Ebu Yusuf (rh)

İmâm-ı A'zam Ebû Hanife’in (rh) en önde gelen talebesi olup, asıl adı, Yâkub bin İbrâhim'dir. Ebû Yûsuf künyesidir. Soyu Ashâb-ı kirâmdan Sa'd bin Buceyr el-Ensârî'ye (ra) dayanır. 731 (H.113) senesinde Kûfe'de doğdu. Ebû Yûsuf’un (rh) büyük dedesi Sa‘d b. Büceyr (ra)  henüz küçük yaşta bulunduğu için Uhud Gazvesi’ne iştirak etmekten alıkonulmuş, genç yaşta katıldığı Hendek Gazvesi’nde ise büyük yararlıklar göstermiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in onu çağırtıp hem kendisi hem de soyu için hayır duada bulunduğu rivayet edilir. Ebû Yûsuf bu hadiseyi övünçle hatırlar ve “O anın bereketi şu an bile bizimle beraberdir” derdi. Sa‘d b. Büceyr (ra) daha sonra Kûfe şehrine yerleşti. Ali’nin (ra) hilâfeti döneminde düşünce ve siyaset hayatında önemli roller üstlenmiş olan Kûfe aynı zamanda bir ilim merkezi haline geldi. Bu şehir bazı sahabi ve tâbiînlerin üstün gayretleriyle oluşan zengin bir ilmî miras ve geleneğe sahip bulunmaktaydı. Başta Ebû Hanîfe olmak üzere çeşitli âlimlerin de katkılarıyla Kûfe Abbâsîler döneminde gelişme göstermiş ve o bölgenin diğer ilim merkezlerinden Basra’yı bir hayli geride bırakmıştı. Ebû Yûsuf’un yetişmesinde şahsî kabiliyet ve arzusunun yanı sıra ilmî gelenek ve mirasa sahip böyle bir ortamda doğup büyümüş olmasının da önemli payı vardır.
Ebû Yûsuf çok çocuklu ve yoksul bir aileye mensuptu. Kaynaklar, çocukluk ve gençlik yıllarının büyük sıkıntılar içinde geçtiği, ailesi tarafından bir iş tutmaya zorlandığı, bütün bu olumsuzluklara rağmen tahsil hayatını sürdürdüğü konusunda ortak ifadelere sahiptir. Ebû Yûsuf (rh), evlendikten sonra da ailesinin nafakasını temin etmek için zaman zaman Ebû Hanîfe’nin ders halkasından uzak kalmış, fakat hocası azmini ve zekâsını çok takdir ettiği bu öğrencisinin nafakasını üzerine alarak derslerine düzenli şekilde devam etmesini sağlamıştır.
Bu rivayetten, Ebû Yûsuf’un (rh) henüz öğrenim hayatını tamamlamadan evlendiği anlaşılmaktadır. Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, Bezzâzî, Takıyyüddin et-Temîmî, Zeynüddin İbn Nüceym, M. Zâhid Kevserî gibi müellifler tarafından nakledilen ve Ebû Hanîfe’nin Ebû Yûsuf’a yaptığı söylenen tavsiyeler arasında (bk. Bezzâzî, II, 365-370; Temîmî, I, 160-169), öğrenim hayatını tamamlayıp iyi bir iş sahibi olmadan evlenmeme, evliliğin ilim öğrenmeye büyük bir engel teşkil ettiği hususları da yer almaktadır. Bu bilgi ilk bakışta Ebû Yûsuf’un talebeliği sırasında evlendiğine dair yukarıdaki rivayetle çelişiyorsa da bu tür vasiyetnâmelerin genel hayat tecrübelerine dayanan tespitlere yer verdiği, bu sebeple aslında gelecek nesillere öğütte bulunmayı hedeflediği de söylenebilir. Yani Ebu Hanife (rh) talebesine öğütte bulunurken diğer nesillerinden bu nasihatinden fayda almasını kastetmiştir. Nitekim nasihatin sonunda kendisi bunu söylemektedir. Bundan dolayı biraz uzun olsa da yazımızda Ebu Hanife’nin (rh) yapmış olduğu bu çok değerli öğüdü bulunduruyoruz.
