Faydasız İlmin Alamati

Faydasız ilmin alameti, sahibine; kibri, gururu, büyüklenmeyi, dünyada yüksek yerde olmayı, dünyalık işlerde yarışmayı, âlimlere gösteriş yapmayı, sefihlerle çekişmeyi ve insanların bakışlarını kendilerine çevirme isteği kazandırmasıdır. Bu konu hakkında Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Kim bunlar için ilim talep ederse ona ateş vardır.”[1]
Bu ilimleri elde eden bazı kişiler Allah’ı bildiklerini, O’nun rızasını elde ettiklerini ve bunların dışındaki şeylerden yüz çevirdiklerini savunmaktadırlar. Ancak bu kişilerin niyetleri insanların kalplerinde, melikler ve diğer kişilerden önce gelmelerini, kendilerine iyi zanda bulunmalarını, çokça kişilerin onlara tabi olmalarını arzulamak ve insanlara bundan dolayı büyüklenmektir. Bunun alameti Ehl-i Kitab, Kerametiler ve Bâtıniler ve buna benzeyenler gibi veli olduklarını iddia etmeleridir. Bu şekilde nefsi ezmeye çalışmak, zahiren ve batînen nefsi küçük görmek Selef’in yaptığı bir uygulama değildir.
Faydasız ilmin alametlerinden biride hakkı kabul etmeme, hakka teslim olmama ve hakkı söyleyenlere karşı kibirlenmedir. Özellikle de insanların gözlerinde küçük olan kimse hakkı söylediğinde ona karşı kibirlenmekte ve ayrıca hakka rücu etmeleri gerekirken, insanların kendilerinden uzaklaşma korkusundan dolayı batılda ısrar edilmesidir.
Yine bu sıfatları kendilerinde taşıyan kimseler, insanların nezdinde kendilerini mütevazı olduklarını ispatlayabilmeleri ve davranışlarıyla övülmeleri için dilleriyle kendilerini yermekte ve küçümsemektedir. Bu da gizli şirktir. Tabiin ve tabiinden sonra gelen âlimler bu hususta uyarılar yapmışlardır.
Onlardan açıkça zuhur eden şey, sıdka ve ihlasa zıt olan övgüyü arzulamamaktır. Sadık olan kimse nifak sahibi olmaktan ve kötü akıbetten korkar ve övülmelerini bir meşguliyet sayar. Bundan dolayı, ilmin fayda verdiği kişiler kendilerini yüksek makamda görmezler. Kalplerinin tezkiye edilmesini ve övülmesini istemezler. Hiç kimseye karşı büyüklenmezler.
Hasan-ı Basrî (ra) şöyle der: “Gerçek fakih dünyada zahid, ahireti talep etmede istekli, dininde basiretli ve rabbine ibadet etmede ise devamlı olandır.” Yine ondan gelen bir rivayette “Fakih kendisinden üstün olanlara haset etmez, kendisinden ilimce küçük olanlara alay etmez ve Allah’ın ona öğrettiği ilimden ücret almaz.” der. Bu son cümlenin manasının aynısı İbn Ömer’den (ra) de rivayet edilmiştir.
Kendisine fayda veren ilim, sahibinin ilmi artıkça Allah’a karşı tevazusu, korkusu, teslimiyeti ve itaati artar. Seleften bazıları şöyle der: “Âlimin rabbine karşı tevazulu olabilmesi için toprağı başının üstüne koyması gerekir.” Kişi ilmini rabbi için artırırsa O’nu iyi tanır, sevgisi, teslimiyeti ve itaati artar.
Faydalı ilmin alametlerinden biri de, sahibinin dünyadan feragat etmesine sebep olur. Bunlardan en büyüğü liderlik, şöhret ve övülmedir. Bunlardan uzak durmaya çaba göstermek faydalı ilmin alametleridir. Dünyalık şeylerden bir tanesi, kasıtsız ve gayri ihtiyarı, ilmin kendisine fayda verdiği kişiye gelirse cezadan ötürü korkar, dünyalık şeylerin kendilerine tuzak olduğunu niteler ve bundan dolayı ürperirdi. Nasıl ki İmam Ahmed isminin meşhur olmasından nefsi için korkar ve uzak durmaya çalışırdı.
Faydalı ilmin alametlerinden bir diğeri de, ilmin sahibine fayda verdiği kişi kendisini ilimli görmez, kimseye ilminden ötürü gururlanmaz, kasıtlı bir şekilde kimseye övünmez, sünnete ve ehline muhalefet edenlerin dışında kimseyi cahillikle nitelemez. Allah için kızılması gereken meselelerde konuşur, kendi nefsi için kızılması gereken hususlarda ise konuşmaz.
