Harre Olayının Hakikati

İslam tarihinde bizleri sevince gark eden birçok hadise olduğu gibi, bizleri üzen hatta hiç yaşanmasaydı diyeceğimiz hadiselerde hiç azımsanmayacak kadar çoktur. Raşit halifelerin ölümleriyle birlikte birçok sahabenin vefat etmesi, İslami fütuhatlarla[1] birlikte kitlesel yozlaşmanın yaygınlaşması, Rasulullah’ın (sav) vefatı üzerinden çok geçmemiş olmasına rağmen birçok fitneyi beraberinde getirmiştir. Mü’minlerin emiri Ömer bin Hattab’ın (ra) şehit edilmesiyle aralanan fitne kapısı, Osman’ın (ra) şehadeti, Cemel vakası, Sıffin savaşı ve Kerbela’da Hüseyin’in (ra) katledilmesiyle sonuna kadar açılmıştır. Bu dönemde yaşanan bir diğer üzücü olayda Harre hadisesidir. Lakin Harre hadisesini konu etmemize sebep olan, tarihi bir hadiseyi aktarmaktan mücerret değildir. Bu hadiseyi konu edinmemizin sebebi, hakkında rivayet edilen olayların ve oranların hakikatten uzak olmasıdır. Tarihi tersyüz etmeyi din edenmiş olan Şialar, Harre vakasında on binlerce Müslümanın katledildiğini, Medine şehrinin tamamının üç gün boyunca yağmalandığını ve binlerce bakire kızın ırzına geçildiğini iddia etmişler ve birçok tarihçi de bu rivayetlerin sıhhatlerine bakmadan, sanki yaşanmış bir olay gibi kitaplarında aktarmışlardır. Peki Şiaların Harre hadisesi hakkında iddia ettikleri olaylar ve oranların hakikati nedir? İşte bu ayki yazımızda bu iddiaları cevaplamaya çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Medinelilerin Yezid’e karşı yapmış olduğu ve Harre hadisesinin yaşanmasına sebep olan baş kaldırıya gelince, bu baş kaldırı Mekke’deki Abdullah bin Zubeyr hareketi ve hilafetinin bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Bu hareketlenmelerin meydana gelmesinde, söz konusu dönemin Raşit halifeler dönemine yakın olmasının ve Raşit halifeler dönemine şahit olmuş olan Sahabe çocuklarının hayatta olmasının etkisi büyüktür. Zira Sahabe iklimini iliklerine kadar teneffüs etmiş olan bu topluluğun, Hilafet makamının veraset yoluyla babadan oğula geçen bir sisteme dönüşmesine göz yummaları mümkün değildir. Tüm bu gelişmelerin akabinde Ubeydullah bin Ziyad’ın Hüseyin’i (ra) hunharca katletmesi ve bu facia üzerine Yezid’in İbni Ziyad’a hesap sormaması, hadiseye göz yumması bu olayın yaşandığı süreci daha da hızlandırmıştır. Ancak her ne kadar saymış olduğumuz bu sebepler sürecin oluşmasını kaçınılmaz kılsa da söz konusu ayaklanma tüm Medinelileri içine alan bir ayaklanmaya dönüşmemiştir. Evet, Medinelilerin kahir çoğunluğunun bu ayaklanmaya dahil olduğu doğrudur. Lakin Abdullah ibni Ömer, Muhammed bin Ali bin Ebi Talib, Numan bin Bişir, Abdullah bin Cafer ve Said bin Müseyyeb gibi birçok Sahabe tarafsız kalmayı tercih etmiştir ve hicretin 63. Yılı Zilhicce ayında başlayan bu savaş, yine zilhicce ayının bitmesine üç gün kala Yezid’in ordusunun galip gelmesiyle son bulsa da bu savaş hakkında aktarılan olay ve oranlar üzerindeki tartışmalar hala devam etmektedir.

Medinelilerden öldürülenler hakkında verilen rakamlar


Burada garipsenecek bir durum var ki, o da Medine halkından öldürülenler için verilen sayıların oldukça abartılı olduğudur. Bu abartılı rakamların temelinde yatan temel sebep, Şia bir tarihçi olan Vakıdi’nin rivayetidir. Şia bir tarihçiden bu rakamların sadır olması tabi ki de şaşırtıcı bir durum değildir. Asıl şaşırtıcı olan eski ve yeni birçok tarihçinin bu rivayeti doğru olarak kabul edip eserlerine dahil etmesidir. Söz konusu rivayete gelince, Vakidi, Abdullah bin Cafer’den rivayetle şöyle aktarır, Cafer şöyle demiştir: “Ben, Zühri’ye ‘Harre olayında kaç kişi öldü?’ diye sordum. O da “Kureyşlilerden, Ensar’dan, Arap Muhacirlerden ve halkın önde gelen simalarından olmak üzere 700 kişi öldürülmüştür. Bunlar dışında öldürülenlerin sayıları on binleri bulur. Hatta kadınlar ve çocuklar da öldürülmekten paylarını aldılar” dedi.[2]

