Dua İbadettir | Burak Gültepe

Kime Dua Kapısı Açılmışsa Rahmet Kapıları Açılmış Demektir!
 
1) Yıllardır dua ettiğiniz hususlar var mı?

2) Dualarınızın kabul olmadığını gördüğünüzde vaz geçiyor musunuz?

3) Duaya ne kadar sarılıyorsunuz?

Bu ay ki hadisimiz;

Nu’mân b. Beşîr’den rivayet edildiğine göre Nebi (sav): 

“Dua ibadetin ta kendisidir” buyurmuş ve sonra şu âyeti okumuştur: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.” [1]

Şerh:

Duanın sözlük anlamı; çağırmak, seslenmek, istemek, talep etmek anlamlarına gelir.

Kavram olarak dua, Allah’ın büyüklüğü karşısında insanın acizliğini ve zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf, nimet ve yardımını, dünya ve ahirette nimetler ve iyilikler ihsan etmesini; üzerindeki sıkıntı, dert ve belayı gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını dilemesi; yalvarıp yakarması ve O’na hâlini arz edip niyazda bulunması demektir.

Dua, gizli fısıldayıştır. Saygı ve ümit hisleriyle Allah ile irtibattır. Dua, kul ile sonsuz kudret sahibi olan Allah arasında bir köprü ve diyalogdur.

Dua, insanın Allah ile olan ilişkisini güçlendiren, kalbini yumuşatan, ruhunu yücelten, sıkıntılarını hafifleten, hayırlı kapılar açan bir ibadettir.

Dua, Allah’ın rızasını kazanmanın, onunla konuşmanın, ona yakınlaşmanın en güzel yoludur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[2]

Dua etmek, insanın yaratılış gayesine uygun bir davranıştır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!”[3]

Yani, Allah’a ibadetiniz ve bunun özü olan duanız olmasa anlamı vardır. O, sizi yalnızca kendisine kulluk etmeniz için yaratmıştır.
  

İbn Abbas (ra) ‘İmanınız olmasaydı O’nun yanında ne değeriniz olurdu’ demiştir. Buna göre iman etmeyenlerin de Allah’ın yanında en ufacık bir değeri olmayacaktır.

Bir görüşe göre ‘Eğer sizin O’na yalvarıp yakarmanız olmasaydı ne öneminiz olurdu’ anlamındadır demişlerdir. Yani O’ndan bir şey istemeniz olmasaydı ne öneminiz olurdu.

Dua etmek, aynı zamanda Nebilerin sünnetine uygun bir davranıştır. Nebiler, Allah’ın emirlerini tebliğ ettikleri gibi, aynı zamanda dua örnekleri de sunmuşlardır. Onların dualarını öğrenmek ve onlara uymak, dua etmenin en güzel şeklidir. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin (özü) ta kendisidir.”[4]

Kulun Allah’a dua etmesi, kul için vacib derecesinde önemli bir vazife ve ibadettir. Çünkü bunu terk etmekte Allah'ın gazabını ve buğzunu kazanmak vardır. Böyle gazabı gerektiren şeylerden kaçınmak ise vaciptir.

Zengin bir kimse düşünün; ailesi, akrabaları ve komşuları bu adamdan her gün bir şeyler istesinler ne yolda ne evde ne de telefonda rahat bırakmasınlar… Böylesi bir insan bunalacak, ‘yeter artık’ diyecektir. Yani kızacaktır. Peki Rabbimiz kime gazab eder? Bir hadiste şöyle geçer;

“Şüphesiz Allah kendisinden bir şey istemeyene gazab eder.”[5]

İnsanlar kendilerinden fazlaca, ısrar edilerek istenmesine kızarlar; müstean Rabbimiz ise kendisinden istemeyene gazab eder.

Ellerimi kaldırsam mı kaldırmasam mı!?

Öncelikle duanızın kabul olup olunmamasından endişe etmeyin! Esas endişeniz, dua etmeye istediğinizin olup olmamasıdır. Ömer’in (ra) ise bu konudaki hikmetli sözü şöyledir; "Ben duamın kabul olmamasından değil, dua edememekten korkarım!"

