Dinden Çıkaran Velayetin Kısımları 4 | Hüseyin Oral

Vela ve Bera ile ilgili olarak bazı batıl ve şüphe ehline verdiğimiz cevaplardan birini daha bu yazımda ele almak, bu konuyla ilgili hiçbir tereddüde mahal bırakmamak istiyorum.

Kâfirlere vela uygulamanın küfür olmadığını savunanların ortaya attıkları asılsız iftiralardan biri de Hudeybiye antlaşmasında Rasulullah (sav)’in Ebu Cendel’i ve Ebu Basir’i Mekke müşriklerine geri iade etmesi meselesidir.

Rasulullah (sav) Hudeybiye antlaşmasını Süheyl bin Amr ile imzaladığı esnada Süheyl bin Amr antlaşmaya şöyle bir şart koymuştu; Müslüman olarak gelmiş olsa bile Rasulullah (sav)’e gelen kim olursa olsun Mekkelilere iade edilecek, Müslümanlardan biri Rasulullah’ı bırakıp Mekkelilere gelirse Müslümanlara iade edilmeyecektir.

Rasulullah (sav) bu şartı kabul etmiş o sırada Müslümanların yanına çıkıp gelen Ebu Cendel’i de bilfiil müşriklere iade etmiştir. Sonra Ebu Basir Müslümanların yanına geldiğinde de aynen Ebu Cendel’i iade ettiği gibi antlaşmaya sadık kalarak iade etmiştir.

Bazı bidat ve dalalet ehli kimseler Rasulullah’ın bu fiilinden yola çıkarak yanlış bir bakış açısıyla kâfirlere vela uygulamanın küfrü gerektirmediğine dair delil getirmeye kalkışmışlardır.   

Bu meseleyi doğru bir bakış açısıyla ele aldığımız zaman kesinlikle dalalet ehlinin olayı çarpıtıp Allah Rasulü (sav)’e bile iftira atmakta olduklarını anlarız.

Rasulullah (sav)’in Kureyş’in antlaşmaya koyduğu bu şartı kabul etmesinde müşriklere en ufak bir desteği söz konusu değildir. Ebu Cendel ve Ebu Basir’i müşriklere iade etmesinin müşriklere destek olduğunu Rasulullah (sav)’in de bunu yaptığını iddia etmek başlı başına bir küfürdür. Böyle inanan kimse dinden çıkar. Böyle bir sapkınlığa düşmekten Allaha sığınırız.

Ayrıca Rasulullah (sav)’in Hudeybiye antlaşmasındaki bütün tutumu kendine has olan bir hükümdür ve Allah c.c tarafından kendisine özel olarak vahiy ile verilmiş bir izin üzerine gerçekleşmiştir.

Bunun gibi Rasulullah (sav)’e has olan başka ameller de vardır ve ona (sav) has (özel) olan bir ameli başkalarının yapması asla caiz değildir.

Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus da şudur: Allah c.c Rasulüne müşriklere iade ettiği kimselerin dinleri hususunda fitneye düşmeyeceklerini vahiy yoluyla bildirmiştir.

Rasulullah (sav)’ in karşı taraf müşrik bile olsa yapmış olduğu antlaşmaya hıyanet etmesi düşünülemeyeceği gibi Ebu Cendel (r.a)’ı bir eman ve koruma şartıyla müşriklere iade etmiştir. Durum böyle olduğuna göre müşriklere en ufak bir destekten de söz edilmesi mümkün değildir.  

İbni Hazm (rh) şöyle der: Rasulullah (sav)’in antlaşma süresi boyunca müşriklere geri verdiği kimseler hakkında Allah c.c onların dinleri ve dünyaları hakkında fitneye düşmeyeceklerini vahiy ile bildirmiştir. Onlar Allah’ın dilediği bir vakitte müşriklerin elinden kurtulacaklardır ve nitekim öyle de olmuştur.

İbni Hazm ardından Rasulullah (sav)’in şu sözünü ilave etmiştir: “Bizden onlara gidenleri Allah c.c uzaklaştırsın; onlardan bize gelecek olanlar için de Allah c.c bir genişlik ve çıkış yaratacaktır…”

Antlaşmanın ardından müşriklere iade edilen Ebu Cendel ve Ebu Basir (ra)’ın yaşadıkları hadiselere bakılırsa gerçekten Rasulullah (sav)’in onlar hakkında buyurmuş olduğu gibi dinleri veya dünyaları hakkında en ufak bir fitneye uğramaksızın Allah c.c ın onları müşriklerin ellerinden kurtardığı herkesin malumudur.

