Eksen Kayması

Allah Teâla’ya iman etmek, O’nu birlemek, tevhid etmek çok önemli bir konudur. İnsanın cenneti ve cehennemi kazanma sebebi, dünyadaki yegâne amacıdır. Kaygılanması ve dertlenmesi gereken bir konudur. Ancak bundan daha önemlisi ise tevhid üzere, iman üzere sebat etmektir. Çünkü insan ömrü boyunca tevhid üzere yaşasa ancak ölümüne beş kala tevhidi yitirse, ayağı kaysa, kalbi dönse, ömrü boyunca üzerinde bulunduğu tevhidin semeresini alamayacaktır. Özellikle ahir zamanda iman üzere sebat etmek, iman üzere ölmek zorlaşacaktır.

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır;

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” [1]

İbni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiği üzere Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Bize daima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Sizin birinizin yaratılışı kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra orada bir o kadar zaman içinde asılı bir parça hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem ete dönüşür. Sonra bir melek gönderilir ve kendisine ruh üfürür. Melek, dört kelime yani rızkını, ecelini, amelini şaki ve said olduğunu yazmakla emrolunur. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz Cennet ehlinin ameli ile amel etmekte devam eder, nihayet kendisi ile Cennet arasında bir arşından başka mesafe kalmaz. Bu sırada yazısı o kişinin önüne geçer de Cehennem ehlinin ameli ile amel etmeğe devam eder ve Cehenneme girer. Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin ameli ile amel eder, nihayet kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşın mesafe kalır. Bu sırada yazısı önüne geçer de Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennete girer.” [2]

Evet, kişinin iman etmesi, hidayet bulması, sonra da bunun üzerine sebat etmesi Allah Teâla’nın elindedir. İnsan bu hidayet üzere düşünmeli ve tefekkür etmelidir. Çünkü kendisinin neticesi, cehennemi ya da cenneti elde etmesi bu hidayetin sonucu ile doğru orantılıdır.

Şu gerçeğin üzerinde düşünmek gereklidir. İşte Firavunun sihirbazları ya da iman edip arkasından cihad ederek şehit olan bir Habeşli köle… Bu kimseler bir vakit namaz dahi kılmadan Rablerine kavuştular ve cenneti elde ettiler. İmanlarının üzerinden sadece birkaç saat geçti ancak iman üzere can verdiler. İnsanlar 60-70 yıl tevhid üzere bir hayat yaşayıp, ölümüne günler, yıllar hatta saatler kala dinlerinden vazgeçebilirler. Bu konuda hiçbir Ademoğlunun garantisi yoktur. İyi bir âlim olmak, iyi bir davetçi olmak, iyi bir önder, lider olmanın hiçbir önemi yoktur. İşte Firavunun sihirbazlarının hali ortadır. Onlar sabahleyin evlerinden Allah’ın ve Peygamberinin düşmanları olarak çıkmışken, akşama varmadan Rablerine şehit olarak vardılar.

“Sihirbazlar Firavuna geldiler. "Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?" dediler.” [3]

“Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.” [4]

“Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.” [5]


Efendimiz (sav), Hayber kalelerinden birkaçını muhasara altına almıştı. Bu sırada, önüne davarlarını katmış birisinin İslam ordusuna doğru geldiği görüldü. Bu adam, Hayber Yahudilerinden birisinin, Habeşli bir kölesi idi. Davarlarını güder dururdu. Hayber kalelerinin kuşatıldığı sırada Yahudilerin silahlarına sarıldıklarını görünce “Ne yapmak istiyorsunuz?” diye sordu. Yahudiler “Şu kendini nebi diye ilan eden adamı öldürmek istiyoruz.” cevabını verdiler.

“Nebi” kelimesi, Yesar’ın kalbinde bir şeylerin kıpırdamasına sebep olmuştu.Yerinde duramadı ve hemen davarlarını önüne katarak, Rasulullah’ın huzuruna geldi. Peygamberimize ”Sen neler söylüyor ve nelere davet ediyorsun?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Ben İslam’a, Allah’tan başka hak bir ilâhın bulunmadığına ve benim de O’nun Rasulü olduğuma şehadete davet ediyorum.” buyurdu. Yesar bu sefer  “Peki, ben iman eder ve şehadette bulunursam bana ne var?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Eğer bu iman ve bu şehadet üzere ölürsen cennet var.” dedi. Bunun üzerine Yesar, hemen orada Müslüman oldu.

