Güçlü Mü'min

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

İnsanlar kavramlar vasıtasıyla birbirleriyle anlaşırlar ve kendilerini izah edebilirler. İnsanların kelimelere yüklemiş oldukları anlamlar farklılaştığında birbirleriyle olan anlaşmaları pek mümkün olmayacaktır. Ya da birbirleriyle anlaştıklarını zannederek yanlış anlaşılmalara sebep olacaktır.

Örneğin birbiriyle anlaşmaya çalışan iki kişi telefona farklı anlamlar yüklediğinde ya da birisi telefondan cep telefonunu diğeri ise geçtiğimiz zamandan kalma ev telefonlarını anlayacak olur ise birbirlerine bir şey anlatma ve anlaşma noktasında başarısız olacaklardır.

Bu giriş ve örnek üzerinden konuyu bizlerin şeriatı anlamasına getirmek istiyorum.

İslam şeriatı bir kavrama bir anlam yüklediğinde o kavramın ne anlama geldiğini bir mümin anlamadığında o emrin ya da nehyin mahiyetini de anlayamaz. Bir emir veya nehiy yok ise dahi şeriatın muradını anlayamaz. Bu anlam farkı ise şeriat ile lugatlarımız aynı olmadığında ortaya çıkar.

Müslüman kelime anlamı ile teslim olan anlamına gelmektedir. Müslüman bir kimse Allah’tan, Allah’ın kitabından, O’nun elçisinden gelen her şeye teslim olandır. Bu teslim olma hali eşyanın ya da durumların, olayların isimlendirilmesinde de geçerlidir.  Allah Teâlâ bir şeye temiz dediğinde Müslüman katında o şey temiz, başka bir şeye pis dediğinde ise Müslümanın yanında o şeyin pis olması gerekir. Aynı husus bir şeye iyi ya da kötü denilmesi halinde de geçerlidir. Bir Müslüman için Allah’ın dediği iyi iyidir. Kötü ise kötüdür. Müslüman için bir başka durum düşünülemez. Allah’ın iyi dedikleri ya da kötü dedikleri onun için bir ölçüttür.

Şeriata baktığımızda bizim yer yer anladığımız iyi şeylerin kötü olarak isimlendirildiğini ya da vasıflandığını, kötü olanların ise iyi olarak değerlendirildiğini görmekteyiz. Ya da ölüm dediğimiz şeyi hayat, hayat-yaşam dediğimiz şeyin ise ölmek olduğunu anlıyoruz.
İmtihan denilince aklımıza neler gelmektedir? Hayatımızda birçok imtihan mevcut. İnsanların, öğrencilerin hayatlarında imtihanlar mevcut. Lise sınavı, üniversite sınavı, yeterlilik sınavı vs. Peki imtihan ve sınav denildiğinde aklımızda ilk beliren şey ahiret sınavı ve imtihanı oluyor mu? İlk sırada bu aklımıza gelip sonrakileri bunlara tabi mi kılıyoruz? Yoksa tam tersi o basit imtihanlar sıralamada ilk sırayı alarak asıl sınavımızın önüne mi geçiyor? Asıl sınavı unutup, diğerlerine mi dalıyoruz?

Bunların daha fazla somutlaşması için bazı örnekler zikredeceğim. Örnekler ile anlatmak istediğim şey; Allah ile kitabı ile şeriat ile lugatlarımızın farklılığına dikkat çekmektir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”[1]

Ayetteki “tehlike” kelimesine yüklediğimiz anlamı bir düşünelim. Azımsanmayacak kadar büyük bir kesim insanın kendisine zarar vereceği hususlara dalmaması olarak okuyacak, bu şekilde aklında ve zihninde canlanacak, böyle yorumlayacaktır.

Ancak ayetin ilk tarafındaki “infak edin, Allah yolunda harcayın.” kelimesinden de anlaşılacağı üzere infak etmemek tehlikenin kendisidir. Ancak salt bir düşünme yapsak “insana zarar veren kendinden belli bir miktar paranın çıkması hususu kişinin tehlikeye girmesi anlamına gelir” zannına kapılırız.

Yine bu ayetin tefsirinde sebebi nüzulü ile alakalı bir başka rivayette bu konunun anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.

