Fedakarlık Sabır ve Cennet

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Rasulullah (sav), Kâbe’nin gölgesinde kaftanına yaslandığı bir sırada kendisine Habbab bin Eret, “Ya Rasulullah!  Bizim için Allah’tan yardım dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah’a dua edemez misin?” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle insanlar bulunmuştur ki, o kişi için yerde bir kuyu kazılır, kendisi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başına konulur ve iki kısma ayrılırdı. Demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da bu işkenceler o mümini dininden çevirmezdi. Allah’a yemin ederim ki şu İslam dini kemale erecektir. Hatta öyle bir hal alacak ki bir süvari, tek başına San’a’dan Hadramevt’e kadar selametle gidecek de Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak ve bir de koyun sahibi ise sadece koyununa kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.”

Yukarıdaki kesitten çıkarılacak dersler şunlardır;

1) İnsanlar her dönemde belli imtihanlara maruz kalırlar. Sıkıntı ve imtihanlar insanları zaman zaman bunaltır. İmtihanlar her insanın imanı ile doğru orantılıdır. Bu dine iman eden kimse her zaman çeşitli imtihanlara maruz kalacaktır. Bu imtihanlar belli dönemlerde şiddetlenirken bazı zamanlarda ise şiddeti hafifleyebilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”[1]

Efendimiz ise şöyle buyurdu; “İnsanlar içinde en ağır imtihana maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra ise sırasıyla (rütbeleri) onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir.”[2]

Başına dinin için gelen bir musibete ve imtihana asla şaşırma. Çünkü iman iddiasında bulunan hiçbir kimse yoktur ki, kavmi ya da bulunduğu toplumun sahipleri tarafından herhangi bir imtihana maruz bırakılmış olmasın. Bir mümin bu hakikati asla unutmamalıdır. Kendisinin peygamberler ile aynı daveti yaptığı iddiasında bulunan bir insan kavimleri tarafından türlü eziyetlere maruz bırakılan peygamberlerin hayatından elbette bihaber olamaz.

Zikrettiğimiz olaydan şunu anlıyoruz ki sahabeler bile çok fedakâr olmalarına rağmen belli zamanlarda çaresiz bir şekilde Efendimize başvuruyorlardı. Rasulullah (sav) ise onları teskin ederek, kendilerine nasihat ederek, onları geri çeviriyordu. Önderler imtihan zamanlarında diğer insanları teskin etmeli ve onlardan daha serinkanlı olmalıdırlar. O dönemlerde Efendimizde farklı imtihanlara maruz kalmıştı. Ancak kendisinde bir soğukkanlılık göze çarpmaktadır.

İmtihanlar ile mücadele ancak maneviyat ile mümkündür. Bir Müslüman maruz kaldığı imtihanlardan Allah’a yakınlaşarak, O’na dua ederek, O’nun kitabını okuyarak, O’nu genişlik ve darlığında anarak, zikrederek çıkabilir. Bu sebeple mümin kalbini güçlendirmeli, kalbine zarar verecek amellerden de ortamlardan da arkadaşlardan da uzaklaşmalıdır. Kendisini kalbini güçlendirecek hususlara yöneltmelidir.

2) Herkesin ve her dönemin imtihanı farklı farklıdır. Kişi kimsenin imtihanını küçük görmemelidir. Bir kalp hastalığı olarak karşımıza şu çıkmaktadır; İnsanlar kendilerinin maruz kaldığı ufak bir imtihanı da fedakârlığı da gözünde büyütmekte, kendisi dışındaki insanların imtihanlarını ise yok saymaya kalkışmaktadır. Bu bir kalp hastalığıdır. Bu insanı kibre, kendini beğenmeye götürebilir. Mümin empati yapmayı bilmelidir. İmtihana maruz kalmış, fedakârlık göstermiş insanların yerine kendisini koyabilmelidir. Kendi imtihanlarını büyük, başkalarınınkini küçük görme. Çünkü hiçbir imtihan kolay değildir.

3) İnsan dünyada ne çekerse çeksin eninde sonunda bu dünya bitecektir ve son bulacaktır.  Çünkü bu dünya geçici ahiret ise baki olandır.

Rasulullah (sav), bir hadiste şöyle buyurmaktadır; “Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra; “Ey Âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nail oldun mu? denilir. O kişi; “Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim” der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir, cennete bir kere daldırılır. Ona da “Ey Âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de: Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim” der.”[3]

Şöyle bir düşünelim! Dünya da en fazla sıkıntı çekmiş insan kim olabilir?
Kur’an da Buruc suresinde bize anlatılan hendek ashabının hendeklere diri diri attığı müminleri hatırlayabiliriz. Ya da yukarıdaki olayda Rasulullah’ın (sav) bize haber verdiği geçmiş ümmetlerdeki insanları anabiliriz. Belki de bilmediğimiz ama dünyada bu kimselerden çok daha fazla musibete maruz kalan insanlar da olabilir. Durum ne olursa olsun bu dünya hayatı geçicidir. İnsan ne kadar imtihan olsa da elbet bir gün imtihanlar son bulacaktır. Ve imtihanlara maruz kalanlar, cennette karşılığını aldığı an dünyadaki tüm olanları unutacaklardır.

4) Mümin başına imtihan geldiğinde her zaman daha kötü durumda olanı düşünmelidir. Bu durum, kişinin şükretmesi ve Allah’a yakınlaşması için daha uygun olandır.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.”[4]

İmtihanlarda da müminin durumu aynı olmalıdır. Allah Teâlâ insana kaldıramayacağı bir imtihan vermez. Kendisine bir musibet uğradığında kendisinden daha ağır imtihanda olanlara bakmalıdır ki hem imtihana sabredebilsin hem de Rabbine imtihanlar içinde de şükredebilsin.