Fayda vermeyen ilmin alametlerine gelince işi gücü insanlara ilmiyle büyüklenmesi, ilmini üstün görmesi, başkalarını cahillikle nitelendirmesi ve kendisini yüce görebilmesi için insanları eksik görmesidir. Bu sayılanlar en kötü ve en şerli özellikleridir. Bu özellikleri kendisinde taşıyanlar önceki âlimleri cahillikle, gafletle ve yanlışta olduklarını nispet etmektedirler. Bu şekilde kendileri için iyi zanda, önceki âlimler için de kötü zanda bulunurlar.
Kendisine fayda veren ilim ehli bu sayılanların tam tersinedir. Kendi nefisleri için kötü zanda, kendilerinden önce gelen âlimler için ise iyi zanda bulunurlar. Geçmiş dönemde yaşayan âlimlerin kendilerinden daha da faziletli olduklarını, onların mertebelerine ulaşmayı bırak, onların denginde ve ya onlara yakın olmaya aciz olduklarını görürler.
İmam Ebu Hanife (ra) kendisine “Alkame ve Esved’den (ra) hangisi daha faziletli?” diye yöneltilen soruya ne güzelde cevap vermiştir:
 “Allah’a yemin olsun ki biz onları zikretmeye ehil değiliz ki hangisinin daha da faziletli olduğunu nasıl bilelim.”
İbn Mübarek (ra), kendisinden önce âlimlerin ahlakı hatırlatıldığı zaman şu şiiri söylerdi:
“Bizim sözlerimizle onların sözlerini bir saymayın.
Sağlıklı birisi yürüdüğü zaman onu felçli saymayın.”
Kendisine fayda vermeyen ilim sahibi, önceki âlimlerden çok konuştuğunu gördüğü zaman Allah katında ilminin ya da derecesinin faziletli olduğunu ve kendisinin özel bir konumda olduğunu zanneder. Onları küçümser ve ilimlerinin az olduğunu görür. Bu zavallı kişi bilmez ki selefin az konuşmasının nedeninin Allah’tan korkması ve takva sahibi olmalarıdır. Eğer konuşmak ve kelamı uzatmak isteselerdi aciz olmazlardı.
İbn Abbas (ra) din konusunda tartışan bir topluluğu işittiğinde şöyle demiştir: “Siz bilmez misiniz? Allah’ın (cc) öyle kulları vardır ki dilsiz olmadıkları halde Allah korkusu onları susturmuştur. Onlar âlim, belağatlı, hür, şerefli ve Allah’ın günlerini bilen kişilerdir. Onlara Allah’ın azameti hatırlatıldığında paçaları tutuşur, kalpleri parçalanır, dilleri tutulurdu. Temiz amellerle Allah’a koşar ve nefislerini aşağıda sayarlardı. Onlar zalime ve hatalıya karşı güçlü ve uyanıktırlar. Tertemiz kişilerdi. İşledikleri çok amelleri çok görmez, az amellerden razı olmaz ve Allah’a amelleriyle minnet etmezlerdi. Ne zaman onlarla karşılaşırsan kederli, üzgün ve korku bulursun.”[2]
İmam Ahmed[3] ve İmam Tirmizi[4], Ebu Umame’den (ra) Nebi’nin (sav) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
“Hayâ ve susmak imandan iki şubedir.”
İbn Hibban sahihinde Ebu Hureyre’den (ra) Nebi’nin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Beyan (açıklama) Allah’tan, susmak ise şeytandandır. Beyan çok konuşmak değil, hakkı söylemektir. Susmak az konuşmak değil, hakkı söylemektir.”[5]
Rasulullah  (sav) başka hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Üç şey vardır ki kul dünyada bunlarla küçülür, ahirette ise bunlardan daha büyüğünü kazanır. Bunlar; Sıla-i rahim, hayâ ve dili tutmak.”
Avn bin Abdullah (ra) şöyle demiştir: “Şu üç şey imandandır; hayâ, iffet ve dili tutmak. Dili tutmak kalbin düşüncesinden ve amelden alıkoymak değildir. Bunlar ahirette dereceyi artıran, dünyada eksilten şeylerdir. Ahirette artıran şeyler dünyada eksiltenlerden daha değerlidir.” Bu hadis merfu’ olarak zayıf bir yolla rivayet edilmiştir.