Leys İbn Kâ'b, Yezid İbni Ebu Halid kanalıyla Eslem'den naklede­rek der ki: Muhacirlerden bir kişi İstanbul'da düşmanların safına sal­dırdı. Ve düşman safını deldi. Beraberimizde Ebu Eyyûb el- Ensarî de vardı. Bazı kimseler dediler ki; “Kendini kendi eliyle tehlikeye attı. Ebu Eyyub el- Ensarî dedi ki; “Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü o, bizim hakkımızda nazil olmuştur. Biz Rasulullah'la birlikte sohbet ettik. Onunla nice şeylere şahit olduk ve ona destek olduk. İslam yayılıp da ortaya çıkınca biz Ensar topluluğu gizlice toplandık ve dedik ki: “Allah bize Rasulullah'la sohbet etme şerefini lütfetti. Ve ona yardımcı olma imkânını bahşetti. Böylece İslâm yayıldı. Müslümanlar çoğaldı. Biz Rasulullah’ı ailelerimize, mallarımıza ve çocuklarımıza tercih et­miştik. Şimdi ise savaş ağırlığını kaybetti. Artık ailelerimize, çocukları­mıza dönüp onların yanında kalsak.” İşte bunun üzerine “Allah yolunda infak edin ve ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayeti bizim hakkı­mızda nazil oldu.”[2]

Tehlike kelimesine bizler başka bir anlam yükleme eğiliminde olsak da Rabbimiz bir başka manayı kendisi ile murat etmiştir.
Bu konu ile alakalı bir başka örnek daha zikredecek olursak yine Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

Rasulullah (sav) “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashabı, “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” dediler. Rasulullah (sav) “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnat ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biten, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.” buyurdular.[3]

Bu hadiste de müflis kelimesine bizim yüklediğimiz mana ile önderimiz, yol göstericimizin yüklediği anlamın aynı olmadığına işaret etmeye çalıştım.

Yine bir başka örnek ise Rabbimizin kârlı ticaret dediği şeyin bizim katımızda ölüm anlamına geldiği şu ayetlerdir. Kârlı ve hayat veren şeylerin bizim katımızda ölüm anlamına gelmesidir.

“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Allah'a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.”[4]

Verilen örneklerden de açıkça anlaşılacağı üzere Allah ile, peygamberi ile ve şeriatı ile bizlerin bakış açıları birbirinden farklı olabilmektedir. Bu farklılıklar bizi rabbimizin muradının iyi anlaşılmasından uzaklaştırabilmektedir.

Yine bu bağlamda konuyu destekler nitelikte şu hadisi zikretmeye ve şerh etmeye çalışacağım. Ta ki zikretmeye çalıştığım bu konu anlam bakımından daha da zihinlerimizde güçlensin.

“Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Bununla beraber her ikisinde de hayır vardır. Sana fayda veren şeyleri elde etmeye gayret et. Allah'tan yardım dile ve acizlik gösterme. Şayet başına bir iş gelirse sakın, “Eğer şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu” deme. Aksine “Allah'ın takdiri, O dilediğini yapar.”de. Çünkü “Eğer şöyle yapsaydım” demek şeytanın vesvesesine kapı aralar.”[5]

Allah Teâlâ’nın güçlü müminden kastettiği nedir?

Güçlü mümin sadece bedeni kuvvetli olan kimse midir?

Bedeni güçlü olan müminler, zayıf ve çelimsiz müminlerden daha mı hayırlıdırlar?

Allah’ın katında hayırlı, sevimli mümin olmak için güçlendirmemiz gereken nedir?

Rasulullah (sav), bu hadisinde Müslümanları güçlü olmaya teşvik ederek güçlü Müslümanın Allah katında daha faziletli olduğunu bildirmektedir.

Güçlü Müslüman ve güçlü mümin olmaktan kasıt bedenen gücü, kuvveti yerinde olan Müslüman demek değildir. Bunun böyle olduğunu efendimizin başka hadislerinden de anlayabiliriz.

“Kıyamet günü, dünyada büyük diye tanınan iri yarı bir adam çıkagelir. Hâlbuki onun Allah yanında sinek kanadı kadar bile (ağırlığı) değeri yoktur.”[6]

Rasulullah (sav) günlerden bir gün İbni Mesud’a (ra) bir ağaca tırmanmasını emretti. İbni Mesud (ra) da ağaca tırmandı. Yanındaki sahabeler ise İbni Mesud’un (ra) bacaklarının zayıf ve çelimsiz olmasında ötürü güldüler. Efendimiz (sav) şöyle dedi;

“Neye gülüyorsunuz? Abdullah’ın bacakları kıyamet günü mizanda Uhud dağından daha ağır gelecektir.”[7]

Bu iki hadisi ve zikredip de üzerinde durduğumuz hadisi cem edip anlamaya çalıştığımızda insanın kuvvet ve güç bakımından güçlü olmasından daha ziyade Allah Teâlâ’nın kullarından kuvvetlendirmelerini ve güçlendirmeleri gereken şeyin başka şeyler olduğunu anlayabiliriz. Güçlü müminden kasıt kaslı, sportif, gücü, kuvveti yerinde olan kimse değildir.