Peygamberimiz (sav) ona bu iman ve şehadet üzere ölürse cennete gireceğini söylemişti. Ama Yesar müteredditti. Yaşadığı bölgede insanlar makam ve mevkilerine, zenginlik ve fakirliklerine, güzellik ve çirkinliklerine göre muamele görüyorlardı. Güzel olmayana, hele köleye kimse itibar etmezdi. Bu sebeple “Ya Rasulullah! Ben siyah tenli, çirkin yüzlü, (hayvan gütmem nedeniyle) kötü kokulu, fakir bir adamım! Bu halimle Yahudilerle çarpışır ve ölürsem yine de cennete girer miyim?” dedi. Peygamberimiz (sav) “Evet, cennete girersin.” buyurdu.

Yesar bu sefer “Ya Rasulullah! Şu davarlar bana emanettir. Şimdi ben onları ne yapayım?” dedi. Peygamberimiz (sav) “Onları karargâhtan çıkar. Ufak taşlar at ve bağırarak yönlendir.” dedi. Yesar hemen kalktı. Yerden bir avuç kum alıp davarlara doğru savurdu ve “Haydi, artık sahibinize dönün!” dedi. Davarlar, sahiplerinin yanına doğru gittiler.

Sonra Rasulullah (sav) bir hutbe verdi ve mücahitleri cihada teşvik etti. Yesar da bu teşvikle cihada katıldı. Hayber kalelerinde cihad ederken atılan taşlardan birisi isabet etti ve onunla şehit oldu. Böylece “bir vakit namaz kılma fırsatını bile bulamadan cennete uçan Müslüman” unvanını aldı.

Peygamberimiz onun hakkında şöyle buyurmuştur: "O, Allah'a bir kere bile secde etmeden cennete gitmiş bir adamdır."

Sahabiler, Yesar’ın cenazesini karargâha getirdiler. Üzeri örtülü idi. Yerde uzatılmıştı. Cenazeye bakan Rasulullah (sav) bir ara yüzünü çevirdi. Bunu fark eden sahabeler merakla “Ya Rasulullah! Ondan niçin yüzünüzü çevirdiniz?” diye sordular. Rasulullah (sav) "Yanında Cennet hûrilerinden iki tanesini gördüm de onun için yüzümü çevirdim." diyerek cevap verdi. [6]

Zikrettiğimiz ayetlerden ve siyer kıssasından da anlaşılacağı üzere önemli ve mühim olan şey iman üzere sebat etmektir. Çünkü insan bu sebatı üzere dünyada öncesinden işlemiş olduğu amellerin karşılığını bulabilecektir. İnsan dünyada birçok amel işlemiş olabilir, hayırlarda bulunmuş, malını infak etmiş, zamanını ve değerlilerini Allah yolunda harcamış hatta ve hatta canını dahi vermiş olabilir. Ancak bu sayılanların tamamının mükâfatını alabilmek için sebat etmesi, yani iman üzere vefat etmesi gerekmektedir. İman üzere vefat etmemesi halinde Allah katında hiçbir karşılık elde edemeyecektir. Nitekim Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Ameller sona (son ana) göredir.”

Elbette kişinin iman üzere vefat etmesi Allah’ın elinde olan bir husustur. Rabbimiz dilediğine hidayet eder, sebat verir. Dilediğine ise hidayet etmez, saptırır, yolunu şaşırtır. Bu asıl itibariyle Allah’ın elindedir. Yani bugün dünyanın en kâfir insanına Allah yarın hidayet edebilir. Ya da bugün tevhidin ve Allah yolunun savunucusu, davetçisi bir adamı yarın saptırabilir. Ancak Allah Teâla, her işe olduğu gibi bu iş içinde zahirî bir takım sebepler yaratmıştır.