Ebû Yûsuf (rh), devrinin ilmî geleneğine uyarak belli temel dersleri aldıktan ve özellikle hadis tahsil ettikten sonra fıkıh öğrenimine yöneldi; bu amaçla İbn Ebû Leylâ’nın (rh) derslerine devam etmeye başladı. Dokuz yıl boyunca ondan yargılama hukuku (kazâ) ve fıkıh okudu, ardından Ebû Hanîfe’nin (rh) ders halkasına katıldı. Hocasının vefatına kadar yaklaşık on yedi yıl onun derslerine devam etmiştir.
Bir gün Ebû Yûsuf (rh) çok hasta olmuştu. Birisi gelip İmâm-ı A'zam'a (rh,) Ebû Yûsuf'un (rh) öldüğünü söyledi. İmâm-ı A'zam (rh); "O ölmedi" buyurdu. Ölmediğini nereden bildiniz dediklerinde; "İlme çok hizmet etti, meyvelerini toplamadan ölmez" buyurdu. Hakikaten ölüm haberinin doğru olmadığı anlaşıldı. İlmi, üstünlüğü ve talebeleri her tarafa yayılıp, meyvelerini topladı.
Ebû Yûsuf (rh) iyileşince, bir ders meclisi kurdu ve insanlara fıkıh ilmini, haram ve helâli öğretmeye başladı. Bu haber Ebû Hanîfe’ye (rh) ulaştırıldı. İmâm-ı A'zam (rh) huzurunda bulunanlardan birine; "Şimdi Yâkub'un (Ebû Yûsuf'un) meclisine git ve ona; "Bir kimse elbisesini kısaltmak için bir terziye verse, sonra elbisesini istese, terzi de elbisenin varlığını inkâr etse, sonra tekrar terziye gelse ve elbisesini istese terzi de elbisesini kısaltmış olarak ona verse ücret alabilir mi? diye sor. Eğer alır derse hata ettin, dersin. Eğer ücret almaz derse yine hata ettin dersin." dedi. Bu talebe Ebû Yûsuf'un ders okuttuğu meclisine geldi. Soruyu sordu. Ebû Yûsuf; "Terzi ücret alır." dedi. O da "Hata ettin. Öyle değildir." dedi. Ebû Yûsuf bir müddet düşündü ve "Hayır ücret alamaz." dedi. Soran yine; "Yanıldın. Öyle değildir." dedi. Bunun üzerine Ebû Yûsuf hemen yerinden kalkıp Ebû Hanîfe’nin (rh) huzuruna gitti. Ebû Hanîfe (rh) onun geldiğini görünce; "Seni buraya elbiseyi kısaltma meselesi mi gönderdi?" dedi. Ebû Yûsuf da "Evet efendim." diye cevap verdi. Ebû Hanîfe hazretleri tebessüm ederek; "İnsanlara fetvâ vermeye koyulan ve Allahu teâlânın dîninde söz söylemek için kendine meclis kuran, ücret bahsinden böyle bir meseleyi nasıl bilemez." buyurdu. Ebû Yûsuf (rh); "Hocam bana bunun cevabını söyleyiniz." dedi. Ebû Hanîfe (rh); "Eğer o elbiseyi gasbettikten sonra kısalttı ise ücret verilmez. Çünkü kendisi için kısaltmış demektir. Eğer gasbetmeden önce kısalttıysa, ücret verilir. Çünkü onu sâhibi için kısaltmıştır." buyurdu. Bunun üzerine Ebû Yûsuf (rh) hocasının ellerine sarılıp öptü.
Ne kadar hoşgörülü bir uyarma şekli. Talebesinin meclis açmak için yetersiz olduğunu her yere bağırıp duyurarak onun itibarını zedeleyerek söylemiyor. Bilakis faydalı olacak bir şekilde talebesinin gönlünü kırmadan itibarına laf getirmeden bu iş kapanıyor. Nitekim günümüzde bu ve benzeri olayların vuku bulması halinde kişi yerin dibine öyle bir gömülüyor ki artık allame olsa cemaatin gözünde kötü birisi olarak lekeleniyor. Rabbim bizlere bu kıssadan nasihat alabilmeyi nasip etsin.