Peki, güçlü mümin kimdir? Müslümanın kuvvetlendirmesi gereken nedir?

İmanın Kuvvetli Olması

Müslümanın güçlü olması gereken ilk konu imanıdır. Müslüman öncelikle imanını kuvvetlendirmelidir. İmanı güçlü olan Müslüman imanı zayıf olan Müslüman’dan daha hayırlı, Allah’a daha sevimlidir.

İmanının kuvvetli olması demek, akidesinin güçlü, inancının kuvvetli olmasıdır. İman ettiği esaslara kesin inanması ile birlikte, Allah’ın vaat ettiği hususlara inanması, yalnız Allah’a tevekkül etmesi, samimiyet ile, sıdk ile Allah’a kesin iman etmesidir.
Müslümanlar birtakım iman esaslarını ve bunlara taalluk eden meseleleri ezberlemiş, okumuşlardır. Konu ile alakalı meseleleri zikredip, konuşma noktasında bir eksiklik yoktur. Ancak bu meselelerin amelî noktasını yerine getirme noktasında eksiklikleri mevcuttur.

Örneğin insan Allah Teâlâ’nın dualara icabet ettiğini imanı ve akidesi gereği bilir. Ancak bu konudaki imanı zaman zaman artar ya da eksilir. Bu konuda imanı arttığında kalbi hiçbir sebebe bağlanmaksızın Allah’a yönelerek dua etmesini gerektirir. Ancak imanı zayıfladığında ise sebepleri yerine getirerek sebeplere bağlanmayı ön plana çıkararak kalbini sebeplere bağlar. İşleri zor gördüğünde Allah’a dua etmeyi tercih eder. Hatta “İşimiz Allah’a kaldı.” diye bir inanış vardır. Sebepleri yerine getirmeye muktedir olsak da olmasak da işimiz Allah’a kalmıştır. Dolayısıyla sebepleri yerine getirmeye muktedir olsak da yine de dua etmek zorundayız.
İnsan dua edip de hemen duasına icabet edildiğini gördüğünde bu konudaki imanı hemen artar. Ve genel olarak insanın ortada yapışabileceği bir sebep kalmadığında duasında daha samimi ve daha sadık olur. Yapmış olduğu o duayı daha içten yapar.
Ancak dua edip de hemen icabet edilmediğinde kalbindeki bu imanı zayıflayabilir. Dolayısıyla bu zayıflık kendisini daha fazla dış etkenlere sarılmaya iter.

İşte imanda kuvvetli olmak demek iman esasları ve bunlar ile ilintili olan konularda insanın yakinini ve imanını artırmasıdır.
İmanı ve kalbi güçlü bir mümin tevekkül etme, dua etme, yardım isteme, sığınma, korkma gibi fiillerin tamamını rabbine yönlendirir. Kuvvetli imanın göstergesi budur. Kuvvetli ve güçlü mümin bu şekilde hareket eder.

“O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü'min iseniz, benden korkun.”[8]

“Sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun, sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah’ı karşında bulursun. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan yardım dile. Bil ki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak Allah’ın senin lehine yazdığı şey ile fayda verebilirler ve eğer sana bir şey ile zarar vermek üzere toplansa ancak Allah’ın senin aleyhine yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu.”[9]

İmanın Kuvvetlenmesine Yardımcı Olacak Olan Hususlar


Bu konuda imanın kuvvetlenmesine yardımcı olacak olan şeyler Allah’ın isimlerini hissetmek ve anlamaktır. Allah’ın güç ve kuvvet bildiren isimleri vardır. El Aziz ismi gibi, el Kavi’ ismi gibi. Kul Allah’ın bu isimlerini anladığı zaman kuvvetin, gücün ve izzetin Allah’a ait olduğunun farkına varır. Elbette sadece bu isimleri bilmesinden daha ziyade diğer Allah’ın isimlerini de bilip, öğrendiğinde imanını kuvvetlendirir.

İmanın güçlendirmek için kişinin ilmini artırması, farzları ve nafileleri bilmesi de mühimdir. Kul ne kadar ilim üzere Allah’a ibadet ederse o kadar imanı güçlenecek ve ibadetlerinden lezzet alır hale gelecektir. Ancak insan ibadetlerini gördükleri üzere taklit ederek şekliyle yapacak olursa bu takdirde imanından lezzet alamayacak, alsa da ibadetlerin lezzetini kaybedecektir.