Ancak bu rivayet, senedi Vakıdi’ye dayanması sebebiyle kabul görmeyen bir rivayettir. Bu yazı serimizin ilk yazılarında da değindiğimiz üzere, Vakıdi gibi Şia olan ve bunun bir muktezası olarak Sahabelere, özelliklede Emeviler dönemine karşı ağır ithamlarda bulunan tarihçilerin verdiği haberlere itimat etmemiz Ehli Sünnet’in mezhebinin dahilinde olmayan bir durumdur. Vakıdi’nin aktarmış olduğu rivayetle alakalı olarak İbni Teymiye, Vakıdi’nin anlattıklarının doğru olmadığını belirterek kayıp sayısının bu kadar olabilmekten uzak bir ihtimal olduğunu belirtmiştir.[3]

Ama ne yazık ki durum böyle olmasına rağmen birçok tarihçi bu rivayetin doğru olduğunu kabul ederek eserlerinde aktarmıştır. Bugün bile günümüz Müslümanları içinde tarihle meşgul olan birçok kimse, Harre hadisesi hakkında aktarımda bulunurken bu uçuk rakamları argüman olarak aktarmaktadır. Oysa, bir yerde zulmün baş göstermiş olması, o konu hakkında istediğimiz gibi atıp tutma hakkına sahip olduğumuz anlamına gelmemektedir. Müslümana düşen her ne olursa olsun en sağlam delillere sarılarak olayları aktarma gayretine düşmesidir. Tarih ilminde adalet, yaşanmış hadiseleri sağlam kaynaklar doğrultusunda okumak ve aktarmaktır.

Medine’nin Yağmalanması


Tarihi vesikalar vasıtasıyla bize ulaşan, Medine’nin yağmalanmasının emrini bizatihi Yezid’in verdiğidir. Nitekim İmam Ahmed de (rh) bu sorumluluğu ona yüklemektedir. Zira Mehne bin Yahya eş-Şami es-Sülemi Yezid hakkında soru yönelttiğinde şöyle cevap vermiştir: “Medine’de yapılanları yaptıran kişi, zaten Yezid’in kendisidir.” Bunun üzerine ben, “Medine’de ne yapmıştır ki?” dedim. O da “Medine’yi yağmalattı dedi.[4]

Yine İbni Teymiye de (rh) bu konu hakkında şöyle der: “Medine üzerine ordu göndererek, Medinelilerin üç gün içeresinde kendisine itaat etmemeleri durumunda, oraya silahla saldırmasını ve üç gün boyunca buranın yağmalanmasını emretmiştir. Bu emri veren de Yezid’in bizzat kendisidir. Nitekim İbni Hacer el-Askalani de (rh) bu görüştedir.”[5]

Aktarılanlardan da anlaşılacağı üzere Medine şehrinin Yezid’in emriyle üç gün boyunca yağmalandığı ve bu yağmalanma süresi zarfında çirkin birtakım olayların yaşandığı bir hakikattir. Ayrıca Nafi’in azatlı kölesi olan İbni Ömer’in rivayeti bu konuda en doğru rivayet olarak kabul edilmektedir. Nafi’in azatlı kölesi hadiseyi şöyle aktarmaktadır: “Müslim bin Ukbe, Medinelilere karşı yürüttüğü savaşı kazandı, onları öldürdüler ve üç gün Medine’yi yağmaladılar.”[6]

Rivayette geçen “İstibaha” kelimesine gelince, bu kelime Selef dilinde yağmalama olarak kullanılmaktadır. Nitekim bu kelime, Abdullah bin Yezid bin eş-Şıhhir tarafından da bu anlamda kullanılmıştır. Çünkü Abdullah konuşmasında şöyle demiştir: “Medine mubah kılınınca yani Harre savaşında Medine’nin yağmalanmasına izin verilince, Ebu Said el Hudri mağaraya sığındı.”[7]

Bu ifadeden de anlaşılan o ki, “İstibaha” (Mubah sayma, serbest kılma) kelimesi ile “Neseb” (Yağmalama) kelimesi aynı manada kullanılmıştır. Çünkü bu kelimelerin her ikisi de daha önce adı geçen kaynaklarda kullanılmıştır. Biri diğerinin yerine zikredilmiştir.[8] Buda göstermektedir ki, Nafi’in azatlı kölesinin rivayetinde kastedilen “İstibaha” yağmalamak anlamında kullanılmıştır.