Dua etmeyen kimse kibirlenebilir, kendini ihtiyaçsız görebilir, Allah’ı unutmuş olabilir, ümidini de yitirmiş olabilir… Bunların hepsi ayrı birer musibettir. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin."[6]

Çoğu insan duanın gücünden ziyade maddi sebeplerin gücüne inanır. Onlar için ‘Eğer sağlam iş yapılmışsa duaya da gerek yoktur’ Tarihi şöyle bir hatırlayalım; Titanik 1912 yılında ilk seferine çıkmıştı. Tabi ki dualarla çıkmadı. Üstelik ‘bu gemi batmaz’ diyerek bir meydan okuma da vardı. Sonuç ise hazin!

İbn Ebu’d Dünya dedi ki: “Ey Âdemoğlu! Doğrusu, büyük ve kudretli Allah’ın elinde olandan çok, kendi elinizde olana güvenmeniz, imanızın zayıflığındandır.”

Olması gereken ise kul, üzerine düşen görevi yapacak, sonra da elini semaya kaldırıp, başarı talep edecek. Ali (ra)’ın bu konudaki sözü şöyledir: “Amelsiz dua eden, yaysız ok atan kimse gibidir.”

Yaysız atılan ok ise hedefine varmaz, kişinin yanına düşer, bir fayda elde edemez. Eksik bir iş yapmış olur.

İbrahim (as) ve İsmail (as) Allah’a öyle dua ettiler ki; Rabbimiz onların dualarını kıyamete kadar müminlere örnek kıldı.

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): 'Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin.'[7]

Bir yandan salih amel yapmak diğer yandan kabul olması için Allah’a (cc) içtenlikle yakarmak kulluğun özünü oluşturur. Amele güvenerek duayı, duaya güvenerek de ameli terk etmek ise Allah’ın (cc) razı olacağı bir kulluk değildir.

Dikkat! Gelişi Güzel Olmasın!

Dualarımız rutine binip sıradanlaşmasın. Kalbimiz dünyada iken dilimiz ahireti temenni etmesin. Ezbere yaptığımız dualara şuursuzca ‘âmin’ demeyelim.

Ebû Hureyre (Allah kendisinden razı olsun) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.”[8]

Kişi, duasının kabul edileceğine inanmıyorsa, Allah hakkında sui zan besliyor olabilir. Duaları rutinleşmiş, belki de gönülsüz ellerini kaldırıyor olabilir. Bu mümine yakışacak bir tavır asla değildir. Çünkü Müslüman her daim Allah hakkında hüsnü zan besler. Duasına icabet edilmemiş olsa bile ümit kesmez, dua etmeye devam eder. Çünkü dua ibadettir. Kulun Allah ile bağını koparmaması daha önemlidir.

Bu hadisi önce nefsimizde sonra çevremizde gündem ederek, dualarımıza çeki düzen vermemiz önemlidir. Malum insan, unutkan bir varlıktır.

Dua, müminin silahıdır. Bu anlamda duadan gafil olmak en büyük ve önemli silahından da yararlanmamayı beraberinde getirir. Sebepler dünyasına hapseder onu, yani hep sebepleri yerine getirince sonuç elde edilir gibi bir anlayış hâkim olur. Ve genelde bu sebepler Müslümanların aleyhine işlemektedir. Binaenaleyh, bunları bilen bir müminin, önce kendisi için sonra bütün Müslümanlar ve mazlumlar için canı gönülden dua etmesi, onların acısını hissedercesine yalvar yakar olması gafletten uzaklaştığının göstergesidir.

Şu ayetin büyüklüğüne bir bakar mısınız?

ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ "Üd'ûnî estecib lekum. / Bana dua edin size icabet edeyim."[9]

Yüce Allah’ın bizi duyduğunu, gördüğünü ve bizzat ilgilendiğini anlıyoruz. Kul için bundan büyük bir şey olabilir mi?

Bana dua edin size icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.”

Ayet ve hadislerden duanın kulluk olduğunu, ibadet olduğunu anlıyoruz. Çünkü dua da yakarış vardır, üstün bir kudrete müracaat vardır, acziyeti bildirmek vardır. Dua edilen zatında duaları işitmesi gerekir (Semî), kalpten geçeni bilmesi gerekir (Alîm), dualara icabet edecek ve istenilen küçük büyük ne varsa bunu verebilecek güce (Cebbâr), zenginliğe (Gâni) sahip olması gerekmektedir. Duada hamd etme, şükretme, sevgi ve saygı sunma da vardır.

