En Güzel İsimler Allah’ındır

En Güzel İsimler Allah’ındır
Hamd, biz kullarına kendisini tanıtan Allah’adır. O’na hamd ve tevbe eder, O’ndan yardım ve bağışlama dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah’ın hidayete ilettiğini kimse saptıramaz, saptırdığını da kimse hidayete erdiremez. Bir ve tek olan Allah’tan başka hak ilah olmadığına ve Muhammed’in (sav) O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim.
Hiç şüphesiz ki Ademoğlunun yaratılışının asıl gayesi, Allah subhanehu’yu kendi zatını tanıttığı gibi tanımak ve O’nun razı olacağı şekilde kendisine kulluk etmektir. Zira İslam’ın aslında, Allah subhanehu’ya iman ve ona kulluk vardır. Allah’a iman ve kulluk, onu tanımanın bir tezahürüdür. Şüphesiz ki, tanımadığımız bir ilaha hakkıyla inanmak ve ona karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek muhal bir durumdur. Bu sebepledir ki biz kulların bilmesi gereken ilk şey, yaratıcımız ve mabudumuz olan Allah subhanehu’yu bize tanıtan O’nun güzel isimlerini bilmektir. Bu ilim, kula Rabbini tanıtan ve O’na yönlendiren bir ilimdir ki bu sayede kul, Rabbini tanır, O’nu tevhid edip birler ve O’na, sanki O’nu görüyormuşçasına kulluk eder.
İşte bu sebepledir ki maksatların en yücesi, ilimlerin en faydalısı ve üstünü Allah subhanehu’nun güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını bilmektir. Çünkü bizler, bilmemiz gereken varlıkların en üstünü olan Rabbimizi ancak bu vesileyle tanırız. Bu isimler ve sıfatlar hem kendimizi hem de yerler ve gökler arasındaki tüm mahlukatı yaratan Allah subhanehu’yu bizlere tanıtır. Bu bilgi onu sevmemizi, onun huzurunda haşyet içinde olmamızı ve hiçbir varlığı O’na ortak koşmaksızın ibadet etmemizi sağlar. Geçmişten günümüze insanların kahir ekseriyetinin Allah subhanehu’ya ortaklar koşmasının temel sebebi, Allah’ı güzel isimleri ve yüce sıfatları doğrultusunda taktir edememeleridir.
Kitab-ı Kerim’inde Müşriklerin bu durumundan söz eden Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِيٌّ عَز۪يزٌ “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”[1]
Bu ilmin kıymet ve değerinin tarifine gelince, Allah subhanehu’nun güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını konu edinen bu ilim, ilimlerin en üstünü ve en şereflisidir. Çünkü Allah’ı birlemenin, O’na kulluk etmenin üzerine bina edildiği temel, bu ilimdir. Zira Allah’ı birlemek, O’na kulluk etmek, bizlerin üzerine düşen ilk görevdir. Malum olduğu üzere el-Hâlık olan Allah subhanehu’nun Cinleri ve İnsanları yaratmasının başlıca sebebi sadece ve sadece kendisine kulluk edilmesidir. İşte bu sebepledir ki ilmin üstünlüğü, konu olan şeyin üstünlüğünden kaynaklandığı için hiç kuşkusuz bu ilim ilimlerin en üstünüdür.
Bu konu hakkında İbni Kayyım (rh) şöyle der; “İlmin şerefi, konusu olan şeyin şerefine tabidir. Şüphe yok ki ilmin en üstün, en muazzam ve en büyük konusu, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan alemlerin Rabbi, göklerin ve yerin Kayyûm’u, Melîki olan, bütün mükemmel sıfatların sahibi, tüm eksiklik ve kusurlardan, mükemmelliğiyle temsilden ve teşbihten münezzeh olan Allah’tır. Hiç şüphe yok ki Allah ile O’nun, isimleri, sıfatları ve fiilleriyle ilgili olan ilim, ilimlerin en yücesi ve en üstünüdür. Bu ilmin diğer ilimler karşısındaki konumu, bu ilmin konusunun diğer ilimlerin konusu olan şeylerin karşısındaki konumuyla aynıdır. Allah ile ilgili olan ilim, ilimlerin en yücesi, en şereflisidir. Zira bu ilim, bütün ilimlerin aslıdır. Kastedilen şudur: her ilmin kökeni Allah ile ilgili ilme dayanır. Kulun saadetine ve mükemmelliğine dair ilimin de dünya ve ahiret maslahatına ilişkin ilimin de aslı bu ilimdir. Bunun cahili olmak, kulun kendi nefsinde, nefsin maslahat ve mükemmelliklerinde; arındıracak, felaha kavuşturacak şeylerinde cahili olması demektir. Dolayısıyla Allah’ı bilmek kulun saadetinin, bilmemek de bedbahtlığının temelinde yatan şeydir.”[2]
Peki Allah subhanehu’yu bilmekten kastımız tam olarak nedir?