Yazdığımız satırların daha iyi anlaşılması için birkaç hususu örnek olarak zikredelim. Örneğin Rabbimiz Teâla hiçbir sebep olmadan bir çocuk var edebilir, yaratabilir. Tıpkı Meryem annemizden hiçbir beşer eli değmeden İsa (as) var ettiği gibi, ya da asıl sebepler var ancak sebepler yetersizken Zekeriyya’ya (as) Yahya’yı (as) bahşettiği gibi. Ancak Allah Teâla bir çocuğun var olması için sağlıklı bir anne ve babayı sebep olarak yaratmıştır. İşte tıpkı bunun gibi hidayeti ve dalaleti istediğine verebilir. Ancak hidayet için yönelmeyi, dalalet için ise yüz çevirmeyi sebep olarak yaratmıştır. İşte bunun gibi sebat etmenin de sebepleri Allah tarafından yaratılmıştır.

“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah'ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [7]

Sebat etmek istiyorsak bazı hususlara özellikle riayet etmemiz gerekmektedir. Belki de birçok husus sıralamak mümkündür. Ancak zikredeceğimiz şu birkaç husus özellikle çok önemlidir.

1) Kur’an’a sarılmak.

Öncelikle Allah’ın kitabına sarılmak sebatın en büyük sebeplerinden bir tanesidir. Allah’ın kitabı apaçık bir nurdur. Yine furkan olması Allah’ın kitabının özelliklerindendir. Yani hak ile batılı birbirinden ayırır. Şüpheli olan ile berrak olanı ayrıştırır. Dolayısıyla Allah’ın kitabı ile sürekli meşgul olup, ona yönelen kişide hak ve batılı ayırt etme özelliğine sahip olur. Bu özelliği kazanır. Yani Kur’an’ın ehli, hidayet ile dalaleti ayırt etmeyi kitaptan öğrenir ki hidayet üzere sebat edebilsin.

“Kafirler, "Kur'an ona bir defada toptan indirilseydi ya!" dediler. Biz, Kur'an'la senin kalbini pekiştirmek (sebat ettirmek) için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” [8]

2) Kur’an kıssalarını öğrenmek.


Kur’an kıssaları üzerinde düşünmek, onları anlamak da sebatın sebeplerindendir. Çünkü peygamberlerin hayatlarında, mücadelenin ve sebatın büyük bir örnekliği mevcuttur. Nuh (as) ile kavmi arasındaki mücadeleyi düşünen ve onun bin yıldan biraz az davetini müşahade eden insan kendi hayatında da azimkâr olacaktır. Salih (as) ile kavmi arasındaki çekişmeyi, İbrahim’ın (as) tüm yapılanlara rağmen ateşe atılmayı göze almasını dinleyen ve fehmeden bir mümin elbette kendisine sebat etme anlamında bir ders çıkaracaktır. Her bir peygamberin hayatında bizler için bu anlamda bir örneklik bulmak mümkün olacaktır. Nitekim rabbimiz bizlere bu kıssaların anlatılma ve aktarılma sebebi olarak sebatı zikretmektedir.

“(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” [9]

Nuh’un (as) sebatına bir bakalım.

“Nuh’un haberini onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah'ın ayetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah'a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!” [10]

Hud’un (as) sebatına bir bakalım.

“Biz sadece şunu söyleriz: "Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış." Hûd, dedi ki: "İşte ben Allah'ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi, hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın." [11]

3) Allah’ı çokça zikretmek.


Yine sebata yardımcı olacak sebeplerden bir tanesi de Allah Teâla’yı çokça anmak, O’nu zikretmektir. Yukarıdaki satırlarda da belirttiğimiz gibi sebat etmek Allah’ın elinde olan bir husustur. O takdirde Allah’ın razı edilmesi, O’na olan yakınlık kişiye bu hususta yardımcı olacaktır. Genel itibariyle Rabbimiz bu hakikati kitabımızın birçok yerinde dile getirmiştir. Rabbimiz yardımını bizlerden çektiği takdirde hiçbir güç ve kuvvet yoktur ki bizlere yardım etsin. Şüphesiz güç ve kuvvet O’ndandır.