Seleften bazıları şöyle der: “Adamın biri topluluğun yanında oturur da o topluluk adamın dilsiz olduğunu zannederdi. Fakat o Müslüman bir fakihtir.”
Kim selefin değerini anlarsa tartışmadan ve çok konuşmadan uzaklaşır. İhtiyaçtan fazla konuşmamaları dilsizlikten, cehaletten ve noksanlıktan dolayı olmamıştır. Konuşmamalarının nedeni Allah korkusu, takva ve fayda vermeyen hususlardan fayda veren hususlara meşguliyet göstermeleridir. Bu konuşmaları dinin aslından, tafsilatından, Kur’an tefsirinden, hadisten, zühdden, rekaikten, vaazdan, hikemden ve diğer konulardan olsun fark etmez her zaman ihtiyaç miktarında konuşurlardı.
Selefin yolunu kim takip ederse hidayet bulur. Kimde onların dışında bir yol takip ederse çokça soru sormaya, tartışmaya, çekişmeye ve dedikodu yapmaya sebep olur. Herkim de onların faziletli, kendisinin kusurlu olduğunu bilirse onların yoluna yaklaşmış olur.
İyas bin Muaviye (ra) şöyle der:
“Nefsinin kusurunu bilmeyen kimse ancak ahmaktır.”
Ona denildi ki: “Senin kusurun nedir?”
O da: “Çok konuşmak” diye cevap verdi.
Kim kendisinin faziletli olduğunu, selefinde cahil ve eksik olduğunu iddia ederse apaçık sapıklığa ve büyük hüsrana düşmüş olur.
Özetle; fitne döneminde insan kendisinin Allah katında âlim olduğuna ya da kişilerin yanında âlim olduğuna razı olur. Birincisine razı olursa Allah’ın bilmesine yetinsin. Kim de Allah ile kendi arasında bir bağ varsa Allah’ın bilmesi yeterlidir. Kim buna razı olmayıp insanlar katında âlimlerden olmayı kabul ederse Rasulullah’ın (sav) şu sözüne muhatap olur:
“Kim ilmi, âlimlere gösteriş yapmada, sefihlerle çekişmede ve insanların bakışlarını kendisine çevirmek için öğrenirse cehennemde ki yerini hazırlasın.”[6]
Vuheyb bin Verd (ra) şöyle derdi:
“Nice âlimler vardır ki insanlar onlara âlim der. Fakat Allah katında cahil olarak sayılmıştır.”
Kim insanlar arasında hüküm verme derecesine ulaşmak için nefsini çaba gösterirse –ki selef döneminde insanlar büyüklük taslamıyor ve büyük olmaya iltifat etmiyorlardı- hayırlı olanı değersiz olanla değiştirmiş ve âlimlerin derecesini zalimlerin derecesine dönüştürmüştür. Bundan dolayı bazı selef âlimleri kendilerine kadılık teklifi edilince yüz çevirmiş ve şöyle demişlerdir:
“Ben bu ilmi nebilerle haşr olunabilmek için öğrendim; meliklerle beraber haşr olunmak için değil. Şüphesiz ki âlimler Nebilerle, kadılarda meliklerle beraber haşr olunacaktır.”
Uzun bir rahatlığa kavuşmak için kısa müddet sabır gerekir. Karşı çıkıp sabretmezse İbn Mubarek’in (ra) dediği gibi “Kim sabredecekse ne kadar da az sabredecektir. Kim sabretmeyecekse ne kadar da az dünyadan faydalanacaktır.” olur.
İmam Şafi (ra) şu şiiri söylerdi:
“Ey nefsim dünya birkaç gün sabırdır,
Müddeti bir dünya kadardır.
Ey nefsim sana düşen dünyaya aldırmamandır,
Çünkü gerçek yaşam ahiret hayatıdır.”
Allah’tan (cc) faydalı ilim istiyoruz. Fayda vermeyecek ilimden, huşu bulmayan kalpten, doymayan nefisten ve icabet edilmeyecek duadan O’na sığınırız.
Allah’ım! Şu saydığımız dört şeyden sana sığınırız. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selâm, Muhammed’e (sav),  ailesine ve tüm ashabına olsun.
 
 
[1] (İbnMace 254; İbnHibban, 77; Hakim, 1/86)
[2] (Ebu Nuaym, Hilye, 1/325); (İbn Mübarek, 1595)
[3] (5/269)
[4] (2027) İmam Tirmizi bu hadise hasen demiştir. Hakim bu hadisi rivayet etmiş ve sahih demiştir.
[5] (5796)
[6] (Tirmizi)
Whatsapp Destek