Ebû Yûsuf (rh), geçim sıkıntısı sebebiyle Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında (775-785) ailesiyle birlikte Bağdat’a yerleşti. Burada halife ile tanıştı ve bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre 166 (782) yılında kadılık görevine getirildi. Mehdî’nin vefatı üzerine halife olarak Bağdat’a gelen Hâdî ile birlikte Ebû Yûsuf da Bağdat’a döndü ve kadılık görevine devam etti. Halife Hârûnürreşîd de onu görevinde bırakmış ve ilk defa onun zamanında (786-809) “kādılkudât”lık kurumu oluşturularak yargılama hukukunda ve uygulamada birliğin sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış, Ebû Yûsuf da İslam yargı tarihinin ilk ‘’kādılkudâtı’’ unvanını almıştır. Hatta Abbâsî hilâfetine bağlı bütün bölgelerdeki kadıları tayin ve azletme yetkisine sahip olduğu için “kādî kudâti’d-dünyâ” diye anılmıştır. Makrîzî’nin ifadesine göre Ebû Yûsuf’un bu makama gelmesinden sonra Irak, Horasan, Şam ve Mısır bölgelerinde onun onayı olmaksızın kadı tayin edilmemiştir.
Kadılık görevinde halife korkusu sebebiyle asla doğruluktan taviz vermemiş gerektiğinde halifeye dahi sözlerini çekinmeden söylemiştir. İmâm Ebû Yûsuf bir davada halife Hârûn Reşîd'in kumandanlarından birinin şahitliğini kabul etmemişti. Bunun üzerine kumandan, Ebû Yûsuf'u halifeye şikâyet etti. Halife sebebini sorduğunda; Onun "ben halifenin kölesiyim." dediğini duydum. Eğer söylediği doğru ise köle şahitlik yapamaz. Yalan ise yalancının şahitliği kabul edilmez." buyurdu. Halife bunları dinledikten sonra; "Peki ben bir kimse hakkında şahitlik yaparsam kabul eder misin?" deyince; "Hayır." buyurdu. Halife hayretle sebebini sordu. O zaman; "Çünkü sen halka karşı kibirleniyorsun. Müminlerle beraber namaz kılmak için cemaate gelmiyorsun." buyurdu. Halife sonunda bu nasihatlere göre hareket etti.
İmam Ebu Yusuf (rh) oldukça kıvrak ve keskin bir zekaya sahipti. Ebû Yûsuf'un ilmi yanında zekâsı da insanları hayrete düşürürdü. Vermiş olduğu fetvaların birçoğunda bu belli olmaktadır lakin burada bir tanesini zikretmekle yetinebiliriz. Kadılığı zamanında adamın biri; "Eğer Allahu Teâlâ bana bir erkek evlat ihsan ederse, boynuzu dört karış bir koç kurban edeceğim." diye bir adakta bulunmuştu. Sonra bu adamın bir oğlu oldu. Adağını yerine getirmek için boynuzu dört karış olan koç arattı, fakat bulamadı. Sağa sola, civar memleketlere adamlar gönderdiyse de istenen vasıfta koç bulmak mümkün değildi. Adam zamanın din âlimlerine müracaat ederek halini anlattı. Yine bir çare bulamadılar. Adamı bir telaş aldı. Dostlarından birisi ona, Ebû Yûsuf hazretlerine gidip derdini anlatırsa bir çare bulabileceğini söyledi. Adam gidip durumu Ebû Yûsuf hazretlerine anlattı ve bir çare bulmasını istedi. Bu adam zengin fakat eli sıkı biri idi. İmam bunu bildiği için; "Bir çare bulurum. Fakat şartım var!" dedi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerinin ellerine sarılarak; "Şartını söyle" deyince; Ebû Yûsuf, "Sen zenginsin. Memleketin fakir çocukları için dört mektep, bunların masrafını karşılamak için yanına dört de dükkân yaptırırsan müşkülün hallolur." dedi. Adam kabul etti. Fakat: "Bu inşaat bir hayli uzun sürer. Bunun bitmesini bekleyemeyeceğim. Sabrım tükendi, adağımı hemen yerine getirmek istiyorum." dedi. Ebû Yûsuf hazretleri ona; "Peki o halde inşaat için ne kadar para sarf olunacaksa onu devlet hazinesine teslim edersin. Ben de fetvayı veririm." dedi. İnşaata gidecek parayı bilir kişiye keşfettirip devlet hazinesine yatırdı. Ebû Yûsuf hazretleri talebelerinden birine; "Bana uzun boynuzlu bir koç bulup getir!" buyurdu. Talebe uzun boynuzlu bir koç bulup, getirdi. Ebû Yûsuf küçük bir çocuk çağırdı. Çocuğa koçun boynuzlarını karışlattırdı. Dört karış geldi. Ebû Yûsuf hazretleri:
"İşte adadığın koç. Bunu keser, adağını yerine getirirsin. Zira sen sadece boynuzu dört karış bir koç adadın. Karışın büyük veya küçük olduğu hususunda bir şey belirtmedin. Ben de bu hususa dayanarak fetva verdim." buyurdu. Herkes, İmamın üstün zekâsına hayran kaldı.