Örneğin Rabbimiz bizlere cihad için birtakım hususlar ile hazırlık yapmamızı emretmiş, efendimiz ise bu hazırlığın mahiyetini anlatmıştır. Ancak Allah düşmanları ile mücadeleye girildiği takdirde ise yapılan hazırlıkları değil de kendisini zikretmeyi tavsiye etmiştir. Çünkü insanı sebat ettirecek Allah Teâla’dır, O’na olan yakınlıktır. Bu konu ile alakalı Rabbimiz şöyle buyurmuştur;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” [12]

“Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” [13]


Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah’ı zorluk anında da, genişlik anında da anmak, zikretmek, insanın Allah ile bağlarını güçlü tutması, sebata yardımcı olacak hususlardandır. Bedirde Rasulullah’ın (sav) ordusu az olmalarına rağmen zafer elde etmişlerdi. İslam ordusu, Persleri, Rumları dize getirmiş, onlara karşı büyük başarılar elde etmişti. Onların sebat etmeleri Allah’a olan yakınlıklarıydı. Bunun böyle olduğunun sağlaması Uhud ve Huneyn günü meydana gelen olaylarda saklıdır. Bu iki günde içlerinde Rasulullah (sav) olmasına rağmen Allah’ın sünneti değişmemiş ve İslam ordusu birtakım musibetlere maruz kalmıştır. İşte dünya hayatında nefse, şeytana ve tağutlara karşı verilen mücadelede Rabbimizden başka kimsemiz yoktur.  Rabbimizden başka bize yardım edecek hiç kimse yoktur, olmayacaktır da…

“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, ancak Allah'a tevekkül etsinler.” [14]

4) Çokça dua etmek.


İnsana sebat verecek olan zat Allah Teâla’dır. Çünkü kalpler O’nun iki parmağı arasındadır. İnsanlar karanlıklardan, dalaletten, cahiliyyenin çukurlarından, aydınlığa, hidayete ve imana O’nun dilemesi ile çıkarlar. O zaman hidayetin sahibine çokça dua etmek ve O’ndan istemek gerekmektedir. Rasulullah (sav) de sebat için çokça dua etmekteydi.

Nebî (sav) çokça şöyle derdi: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Bizlerde şöyle dedik; “Ey Allah’ın Rasulü! Biz sana iman ettik. Getirdiğin şeylere de iman ettik. Bizim için korkuyor musun?” O (sav) şöyle dedi; “Evet, Şüphesiz ki kalpler Allah’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.Kalpleri çevirir.”[15]

“Hiçbir kalp yoktur ki Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasında olmasın. O, kalbi düzeltmek isterse düzeltir. Saptırmak isterse saptırır.”[16]

5) Şeriate, tevhide sarılmak.


Kul tevhidin kıymetini bilir ve hayatının heralanında onu önceler ise bu takdirde Rabbimizin onu sebat ettirmeye dair sözü vardır. Allah Teâla müminleri bir söz ile sebat ettirecektir. Bu söz, Lailaheilllahtır. Yani tevhid kelimesidir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.”[17]

“Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) ‘Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.’ ayetini okudu. Ve şöyle dedi; “İşte bu, kula kabirde ‘Rabbin kimdir?’, ‘Dinin nedir?’, ‘Nebin kimdir?’ diye sorulup, O’nun da ‘Rabbim Allah’tır. Dinim İslam’dır. Peygamberim Muhammed’dir. Bize Allah katından apaçık deliller geldi. Bende O’na iman ettim ve tasdik ettim.’ diye cevaplamasıdır. Böylece O’na ‘Doğru söyledin, bunun üzerine yaşadın, bunun üzerine öldün ve bunun üzerine diriltildin.’ denilir.” [18]

6) Hidayet nimetine şükretmek.