Rasulullah (sav) Necm süresi ayetlerinin baş tarafında da belirtildiği gibi bu mesele ile ilgili olarak hevasından konuşmamıştır. Onun ifade ettiği sözler ancak Allah c.c tarafından kendisine vahyedilen dosdoğru sözlerden ibarettir. Antlaşma gereği müşriklere bazı Mümin’leri iade etmesinin ardından onların başlarına hiçbir fitnenin gelmeyeceği Rasulullah (sav)’e Allah c.c tarafından bildirilen ve başka kimsenin bilmediği bir gerçektir. Rasulullah (sav)’den başka hiç kimse böyle bir şart kabul edip gereğince davranamaz çünkü peygamberlerinden başkasına Allah c.c gaybın bilgisini vermemiştir. (İbni Hazm’ın aktardıkları burada sona eriyor)

Kadı Ebu Bekir İbnu-l Arabi de şöyle der: “Rasulullah’ın kendisine müslüman olarak gelenleri geri vermek üzere müşriklerle akit yapması meselesine gelince böyle bir akit yapmak Rasulullah (sav)’den başkası için caiz değildir. Allah c.c kendi katındaki bir bilgi ve hikmet üzere Resulü (sav)’in maslahatı için böyle hükmetmiş özel bir izin vermiştir.”

Allah (cc)’ın hikmeti ile takdir ettiği maslahat çok geçmeden zuhur etmiş Ebu Basir Mekkelilerin elinden kaçtıktan sonra bir bölgeye çekilmiş oradan da Kureyş’in ticaret kervanlarına baskınlar yaparak Kureyş’e ciddi zararlar vermiştir.

Rasulullah (sav)’ in müşriklere Ebu Cendel ve Ebu Basir (rhma)’yı geri vermesi Allah (cc) tarafından kendisine vahiy yoluyla bildirilen bir hikmet gereği gerçekleşmiş bir maslahattır. Rasulullah (sav)’den başkası için böyle bir antlaşma yapmak caiz değildir gaybın bilgileri Peygamberlerden başkasına verilmemiştir.

Bidat ehli kimselerin ortaya attıkları şüphelerin geneline bakıldığı zaman Kur’an ve Sünnet’te bildirilen esaslara parçacı yaklaştıkları görülür. Rasulullah (sav)’e ait olan başkalarını kapsamayan meseleleri, müteşabih delilleri, fer-i meseleleri asıl meseleler gibi gösterir ve nasları anlama konusunda ehl-i sünnetin takip ettiği metodun dışına çıkarlar. Allah (cc)’a hamd olsun onların bu sahtekârlıkları gerçek ilim sahipleri tarafından daima açığa çıkarılmaktadır.

Ortaya attıkları bir diğer şüphe de Ebu Davut’ta ve İmam Ahmed’in Müsned’inde rivayet edilen Furat İbni Hayyan’ın casus olarak yakalandıktan sonra öldürülmemesi meselesidir. 

Furat b. Hayyan'dan rivayet edildiğine göre kendisinin öldürülmesi için Rasûlullah (sav) emir verdi. Furat o sırada Ebu Süfyan'ın casusu idi  ve Ensar'dan bir adamla da müttefikti.. (Bir gün) Ensardan bir topluluğun yanına varıp "Ben müslümanım” dedi. Bunun üzerine (orada bulunan) Ensardan bir adam Rasulullah (sav)’e varıp “Ey Allah'ın Rasûlü o adam ben gerçekten müslümanım” diyor dedi. Rasûlullah (sav) de “Sizden bazı kimseler var ki, iman etmeleri konusunda biz on­lara güveniriz. Furat b. Hayyan da onlardandır” diye buyurdu.[1]

Günümüzün bazı bidat ehli yine bir cehalet ve sapıklık örneği ortaya koyarak bu hadiseyi kafirlere velayet göstermenin küfür sayılmayacağına delil göstermişlerdir.

Hadiseyi incelediğimiz zaman ise karşımıza çıkan gerçekler tamamen onların gösterdiğinden farklıdır.

Furat bin Hayyan, Ebu Süfyan için casusluk yaptığı sırada Müslüman değildi. Zimmet ehlinden bir kâfirdi. İmam Ebu Davut da bu hadisi zaten “Zimmi Casus Hakkında Bir Bab” başlığı altında zikretmiştir. Müslümanlar onun durumunu ortaya çıkardıkları zaman Rasulullah (sav) onun öldürülmesini emretmiştir. Ardından Furat bin Hayyan kendisini yakalayan Müslümanlara Müslüman olduğunu açıklayınca Rasulullah (sav)’in “Sizden bazı kimseler var ki, iman etmeleri konusunda biz on­lara güveniriz. Fürat b. Hayyan da onlardandır” diye buyurdu. Böylelikle malı ve canı masum kılınmış oldu.