İnsan bütün bunları tefekkür ettiğinde anlayacak ki, dua Allah’tan başkasına yapılmaz. Bir yatıra, bir ölüye yapılan duanın nereye gittiğini, ne anlam taşıdığını bir düşünün! Hak etmeyen, aciz birine ne gibi üstün sıfatlar atfedildiğini bir düşünün!

Batıl dinlerde ‘Uzakta olan Allah anlayışı’ tasavvur edilir. Hâlbuki durum onların sandığı gibi değildir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.”[10]

Kurân’da “Sana sorarlarsa...” diye başlayan birçok ayet vardır. Tüm bu ayetlerde cevap kısmı “De ki...” diyerek başlar. Tek istisnası bu ayettir.

Allah (cc) kendisini kullarına tanıtırken “De ki” lafzının dahi kendisi ile kulları arasına girmesine razı olmamıştır. Affedilmez bir günah olan şirkin kısımlarından biri de; Allah’tan (cc) başkasına dua etmek, darda kalındığında ölü, diri ya da türbelerden medet ummaktır. Bu şirkin en belirgin sebeplerinden biri, Allah’ı (cc) uzak görmek ve O’na (cc) yakınlaşmak için aracıya ihtiyaç olduğuna inanmaktır. Allah (cc) bu ayette şirk mantığını çürütmüş ve kullarına yakın olduğunu, dua edenlere doğrudan icabet edeceğini belirtmiştir.

Duamız karşılık bulmadı ise!

Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, "Dua ettim de duam karşılık görmedi" deyip acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur.”[11]

“Dua, başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Öyleyse ey Allah’ın kulları, duaya sarılın!”[12]

Bu hadislerden anlıyoruz ki, duada aceleci olmamalıyız, ‘dua ettim kabul olunmadı’ dememeliyiz. Çünkü istediğimiz bir şeyin olmaması bizim için ‘hayr’ olabilir! Bir sıkıntımızın giderilmesi de bizim için ‘hayr’ olmayabilir! Hayatımızın küçücük bir kesitine bakıp o küçücük parçadaki mutsuzluğumuz ile bunun şer olduğunu sanabiliriz. Ama büyük parçada belki de bu bizim için büyük bir ‘hayır/güzellik’ olacaktır. Mesela kişi, falanca evi, filanca arabayı, işi, eşi, parayı kendisi için ‘hayır’ görebilir.

Lakin o iş veya para ya seni kibirli yapacaksa ya insanlara tepeden bakacaksan… Konuşman, yürüyüşün, oturup kalktığın kimseler değişecekse… Bu hayır olabilir mi? Yüce Allah böyle bir kimseye istediğini verse iyice yoldan sapmaz mı?

En çok isteyeceğin şey ‘hidayet’ ve ‘afiyet’ olsun!

Fatiha suresinde sürekli Rabbimizden hidayeti talep etmekteyiz. Bu hidayeti de kaybetmek an meselesidir. Bu yüzden şu duayı da öğrenip canı gönülden yapmamız gerekmektedir;

Rabbenâ lâ tuziġ kulûbenâ ba’de iż hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh, inneke entel vehhâb

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız sensin.”[13]

İbnu Ömer (rhuma) anlatıyor: "Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah'a talep edilen (dünyevî şeylerden) Allah'ın en çok sevdiği afiyettir.[14]

Nebi (as.)’ın belirttiği gibi sağlık ve boş vakit insanın çok çabuk kaybettiği iki şeydir. Boş vaktin kıymeti bilinmeli, Allah’tan ise çokça afiyet istenmelidir. Bu sayede birçok ibadetini rahatça yapabilir, sıla-i rahimi gerçekleştirebilir, davete yürüyebilir, evinin ihtiyaçlarını görmek için çalışabilir. Ama afiyette değil ise, musibete maruz kalmışsa nice hayırlardan da mahrum kalabilir. Mesela yatalak bir hasta bu saydıklarımızdan çoğunu yapamaz. Veyahut ciddi ağrısı olan bir kimse hiçbir işe kolay kolay konsantre olamaz. Aklı hep ağrıyan yerindedir.

Duanın Gücü!

Linyanoğulları yaklaşık 100 okçuyla er-Raci denilen suyun yanında Müslüman davetçilere ihanet yaptı. ‘Teslim olun’ dediler. Âsım b. Sâbit ise teslim olmayı reddederek savaşa girdi. Yedi Müslüman okla vuruldu.
Asım bin Sabit, Bedir günü Kureyş büyüklerinden birini öldürmüştü. Yakınları ise Asım’ın kafatasında şarap içmenin arzusunu kuruyorlardı. Bu sebeple Kureyşliler Asım’ın cesedini istiyorlardı. Asım ise müşrikleri necis/pis gördüğü için ne ölü ne diri bedenine el sürmelerini istemiyordu.