Hiçbir nimet yoktur ki şükrü tastamam yerine getirildiğinde artmış olmasın. Allah Teâla o nimeti kullarının üzerine artırmış olmasın. Dünya da insanın en büyük elde ettiği nimetlerden bir tanesi hidayet nimetidir. Bu öylesine büyük bir nimettir ki elde edilen diğer nimetler ile kıyas edilmeyecek kadar büyük bir nimettir. Dünyada kişinin elde ettiği birçok nimet vardır. Sağlığımız, yediklerimiz, içtiklerimiz, dünyalık olarak faydalandıklarımız. Hepsi birer nimettir. Ancak hidayet nimeti bunların tamamının üzerinde müthiş büyük bir nimettir. Çünkü diğer sayacağımız nimetler aslında dünya ile zail olacak olan, daha başka bir ifade ile ebedi olmayan nimetlerdir. Ancak hidayet nimeti aslında ebedi bir nimettir. Bu dünyada olduğu gibi ahiret diyarında da faydasını görmeye devam edeceğimiz bir nimettir. Allah Teâla hiçbir insana hidayeti, zekasından, aklından, zenginliğinden ya da başka başka sebeplerden dolayı değil bilakis dilediğinden ve kulun da Rabbimizin hidayetine yönelmesinden ötürü vermiştir.  Eğer O hidayet etmeyecek olsa hiçbir insan sadece çabası ile muvaffak olamayacaktır. Dolayısıyla bu bir nimettir. Hidayet bir nimet ise, bu nimetin şükrünün layıkıyla yerine getirilmesi halinde bu nimet artacaktır. Yani insanın hidayeti, imanı artacaktır. Ve bu nimet sürecektir. Yani kişi hidayet üzere sebat edecektir. Çünkü şükür sadece dil ile telaffuz etmek değildir. Hidayetin şükrü, hidayeti verenin Allah olduğunu kalben bilmek, eğer O hidayet etmeseydi bizler hidayet bulamazdık diye hatırda tutmak, sonra bunu dile vurmak sonrasında ise bunun gerekleri ile amel etmek ve onu başkalarına aktarmak ile gerçekleşir. İşte bu nimetin farkında olmak gerekmektedir. Çünkü en büyük gaflet, bir nimetin gafletidir.

Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

"Hamd, bizi buna eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık.” [19]

Şükrün eda edilmesi halinde nimetin artacağına dair ise şöyle buyurmaktadır;

“Hani Rabbiniz şöyle vahyetmişti: "Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” [20]

Buraya kadar sebat etmekten ve sebatın sebeplerinden kısaca bahsetmeye çalıştık. Yukarıdaki satırlarda daha ziyade anlatmaya çalıştığımız şey iman ettikten sonra imandan vazgeçmek ile alakalı hususlardır. Ancak konu ile alakalı değinmemiz gereken, Müslümanlar arasında da yaygın hale gelen hususlardan bir tanesi de Müslümanların sürekli söylem değiştirmeleri ya da bir başka deyişiyle sürekli olarak eksen kayması yaşamalarıdır.

Öncelikle “’Eksen kayması nedir?’[21] diye bir soru zihinlerimiz de belirecek olursa şu şekilde bu soruya cevap verebiliriz. Eksen kayması; kişinin daha önce söylediği, savunduğu bir düşüncenin, fikrin tamamen zıttı yönde bir fikir ya da düşünce belirtmeksizin, önceki düşüncelerinin paralelinde bir söylem ve düşünce içerisine girmesidir. Örnek verecek olursak kişinin bugün ak dediği bir şeye kara değil de gri demesidir.

Bu konu dönemimizde müminler arasında, cemaatler arasında da gerçekten yaygın bir husustur. Asıl itibariyle bu şekilde başlayan farklılıklar netice itibariyle tamamen dinden dönmeye kadar varabilmektedir. Elbette kastımız bir konunun yanlışlığı kişiye ispat edildikten sonra ondan vazgeçme ve rucu etme erdemini göstermemesi değildir. Zaten vazgeçmek, rucu etmek kişinin öncesindeki hatayı kabul etmek suretiyle doğruya yönelmesi ile olur. Ancak hiç değişmediğini ifade ederek söylemlerinde farklılığa gitmesi ya da fikirlerini değiştirmesi işte tam da eksen kaymasıdır.

İnsanın yoldan çıkmasının, sapmasının, ayağının kaymasının en büyük sebebi önderlerde, liderlerde aşırıya gitmek suretiyle taassup sahibi olarak hakkı kabul etmemektir. Bu aynı zamanda bir insanın hidayete erişememesinin belki de en temel sebeplerinden bir tanesidir. Ne yazık ki Müslümanlarda da bu söz konusudur.

Gelin hep birlikte başkalarına anlattığımız hakikatlerin üzerinden tekrar geçelim.

