Dinden Çıkaran Velayetin Kısımları 5 | Hüseyin Oral

Daha önceki yazılarımda vela ve bera akidesinin öneminden ve bu konunun tafsilatından bahsettim. Ardından vela ve bera konusuna dair çağımızın mürcie zihniyetli heva ehli tarafından getirilen bazı şüphelere, Kuran ve sünnet ışığında ikna edici cevapları serdetmeye çalıştım.

Velayetin kişiyi dinden çıkaran kısımlarını açıklığa kavuşturduktan sonra geriye vela ve bera akidesine zıt olmakla beraber bizzat kişiyi dinden çıkarmayan fakat imanına eksiklik getiren ve vela-bera akidesini zedeleyen konulara temas etmek kalıyordu. Bu yazımdan itibaren imkânlarım elverdiği sürece bu konulara temas etmeye çalışacağım.

Her mümin tarafından iyice bilinmesi gereken bazı söz ve davranışlar vardır ki; insanı tamamen dinden çıkarmaz dinin aslına zıt düşmez vela ve berayı tamamen ortadan kaldırmaz. Bununla birlikte haram olan amellerden sayıldığı için imana, vela ve beraya halel getirir, zayıflatır.

Allah (cc) kâfirlere vela göstermeyi yasaklamakla birlikte yasakladığı bu vela türüne sürükleyen bütün etkenleri de ortadan kaldırmış, yasaklamıştır. Tıpkı bir şeyi haram kılmakla birlikte o harama insanı sürükleyen etkenleri de haram kılması gibi.

Bazı amel ve söylemler vardır ki insanı dinden çıkaran velayete doğru götürür. Bu amel ve sözler vela ve bera akidesinin kemaline zıt düşer. Bir mümin imanını tehlikelerden uzak tutmak için bütün bu amellerden de kendini muhafaza altına almalıdır. İlim ehli, bazı amellere haram olmasına rağmen, diğer haramlardan daha farklı tehditler içermesi sebebiyle; küçük şirk veya küçük küfür ifadesini kullanmış, bununla günahtan sakındırmanın da ötesini amaçlamışlardır.

Burada bahsedeceğimiz bazı amellere de âlimlerimizden bazılarının konunun ehemmiyetine binaen küçük muvalat ifadesini kullandıklarına rastlanırsa buna şaşmamak gerekir.

Allah (cc) kafirlere bir alçaklık ve düşüklüğü gerekli kılmıştır Allah (cc) şöyle buyurur:

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29)

Rasulullah (sav) de şöyle buyurur: “Ben Allah’a hiçbir şerik koşulmadan ibadet edilinceye dek kıyametin öncesinde kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Benim emrime muhalefet edenlere de alçaklık ve küçüklük gerekli kılındı.”         

Allah (cc) ve Rasulü (sav) kâfirlere düşüklüğü ve küçüklüğü vacip kılmış olmasından dolayı, müminlerin kâfirlere üstünlük ve yüceltme anlamında anlaşılabilecek şekilde davranmaması vacip olmuştur. Allah’a ve dinine düşman olan kimseler her ne surette olursa olsun yüceltilemezler. Onları yüceltme anlamı içeren her davranış ve söz, vela ve bera akidesinin kemaline zarar verir. Basite indirgenmesi veya sürekli tekrarlanması halinde kâfirlere gerçek vela göstermeye kadar sürükler.

Bu meseleyi çeşitli karışıklıklara meydan vermeyecek şekilde kurallaştırırsak şöyle deriz: “Kâfirleri yüceltme ihtimali içeren veya yüceltme şeklinde yorumlanabilen her söz ve davranış haramdır. Vela ve beranın kemaline zıttır.    

Aşağıda örneklerini vereceğimiz davranışlar vela ve bera akidesine zıt olmakla birlikte dinden çıkarmayan fakat haram olmaktan da uzak olmayan velayet kısmına dahildir..

Müminin kendi dinine zarar verecek şekilde kâfirlere dalkavukluk veya yaltakçılık yapması:

Allah c.c şöyle buyurur: “Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem, 9)

Hafız ibni Hacer, dalkavukluğu dünya menfaati için dinin ötelenmesi şeklinde izah etmiştir. Müminin kendi dini aleyhine sayılabilecek şekilde kâfirlere övgülerde bulunması yumuşak ve nazik olmaya çabalaması haramdır. Kâfirlere karşı bir ayrımının olması kendini onlardan beri tutması onları kerih görüp buğz etmesi ve ayrışması mutlaka gereklidir. Bu o kadar önemlidir ki Rasulullah (sav) bazı sahabîlerin biatlerini alırken onlara müşriklerle ayrışacaklarına dair söz verdirmiştir. Ayrıca bazı hadislerde kâfirlerle iç içe yaşamanın yasaklandığı da varit olmuştur.
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Müşriklerle ayrışıncaya dek Allah (cc) iman etmesinden sonra hiçbir müşriğin amelini kabul etmez."
  