İbni Teymiye (rh) Allah subhanehu ve teala’yı tanımakla ilgili olarak şu detaya yer vererek derki: “O’nu bilmekle aslında şu iki husus murad edilmektedir.”
Birincisi; O’nun bizatihi kendisini, sahip olduğu celal ve ikram sıfatlarını ve Esma-i Hüsna’nın delalet ettiği anlamları bilmektir.
İkincisi; Allah’ı bilmekle kastedilen şey, şer’i hükümler ile ilgili bilgilerdir. Nitekim Rasulullah (sav) bir konuda ruhsat verdikten sonra kimi insanların o ruhsattan kaçındıkları haberi kendisine ulaştığında şöyle demiştir: “Kuşku yok ki ben, onların Allah’ı en iyi bilenleriyim ve O’nun karşısında en fazla haşyet içinde olanlarıyım.”[3] Allah Rasulü’nün (sav) burada Allah’ı bilmekten kastettiği, hiç şüphesiz Allah’ın hükümlerini bilmektir. Buda bizlere göstermektedir ki Allah’ı tanımaktan murad edilen şey, O’nu, güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla bizatihi tanımak olduğu gibi aynı zamanda onun teşri kıldığı hükümleri bilmektir.
Bizlerin bu sayıyla birlikte başlayacak olan yeni yazı serisinde böyle bir konuyu ele almaktan maksadımızsa, birinci kısımda ifade edilenleri, yani Allah’ın güzel isimlerini, sahip olduğu celal ve ikram sıfatlarını ve yüce sıfatların hangi anlamalara geldiğini beyan etmektir. Bu beyanı yaparken izleyeceğimiz yolu izah edecek olursak, konu edineceğimiz tüm isimlerin lügat ve Allah’ın zatında geldiği anlamlarını, Kur’an’da zikri geçen isimlerin yan yana gelmelerinin sebep ve hikmetlerini, bu güzel isimlerin ve yüce sıfatların kâinat üzerindeki tecellilerini ve bir Müslümanın bu isimlere iman etmekle elde edeceği semereleri müstakil başlıklar altında işlemeye gayret edeceğiz. Bununla birlikte yeri geldiğinde, isim ve sıfat tevhidi kapsamında olan Allah subhanehu’nun zati haberi sıfatlarına[4] nasıl iman edilmesi gerektiğiyle alakalı bölümlerde, Selef-i Salihin’in bu konudaki inancını bu vesileyle sizlere aktaracağız.
Hiç şüphe yok ki bir ilme olan iştiyakın artması, o ilmin semerelerini bilmekle doğru orantılıdır. Kişi semerelerini bilmeden sahip olduğu ilimin sadece yükünü çeken bir hamal gibidir. Zira hamal, birtakım eşyaları taşımakla birlikte onlardan istifade edemez. Bu sebeple Allah’ın güzel isimlerine geçmeden önce sizlerle bu ilmin kıymetini ve bu ilme muttali olmakla birlikte kulun elde edeceği semereleri paylaşmak istiyoruz.
A-) Allah’ı isimleri ve mukaddes sıfatlarıyla tanımanın semerlerinden ilki, kulu ebedi kurtuluşa götüren bir ilim olmasıdır. Hiç kuşkusuz Müslümanların en büyük hedefi, Allah’ın rızasını kazanmak ve ahiret yurdunda celal ve ikram sahibi olan Allah subhanehu’nun vech-i keremine bakabilmektir. Fakat bu yüce gayeye ulaşmak, kulun tüm sahte ilahlardan arınmış bir kalp ile iman etmesi, itaat etmesi ve yasaklardan sakınmasıyla mümkündür. Söz konusu olan bu iman ve akabinde gelen salih amellerin tümü ancak ilimle mümkündür. Zira ilim söz ve amelden önce gelir. Kulun amil olmasının, haşyetle Allah’ın azabından kaçınmasının tek yolu budur.