İnsanları haktan ve hakikatten uzaklaştıran, aşırı şekilde önderlerine, liderlerine, hocalarına taassupları acaba biz Müslümanlar içinde söz konusu olabilir mi?

Bazı yanlışları, sırf sevdiklerimiz söyledi diye mi hunharca savunuyoruz? Ya da bazı gerçekleri bizden olmayanlar anlattı diye mi terk ediyoruz?

Söyleyeninin kim olduğunu değiştirmek suretiyle insanlara bazı sözleri nakletseniz insanlar hemen reddediyorlar. Çünkü söyleyen kişiye bakarak sözün doğruluğuna ya da yanlışlığına hükmediyorlar. Ancak bu cevabından sonra sözün kendi hocasına, önderine ya da liderine ait olduğunu söyleseniz, bir tevil ile ya da tevile bile ihtiyaç duymaksızın ‘ O demiş ise vardır bir bildiği’ diyerek sözün doğruluğunu teyit ediveriyorlar. İşte bu tamda anlatmak istediğimiz gerçeklik.

İnsanlar, çıktıkları dava yolunda başladıkları gibi hareket edemiyor ve belli bir zaman geçtikten sonra, oradan oraya savrulmaya başlıyorlar. Bunun en temel sebebini izah etmeye çalıştık. Bu sebeplerden bir tanesi de insanın Allah’ın dinine hizmet için veya Allah’a yakınlaşmak için araç olarak gördüğü şeyleri belli bir vakitten sonra amacı haline dönüştürmeye başlamasıdır. İnsanlar Allah’ın dinine hizmet etmek için bir dernek, vakıf ya da cemaat teşkil ediyorlar. Daha sonra araç olarak kullanılan bu yapılar, amaç haline dönüşüyor. Sonrasında ise belli bir gelişme kaydeden bu kurumu ve kuruluşu koruma adına fikirlerden ve düşüncelerden taviz verilmeye ve vazgeçilmeye başlanıyor.

Başka bir konu ile alakalı bir iletişim uzmanından dinlemiş olduğum bir örnek ile bu konuyu izah edecek olursak daha iyi anlaşılacağını ümit ediyorum. Bir koyununuz olsa, bir koyun sahibisinizdir. On koyununuz olduğunda on koyun sahibisinizdir. Ancak koyunlarınızın sayısı yüze ulaşmış ve gelişmiş iseniz artık siz bir sürü sahibisinizdir. Ve bir sürü sahibi olarak artık işletmenizi yani sürünüzü korumak zorunda olduğunuzu düşünmeye başlarsınız. Sürüden bazılarının ölmesi ya da telef olmasını önemsememeye başlarsınız. Düşünce ve fikir yapısı olarak bir koyun sahibi ya da on koyun sahibi gibi değilsinizdir. Çünkü düşündüğünüz tek şey işletmenizdir. Onun çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlarsınız.

O kurumu, kuruluşu ya da gelinen seviyeyi korumak için kişiler, yapılar söylemlerini değiştirmekte ve düşüncelerinden vazgeçmeye başlamaktadırlar. Samimi ve iyi niyetler ile yola çıkan insanlar sonrasında eksen kaymaları yaşamaktadır.  Her bir kayma ya da vazgeçme ufak noktalar ile nüanslar ile başlamaktadır. Ancak belli bir müddet sonra büyük farklar ortaya çıkmaktadır.

İlim Talebelerine Nasihat

Değerli ilim talebesi kardeşim!

Bu konuda belki de sebat etmeye ve istikamet üzere devam etmeye en fazla ihtiyacı olan kişiler ilim talebeleri, hocalar ve önderlerdir. Çünkü onların sebat etmesiyle, istikametleriyle toplumları sebat eder, istikamet bulur. Onların ayaklarının kaymaları, savrulmaları sıradan insanların savrulmaları ya da kaymaları gibi değildir. İlim talebelerinin istikameti önemlidir. Çünkü onların sapmaları ya da fikir değiştirmeleri ile toplumdan birçok insan fikir değiştirebilir. Bu yüzden ilim talebeleri çok daha fazla bu konuda temkinli olmalıdır. Herkesten çok daha fazla dua etmeli, Kur’an ile meşgul olmalı, sebeplere sarılmalıdır.