Vefat edip bu dünyadan ayrılan kardeşlerini bir kenara koy ve dünyada tanıdığın kimseleri düşün. Hangisinin yerinde olmak isterdin? Şundan emin olabilirsin ki kendinden başka kimsenin yerinde olmayı istemezsin. Çünkü herkesin bir imtihanı olduğunu fark edecek ve kendi imtihanlarını onlarının imtihanları yanında daha ufak göreceksin.

Bu bahsettiğim durum, daha önceleri tefekkür ettiğim bir durum idi. Bu tefekkürümü destekler nitelikte geçtiğimiz günlerde cezaevindeki değerli bir abimizden (hocamızdan) aldığım mektup bunu daha da perçinledi.
Yazmış olduğu mektubunda şunları ifade ediyordu; “Geçen gün yatağa uzanmış düşünüyordum. Teker teker koğuştaki herkesin yerine koydum kendimi ve ‘O’nun yerinde olmak ister miydin?’ diye kendime sordum. Cevaplar olumsuz… Daha sonra dışarıda bildiğim tanıdığım kimselerin yerine koydum kendimi ve aynı soruyu sordum. Cevaplar yine olumsuz… Sonra kendimden utandım. İçerisinde bulunduğum bunca nimete rağmen kulluktaki tembelliğime, eksiklerime utandım.”

Böyle diyordu imtihanlara maruz kalmış ve kendisini belki de daha birçok imtihanın beklediği değerli abim…

Durum tam da onun ifade ettiği gibi. Sabretmek ve şükretmek için
kendinden daha ağır imtihanlara maruz kalanlara bakmalısın.

5) Müslüman bu dinin neticeye ulaşması noktasında asla ümitsiz olmamalıdır. Allah’ın kendi üzerine almış olduğu bu işi asla muhasebe etmeye dahi kalkmamalıdır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.”[5]

Efendimiz bu örnekte olduğu gibi daha birçok yerde ümmetine ümit vermiştir. Yine ümmetine bir müjde vererek onlara ümitli olmayı işaret etmiştir. Hendek savaşında Efendimiz ile birlikte arkadaşları hendek kazarken kendisi yine ashabına bazı yerlerin fethini müjdeliyordu.

Müminler bununla Allah’a karşı hüsnü zan besleyerek, ümitli olarak yapmaları gerek işe dört elle sarılıyorlardı.

Mümin imtihan anlarında Allah’ın dinini tamamlama yönündeki ayetlerine ve peygamberin müjdelerine dikkat kesilip, ümidini yitirmemelidir.

Efendimiz San’a’dan, Hadramevt’e kadar bir yerin İslam’ın egemenliğine gireceğini İslam’ın henüz daha ilk yıllarında müjdelemiştir. Bugün İslam egemen bir konumda olmayabilir. Ancak bizler biliyoruz ki İslam yeryüzünde hâkim konuma gelecektir. Bu yolda çekilen imtihanlar ise akıldan çıkarılmadan sabredilmelidir.

6) İslam da her zaman alternatif yoktur. Sahabeler Rasulullah’a (sav) geldiklerinde kendisi onlara sabretmekten başka bir şeyi tavsiye etmedi, edemedi. Çünkü alternatif yoktu. Sahabesi birçok imtihana maruz kalmasına rağmen onlara verebildiği tek tavsiye sabırdı ve acele etmemeleriydi. Her zaman her şeyin alternatifi olmayabilir. Mümine düşen üstüne düşenleri gücü nispetinde yaparak sabretmektir.

7) İslam demek eminlik demektir. Çünkü Rasulullah (sav), İslam’ın hâkim olduğu zamanlarda kişinin İslam topraklarındaki tek korkusunun Allah’tan ve sürüsü için ise kurttan olacağını ifade etmiştir.

Buradan anlıyoruz ki İslam eminlik demektir. Müslüman ise emin olan kimse demektir. Müslüman, kendisini dışındaki insanların kendisinden emin olduğu kimsedir. Elinden ve dilinden emin olunan insandır. İslam toprakları da böyledir. Şeriat ile adalet sağlanır. Zulüm ortadan kaldırılır, insanlar canları ve malları hususunda emanet altındadırlar.

8) Yine buradan öğrenebileceğimiz başka bir madde ise acelecilik, her hareket için problemdir. Bir insan için, bir hareket için acelecilik en büyük felaketlerdendir. İnsanı başarıya ulaştırmaz. Kâinattaki her şey için Allah Teâlâ bir müddet ve mühlet belirlemiştir. Bu mühletten önceki elde edilmeye çalışılacak olan her şey sağlıksız olacaktır.

Örneğin anne karnındaki bir çocuğu düşünelim! Rabbimiz bunun için bir mühlet tayin etmiştir. Bundan önce meydana gelecek bir doğum sağlıksız olacaktır. Her işin doğası gereği bir zamanı vardır. Bu zaman için acele etmek o işi baltalayacaktır.

“İnsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında ayetlerimi göstereceğim.  Şimdi acele etmeyin.”[6]

Selam ve dua ile…
 
[1] (29/ Ankebut 2-3)
[2] (Hakîm)
[3] (Müslim)
[4] (Müslim)
[5] (61/ Saf 8-9)
[6] (21/ Enbiya 37)
Whatsapp Destek