Dinden Çıkaran Velayetin Kısımları 7 | Hüseyin Oral

Allaha hamd, rasulüne salat ve selamdan sonra; şeriatın harama ve küfre sebep olabilecek bütün vesilelerin önünü tıkaması bütün müminler için Allah’ın bir rahmetidir.

Şirk ve küfür tüm zamanların zirvesini yaşarken ve toplumlar birtakım güçlerin elinde yoğrulup şekillendirilirken, bataklığın ortasında kalmışçasına iman mücadelesi veren müminler, dinlerini ve ibadetlerini koruyabilmek, küfre ve haramlara bulaşmamak için azami derecede gayret etmek zorunda kalmaktadırlar.

Kâfirlere vela göstermeyi çağrıştıran söz ve davranışlara yer verdiğim bu yazımda da, birkaç maddeyi daha zikrederek imani sorumluluklarımızın yerine getirilmesinde mümin kardeşlerime bir katkı daha sunmak istiyorum.

Şirk toplumu içerisinde olmamıza rağmen İslami geleneklerin bazıları bu toplumun alışkanlıkları olmaya devam etmiştir. İnsanların birbirleriyle karşılaştıkları zaman çeşitli şekillerde selamlaştıklarını bu selamlaşma şekillerinden biri olarak müminlerin selamı olan “selamun aleyküm” şeklindeki ifadeyi halen yaygın şekilde kullandıklarını görüyoruz.

Müminlerin birbirlerine “selamun aleyküm” ifadesini kullanması, Allah’tan üzerlerine selametin gelmesini, her türlü şerden ve eziyetten uzak olmalarını dilemeleri anlamına gelir. Aynı duayı ve temenniyi mümin olmayanlar için kullanmak müminin vela ve bera akidesine çelişen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Rasulullah (sav) İmam Müslim’in rivayet ettiği bir hadisinde

“Yahudilere ve Hristiyanlara selamla söze başlamayın onlarla yolda karşılaştığınızda yolun en dar yerine onları mecbur edin” diye buyurmuştur.

Bu hadisin İmam Ahmedin rivayet ettiği bir başka rivayetinde şu açıklama ifadesi de yer almıştır: Zübeyr dedi ki: Yahudiler ve Hristiyanlar mı diye Süheyl’e sordum o da müşrikler cevabını verdi.

Rasulullah (sav)’in ifadesinden ehli kitaptan olan müşrik Yahudi ve Hristiyanlar’a hitap ederken söze selamla başlamamak gerektiği kesin olarak anlaşılmakta ve hadisin rivayetindeki ravinin Rasulullah (sav)’in bu ifadesinden müşriklerin de bu uygulamaya dahil olduğunu anladığı aşikardır.  

Rasulullah (sav) Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste ise (إذا سلم عليكم أهل الكتاب فقولو وعليكم) “Ehli kitap size selam verdiği zaman siz ‘ve aleyküm’ deyin” diye buyurmuştur. Bu hadisten anlaşılan onlar bize selam verirlerse karşılık olarak size de anlamına gelen “ve aleyküm” kelimesinin kullanılmasında bir sakınca olmayacağıdır.

Alimlerimiz mümin olmayanlara selam hidayete tabi olanlara olsun anlamına gelen “Esselamu ala menittebeal hüda” ifadesinin kullanılmasının caiz olduğunu ifade etmişlerdir. Rasulullah (sav) Herakliyus’a gönderdiği mektupta da aynı ifadeyi kullanmıştır.  Mektupta şu ifadeler yer almaktadır: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Abdullah’ın oğlu Allah’ın rasulü Muhammed’den Rumların büyüğü Herakliyus’a... Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. Şüphesiz ki ben seni İslam’ın davetiyle İslam’a çağırıyorum. İslam’a gir ki selamet bulasın böylece Allah senin ecrini iki kez versin...

Müminin mustazaf durumuna düştüğü toplumlarda, kâfirlerin şerrinden emin olmak veya herhangi bir maslahata erişmeleri söz konusu olması halinde ise müminin kendi konumunu kötüye atmaksızın ‘Günaydın, hayırlı sabahlar, iyi günler, hayırlı işler’ gibi ifadelerin başlangıç cümleleri olarak söylenmesinde her hangi bir sakınca yoktur. Çünkü bu ifadeler İslam’ın müminler arasındaki selamlaşmalarının bir örneği değildir. Sadece müminlere yapılan dua ve ikram ifadelerini içermedikçe bir sakıncası yoktur. Bu şekildeki selamlaşmaların müminleri kâfirlerle velayet boyutuna taşımasından genellikle endişe edilmez, fakat aralarında bir velayet ilişkisine yol açması söz konusu olacak olursa yine de belli bir mesafenin şirk ehli ile müminler arasında korunması için gereken tedbirlere başvurulması icap eder.

İmam Buhari (rh) sahihinde müşriklerle Müslümanların karışık bulunduğu bir ortamda selam vermek diye bir bab başlığı açmıştır ve bu başlık altında şu hadise yer vermiştir: “Usame (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) putperest müşrikler Yahudiler ve Müslümanların karışık bulunduğu bir meclise uğradı ve onlara selam verdi.

Âlimlerimiz böylesi durumlarla karşılaşıldığı zaman, ortamda bulunan Müslümanlara selam vermek kastıyla selam verilmesinde bir sakınca olmadığı görüşündedirler.

Bir müminin böylesi ortamlara girip çıkarken mümin kardeşleriyle bir diyaloğu oluşmasa bile onları kastederek selam vermesi kendisi için en doğru davranış olmakla birlikte aslen Rasulullah (sav)’in bir sünnetini ortaya koyması demektir.

