Herkesin Beklediği Zafer

Kur’an'ı, Kur’an kıssalarını okuduğumuzda ve peygamberimizin sünnetine, geçmiş salihlerin hayatlarını incelediğimizde; kesin bir şekilde Allah Teâlâ’nın kendi dinine, hizbine ve dinini ilmi ve ameli olarak ikame eden dostlarına yardımı vadettiğini ve garanti ettiğini biliriz. Batıla ve batılın ehline ise yardımı garanti etmediğinin farkına varırız.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Allah, "Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”[1]

Allah Teâlâ yine başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır;

“Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”[2]

“Şüphesiz, Allah inananları savunur. Doğrusu Allah hiçbir haini, nankörü sevmez.”[3]

“… Allah da mü'minlerin dostudur.”[4]

Bu ayetlerin yanı sıra daha birçok ayeti kerimeyi bu minvalde zikretmek mümkündür. Yine bu konuya dair Efendimiz şöyle buyurmaktadır;

“Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hâkimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.”[5] 

İşte bu izzet ve yardım hiç şüphe yok ki ilk nesil olan, sahabe ve tabiin için söz konusu idi. İşte onlar birçok yeri fethettiler. Farisileri, Rumları ve diğer milletleri yendiler, hezimete uğrattılar. Bu devletler ve krallıklar ise yeryüzünde o dönemin hâkimi ve üstünlük sahibi idiler.

Sonrasında yılların ve nesillerin geçip gitmesiyle ise bu yardım ve izzet ortadan kalkmış, devam etmemiştir. Hâlbuki Müslümanların sayısı öncesine nazaran çok daha fazla bir sayıya ulaşmıştır. Ancak bakıldığında ise dünyanın dört bir yanında bulunan Müslümanlar ve kendisini İslam’a nispet eden insanlar mustazaf durumundadırlar.
Filistin’e bakıldığında Yahudilerin zulmünü ve Filistinli insanların öldürüldüğünü, katledildiğini, zulme maruz kaldığını görürüz. Suriye’ye baktığımızda durumun bundan farksız olduğunu görürüz. Irak’a baksak, Doğu Türkistan’a baksak durumun farklı olmadığını görürüz.

Bu ayet, hadisleri ve vakıaları birlikte detaylı bir şekilde değerlendiğimizde zihnimizde büyük bir soru hatta birden fazla sorular belirir.

Sorular şunlardır;

Müslümanlar niçin bu durumdadırlar?

Bu olan olaylar Müslümanların başına niçin gelmektedir?

Bunlara rağmen Allah Teâlâ Müslümanlara düşmanlara karşı niçin
yardım etmemekte ve Müslümanlara güç, kuvvet ve temkin vermemektedir?

Niçin Müslümanlar birlik olamamakta ve birliği sağlayamamaktadırlar?

Müslümanların sayısı az mıdır, fazla mıdır? Yoksa yardım görememenin sebebi başka mıdır?

Hiç şüphe yok ki Allah Teâlâ’nın vaadi haktır. Ancak bizim üzerimizde yardım görememe noktasında bulundurduğumuz sebepleri gidermemiz gerekmektedir. İlk nesil için ortaya çıkan zafer ve yardımı hak etmek için bizlerin de üzerindeki hasletleri değiştirmesi gerekmektedir.

Bu konu ile alakalı bazı hususları zikretmek yerinde olacaktır.

BİRİNCİ HUSUS;

Allah Teâlâ hiç şüphesiz dinine, kendi hizbine ve dinini ikame etmek için uğraşan kullarına yardım ve zaferi vadetmiştir. Kâfirler izzetin, yardımın ve üstünlüğün kendilerinde olduğunu zannedip buna inansalar da Allah Teâlâ, küfre ve kâfirlere ise herhangi bir vaatte bulunmamıştır. İzzet ve üstünlük kendilerine peygamber gönderilen, kitap indirilen iman ehli içindir. İşte bu ilim, amel ve haldir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”[6]

Kul için üstünlük ve yücelik kendisinin imanı ölçüsündedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”[7]

