küfürlerini savunanların kâfir olduklarını açıkça ifade ediyor.

İlim ehlinin belirttiği genel kaideye göre (المعون على الشيئ له حكم المباشر) bir şeye yardım eden onu bizzat işleyenin hükmünü alır. Puta taparak veya Allah’tan başkası adına kurban keserek büyük küfür ameli işleyenin kâfir olduğunda nasıl şüphe yoksa ona yardım ve destek olanın da küfründe ve şirkinde şüphe yoktur.

Muhammed b. Abdulvehhab, Allah’a şirk koşanların tekfiri konusuyla ilgili zikrettiği bölümün devamında der ki; “İnsanlara şirki güzel gösterenleri, batıl şüpheler ortaya atarak şirki güzel gösterenleri,  şirk inancına kılıcıyla arka çıkarak karşı gelenlerle savaşanları tekfir ederiz.”

Şeyhin bu satırları “Her kim olursa olsun şirki koruyan, yardımcı olan ve savunanları tekfir ettiğini” açıkça ifade ediyor.

Kâfirlerin küfründe en büyük destekçilerinden bir kısmı da tağutların kolluk hizmetini yürüten resmi ve sivil polisleri, muhaberat ve ordularında askerlik hizmeti yürütenlerin amelleridir. Kafirlere küfründe velayet etmeyi,  şirki savunup müdafaa etmeyi bizzat yerine getirenler bunlardır. Bu görevi ifa edenler insan ürünü olan yasaları muhafaza ederler, tatbik edilmesi için elinden geleni yaparlar ve karşı olanlara zulmederler. Küfür ve şirk kanunlarının tatbik edicisi olan yargıç, hâkim ve savcıların Allah’ın indirdiği yasalar yerine beşeri yasaları tatbik etmek suretiyle ortaya koydukları icraatlarının da küfür yasaları üzerine kurulu düzeni ayakta tutma bakımından konumları aynıdır.

Mısır’da devrim adını verdikleri olayların yaşandığı dönemde zındık, mürted, kâfirlerin peşine takılan güya islâm iddiasındaki ahmak ve budalaların Hristiyanların kiliselerini korumak için bağışlar yapmaları kâfirlere küfürleri konusunda yardımcı ve destekçi olmalarına bir başka örnek teşkil eder. Bu yardım ve desteği sağlayanlar kilise koruyuculuğuna soyunanlar maalesef kendilerini ilme nisbet eden, hakikatte kafirlerin belamlığına kendilerini adamış deccallerin teşviklerine aldanmaktadırlar. Her ne kadar kendilerini aldatan kilise banisi (bina eden) Muhammed Hassan gibi kötü hocaların fetvalarına dayanıyor olsalar bile içine düştükleri küfürden kendilerini kurtaramazlar.

Ebu’l-Hasen el-Eşari der ki: İçinde Allah’a şirk koşulan bir kilisenin bina edilmesi küfürdür. İmam Karrafi ve İmam Eşari’nin beyan ettiğine göre küfrü irade etmek (istemek) küfürdür. Kilisenin bina edilmesi içinde küfür işleneceğinden dolayı küfür sayılır. Küfre savunucu ve koruyucu olmak kafirlere küfürleri hususunda velayet etmek, savunucu olmak ve onaylamak anlamındadır.

Burada bazı belamların isimlerini açıkça zikretmemin sebebi birilerinin açıklarını aramak, rezil etmek amacıyla değil; bilakis Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kullarının durumdan haberdar olup kendilerini böylelerinden muhafaza etmeleri içindir.

İkinci kısım: Müminlerin aleyhinde kâfirlere yardımcı ve destekçi olmak.
Kâfirlere uygulanması durumunda mümini dininden çıkaran velayetin bu ikinci kısmı müminlerin haberdar olup sakınması gereken velayet türündendir. Maalesef günümüzde kendini İslam’a nispet eden hatta cihad ehli olduğu iddiasında olan birçok kimsenin velayetin bu kısmında küfre düştüğüne şahit oluyoruz. Daha önceki bölümlerde de açıkladığımız gibi müminin temel vazifelerinden biri Rasulullah (sav)’in buyurduğu gibi: “Mümin kardeşine, zalim de olsa mazlum da olsa yardımcı olmasıdır.” 

Müminin din kardeşine yardımcı olması, onu alçaltıcı davranışlardan kaçınması üzerine vaciptir. Buna mukabil kâfirlerden nefret etmesi, buğz etmesi, tekfir etmesi ve düşman olması da vaciptir. Şeriatın kat’i delillerinden ve ümmetin üzerine icma etmesinden anlaşılıyor ki kâfirlere müminlerin aleyhinde yardımcı ve destekçi olmak kişiyi dinden çıkaran büyük küfürdür. Mümin basite indirgediği her hangi bir davranışıyla veya önemsemediği kısacık bir sözüyle bile kâfirlere müminlerin aleyhinde yardımcı olursa kendini dinden çıkaran velayeti ortaya koymuş olur. 