Rabbimiz Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır;
 اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜKulları içinde Allah'tan ancak alimler korkarlar”
Hiç şüphe yok ki bu ayete konu olan Rabbanilerin nispet edildikleri ilim Allah’ı tanımaktır. Zira insanın Rabbine kulluğundaki, O’na muhabbet ve sevgi duymadaki, saygı ve tazim göstermedeki nasibi, Allah’ı güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tanıması oranındadır. Allah’ı bu şekilde tanımayan bir kulun muhabbete vasıl olması, O’nun huzurunda saygı ve tazimle kulluğunu taktim etmesi ve O’nun hudutlarına riayet etmesi pekte mümkün olan bir durum değildir. Bu sebeple bizlere düşen ilk olarak Rabbimiz subhanehu ve teala’yı tanımaya gayret göstermektir. Çünkü kul, kulluğun hakikatine ancak bu ilimle ulaşabilir.
B-) Allah’ı güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tanımanı ikinci semeresiyse, kulluğun kalitesini arttırmasıdır. İnsanlar, Rablerini bildikleri oranında O’na kulluk edebilir. Nasıl ki kişi nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı noktasında bilgisi olmadığı bir kimseyi memnun edemiyorsa, aynı şekilde Rabbi olan Allah’ında nelerden razı olup olmadığını bilmediği taktirde O’nun hoşnutluğunu, O’nun rızasını elde etmesi mümkün değildir.
Al-Asfahânî (rh) der ki: “Bazı alimler şöyle demiştir: Allah’ın insanlara farz kıldığı ilk şey zatını tanımalarıdır. Çünkü insanlar O’nu tanırlarsa, O’na kulluk ederler. Zira Allah subhanehu şöyle buyurmuştur: “Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur.” Buna göre Müslümanların Allah’ın isimlerini ve bu isimlerin açıklamalarını bilmeleri, bu suretle de Allah’ı hakkıyla tazim etmeleri gerekir. Bir kişiyle muamelede/iletişim halinde olan kişi, o kişinin ismini, künyesini, babasının ve dedesinin adını bilir. Onunla ilgili büyüklü-küçüklü her konu hakkında sorar ve danışır. Hal böyleyken bizleri yaratmış olan, hesapsız rızık bahşeden, rahmetini umduğumuz ve gazabından korktuğumuz Allah, tabi ki isimlerini ve bu isimlerin açıklamalarını bilmeye en layık olandır.”[5] İşte bu zorunluluğun idrakinde olan kul, kulluğun lezzetini tatmak noktasında ilk adımı atmış demektir.
C-) bu ilmin semerelerinden üçüncüsüne gelince, Kulun yakinini artırmasıdır. İsim ve sıfatlarıyla Allah subhanehu’yu tanımak imanın ve yakinin artmasını, tevhidin sağlanmasını ve bu suretle şüphelerin izale edilmesini sağlar.
Abdurrahman es-Sa’dî (rh) şöyle der: “Allah’ın Esma-i Hüsna’sına iman etmek ve o isimleri bilip tanımak tevhidin üç türünü de ihtiva etmektedir. Rububiyyet tevhidi, uluhiyyet tevhidi ve isim-sıfat tevhidi. Tevhidin bu türleri imanın ruhu, ferahlığı ve asıl gayesidir. Kulun, Allah’ın isimleri ve sıfatlarına ilişkin bilgisi ne kadar artarsa, imanı da o derece artar ve yakini kuvvetlenir.”[6]
Es-Sa’dî (rh) ayrıca şöyle der: “Kulun imanı, Rabbini bilmesine göredir. Kulun Rabbine dair bilgisi arttıkça imanı artar, azaldıkça da imanı azalır. Bunun en kestirme yolu, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını Kur’an’dan tedebbür etmesidir.[7]
Günümüze baktığımızdaysa insanların yakini imandan mahrum kalmasının en büyük sebebi, insanların kahir ekseriyetinin Allah’ın güzel isimlerinin ve mukaddes sıfatlarının anlamları ve kâinat üzerindeki tecellileri hakkında tefekkür etmekten gafil olmasıdır. Bu hususta sağdan yaklaşmayı çok iyi bilen iblis, insanları öyle bir hale getirmiştir ki, Allah’ın güzel isimleri gündeme geldiğinde ilk akla gelen anlamalarını bilmeksizin ezberlemek, anlam ve kâinat üzerindeki tecellilerini tefekkürden uzak bir şekilde virt halinde zikretmektir. Oysa Rasulullah’ın (sav) hadisinde ifade ettiği احصاها ifadesinden kastettiği bu değildir. Hafız İbni Hacer (rh) Fethul’l-Bari isimli eserinde bu konu hakkında der ki: “Bazıları buradaki ihsa’nın anlamının bu isimlerle amel etmek olduğunu söylemiştir.”[8] Bu isimlerle amel etmekse onların anlamlarını bilerek iman etmek, onlarla Allah’a tevessül etmek ve kâinat üzerindeki tecellilerini müşahede etmektir. Eğer bizler de yakin imanla Allah’a kulluk etmeyi arzuluyorsak, ilk yapmamız gereken Allah’ın isimlerini ihsa etmektir.