Bu konuda ilim talebesinin dikkat etmesi gereken şeylerden biri, sıradan insanlar gibi her konu hakkında fikir, görüş beyan etmemesi, ağzından çıkanlar hususunda çok dikkatli olmasıdır. Kendisine bir konu hakkında müracaat edildiğinde tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak konuşmalı, aceleci olmamalıdır. Ağzından çıkan şeyler ile imtihan olunacağını bilmelidir. İnsanlar ilim talebelerinden büyük laflar, galeyana getirecek cümleler duymak isteyecek olabilirler. Ancak ilim talebesi hikmet, basiret ile hareket etmeli, etkilenen değil etkileyen kişi konumunda olmalıdır. Çünkü ilim, yol gösterici bir rehberdir.

Tâlut kıssasını hatırlayalım. İsrailoğulları Musa’dan (as) sonra gelen bir peygamberden savaşmaları için bir yönetici istemişlerdi. Peygamberleri ise onlara savaş kendilerine farz kılınınca savaşmama ihtimalinden bahsetmişti. Onlar ise yurtlarından çıkarıldıklarından ötürü savaşacaklarını beyan etseler de Allah Teâla onlara Tâlut’u gönderince onlar vazgeçmişti. İşte dilleri ile bir şeylere talip oldular ama imtihan edilince vazgeçtiler.

Ya da şunu hatırlayalım. Musa (as) kavga eden iki kişinin arasına girmiş, kendi kavminden olanı savunmak gayesiyle diğerine vurmuş ve O’nu öldürmüştü. Sonrasında ise Allah Teâla’ya söz vermiş ve rabbinden verilen nimetler ile günahkârlara asla arka çıkmayacağını söylemişti. Sonrasında ise verdiği söz ile imtihan edilmişti. Daha önce yardım ettiği kişi yine birisiyle kavga ediyor ve Musa’yı (as) yardıma çağırıyordu. Ancak Musa (as) bu sefer o kişiye yardım etmedi. Yani Musa ((as)) ağzından çıkan söz ile imtihan oldu ama ikinci defa bu hataya düşmedi.

İnsanlara göre şekil almak, konjonktürün gerektirdikleri ile hareket etmek istikamete ve sebat etmeye engeldir. İnsanları değil, Rabbimizi hesap ederek söz söylemeli ve amel etmeliyiz. İnsanların birçoğu bir şeyi söyledikleri için doğru olmaz. Bizim ölçümüz Kur’an ve sünnettir. İstikamet üzere kalabilmek elbette zordur. Sadece illim talebesinin değil, beraber oldukları ile birlikte istikamet üzere olması ve ölmesi ise çok daha zordur. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”[22]

Son olarak Ali İmran suresinin 7. ve 8. ayetlerinde ilim sahipleri Allah Teâla’ya sebat için dua etmektedirler. Bu, bize iki şeyi hatırlatmalıdır.

Birincisi, ilim sahipleri sebata daha fazla muhtaçtır. İkincisi ise ilim, sebat etmek için tek başına yeterli değildir.

“(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” [23]

Rabbimiz! Ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl ve Müslümanlar olarak canımızı al. Allahumme amin…
 
[1] (3/Ali İmran 102)
[2] (Buhari,Müslim)
[3] (7/Araf 113)
[4] (7/Araf 120)
[5] (7/Araf 121)
[6] (Zadul Mead)
[7] (14/İbrahim 4)
[8] (25/Furkan 32)
[9] (11/Hud 120)
[10] (10/Yunus 71)
[11] (11/Hud 54-55)
[12] (8/Enfal 60)
[13] (8/Enfal 45)
[14] (3/Ali İmran 160)
[15] (Ahmed bin Hanbel)
[16] (Nesaî)
[17] (14/İbrahim 27)
[18] (İmam Mücahid Tefsiri)
[19] (7/Araf 43)
[20] (14/İbrahim 7)
[21] Eksen kaymasının tanımı; dış politikada bir ülkenin ciddi biçimde politika değiştirmesi, bazı müttefiklerinin hizasından ayrılıp, tam karşıya da değil, köşelere bir yerlere kayması.
[22] (11/Hud 112)
[23] (3/Ali İmran 8)
Whatsapp Destek