Allah ile vakit geçirmek, Allah ile konuşmak, Allah ile baş başa kalma hali de insanın imanını güçlendirmeye vesile olur. İnsanın zaman zaman yalnız kalmak suretiyle nefsini muhasebe etmesi, Kur’an’dan bir parça okuması, onun üzerine tefekkür etmesi kişinin imanını kuvvetlendirir.

Bunlar ile birlikte kişinin imanını kuvvetlendirmesi için bolca dua etmesi de faydalı olacaktır. Çünkü kişinin iman üzere olması ve bunun üzere sebat etmesi Allah’ın elinde olan bir husustur.

Kulun İbadetlerde Kuvvetli Olması

Kulun güçlü olması gereken ikinci husus ise ibadetleri noktasıdır.
Kulun ibadetlerinde güçlü olması demek, yapmış olduğu farz ve nafile ibadetler konusunda hırslı olması, devamlı olması ve bu noktada bir istikrar göstermesidir.

“Onlar ki, namazlarını kılmaya devam ederler.”[10]

“Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir.”[11]


Ayetlerde geçen ve devamlılığa yapılan vurgu ibadetlerde güçlü olmanın bir işaretidir.

Kulun özellikle meşakkat olan ibadetlerini aksatmaması, (sabah namazı, yatsı namaz) vb) yerine getirmeye çalıştığı ibadetleri özenerek, ihsan üzere yerine getirmesi o kulun ibadetlerinde güçlü olması anlamına gelir.

Yine ibadetlerinde güçlü olması demek vakıf olduğu, yeni öğrendiği, duyduğu bir salih amel, bir sünnet ya da faziletli bir ameli yerine getirme noktasında gayretli olması ve acele davranmasıdır.

“(İman ve amelde) öne geçenler ise (ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir.”[12]

Said bin Müseyyeb (rahimehullah) şöyle demiştir; “Otuz senedir müezzin her ezan okuduğunda ben mescitte idim.”

Rasulullah’tan (sav) rivayet edilen günlük zikirleri yerine getirmesi ve bunları aksatmaması da kulun ibadette güçlü olduğunun göstergelerindendir.

“Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.”[13]

Ahlâkta Güçlü Olmak

Kulun kuvvetlenmesi ve güçlenmesi gereken hususlardan birisi de ahlaki konulardır. Kulun ahlakının güzel olması, özellikle sabır gerektiren ahlaki noktalarda devamlılık göstermesi O’nun güçlü olması anlamını taşır.

Örneğin hakkına gireni affetmesi, kendisine kötülük yapana iyilik etmesi, onunla görüşmeyi kesene gitmesi, elinden, dilinden insanların emin olması ahlakının güçlü olduğunun işaretlerindendir.

“Müslüman, Müslümanın elinden ve dilinden eminde olduğu kimsedir.”[14]

Bunun anlamı; Müslümanların senin dilinden emin olmalarıdır. Yani onlara küfretmeyeceksin, lanet etmeyeceksin, ırzlarını, onurlarını ve namuslarını konuşmayacaksın, gıybet etmeyeceksin, iftira atmayacaksın demektir.

Senin elinden emin olmaları ise; mallarını almayacaksın, haklarını ihlal etmeyeceksin, mağdur etmeyeceksin, düşmanlık göstermeyeceksin demektir. Nefsin devreye girdiğinde nefsine hâkim olabilmen, hakkına girildiğinde mızmızlanmaman ve nefsine sahip olabilmen demektir.

Birilerini konuşmak ya da birilerine zarar vermek isteyen kişi için kâfirlerin buna daha layık olduğunu bilmesi gerekir. Eğer anlatılacak, konuşulacak bir şey var ise tağutların azgınlıkları ve şerleridir. Eğer alıkonulacak bir husus var ise zorbaların zalimlikleridir.

Gücün gösterilmesi gereken kâfirlere karşı olan mücadelede saklıdır. Müslümanları konuşmak, dile dolamak acziyetin ve zayıflığın bir göstergesidir.

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar.”[15]

Ahlakta kuvvetli olmanın göstergelerinden birisi de kardeşini kendine tercih etmendir. Kendin için istediğin iyilikleri O’nun içinde talep etmen ya da başına gelmesinden sakındığın kötülüklerin O’nun başına da gelmesini istememendir.