Bazı muhafazakâr toplumlarda selam yerini bir ibadet olmaktan artık ağız alışkanlığına ve bir başlangıç cümlesi olmaya bırakmıştır. Birbirlerine selam veren insanların selamın içeriğinden hükümlerinden ve gereklerinden haberdar olmadığı açıkça anlaşılır. İslam’ın haram kıldığı işleri bile işlerken birbirlerine “selamun aleyküm” ifadesini kullandıkları ve kendilerini İslam’a nisbet etmedikleri halde yine İslam’ın selamıyla selamlaştıkları görülür. İçki sofrasında, haram eğlenceler yaptıkları mekânlarda, kendilerine haram olan kadınlarla bir araya gelip konuşmaya başladıklarında bile ilk kullandıkları sözün “selamun aleyküm” olduğuna şahit oluruz. Selamı bir ibadet ve dua cümlesi olmaktan çıkarmış; gelişi güzel söylenen ve söylemeyene karşı ters tepkiler gösteren bir kültüre sahiptirler. Onların bu tepkilerini gördüğümüzde ise şaşkınlık ifadeleri bu sefer bizde oluşmaktadır. Birçok mümin bazen selam ifadesini kullanmadığı için yadırganıyor içinde bulunduğu topluma ayak uyduramayan basit kimseler gibi algılanıyor. Bazen de kendilerinin İslam iddialarının selam ifadesi kullanmayan kimse tarafından kabul görmediğini anladıkları için, müminlere aşırı tepkiler gösterebiliyorlar. Mümin kendi İslami kimliğini ve selamın müminler arasındaki asli kıymetini yok etmemek için onların adeten söyleye geldikleri selam ifadesini kullanacak olursa sünnet olan selamın bilinci üzere yaşadığı sürece Allah’ın izniyle mesul olmamasını temenni ederiz. Selamın şuurunu kaybetmiş ibadet boyutundan âdete indirgemiş toplumlar için de Rabbimizden hidayet dileriz.

Yukarıdaki hadisin ikinci ifadesinden de anlaşıldığı üzere müminin kâfirlere karşı göstermesi gereken bir diğer bera ameli de bir geçiş yerinde karşılaşıldığı zaman kâfirlere geçiş üstünlüğü tanımamaları onların müminlere geçiş üstünlüğü tanıması yani müminin geçişini engellememeleridir. Rasulullah (sav) “…Onlarla yolda karşılaştığınızda yolun en dar yerine onları mecbur edin” demiştir.  Müminin bir kâfire kendisi bir kenara sıkışıp rahatça geçmesini sağlaması caiz değildir. Çünkü müminin kâfire böyle bir jest yapması onları önemsemek veya üstünlük sağlamak anlamına gelebilir. Bu da müminin kâfirlere karşı izzetli ve onurlu davranışını düşüren bir harekettir. Rasulullah (sav) müminlerin kafirler karşısında yolda yürümelerinin bile temel kurallarını belirleyerek hiçbir zaman İslam üzere olmayanların müminleri küçük düşürecek bir durumda olmalarına müsaade etmemiştir.

Hadiste zikredilen ifadelerden müminin kâfirleri yolda karşısına çıktığı her yerde üzerine gitmesi sürekli onlara baskı yapması şeklinde anlaşılmamalıdır. Rasulullah (sav)’in sünnetinde kâfirleri yolda gördüğü her zaman üzerlerine gidip onları sıkıştırdığı rivayet edilmemiştir.

Bu hadisten anlamamız gereken müminin daima izzetini koruması; özellikle bir toplumda kâfir ve mümin birbirine karışmışsa genel kullanıma açık olan hastane, postane, çarşı, pazar gibi yerlerde bir kapıda veya dar bir yerde karşılaşıldığında kendisinin kâfire değil kâfirin kendisine yol vermesini sağlamasıdır. Kâfirler hiçbir zaman müminden üstün konumda değildir. Allah (cc) ayetinde ifade ettiği gibi (ولله العزة ولرسوله والمؤمنون) “İzzet Allah’a, O’nun resulüne ve müminlere aittir.”  (Münafikun, 8)

Allah’a ve Resulüne iman etmeyenler, Allah’ın dininden ve şeriatından yüz çevirerek yeryüzünde yaşayanlar, her zaman iman edenlere karşı bir eziklik ve düşüklük içinde olmak zorundadırlar. Onlar bu halleriyle kâinatın sahibine karşı en büyük saygısızlığı işlerken Rabbine gereken kulluğu sunmaya çalışan müminler önünde de büyüklenemezler. Kâfirlere karşı izzetini koruyan bir mümin her zaman dininin ve imanının yüceliğini dışa yansıtır. Karşısına çıkan Yahudi veya müşrik kim olursa olsun onun vakarından ve izzetli duruşundan dolayı ürpermelidir.

Allah kendilerine hidayet nasip etmemişse kahrı perişan etsin diye beddua edilmeye layık olan bazı kâfir sevicilerin varlığına değinmeden bu yazıyı bitirmek olmaz. Maalesef dünya çapında tanınmış kimi âlim kisvesindeki bazı deccallar var ki buradaki zikrettiğimiz hadisleri okumaya çekinirler. Kâfirlere karşı aşağılık pozisyonuna düşmeleri sebebiyle hadislere iftira ederek bu hükümlerin nesh olunduğunu söyleyecek kadar alçalırlar. Vela ve bera akidemizin bir gereği olarak bu belamlardan beraatımızı aşikâre ilan etmekten çekinmiyoruz. İzzet ve şeref müminlerindir.

Bir dahaki yazımda devam etmek üzere emanetleri zayi etmeyen Allaha emanet olun.

 
Whatsapp Destek