Hayatının sonuna kadar bu görevde kalan Ebû Yûsuf, yakın arkadaşı Bişr b. Velîd el-Kindî’nin kaydettiğine göre 5 Rebîülevvel 182 (26 Nisan 798) tarihinde altmış dokuz yaşında Bağdat’ta vefat etti. Cenaze namazını bizzat kıldıran Hârûnürreşîd, namazdan sonra cenazenin önünde yürümüş ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Kabri Bağdat’ın Kâzımiye bölgesinde, Kâzımeyn Türbesi’ne bitişik olan ve kendi adıyla anılan caminin yanındadır.
Gerek çağdaşları gerekse daha sonraki dönemlere mensup alimler Ebû Yûsuf’un ilminin yanı sıra şahsiyetinden, ahlak ve karakterinden övgüyle söz ederler. Ebû Yûsuf üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve intikal yeteneğine sahipti. Elli-altmış hadisi bir defa dinlemekle yanlışsız olarak ezberlediği rivayet edilir.
Ebû Yûsuf hazretlerinin olgunluk, ahlak güzelliği ve insanlar üzerindeki itibarı ortaya çıkınca, hocası İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri ona şu vasiyet ve tavsiyelerde bulundu, aslında bu tavsiyeleri tüm ilim talebelerinin kafasında sürekli tutması gerekir. Bunlar boş sözler değil, büyük bir tecrübe sahibinin tespit etmiş olduğu önemli kurallardır aslında:
"Ey Yâkûb (Ebu Yusuf), sultana saygı göster. Mevkiine hürmet et. Huzurunda yalan söylemekten sakın. İlmî bir mesele için seni çağırmadığı vakitlerde yanına gitmekten kaçın. Çünkü ona gidip gelmeyi, girip çıkmayı çoğaltırsan, sana itibar etmez olur, mevkiin yanında küçülür. Huzuruna girdiğin zaman hem kendi kadrini hem de başkasının kadrini kıymetini bilen ol. Sultanın dostları ve tarafları ile buluşma. Etrafındakilerden uzaklaş ki şerefin ve merteben yerinde kalsın.
Halk önünde çok konuşma, yalnız sorduklarına cevap ver. Halk ve tüccar arasında da dini ve zaruri bilgiye ait olmayan sözlerden kaçın ki, sevgin ve mala rağbetin üzerinde durulmasın. Zira onlar kötü zanda bulunabilirler ve yaklaşmanı kendilerinden rüşvet almana atfederler.
Halk arasında ne gül ne de gülümse. Çarşı pazara da çok çıkma.
Yol ağızları ve köşe başlarında oturma. İcap ederse mescitte ve avlusunda otur. Çarşı, sokak ve câmilerde bir şey yeme. Dükkanlarda da oturma. Yol kenarlarında bulunan çeşmelerden, musluklardan ve sakaların ellerinden su içme. İpekten yapılma atlas veya çeşitli ipekler giyme. Çünkü bunlar insanı ahmaklığa, gevşekliğe götürür.
Eşinin (hanımının) yanında yabancı kadınlardan konuşma. Sen başka kadınlardan bahsedince o da yabancı erkeklerden söz etmek hakkını kendinde bulur.