“Biriniz kendisi için istediği şeyi din kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz.”[16]

Böylesi bir pozisyonda kişi nefsi ile bir mücadele içindedir. Herkes rahat etmek ister. Bir kazanç var ise önce kendisi kazanmak ister. Bir bela ve musibet var ise kendisinden uzak kalmasını ister. İşte kendisi ve kardeşi arasında bu tür konularda bir tercih yapmak zorunda olduğunda ise gücünü yani ahlaki gücünü ortaya koyması gerekir.

Yine hakkından vazgeçmek, haklı iken dahi tartışmayı terk edebilmek kuvvetin göstergelerindendir.

“Gerçek babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olandır.”[17]

İradenin Güçlü Olması


Kişinin, saydığımız üç madde de ve kulluğunun tamamında sabırlı olması, azmetmesi, kesin bir şekilde irade ortaya koyması gerekir. İşte bu ortaya konulacak olan iradenin ise güçlü olması gerekir. İradenin zayıflığı insanı yapageldiği amellerin tamamından ayağının kaymasına sebep olur.

Kul yapacağı taatler üzere irade koyması gerektiği gibi, masiyetler ve şehevi istekler hususunda da tam ve kesin bir irade ortaya koymalıdır.

Sağlam bir irade bazen nefsin telkinleri bazen ise şeytanın vesveseleri ile sarsılır. Kul bu fısıltılara kulak verdiğinde ise işte o zaman iradenin zayıflaması söz konusu olacaktır. Ancak kulun sağlam iradesi ile kötülüğü emreden, nefse de şeytana da direnmesi O’nu güçlü yapacak ve amellerde de imanında da istikrarlı hale getirecektir.

“Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”[18]

Her türlü amelin başı da sonu da sabırdır. Sağlam irade aslında bu sabrın devamlı hale gelmesidir.

Bir amel işleyeceğinde sabredeceksin, günaha girmemek için sabredeceksin, iman üzere kalmak için sabredeceksin, ilim talebeliği yapıyor isen meşakkatlere sabredeceksin, İslami hareket için uğraş veriyor isen kardeşlerine sabredeceksin, tağutların eziyetlerine sabredeceksin.

El mühim, sabır sabır sabır…

“…Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir.”[19]

İşte Allah azze ve celle katında hayırlı olan ve sevimli olan güçlü mümin kimse özellikle bu alanlarda güçlü olan kimsedir.
Burada şöyle bir soru yöneltilebilir;

“Bedenen güçlü olmak Allah’a sevimli değil midir? Allah katında hayırlı değil midir?”

Elbette bu konularda eşit konuma sahip iki Müslümandan bedenen daha güçlü olan diğerinden daha faziletlidir. Çünkü sağlam beden ve gücün, kuvvetin yerinde bulunması hali de insanın Allah’a karşı yapacağı ibadetlerde ve taatlerde onu güçlü tutar.

Örneğin; Bedenen güçlü bir müminin İslam’a daha fazla katkı sunması ya da yapacağı ferdi bir ibadette daha diri kalması bedenen güçlü olması ile alakalıdır.

Ancak sıkıntılı olan anlayış şudur; “güçlü ve kuvvetli olmanın yalnızca bedenden ibaret olduğunu zannederek beden ve dış görünüş açısından diri, güçlü ve kuvvetli olmaya önem vermeye çalışmak.” İşte bu anlayış insanı hataya götürebilir.

Bedenen güçlü olmaya çalışıp; iman gücünü, ahlak ve irade gücünü ihmal edenler en zirve amel olan cihad amelinde bile olsalar bu ameli yerine getiremeyecek ve gerisin geriye topuklarının üzerine döneceklerdir.

İman gücü olmayınca sebat edemeyecek, ahlak gücü olmayınca fitne çıkartacak ve hatta yaptıklarına aslında kılıf bulur hale gelecektir.
 
[1] (2/ Bakara 195)
[2] (İbni Kesir Tefsiri)
[3] (Müslim)
[4] (61/ Saf 10-11)
[5] (Müslim)
[6] (Buhari)
[7] (Ahmed bin Hanbel)
[8] (3/ Ali İmran 175)
[9] (Tirmizi)
[10] (23/ Müminun 9)
[11] (70/ Mearic 23)
[12] (56/ Vakıa 10-11)
[13] (Müslim)
[14] (Buhari)
[15] (5/Maide 54)
[16] (Muttefekun Aleyh)
[17] (Muttefekun Aleyh)
[18] (4/ Nisa 76)
[19] (Müslim)
Whatsapp Destek