Aynı şekilde kulun Allah’ın zimmetinde olması, Allah’ın kendisini müdafaa etmesi de kulun imanı ölçüsündedir. Allah Teâlâ’nın kul üzerindeki müdafaasının azalması kişinin imanın zayıflığındandır.
Abdullah İbni Abbas’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur; “Ey çocuk sana birkaç kelime öğreteceğim. Sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah da seni korusun, sen Allah’ı (dinini) koru ki, Allah’ı karşında bulasın. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan yardım dile. Bil ki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak Allah’ın senin lehine yazdığı şey ile fayda verebilirler ve eğer sana bir şey ile zarar vermek üzere toplansa ancak Allah’ın senin aleyhine yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu.”[8]

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Ey Peygamber! Sana ve sana tabi olan mü'minlere Allah yeter.”[9]

Bu yeterlilikte kişinin imanı kadardır. Bununla birlikte Allah Teâlâ peygambere ve peygambere uyan, tabi olan kimselere yeter. Peygambere benzedikçe, ona olan ittiba arttıkça bu kifayet artacaktır.

Bununla birlikte Allah’ın kullarına olan velayeti de kulların imanı ile doğru orantılıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“… Allah da mü'minlerin dostudur.”[10]

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.”[11]

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[12]

Kimin imanı azalırsa, göreceği destek ve yardımdan alacağı nasip ve pay da azalır. Bundan dolayı kula nefsinde, malında veya düşmanlarının kendisine hücum etmesi gibi hususlarda bir musibet isabet ettiğinde bu günahlarından, bir vacibi terk etmesinden, bir haramı işlemesinden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamı ise imanın zayıflaması, azalması anlamına gelir.

Hiç şüphesiz kitap, sünnet ve geçmişlerin kıssalarını bilen ve gözlemleyen kimseye kapalı olmayacak şekilde açıktır ki bu husus, kulun durumuna bağlıdır.

Her meseleyi Allah’ın kitabı ve sünnetullah ile anlamaya, fehmetmeye çalışan kişi sünnetullahta bunları kesinlikle bulacaktır. Geçmiş olan kavimlerde ve peygamberlerde de bunların azımsanmayacak kadar fazla örneğine rastlayacaktır.

Aslında bu kadar sayımıza rağmen düşmanlarımıza karşı niçin Allah tarafından yardım ve kolaylık görmüyoruz sorusu yerine, Allah Teâlâ’nın yardımını celbedecek olan zahiri ve batıni, ilmî ve amelî olarak imanın gerekliliğini ortaya koyduk mu diye sormamız gerekmektedir.

Bu hakikatin ışığında Allah Teâlâ’nın yardımını vaad ettiği nasslara bakarak o nasların içerdiği manayı ve hakikati kazanabilmek için uğraş vermeliyiz.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“… Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[13]

Herkes kendi nefsini eleştirmek ve kendi nefsini ıslah etmek ile işe başlayabilir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”[14]

Tüm ihtilaflarda, anlaşmazlıklarda ve başımıza gelen olaylarda rabbimizin kitabına sarılmak ile ve onunla yol bulmak ile, yolumuzu aramadığımızda imanımızda eksiklik söz konusu olacaktır. Yolumuzu belirlediğimizde teslimiyeti kalp mutmainliğini de sağlayabilmemiz imanımızın kemali anlamına gelecektir.  Bu konuda hırslı olmak için elimizden geleni yapmalıyız.

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”[15]

“Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”[16]

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”[17]

“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik.”[18]

“Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.”[19]

İKİNCİ HUSUS;

Kendimiz ve topluluğumuz ile din üzerine istikamet ile devam ettiğimizde peygamberlerin menhecleri ile hakka davet eden insanların ve kavimlerinin kesinlikle imtihan edildiklerini anlarız. Bu aslında dinin hakikatidir.

İmanı ve anlayışı zayıf insanlar bu gerçeği tam manasıyla idrak edememektedirler. İnsan iman ettikten sonra sadece dünyaya ya da siyasete dair birtakım düşünceleri değişmez. Din onu baştan aşağı değiştirir. Onun iyilik ve kötülük anlayışını değiştirir. Dostunu ve düşmanı belirler.  Nasıl hareket edeceği noktasında fikir verir. Her şeyini değiştirir.

Biz bu hakikati iyi anlamadığımızda başımıza gelen belaları da müminlerin imtihan edilmeleri de anlayamayız. Tüm kafirlerin şeriat isteyen bir avuç insana niçin düşmanlık ettiklerini, uzak yakın hiç ayırt etmeyen Yahudi ve Hristiyan devletlerinin ne yapmak istediklerini fark etme hususunda anlamsızlaşırız, olaylar ve başa gelenler anlamını yitirir.