Peki, Yezid’in emriyle Medine’nin üç gün boyunca yağmalandığı sabit olduğuna göre bu konuyla alakalı yanlış nerede? Bu konuyla alakalı yanlış, hatta yanlıştan çok öte kasıtlı olarak yapılan tarihi karartma Medine şehrinin tamamen yağmalandığı yalanıdır. Oysa Medine’nin tamamının yağmalandığına dair itimada şayan bir rivayet yoktur. Zira tarihi vesikalara baktığımızda İbni Ömer’in (ra), Ali bin Hüseyin’in, tarafsız kalan diğer Sahabelerin ve diğer Medinelilerin evlerinin yağmalandığına dair bir rivayet yoktur. Bunun sebebi, Emevî ordusunun tarafsız kalan kimselere hiçbir şekilde dokunmamış olmasıdır.

İbni Kesir (rh), savaşın öncesinde gerçekleşmiş olan ve bu meseleyi aydınlatan bir konuşmayı şöyle aktarır: Yezid, ordu komutanı olarak tayin etmiş olduğu Müslim bin Ukbe’ye şöyle der: “Üç gün Medinelileri yanlışlarından vazgeçirmeye davet et. Eğer vazgeçerler ve itaat ederlerse, kendilerine dokunma. Aksi taktire Allah’tan yardım iste ve onlarla savaş! Onları yendiğin taktirde, üç gün Medine’yi istedikleri gibi yağmalamalarına izin ver de diledikleri gibi davransınlar. Üç gün sonra artık onlardan uzak dur. Hüseyin’in oğlu Ali’ye dokunma, ona güzel muamelede bulun. Sana tavsiyem ona iyilikte bulunman ve meclisinde yer vermendir. Çünkü o ötekilerin giriştiği gibi hiçbir şeye girişmemiş ve onlara katılmamıştır.”[9]

Yezid’in “Hüseyin’in oğlu Aliye dokunma, çünkü o ötekilerin girişmiş olduğu hiçbir işe girişmemiş ve onlara katılmamıştır.” İfadesinden de anlaşılacağı üzere Müslim bin Ukbe’ye isyana müdahil olmayanlara dokunulmaması emredilmiştir.

Yine Şam ordusunun mağarada yakalamış olduğu Ebu Said el-Hudri’nin (ra) sakallarını yolduklarına dair rivayetler Vakıdi’nin kendi nefsinden neşet etmiş olan, mesnetsiz yalanlardan bir tanesidir.[10]

Ancak şunu altını çizerek ifade etmek gerekir ki, bu hadise hakkında abartıların var olması kesinlikle Yezid’in masum olduğu anlamına gelmemektedir. Burada aktardıklarımızdaki gayemiz Yezid’i yapmış olduğu cürümlerden temyiz etmek değildir. Bu hakikatleri ortaya koymaktaki tek gayemiz tarihin doğrularıyla birlikte aktarılmasıdır. Yezid’in yaşanan bu üzücü olay üzerindeki sorumluluğuna gelince, Yezid’in ordunun kazanması durumunda, Medine şehrini yağmalamalarına müsaade etmesi büyük bir hatadır. Zira bu karar Rasulullah’ın (sav) şehrinde sayısız derecede kötülük ve cinayetin yaşanmasına sebep olmuştur. Müslümanların tüm değerleri ayaklar altında çiğnenmiştir.

Çünkü Yezid, Müslim bin Ukbe’yi Medine üzerine saldırtmakla saltanatının devam etmesini ve sürenin biraz daha uzamasını istiyordu. Ancak Allah, onu bundan dolayı cezalandırdı ve zalimlerin belini kırıp darmadağın ettiği gibi onu da aynı akıbete duçar kıldı.[11]

Medinelilerin ırzlarının lekelenmesi hakkında söylenenler

Harre hadisesinde yaşandığı iddia edilen olaylardan en çirkini, Şam ordusunun Medine şehrini yağmaladığı üç günlük süre zarfında ele geçirdiği bakire kızların ırzlarına geçmesidir. Böyle bir iddianın gündeme gelmesi dahi biz Müslümanlar açısından çok üzücüdür. Ancak daha üzücü olan yaşanmamış bir hadisenin sanki bir hakikat gibi tarihçiler tarafından günümüze kadar aktarılmasıdır. Oysaki ister sünnet kitaplarında olsun ister fitne konusunda yazılan kaynaklarda olsun bu konuya dair herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Hal böyleyken bu çirkin iddianın neşet etmesine sebep olanlar kimlerdir? Medine’nin yağmalanması esnasında kadınların ırz ve namuslarına da saldırı yapıldığını ilk olarak iddia eden kişi, Meşhur Şia tarihçi Ebu Mihnef’in talebesi el-Medaini’dir. Medaini, Ebu Kura yoluyla Hişam bin Hisan’dan rivayetle derki:

“Harre olayından sonra bin kadar kadın, evli olmadığı halde çocuk doğurmuştur.” Bu aktarılan, gerçekten çok çirkin bir iddiadır. Ancak burada belirtilmesi gereken asıl nokta, Medineli bakire kızların ırzına geçildiği iddiasını ortaya atan el-Medaini’nde hocası Ebu Mihnef gibi Şia
[12] olmakla ve çelişkili haberler arasında ayrım gözetmemekle itham edilmiş olmasıdır.[13]

İbnu’l-Cevzi’de, İslam tarihinde ilk defa bu tür bir bilgiye yer veren kişinin el-Medaini olduğunu söylemektedir. Yezid bin Muaviye hakkında özel olarak yazdığı risalesinde, bunu İbni Cevzi’den Medine Tarihçisi Semhudi aktarmaktadır.[14]

Dikkat çeken bir diğer noktaysa, kitaplarında Ebu Mihnef ve el-Medaini gibi tarihçilerin rivayetlerine yer vermiş olan Taberi’nin dahi eserlerinde bu rivayete yer vermemesidir.[15] Yine aynı şekilde Belazuri ve Halife bin Hayyat gibi tarihçiler de hiçbir eserinde bu rivayetlere yer vermemiştir.[16] Bu durum bu rivayetlerin ne kadar dayanaksız ve itimada değer olmayan rivayetler olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki Harre olaylarını gösteren karineler ve ipuçları, bu türden bir olayın yaşandığını göstermektedir. Bizim bu konuda gördüğümüz tek şey, Medine’nin yağmalandığının doğruluğudur ve zaten bunu yeri geldiğinde yazımızda belirtmiştik. Orada kadınların ve bakire kızların namuslarının kirletildiği yolunda en ufak bir bilgiye rastlanılmamaktadır.

Medineli kadınların ırz ve namuslarının pay mal edildiği yolunda gelen rivayetlerin hiçbirisinin doğruluk payı bulunmadığı gibi, bu türden rivayetler çok sonraları kaynaklarda gösterilmeye başlanmıştır. Bu da tamamen bir kin ve düşmanlık kastıyla yapılmıştır. Burada amaç Şam ordusunu kötülemek suretiyle bu ordunun dinden, akideden ve ahlaktan nasibi olmayan bir ordu olduğunu göstermeye çalışmaktır. Esasen bu türden bir itham sadece Emevî ordusunu hedefleyen bir durumda değildir. Bunun ilerisinde çok daha kötü ve iğrenç bir şey amaçlanmaktadır. Amaç Emevî ordusunu değil, bu yoldan İslam ordusunu kötülemek ve onları yıpratmaktır. Çünkü o dönem itibariyle İslam’ın keskin kılıcı Emevîlerin elindedir.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

 
 
[1] Fetihler neticesiyle farklı kavimlerin İslam toplumu içine girmesi.
[2] El-Mihen,s.184, Vefaul Vefa, 1/132
[3] Minhacu’s-Sunne, 4/775
[4] Tabakatu’l Hanabile, 1/347
[5] Tenzibu’t-Tehzib, 11/316, el-Vasıyyetu’l-Kubra, s.452
[6] Et-Tabakatu’l-Kübra, 5/38 Hasen bir isnatla rivayet edilmiştir.
[7] Mevakıfu’l-Muaraza, s.427
[8] Et-Tabakatu’l- Kübra, 5/25, Mecmauz’-Zevaid, 7/249
[9] İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/617
[10] Mecmau’z-Zevaid, 7/250, Mevakıfu’l-Muaraza,s.431
[11] İbni Kesir, el-Bidaye Ve’n-Nihaye, 11/627
[12] Kitabu’l-Bigal 2/ 226
[13] El-Beyan ve’t-Tebyîn, 3/366
[14] Mevakıfu’l-Maraza, s.43 / el-Muntazam, 6/1
[15] Önceki yazlarımızda Taberi’nin ne şekilde bu rivayetlere eserlerinde yer verdiğini aktarmıştık.
[16] Emeviler Dönemi, Muhammed Ali Sallabi s.912
Whatsapp Destek