Evlilik hayatının maddî bütün ihtiyaçlarını sağlamaya muktedir olduğunu bilmeden evlenme. Önce ilim tahsil et. Sonra helalinden mal ve servet edin. Ondan sonra evlen. Çünkü tahsil zamanında hayatını da kazanmak istersen ikisini bir arada yürütemez, tahsilini noksan bırakırsın. İlim tahsilinden önce edineceğin servet ise seni Dünya ile uğraşmaya, hizmetçiler tutmaya teşvik eder. Bu suretle vaktin boşa gider. Çoluk-çocuğun olur. Nüfusun artar, onların ihtiyacını temine çalışırken ilmi bırakırsın.
Gençliğinin kuvvetli, gönlünün asude, rahat, kafanın zinde zamanında ilim tahsili ile uğraş. Sonra mal ve mülk toplamaya çalış. Zira evlat ve malın bakmakla yükümlü olanların çoğalması zihni karıştırır. Hayatını kazanınca da evlenebilirsin.
Herhalde Allahu Teâlâ’dan kork, fenalıklardan korun. Emanetleri koru. Küçük-büyük, zengin-fakir herkese iyilik ve nasihatte bulun. Hiç kimseyi küçük görme. Vakarlı ol ve herkese değer ver. İnsanlar ile düşüp kalkma. Onlar seni arasınlar. Ziyaretine gelenleri iyi karşıla. Meselelerine cevap ver. Eğer o meselenin ehli ise ilim ile meşgul olur, değilse sana muhabbet sevgi besler. Her kim sana bir mesele sormaya gelirse, yalnız sorusuna cevap ver. Fazla şeyler ilave etme. Çünkü, sorusunun uzun cevabı onun zihnini karıştırır.
Kazançsız, azıksız on sene de kalsan, ilim öğrenmekten yüz çevirme. Çünkü tahsilden vazgeçtiğin takdirde yine geçimin darlaşacaktır.
Fıkıh ilmini öğrenmek ve bu ilimde derinleşmek, anlayışlarını arttırmak üzere sana gelenlerin ilme karşı rağbetini arttırmak için onların her birini birer oğul ve evlat edinmişçesine karşıla.
Halktan veya emrin altında çalışanlardan biriyle münakaşa etme. Çünkü böyleleri ile münakaşa, itibarını giderir.
Hiç kimsenin yanında, -isterse sultan- olsun hakkı anmaktan ve söylemekten çekinme.
Başkasının yaptığından daha çok ibadet, verdiklerinden ziyade ihsanda bulunmadıkça, canın rahat etmesin. Çünkü insanlar senin, kendi ibadetlerinden fazlasına önem vermediğini görünce sende ibadete karşı rağbet azlığına hükmederler. İlminin sana bir fayda vermemiş olduğuna inanırlar. Kendi cahillikleri ile yaptıkları amelleri, senin ilim ile yaptıklarından üstün görürler.
Hoca ve üstatlarına hürmet et, onlara dil uzatma. İnsanlardan daima çekin. Allah için gizli halinde ne isen, açık durumunda da öyle ol.
Çok gülme. Zira çok gülmek kalbini öldürür. Vakarlı bir şekilde yürü. Acele acele, salına salına yürüme. İşlerinde aceleci olma. Konuşurken yüksek konuşma, bağırıp çağırma. Daima kendin için sükûn ve sükûtu seç.
İnsanlar yanında Allahu Teâlâ’yı çokça an ki, onlar da bunu senden öğrensinler. Namazlarının arkasında kendine bir vird, bazı işleri vazife edin. Meselâ; Kur'ân-ı Kerim okur, Allahu Teâlâ’yı zikreder, bela ve musibetlere karşı ihsan ettiği sabır ve tahammül kudretine, bahşettiği çeşitli nimetlere şükredersin. Her ayın belirli günlerinde oruç tutmayı adet edin ki başkaları da bu hususta sana uysun.
Nefsini daima murâkabe et, gözet, kontrol et, başkasına karşı koru ki hem Dünya ve hem de ahiretine ait amellerinde ilminden istifade edebilesin. Dünya’ya ve dünyalığına güvenme. Bulunduğun hale de dayanma. Çünkü Allahu Teâlâ, varlığının cümlesinden sana soracaktır.