Kendi dinine zarar getirecek şekilde kâfirlere dalkavukluk yapmak müminin dinine zarar vermesi anlamına gelir. Şahsiyetini ve saygınlığını yok eder.

Müşriklerin, Müslümanlarla birlikte oturdukları yerlerde başköşeye veya saygın sayılabileceği bir yere oturtulması buyur edilmesi.

Onların meclislerde böyle bir konumda tutulması bir nevi onları onurlandırmak yüceltmek ve üstün tutmak anlamı içerir ve Allah (cc)’ın onları alçaltmış olmasıyla çelişki arz eder.

İslam’ın hâkim olduğu bir devlette kâfirlere vezirlik, memurluk ve başkanlık gibi vazifelerin verilmesi.

Kâfirin müminler üzerine sorumlu birisi olarak tayin edilmesi herhangi bir idarede veya yürürlülüğe konulacak bir kararda görevli kılınması bir bölgenin kâfirin sorumluluğuna veya idaresine verilmesi caiz değildir. Allah (cc) şöyle buyurur: “Allah kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” İslam devletinin olduğu bir yerde müminlerin kâfirleri bir makama ataması haramdır. Onların üstün makamlarda değil sadece düşük seviyelerde tutulması icab eder.

İmam Ahmed’in Müsned’inde Ebu Musa el-Eşari’den rivayet ettiğine göre Ebu Musa el-Eşari diyor ki: “Ben Ömer (ra)’a “Benim yanımda kâtip olarak çalışan bir Hristiyan görevlim var’ dedim. Ömer bana cevaben “Sana ne oluyor? Allah seni katletsin! Allah’ın şöyle buyurduğunu duymadın mı? ‘Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar) İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.' (Maide, 51)  Hanif bir kâtip edinseydin ya!” dedi. Ben bunun üzerine Ömer’e benim için onun yazısı önemlidir. Dini ise kendinedir’ dediğimde Ömer (ra) şöyle dedi: “Allah onları aşağılamışken ben ikramda bulunmam. Allah onları zelil kılmışken ben onları yüceltmem. Allah onları uzaklaştırmışken ben kendime yakın etmem.”

Ömer (ra) kâfirlere karşı Allah’ın onları konumlandırdığı yerden ayırmıyor müminlere nazaran olmaları gereken yeri ve konumu biliyor ve emri altındakilerin aynı hassasiyeti göstermelerini istiyor.

Allah (cc) müminlere karşı kâfirleri şöyle konumlandırmıştı; “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Al-i İmran, 118)

Kâfirlerin Müslümanlar üzerine önemli görevlere getirilmelerinin haram olduğunda âlimlerin icması söz konusu iken ellerinde bazı idare gücünü bulunduran fakat buna rağmen kâfirlerle velayet ilişkilerini koparmak istemeyen bazı oluşumların içerisinde bu hastalığı halen görmek mümkündür. Kendilerini İslam’a nisbet etmekle beraber açıkça bir hayâsızlık örneği sergileyerek kâfirlerin bazı önemli görevlere getirilmesine cevaz veren kitaplar ve risaleler kaleme almaktadırlar.

Sözde İslam beldelerinde bu çirkin bidati en çok ortaya atanlar ise İhvan cemaatidir. Bu çirkin amellerini güzel gösterme çabasına girerek revaç bulmasını; bir nevi normal bakılmasını hedeflemişlerdir. Devleti idare edecek olan kimselerin Hıristiyan, komünist veya liberalist olmasında bir beis görmeyerek İslam’a karşı bir cinayete imza atmışlardır. Onların bu cinayetlerinden Allaha sığınırız.