Çetin bir mücadele sonunda; “Allah’ım! Günün başında dinini korudum, sen de bugün benim cesedimi koru!” diye dua etti ve ardından şehid oldu.

Âsım’ın başını Sülâfe’ye götürüp yüz deveyi almak isteyen Lihyânlılar, aniden üzerlerine saldıran arılar yüzünden onun naaşına yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye mecbur kalan Lihyânlılar bu defa da birdenbire yağmaya başlayan yağmurun meydana getirdiği sellerin Âsım’ın naaşını sürüklemesiyle emellerine kavuşamadılar. Âsım’ın cesedi daha sonra da bulunamadı. Bu hadiseden dolayı Âsım “Hamiyyü’d-debr” (arıların koruduğu kişi) lakabıyla meşhur olmuştur.

Bu haber Ömer (ra)'a ulaşınca "Allah, mü’min kulunu hayatında koruduğu gibi ölümünden sonra da korur" demişti.

Âsım (ra) duanın gücüne inandı ve Rabbinden neredeyse imkânsız bir şey istedi. Ama yüce Allah’ın kudreti ile her şeye gücü yeter. Allah diledi mi bütün şartlar kulu için kolaylaşıp gerçekleşir. Bu yüzden Allah’a güvenmek, istemek gereklidir. Mü’min kullar, Allah’tan her şeyi umarlar. Şunu unutmayalım ki; “Dua, mü’minin silahıdır.”[15]

“Rabbiniz, haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp (bir şey istediklerinde) onların ellerini boş çevirmekten haya eder.”[16]

Nasıl Dua Etmeliyiz?

Fatiha suresinin adabından öğrendiğimiz üzere öncelikle Rabbimizi övmeliyiz.

“Sabah akşam demeden, kendi içinden, korkarak ve yalvararak, alçak sesle Rabbini an ve gafillerden olma.”[17]

“Zekeriyâ bir gün hafiyyen rabbine nidâ etdi.”[18]

Yani (hafiyyen) gizli gizli yalvardı demek. Alçak gönüllülükle, sesimizi yükseltmeden kısarak, gönülden yalvararak, korku/haşyet duyarak, ümit ederek dua etmemiz istenmektedir.

Birinde bir nimet gördüğünde haset etme, dua et!

İnsanın yaratılışında acelecilik, bencillik, şehvet gibi kötü hasletlere sahiptir. Bir musibet isabet ettiğinde hemen ümitsizliğe düşebilir veya birinde bir nimet görür, hased edebilir. Zekeriya (as) himayesinde bulunan Meryem’in (as) yanına girdiğinde çeşit çeşit yiyecek görüyordu ve dayamayıp sordu.

"Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" demiş, o da: Bu, Allah'ın katındandır" cevabını vermişti. Doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.”[19]

Bir an Zekeriya (as)’ın yerine kendinizi koyun. Ne derdiniz ne yapardınız? Aklınızda yiyecekler mi olurdu, tadına mı bakmak isterdiniz. ‘Bu kıza kesin birileri benden habersiz yiyecek mi getiriyor’ derdiniz. Zekeriya (as) ise bunları düşünmedi, hased etmedi. Allah’ın sonsuz kudret sahibi olduğunu hatırladı. Yüce Allah’ın her şeyi verebileceğini yakinen idrak etti. O dedi ki:

“Rabbim, bana katından tertemiz bir zürriyet bağışla, (salih bir evlat ver.) Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi.”[20]

Böylesi bir gönülden koparak Allah’a dua eden birisine nasıl karşılık verilebilirdi?

“Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık.”[21]

Yüce Rabbimiz, Zekeriya (as.)’ın duasına en güzel biçimde icabet etmişti. Birinde nimet gördüğümüzde bizler de Rabbimize yönelelim, ne kadar imkânsız olursa olsun her bir şeyi O’ndan (cc) isteyelim.