İbn-i Hazm (ra) der ki: “Azıcık hizmet etmek veya kısacık bir kelime yazmak suretiyle bile olsa Müslümanlara karşı savaşan veya kâfirlere yardımcı olan kimse kafirdir.”
Müminlerin aleyhinde kâfirlere en ufak bir destek büyük küfürdür ve sahibini dinden çıkarır.

Bu konuyla ilgili Kuran-ı Kerimde birçok delil vardır. Aşağıda bazılarına yer vermek istiyorum.

1. “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. (O zaman) iman edenler: ‘Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır.”[2]

Müminlerin aleyhinde kâfirlerden yana olanların kâfir olduğuna bu ayetler açık birer delildir.

İbn-i Cerir et-Taberi der ki: “Şüphe yoktur ki bu ayetler zamanının bela ve musibetlerinden korktuğu için Yahudilere velayet gösteren bir münafık hakkında nazil olmuştur. Bizim yanımızda bu konudaki sözlerin en doğrusu şudur: Allah (cc) bütün müminlere Yahudilere ve Hristiyanlara müminlerin aleyhinde yardımcı ve destekçiler olmalarını yasaklamıştır. Bu ayet yoruma açık değildir. Müminlerin, Allah ve Resulünün tarafında olmaları gerektiği halde onlara yardımcı ve destekçi olanların onlardan (Yahudi ve Hristiyanlardan) olduğunu haber vermiştir.  Allah ve Rasulü onlardan beridir. Kim onlara velayet ilişkisinde bulunur, yardımcı olursa o kimse onların dininden ve milletindendir. Kâfir olduğunda iki müminin bile ihtilaf etmeyeceği kadar kesinlik vardır.”

İmam Kurtubi bu ayeti kerimenin tefsirinde der ki: “(İçinizden onları dost tutanlar) yani onlara müminlerin aleyhinde yardım elini uzatanlar (onlardandır.) onun hükmü Yahudi ve Hristiyanların hükmüyle aynıdır.”

Bu ayetler ve üzerinde yapılan açıklamalar hakkında iyice düşünmemiz gereklidir. Ayetlerde kullanılan ifadeler hep tekit ifadeleridir. Kim kafirlere velayet bataklığına saplanırsa kesinlikle başka bir hükme değil bağlandığı veya destek olduğu kimselerin sınıfına dahil olur. Onlarla aynı hükme tâbidir kâfirliğinde zerre kadar şüphe kalmaz.
Ayetteki ifadelerden biri de (Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir) ifadesidir bu ifade Şeyhul islam İbn-i Teymiyye’nin de beyan ettiği gibi bir küfrün varlığına delildir. Çünkü amelleri tamamen yok sayan bir davranış ancak küfür olur.

Maide suresinin 5. ayetinin sonunda da amelleri tamamen yok eden şeyin imansızlık olduğu açıkça belirtilmiştir. “Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.”

2. “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur.”[3]

Bu ayetin tefsirini İbn-i Cerir (ra) şöyle yapar: “Bunun manası; Ey müminler! Kendilerine küfürlerinde destekçi olarak veya müminlerin aleyhinde yardımcı olarak kâfirleri veli edinmeyin. Kim bunu yapacak olursa onun Allah c.c nezdinde hiçbir değeri yoktur. Yani dininden dönmesi ve küfre girmesi sebebiyle o Allah’tan, Allah da ondan beri olmuştur.”

Ayrıca İmam Taberi, Süddi’den şu nakli de yapar: “Ayette zikredilen evliya kelimesi dinleri hususunda kafirlere velayet edenler ve müminlerin ayıplarını açmak üzere onlara destek olanlardır kim böyle davranırsa o müşriktir, Allah (cc) ondan beridir. 

“Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.”

İmam Taberi’nin İbn-i Abbas’tan senediyle rivayet ettiği haberde, İbn-i Abbas (ra) şöyle demiştir: “Musa (as) zorba bir kavme ve onlarla beraber olanların beldesine ordusuyla indiği zaman Belam bin Baura’ya amcasının oğulları ve kavminden bazıları gelmişti de Musa (as) çok keskin biridir yanında da kalabalık bir ordusu vardır. Eğer bizim üzerimize yürürlerse bizi helak ederler sen Allah’a dua et de Musa’yı (as) bizden geri çevirsin dediler. Belam, ilmi çok geniş biriydi.”