Kâfirlerle Yakın Dost Olmak ve Yakın Arkadaşlık Kurmak

Kuşkusuz İslam’a davet amaçlandığı sürece kâfirlerin ziyaret edilmesi ve onlarla arkadaşlık kurulması İslam’da caiz olan bir davranıştır. İslam’ın öngördüğü çerçevede kalmak kaydıyla kâfirlerle alışveriş, ortaklık, kiralama gibi akitler yapmakta da bir sakınca yoktur. Mümin bir kimsenin sırf candan dost olmayı amaçlayarak kâfirlerle dostluk kurmayı, dinini tehlikeye atma ihtimali olduğu halde ciddiye almaksızın sürdürmesi caiz değildir. Müminin onlardan ayrışmak ve buğz etmek gibi önemli itikadî bir vazifesi varken aksi davranışlarda bulunması kendisini hakiki velayet ilişkisine taşıma tehlikesi içerir. Sevgi ve samimiyet ilerledikçe arkadaş edindiği bu kimseleri küfürleri veya şirkleri sebebiyle de sevmek gibi bir boyuta taşıyabilir.

Bu konunun tehlikesini Rasulullah (sav) şöyle ifade etmiştir: “Müminden başkası ile arkadaşlık etme yemeğini de sadece muttakiler yesin.” Bu hadiste Rasulullah (sav) müminle kurulması gereken arkadaşlığa dikkat çekerek aksinden sakındırmaktadır. Diğer bir hadiste ise (sav) şöyle buyurur: “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Sizden biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.”

Bu hadisten de anlaşılıyor ki arkadaşlık kalpte bir sevgi ve ünsiyet peydah ediyor ve oluşan bu samimiyet havası kişiyi arkadaş edindiği kâfirin dinine, şirkine ve küfür olan inançlarına önce sessiz kalmaya, sonra da onaylamaya doğru götürüyor. Birçok Müminin en başta şiddetle sakınması gereken bazı arkadaş çevrelerine takılmaya başladığına, aralarındaki muhabbet ve samimiyet ilerledikçe, artık onlardan bir farkı kalmadığına çoğumuz şahit olmuşuzdur. Başlangıçta onları İslam’a ve müminlerin topluluğuna çekmek gibi iyi niyetler; zamanla kaybolmuş, sonra da kendilerini onların arasında önce dinen zayıflatmış, sonra da aralarında hiçbir fark kalmayacak şekilde samimiyet kurduğu dostlarının, inanç ve hayat tarzlarını benimsemiş, küfrün ve şirkin bataklığında boğulup gitmişlerdir. 

Nice müminin bu bataklıklara saplanmasında ilim ehli kisvesi ile tanınan birtakım deccalların de büyük payı vardır. Avrupa ve bazı ülkelerde müminlerin Hristiyan veya Yahudi kuruluşlara üye olmalarına, topluluklarına katılmalarının gerekli olduğuna dair fetvalar verenleri bile vardır. Aralarına katılın ama eriyip gitmeyin sloganını tekrarlayıp durmuşlar, kâfirlere izhar edilmesi gereken bera akidesini kökünden yok ettiklerinin farkına bile varmamışlardır. İslam daveti adı altında kâfirlerin sevgisini müminlerin kalbine sokarak İslam’a karşı işlenecek en büyük cinayetlerden birine kapı açmışlardır.

Arkadaşlık ilişkisinin küçük yaşlarda veya olgunluk döneminde olması fark etmeksizin herkes üzerinde bir çekim kuvveti vardır. Bu yüzden (الصاحب ساحب) arkadaş kendine çeker diye bir deyim bile vardır. Kişi kendini kontrol altına alamazsa veya aile tarafından çocuklar denetlenmezse arkadaş kurbanı olarak nice günaha ve suça karışması an meselesidir. İnsanların birbirlerine karşı işledikleri cinayetlerin kendilerine verdikleri maddi manevi zararların aile içi şiddet ve geçimsizliklerin kökeninde arkadaş faktörünün inkâr edilemez bir payı vardır.

Rasulullah (sav) "kişi sevdiği ile beraberdir" diye buyurmuştur. Arada bir sevgi bulunmaksızın birliktelik ve samimiyet gelişmez sevgi faktörünün beslemediği beraberlikler dağılmaya mahkûmdur. Dostluk sayesinde ilerleyen sevgiler hangi tarafı ağır basarsa o tarafa doğru evrilir. Ahirette kendileri ile beraber olmayı sevdiğimiz kimselerin sevgisini ve dostluğunu bu dünyada elde etmek en büyük saadettir. Bu bilinci kaybetmeksizin Rabbimizin huzuruna kavuşmak en büyük kurtuluşumuz olacaktır.

Kaldığımız yerden devam etmek üzere Allaha emanet olun …

 
Whatsapp Destek