İbni Hacer Fethul Bari’de bu konuyla ilgili olarak şu açıklamalara yer vermiştir. Casusluk yapan kâfir bir harbînin öldürülmesinin caiz olduğunda ulema ittifak et­mişlerse de müslümanlarla antlaşması olan kimselerle zimmîler hakkında ihtilaf vardır. Bunlardan biri casusluk yaparsa İmam Mâlik ile el-Evzâî'ye göre öldürülmez fakat antlaşması bozulmuş olur. Şafiîlere göre ise eğer antlaşmalarında casusluk yapmamak şart koşulmuş olursa bu şarta riayet etmediğinden antlaşması bozulmuş olur. Eğer böyle bir şart yok ise o tak­dirde mesele Şafiî uleması arasında ihtilaflıdır. Münzîrî'nin açıklamasına göre bu hadisin senedinde, kendisine güvenilmeyen Muhammed b. Muhabbeb bulunduğundan bu hadis delil olma niteliğinden uzaktır.[2]   
    

Görülüyor ki Bu hadise de ilim ehli tarafından tüm detaylarıyla incelendiği zaman kâfirlere destek olmanın küfür olmadığına onlara yardım etmenin caiz olduğuna veya bunu yapan kimselerin küfre
girmeyeceğine dair bir ifade veya anlam çıkarılmamıştır.


Hadisi rivayet eden muhaddisler veya şerhlerini yapan İslam ulemasından hiçbiri bu hadise ile alakalı olarak böyle bir konuya değinme gereği dahi hissetmemişlerdir. Eğer bu hadiste bidatçilerin ortaya attıkları gibi bir anlam var olsaydı yüzlerce yıldır elimizde olan bu kaynakları inceleyip üzerine değerlendirmeler yapan İslam ulemasından bazıları bu konuyu değerlendirir Ebu Davud’un veya İmam Ahmed’in rivayetinden yola çıkarak kâfirlere velayet etme noktasında konuyla ilgisini beyan ederlerdi.  

Netice itibariyle açıkça ortaya çıkıyor ki bu meselede bidatçilerin batılını destekleyecek herhangi bir delil bulunmamaktadır.

İslamı bilen her mümin kesin olarak bilir ki İslam’da hükümler zahire göredir. Furat ibni Hayyan’ın meselesi müminlere karşı kafir olduğu halde savaşıp da kendisine güç yetirildiği zaman “Ben Müslüman oldum” diyen kimsenin meselesine birebir uygun düşmektedir. Böyle bir durumla karşılaşan bir müslümanın karşısında kendisine islam olduğunu açıklayan kimseyi öldürmesi caiz değildir. Usame bin Zeyd’in İslam’a girdiğini açıklayan kimseyi öldürdükten sonra Rasulullah (sav)’e durumdan haber vermesinin ardından Rasulullah (sav)’in “Sen onun kalbini mi yardın?” demesi neredeyse hepimizin bildiği bir hadisedir.

Mikdat İbn-i Amr el-Kindi’nin Rasulullah (sav)’e “Ya Rasulallah eğer benim karşıma biri çıkar da onunla savaşırken benim elimi keserse sonra da benden kendini korumak için bir ağacın ardına saklanır ve ‘Ben Allah’a iman ettim’ derse onu öldüreyim mi?” diye sormasının ardından Rasulullah (sav) ona şu cevabı vermesi konuya biraz daha açıklık getirmektedir: “Onu öldürme! Eğer sen onu öldürürsen sen onun o kelimeyi söylemeden önceki durumunda olursun.” Furat İbni Hayyan  casusluk yaptığı sırada kafirdi ve zimmi hükmünde idi. Sonra İslam’a girdi ve malı ve canı masum sayıldı. Bu hadisede kimsenin kafirlerle yardımlaşmasının cevazına dair bir çıkarım yapmasının mümkün olmayacağı ve Furat ibni Hayyan’ın neden öldürülmediği konusu anlaşılmış olmaktadır.

Bizlere bilmediklerimizi öğreten Kerem sahibi Rabbimize hamdolsun.   

 

 
 
[1] Ahmed b.Hanbel IV, 236.Sünen-i Ebu Davud 2652
[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/193-195.
Whatsapp Destek