Musa (as)’da öldürülme korkusuyla Mısır’dan çıkmış, Medyen’in yolunu tutmuştu. Gidecek bir yeri yok, aç ve kimsesizdi. Hemen dua etmedi. Gittiği diyarda insanlar koyunlarını suluyordu. İki kız ise hayâ ediyor, erkeklerin yanına girmiyor, koyunlarını sulamak için onların gitmesini bekliyordu. Durumu gören Musa (as) ise kızlara yardım etti, onların yerine koyunları sulayıverdi. Yani salih amel işledi sonra bir köşeye çekilip şöyle dua etti:

“Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım!”[22]

Rabbimiz, Musa (as)’ın duasına icabet etti; onu Şuayb (as) ile karşılaştırdı. Barınak buldu, salih dost buldu, iş buldu, güven buldu ve eş buldu…

Muhakkak sizler de bizler de bu hayatta birçok musibet ile karşı karşıya gelebiliyoruz. İşlerimiz hiç ummadığımız kadar sarpa sarabiliyor. Kendimizi çaresiz ve çıkmazda hissedebiliyoruz. İşte bu ayetleri böyle zamanlarda kullanmamız gerekiyor. Öncelikle gariplerin sıkıntılarını gidermeye çalışalım sonra bir köşeye geçip maruzatımızı Rabbimize arz edelim. 

Gıybet etmeyelim, gıyâbî dua edelim!

Abdullah b. Amr b. Âs (ra)’den rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurdu; “Şüphesiz en çabuk kabul edilen dua, gâibin gâip için (birinin diğerinin arkasından haberi yokken) yaptığı duadır.”[23]

Eğer bizler, Müslümanlar için hayırlı dualar edersek mutlaka bir melek bizim için, yani kardeşine gıyâbında dua eden kimse için "Âmîn, Allah sana da bir mislini versin" diyecektir. Dualarının daha çabuk kabul edilmesini istiyorsan kardeşlerine duayı arttır.

“Gıyabında kardeşine dua eden her bir Müslüman kula mutlaka melek de: ‘Sana da onun misli olsun’ der.”[24]

Duanın kabul olunacağı altı vakit

a) Gecenin son üçte biri
b) Ezan vakti
c) Ezanla kamet arası
d) Farz namazların hemen ardı
e) Cuma günü imamın minbere çıkmasından namaz bitinceye kadar ki vakit
f) İkindinin son vaktidir

Yine duanın kabul olunacağı vakitlerden Kadir gecesi, Kurban Bayramı günleri, Arefe günü, hac mevsimi, yağmur yağarken, ezan okunurken, secdede bulunurken sayılabilir. İmam Şafiî rahimehullah şöyle demiştir:
“Teheccüdde yapılan dua, hedefi şaşmayan ok gibidir.”

Duanın Adabları

a) Abdestli olur
b) Kıbleye döner
c) Eller kaldırılır
d) Hamdu senalar edilir, elçisine salat ve selam getirilir
e) İsteğini arz etmeden önce tövbe ve istiğfarda bulunur
f) Allah’tan ister, ısrar eder, ümit ve korku arasında dua eder
g) Allah’ın isimlerini, sıfatlarını ve tevhidini duasına vesile eder
h) Dua öncesinde bir sadaka, iyilik sunar

Son olarak duamız ise;

Allah'ım! Peygamberin (sav) hayır olarak senden neyi istediyse onu isteriz. Hangi kötülükten sana sığınmışsa, ondan Sana sığınırız. Dualara icabet eden Rabbimizden, dinde samimiyet, sahih bir iman ve salih ameller isteriz. Dualarımızın da kabul edildiği, dosdoğru bir hayatı bize vermesini canı gönülden temenni ederiz. Allah’ım kabul buyur.







 
 
[1] 40/Mü’min 60; (Tirmizî; Ebû Dâvûd)
[2] 51/Zariyat 56
[3] 25/Furkan 77
[4] Tirmizi
[5] Camius sağir
[6] Tirmizi
[7] 2/Bakara 127
[8] Tirmizi
[9] 40/Mümin 60
[10] 2/Bakara 186
[11] Ebû Dâvûd, Müslim
[12] Tirmizi
[13] 3/Âl-i İmrân 8
[14] Tirmizi
[15] Hakim
[16] Tirmizi ve Ebu Davud
[17] 7/A’râf 205
[18] 19/Meryem 3
[19] 3/Âl-i İmrân 37
[20] 3/Âl-i İmrân 38
[21] 21/Enbiyâ 90
[22] 28/Kasas 24
[23] Ebû Dâvûd, Tirmizî
[24] Müslim
Whatsapp Destek