İbn-i Abbas’ın rivayetine göre Belam bin Baura Allah’ın ismi azamını bilirdi. Seleften bazılarının rivayetine göre ise Allah’ın daima dualarına icabet ettiği, Allah’tan ne isterse kendisine verdiği salih bir kimseydi.

Belam kendisinden Musa (as)’ın aleyhine dua etmesini isteyenlere “Eğer ben sizin istediğiniz gibi dua edersem dünyamı ve ahiretimi kaybederim” dedi.  Fakat dua etmesi için ısrar ettiler neticede o da Musa (as)’ın aleyhinde dua etti. Allah cc neticede onu bulunduğu üstün dereceden sıyırıp çıkardı. 

“Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.”[4]

Buradaki ayetler yukarıda kıssasına değindiğimiz Belam bin Baura hakkında nazil olan ayetlerdir. Bu ayetlerde Allah (cc) belamı ve onun konumunda olanları köpeğe benzetmiştir. İnsanları dinleri konusunda aldatan, kâfirlere vela uygulayan ve müminlerin aleyhinde onlara yardım elini uzatan kötü hocaların iğrençliği belam örneği üzerinden açıkça gözler önüne serilmiştir.

Belam kâfir kavmine müminlerin aleyhinde sadece bir dua ile yardım ediyor buna rağmen kendini dinden sıyırıp çıkarmış oluyor, yüce Allah’a küfretmiş oluyor, belamın yaptığının kat kat fazlasını yapanların durumu şüphesiz daha kötü değil midir?
Nice hoca kılığındakilerin tağutları savunarak dua ettiklerini, Allah yolunda cihadı suç işlemek olarak gösterdiklerini aşikâre görmüyor muyuz? Bu din kisvesi altındaki din tüccarları Rasulullah’ın ve onun yolundan giden selefi salihinin yolunda olamazlar olsa olsa ancak belamın yolundan giden takipçileri olurlar hatta belam bile böylelerinin yanında hafif kalır. Belam kâfir kavmine bir dua ile destek oluyor bu din tüccarları ise İslam’a ve Müslümanlara açıkça savaş ilan edercesine sataşıyorlar.

Bütün mümin kardeşlerimize nasihatimiz partilerin ve fikri akımların peşinde koşan medyatik olmuş hakkı gizleyen hocalara aldanmamalarıdır. Her ne kadar bilgileri fazla olsa da yüzlerce cilt kitap yazsalar da ilim/bilgi çokluğu veya telif fazlalığı demek değildir.  Hakiki ilim haşyet yani Allah korkusudur ilim Allah’ın rızasına ulaştırır. İlim amelle birleşen bilgidir. Hakkı ve haklıyı savunmayı gerektirir. İlim amele seslenir karşılık görmezse çeker gider. İlmi ile amel etmeyenlerden ilim alınmaz. Din konusunda kendilerine güvenilmez.

Âlim denilen birinin küfre düşmesi aslında garipsenecek bir şey değildir. Bunun örneklerini bizzat müşahede etmekteyiz. Esed gibi bir dinsiz kafirin peşinde onun askerini sahabe ordusuna benzetecek kadar köpekleşmiş bir Butiyi, Mısır firavunlarını savunacak kadar alçalmış Ezher şeyhlerini izlediğimiz zaman garipseyemeyiz böyleleri küfrün zirvesine kendileri alim konumundayken ulaşan kimselerdir.  

Bazıları “âlimlerin eti zehirlidir, onların aleyhinde konuşulmaz” diye bir hurafenin peşine düşerek açık küfrü olan belamları bile tekfir etmekten sakınırlar. Bilinmelidir ki ilimde ileri seviyede olmak tekfirin engellerinden biri değildir. Çağımızın bilgi bakımından üstün seviyelerde bulunan kâfirlerini, tekfir etmeyeceksek belamın kendisini hiç tekfir edemeyiz. Çünkü bizim zamanımızda yaşayan belamlar Musa’nın as dönemindeki belamın yüzde biri bile etmezler. Allah (cc) kitabında belamdan kendisine ayetlerimizden verdiğimiz kimse diye bahsettiği halde onun küfründen bahsetmektedir. Buda gösteriyor ki dini üzere sebat Allah’tandır. Bundan dolayıdır ki Rasulullah (sav) sürekli olarak şu duayı yapmıştır: يا مقلب القلوب ثبت قلبي على دينك     “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”

Kalplerimizin sebatını Rabbimizden dileyerek bir sonraki yazımızda devam etmek üzere emanetleri zayi etmeyen Allaha emanet olun. 
 

[1] Maide, 51.
[2][2]  (5/Maide 51 53)
[3]  (3/Al-i İmran 28)
[4] Araf, 175 177.
Whatsapp Destek