D-) Bu ilme muttali olmanın semerelerinden bir diğerine gelince, kulun Allah’ın teşri kıldığı kanunlara inkiyad göstermesidir. Allah’ı hakiki manada tanıyan kimse Allah’ın yapacağı fiillere ve teşri kılacağı hükümlere teslim olur. Çünkü Allah subhanehu isim ve sıfatlarının muktezası olamayan fiilleri işlemez. O’nun fiilleri adalet, fazilet ve hikmet dairesindedir. Aynı şekilde, teşri kıldığı hükümleri ancak hamdinin, hikmetinin, faziletinin ve adaletinin gerektirdiklerine göre teşri kılar. O’nun verdiği hükümlerin tamamı haktır, doğrudur. Emirleri ve yasakları adalettir, hikmettir, rahmettir. Bu hakikat dikkat çekmeye ve uyarıda bulunmaya gerek olmayacak derecede muazzam ve ayan beyan ortada olan bir meseledir. Günümüzdeki insanların kahir ekseriyetinin ilahi kanunlardan imtina edip beşerî kanunlara temayül etmelerinin en büyük sebebi, Allah subhanehu’yu hakkıyla tanımamaları ve bunun bir neticesi olarak O’nun ilmini, hikmetini ve adaletini taktir edememeleri sebebiyledir. İnsanların içine düşmüş oldukları küfür bataklığından kurtulmalarının tek yolu, Allah’ı kendisini biz kullarına tanıttığı isim ve vasıflarla tanımalarıdır.
E-) Allah’ı hakkıyla tanımanın semerelerinden bir diğeri de kulun her isme ait olan özel ibadetleri öğrenmesini sağlamasıdır. Bu konuda İbni Kayyım (rh) derki: “Her bir sıfata dair özel bir ibadet vardır ki bu ibadetler o sıfatın gereklerindendir. Yani o sıfatı bilmenin ve o sıfatı tanımayı gerçekleştirmenin gereklerinden olan ayrılmaz bir özellik! Kalple ve diğer organlarla ilgili tüm kulluk çeşitlerinde bu geçerlidir. Mesela zarar ve fayda vermede, lütufta bulunmada veya bulunmamada, yaratmada, rızık bahşetmede, diriltmede veya öldürmede Rab teala’nın tek olduğunu bilmesi kulun iç aleminde Allah’a tevekkül etmeyi, zahirinde bu tevekkülün gerekleri ve meyveleri şeklindeki bir kulluğu ortaya çıkarır. Allah’ın, zerre kadar bir şey dahi kendisine gizli kalmayacak kadar her şeyi işittiğini, gördüğünü, bildiğini, gizli sırları, gözlerin hainliklerini ve gönüllerde gizlenen şeyleri bile bildiğini kulun bilmesi, dilini ve diğer organlarını, kalbine düşen düşünceleri Allah’ın razı olmadığı şeylerden koruması, bu organları Allah’ın sevdiği, razı olduğu şeylere yönlendirmesi sonucunu doğurur. Haya duygusu da haramlardan ve çirkin şeylerden kaçınması neticesini getirir. Allah’ın zengin ve cömert olduğunu, iyilik ve ihsan sahibi olduğunu, merhametli olduğunu kulun bilmesi, ümidinin alanını daha da genişletir. Aynı şekilde Allah’ın celal, azamet ve izzet sahibi olduğunu bilmesi de kulun, Rabbi karşısında boyun eğmesi, O’na ram olması ve muhabbet duyması semeresini doğurur. Bâtındaki bu haller, gereklilikleri olan zahir kullukların semere olarak ortaya çıkmasını sağlar. Kulluk tamamıyla, Allah’ın isimleri ve sıfatlarının gerektirdiği şeylere dayanır.”[9]
F-) Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyla taabbüdde bulunmanın semerelerinden biride ahlak ve davranış açısından hoş etkilerinin bulunmasıdır. Zira Allah subhanehu’nun el-Halîm olduğunu ve bu isminin bir muktezası olarak kullarını cezalandırmakta acele etmediğini, onlara tevbe etmeleri için mühlet verdiğini bilen kul, ailesine, yakınlarına ve sair insanlara karşı hilimle muamele eder, onların yaptıkları hatalara bir mukabil karşılık vermekten sakınır.  Yine Allah subhanehu’nun eş-Şekûr olduğunu ve bu ismin bir muktezası olarak kullarının yapmış olduğu en ufak amellerden dahi razı olduğunu bilen kul, kanaatkâr olur ve diğer insanlardan gelen iyiliklerden büyük küçük demeden razı olur. Yine Allah subhanehu’nun el-Mütekebbir olduğunu ve bu ismin bir muktezası olarak büyüklenmenin sadece ona has olduğunu bilen kul, kibirlenmekten sakınır ve bu inanç onun tevazuya ulaşmasına sebep olur. Allah subhanehu’nun el-Hayiy ve es-Settar olduğunu ve bu ismin bir muktezası olarak kullarının ayıplarını örttüğünü ve kullarının ayıplarını aşikâr etmekten haya ettiğini bilen kul, diğer insanların ayıplarını örter ve onların ayıpları ile insanlar arasında var olan perdeyi açıp onları küçük düşürmekten haya eder. İşte bu suretle kul, Allah’ın birtakım sıfatlarıyla ahlaklanmış ve yüceliğe ulaşmış olur.