İman etmezden önce seni seven, sayan insanların, günahlarından ötürü seninle övünen ama namaza başlayıp, dine yönelince hayıflanıp seninle uğraşmayan başlayan aile fertlerinin durumunu bu hakikati anladığında anlarsın.

“İnsanlar, "İnandık" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”[20]

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur;

“Allah, kim için hayır dilerse ona musibet verir.”[21]

Birgün bir adam İmam Şafiî’ye şöyle bir soru sordu; “Ey Ebu Abdullah! Hangisi daha faziletlidir? Kulun imtihan edilmesi mi, güven içerisinde olması mı?

İmam Şafiî (rahimehullah) şöyle dedi; “Kişi imtihan edilmedikçe güven içerisinde olmaz.”

Allah Teâlâ geçmiş peygamberlerden Nuh’u, İbrahim’i, Musa’yı, İsa’yı ve peygamberimizi (salat ve selam hepsinin üzerine olsun) imtihanlardan geçirdi. Ne zaman ki verilen imtihanlara sabrettiler bunun akabinde ise temkin, yardım ve genişlik verdi. Hiç kimse imtihan olmaksızın yardım beklemesin. İmtihan olmaksızın temkin, yardım ve genişlik yoktur.

Peygamberler takvalarına, veralarına ve Allah’a olan yakınlıklarına rağmen eziyet gördüler, imtihan edildiler, musibete maruz kaldılar. Zekeriyya (as) gibi, Yahya (as) gibi… Onlardan kimileri yurtlarından çıkarıldı, kimi dövüldü, kimi yaralandı, kiminin ise üzerine hücum edildi. Ve daha niceleri…

Bununla birlikte peygamberlerin ashapları da bunlardan nasibini almış idi.

Habbâb bin Eret şöyle anlatıyor; Rasulullah (sav) Kâbe’nin
gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık. “Ya Rasulullah! Bizim için Allah'a dua edemez misin? Allah'tan yardım dileyemez misin?” dedik. (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik) Bunun üzerine Rasulullah’ın (sav) rengi değişti ve şöyle buyurdu;

“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır), demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da bu işkenceler o mümini dininden çevirmezdi. Size yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dinini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvârî San'â'dan Hadramevt'e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah'tan ve birde koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!..”[22]

Velhasıl Müslümanın, hak yolun zorluklar ile, dikenler ile döşeli olduğunu bilmesi gerekir. Bu zorlu yol üzerinde hapsedilmek, sürülmek, zorlanmak ve dövülmek vardır. Bu yolda sevdiklerinden ayrı kalmak, bazen açlık ile, bazen yokluk ile imtihan edilmek vardır. Bu yolda mal ile, evlat ile imtihan edilmekte vardır.
İşte bu peygamberlerin yoludur.

Bu peygamberimizin dişlerinin kırıldığı, kanının döküldüğü, yüzünün yara aldığı, Taif’ten ve Mekke’den bu sebeple çıkarıldığı yoldur.

“Sabredip ayetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, içlerinden emrimizle doğru yola ileten önderler çıkardık.”[23]

Sufyan bin Uyeyne (rahimehullah) bu ayet hakkında şöyle demiştir;

“Onlar her ne zaman işin başını aldılar (elde ettiler), biz de onları başlar (önderler) kıldık.”

İbni Teymiyye (rahimehullah) ise şöyle demiştir; “Kişi sabır ve yakîn ile dinde önderliğe ulaşılır.”

Allah Teâlâ’dan af ve afiyet dileriz. Selam ve dua ile…

 
 
[1] (58/ Mücadele 21)
[2] (40/ Mumin 51)
[3] (22/ Hac 38)
[4] (3/ Ali İmran 68)
[5] (Ahmed bin Hanbel)
[6] (3/ Ali İmran 139)
[7] (63/ Münafıkun 8)
[8] (Tirmizi)
[9] (8/ Enfal 64)
[10] (3/ Ali İmran 68)
[11] (2/ Bakara 257)
[12] (61/ Saf 14)
[13] (13/Rad 11)
[14] (4/Nisa 65)
[15] (61/Saf 2)
[16] (3/Ali İmran 142)
[17] (11/Hud 112)
[18] (7/Araf 96)
[19] (11/Hud 117)
[20] (29/Ankebut 2-3)
[21] (Buhari)
[22] (Buhari)
[23] (32/Secde 24)
Whatsapp Destek