Fenalığını bildiğin bir kimseyi o kötülüğü ile anma. Ondan fayda ve iyilik ara ve iyi hali ile an. Eğer o kimsenin fena hali din hususunda ise o zaman bunu insanlara söyle de ona uymasınlar ve ondan sakınsınlar.
Ölümü hatırından çıkarma. Hocaların ve kendisinden bilgi aldığın zatlar için Allahu Teâlâ’dan af ve mağfiret dile. Kur'ân-ı Kerim okumaya devam et.
Hayvani zevklerine düşkün, nefsani arzularına uyan kimseler ile beraber oturma. Yalnız dine davet yolunda böyleleri ile birlikte bulunmakta bir mahzur yoktur. Oyun ve eğlence yerlerine ve sövülüp sayılan yerlere gitme. Ezan okununca hemen camiye gitmeye hazırlan ki başkaları senden önce davranmasın.
Komşundan gördüğün nahoş halleri ört. Çünkü sır sana emanettir. İnsanların gizli taraflarını açma.
Seninle bir şey hakkında istişare etmek, danışmak isteyen kimseyi dinle. Seni Allahu Teâlâ’ya yaklaştıracağını bildiğin şeyleri ona söyle. Bu tavsiyemi de kabul eyle. Çünkü, bundan dünya ve ahirette istifade edeceksin.
Cimrilikten kaçın. Zira herkes cimrilere buğzeder. Onları sevmez. Tamahkârlık ve yalancılıktan sakın. Karıştırıcı olma. Bütün işlerde insanlığını koru. Güzel huylu ol. İnsanları incitmekten kaçın. Her zaman her yerde temiz elbise giy. Dünya’ya rağbet ve hırsı azaltarak nefsini temizle. Dünya sevgisini içinden at. Kalbin temiz olsun.
Fakir olsan da fakirliğini belli etme. Zengin görün. Himmet ve gayret sahibi ol. Azmi ve gayreti zayıflayanın, mevkii de zayıflar.
Münazara adabını bilmeyen ve iddialarını delilleri ile ispat edemeyen kimselerle söze girişmekten kaçın. Mevki ve makam peşinde koşan, halk arasındaki meselelere dalan ve bu suretle kendilerine şöhret ve menfaat sağlamak isteyenlerin sözlerine ve aralarına karışma. Çünkü onlar bu hususta seni haklı bilseler dahi sözlerine de önem vermezler. Şarlatanlıkları ile seni susturmak ve utandırmak isterler.
Kibar ve efendi bir topluluğun arasına girdiğin vakit sana yer göstermedikçe onların üst taraflarına oturma ki onlardan sana üzüntü verecek bir şey gelmesin.
Bir cemaat içinde bulunduğun zaman seni saygı ile öne geçirmedikçe kendiliğinden ileri safa geçme. Aynı şekilde muamele görmeden de mihraba geçip imam olma.
Zalim sultan ve âmirlerin yanlarında bulunma. Belki onlar senin yanında hak, doğru ve helal olmayan bir iş yaparlar, sen de onları bunlardan men edemezsin. Sükûtunu gören insanlar onların söz ve hareketlerinin hak, doğru olduğunu sanırlar.
İlim meclislerinde hiddet ve şiddet göstermekten sakın.
Beni de hayırlı duadan unutma. Bu nasihatimi kabul et. Sana yaptığım bu nasihati, senin ve bütün Müslümanların iyiliği için yapıyorum."
Bu güzel nasihatin her sözü uzun uzun açıklanabilir lakin yazımız uzadığı için burada bitirmek istiyorum. Bu sözlerin hepsinin, günümüzde kendimiz üzerinde etkisini görebiliriz. Kendimizden yukarıda ve aşağıda olan insanlara karşı davranışlarımızda çok dikkat etmeli ve asla kimsenin kalbini kırmadan vakarımızı korumalıyız. Aslında bunu birçok kişi yapmak istiyor ama aradaki oran kaçtığı zaman ‘kendimi düzelteyim, daha ciddi olayım’ derken Müslümanlarla arasını soğutabiliyor. İşte bu altın oranı yakalayabilmek için Ebu Hanife’nin (rh) nasihatini tekrar okumakta fayda var. Allah Subhanehu ve Teala bizleri, ilmi ve güzel ahlakı bırakmayan kullarından eylesin. (Âmin)
 
Whatsapp Destek