G-) Allah’ı hakkıyla tanımanın semerelerinden bir diğeri de kulun kendi nefsindeki eksikleri, ayıpları, kusurları ve afetleri görmesini sağlamasıdır. Kul bunları görmelidir ki bu kötü hasletleri düzeltme gayretine girebilsin.
İbni Kayyım (rh) bu konu hakkında şöyle der: “Küfrün dört rüknü vardır: Kibir, haset, öfke, nefsani arzu ve şehvet, bu dört rüknün menşei, kulun, Rabbini ve kendi nefsini tanımamasıdır. Çünkü kul, Rabbini kemal sıfatlarıyla ve celal nitelikleriyle tanısa, kendini de noksanlıkları ve afetleriyle bilse, kibirlenmez, bu noksanlıklar ve afetler karşısında öfkelenmez, Allah’ın kendisine vermiş olduğu şeylerden ötürü haset etmez. Hakikatte haset, Allah’a karşı bir düşmanlıktır. Çünkü bu durumda kul, Allah’ın kendisine bahşettiği nimete karşı, Allah beğendiği halde hoşnutsuzluk göstermekte, o nimetin Allah istemediği halde zail olup gitmesini istemektedir. Bu ise kazası, kaderi, sevdiği ve hoşnut olmadığı şeyler konusunda Allah’a karşı ayrılık sergilemek demektir.”[10]
H-) Allah’ı hakkıyla tanımanın kula sağladığı faydalardan biride, Kulun Allah subhanehu’nun taktirine rıza göstermesidir. Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının bilinmesi ve bu isim ve sıfatlar gereğince Allah’a kulluk edilmesi, musibetlerin, istenmeyen durumların ve sıkıntılı hallerin yaşandığı anlarda hoş semereler verir. Mesela Rabbinin her şeyi bildiğini, hikmet sahibi olduğunu, kimseye haksızlık etmeyen adalet sıfatına sahip olduğunu bilen kul, rıza gösterir ve sabreder. Bilir ki başına gelen istenmeyen hadiseler ve maruz kaldığı mihnet halleri, kendisinin bilmediği ama Allah’ın ilim ve hikmetinin gereği olan türlü maslahatları ve menfaatleri ihtiva eder. Dolayısıyla bunu bilen kul, huzur bulur, sükûnete erer ve işlerini Allah’a havale eder.
Allah’ı, güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tanımanın kula kazandırdığı faydaların anlatmakla bitmeyecek kadar çok olması, ne yazık ki hepsini burada zikretmemizi imkânsız kılmaktadır. Bu sebeple de önce kendi nefsime, sonrada siz kardeşlerime fayda vereceğini umduğum kısımları bu başlangıç yazımızda konu edinmeye çalıştım. Allah subhanehu’dan temennim bu yazı serisiyle gündemimize alacağımız bu güzel isimleri hakkıyla anlayıp, bu güzel isimlerle Allah’a güzel bir kulluğu taktim edebilmektir.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun…
 
[1] (22/ Hac 74)
[2] Miftâhu Dâr’s-Seâde, 1/312
[3] Buhari, 6101 /Mecmû’u’l-Fetâvâ, 3/333
[4] El, Yüz, Kadem vb. Sıfatlarını-
[5] El-Hucce fi Beyâni’l-Mahacce, 1/122
[6] Et-Tevdîh ve’l-Beyan li Şecarati’l-İman, s.41
[7] Sa’dî, efsir, 1/24
[8] el-Esmau’l-Hüsna, Abdulaziz bin Nâsır el-Cüleyyil s.12
[9] Miftâhu Dâri’s-Se’âde, 2/90
[10]  El-Favâid, s.177
Whatsapp Destek