Hucurat Suresi Tefsiri - 11. Ayet | Muhammed Fırat

Hamd, Âlemlerin rabbi olan Allah (celle celaluhu)’a aittir. Salât ve selam, kendisine itaat etmek ve yolundan gitmekle emrolunduğumuz âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah (celle celaluhu)’ın resulü Muhammed Mustafa’nın üzerine olsun.

 “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi karalamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; imandan sonra fasıklık ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendisidir.” (Hucurat, 11)

Ayetin nüzul sebebi olarak farklı rivayetler vardır:

1. İbn Abbas (rhuma) de­di ki: Ayet Sabit b. Kays b. Şemmas hakkında inmiştir. Kulağında bir parça ağırlık vardı. Rasulullah (sav)'in meclisine ondan önce gidenler, o geldiği zaman Rasulullah (sav)'in yanında oturup söyledik­lerini duyması için ona yer açarlardı. Yine bir gün mescide geldiğinde Rasulullah (sav) ile birlik­te sabah namazının bir rekâtını kaçırmış bulunuyordu. Rasulullah (sav) namazı bitirince ashabı onun yanında yerlerini aldılar. Herkes olduğu yer­de oturdu, yerinden ayrılmadı. Hatta bazı kimseler oturacak yer bulamadığı için ayakta kalmıştı. Sabit b. Kays na­mazını bitirince insanların omuzları üzerinden atlayarak ‘Yer açın, yer açın’ diyordu. Ona yer açtılar, nihayet Rasulullah (sav)’in yanına kadar ulaştı. O’nunla kendisi arasında sadece bir kişi kalmıştı. O kişiye ‘Yer aç’ dedi. Adam kendisine ‘Bir yer buldun otur’ dedi. Sabit kızgın bir şekilde arkasına otur­du, sonra da ‘Bu kim?’ diye sordu. Ona ‘Filan kişi’ dediler. Bu sefer Sabit ‘Fi­lan kadının oğlu mu’ diyerek annesi sebebiyle onu ayıpladı. O bu sözleriyle annesinin cahiliye dönemindeki adını da söylemişti. Adam bundan utandı, sonra bu ayet nazil oldu.

2. ed-Dahhak dedi ki: “Ayet, surenin baş tarafında sözü edilen Temimoğulları heyeti hakkında inmiştir. Onlar ashabın fakirleri ile alay etmiş­lerdi. Ammar, Habbab, İbn Füheyr'e, Bilal, Suheyb, Selman, Ebu Huzeyfe'nin azatlısı Salim ve diğerleri gibi… Onların kılık kıyafetlerinin kötü olduğu­nu görünce (onlarla alay etmişlerdi). İşte bu ayet aralarından iman eden kimseler hakkında inmiştir.

 (Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar)

Ayette genel bir ifade kullanılarak alaya almanın her çeşidi ya­saklanmıştır. Bundan dolayı, bir müminin başka bir mümini, renginden, ırkından, fakirliğinden, acizliğinden yahut işlediği bir hatasından dolayı alaya alması caiz değildir.

İman edenler hiçbir mümin ile, üs­tü başı kötü diye yahut bedeninde bir hastalık gördüğü için yahut konuşmasını beğenmediği için alay etmemelidir. Olur ki alay edilen o kimse, alay edene göre vicdanen daha temiz, kalbi daha duru bir kimse olabilir. Ki genelde de alay edilenlerin alay edenlerden daha hayırlı olduğuna şahit olmaktayız. O halde alay eden kimse Allah'ın üstün kıldığı birisini küçümsemekle, yücelttiği birisi ile alay etmek­le kendi kendisine zulmetmiş olur. Bir kimse, toplum için­de yükselen değerlere göre değersiz ve önemsiz görülebilir ama Allah katında kimin nasıl değerlendirildiğini bilmek mümkün değildir.

İnsanları alay etmeye iten etkenler içinde büyüklenme, kendini beğenme, karşısındakini küçük ve kusurlu görme gibi hal ve duygular vardır. Sırf gülüp eğlenmek için bir kimse ile alay edilmiş olsa bile alay konusu olan şah­sın buna layık görülmesi ve aşağılanması söz konusudur.

İbn Hibban’ın Sahihinde Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Sizden herhangi bir kimse kar­deşinin gözündeki küçücük bir çöpü görür de kendi gözündeki kocaman bir kütüğü nasıl görmezlikten gelir?”

(Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar)

Rabbimiz müminlere “Ey iman edenler” diyerek sesleniyor ve aralarında bir gurubun diğerini alaya almalarını yasaklıyor. Gerekçe olarak da alay edilenlerin Allah katında alay edenlerden daha hayırlı olabileceklerini bildiriyor. Yine kadınların diğer kadınlarla alay etmesini yine aynı gerekçe ile yani alaya alınan kadınların Allah’ın katında daha hayırlı olabileceği gerekçesi ile yasak ediyor. Önceki ayette alay etmenin genel olarak yasaklanmasından sonra kadınların ayrıca söz konusu edil­mesi, onların daha çok alay etmelerinden dolayıdır.

İkrime, İbn Abbas (rhuma)’nın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiye, Rasulullah (sav)'a gelerek “Ey Allah'ın Rasûlü! Kadın­lar beni ayıplıyorlar ve bana ‘Ey iki yahudinin kızı, yahudi kadın’ diyorlar” de­di. Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Niye onlara ‘Benim babam Harun, amcam Mu­sa, kocam da Muhammed'dir’ demedin?” diye buyurdu. Allah Teâlâ da bu ayeti indirdi. 

Tirmizi’de Aişe (rha)’ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Rasulullah (sav)’e bir adamın taklidini yaptığımda ‘Bana şunlar şun­lar verilecek olsa bile bir adamın taklidini yapmak hoşuma gitmez’ buyurdu.

Yine Aişe (rha) de­di ki: Bir gün Rasulullah (sav)’e “Ey Allah'ın Rasulü! Safiyye (kısa olduğunu elimle işaret ederek) şöyle bir kadın­dır” dedim. Rasulullah (sav) "Ya Aişe! Sen öyle bir söz söyledin ki denize katılacak olsa onu bile bulandırırdı” buyurdu.

(Kendi kendinizi karalamayın…)

“Karalama” olarak tercüme ettiğimiz kelimenin Arapça karşılığı “lemz”dir. Bu kelimenin manası “El ve dil ile, kaş göz işaretiyle bir kimseyi karalamak, küçük düşürmek, şeref ve haysiyetine leke sürmektir.” Müminler böyle bir haksızlığı, öz kardeşleri gibi olan dindaşları bir yana, düşmanlarına bile yapamazlar. Müminlerin kardeş olduğu ilan edildikten sonra birinin diğerini karalaması, kişinin kendini karalaması gibi kabul edilmiştir.

İslam’ın Kur'an-ı Kerim'in yol göstericiliği ile kurmuş olduğu üstün insan topluluğunun yüce bir edebi vardır. O toplumda herkesin dokunulmaz bir haysiyeti vardır. Bu haysiyet, o toplumun haysiyetidir. Herhangi bir bireyi ayıplamak bizzat insanın kendisini ayıplaması gibidir. Çünkü toplumun tümü birdir, bir bütündür ve haysiyeti de birdir.

(Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın)

Alaya alma ve ayıplamaya, kişilerin hoşlanmadığı ve alaya alındıkları ya da ayıplandıklarını hissettikleri kötü lakap takma da dâhildir. Müminin diğer mümin üzerindeki haklarından birisi de kendisini küçük düşürecek ve hoşuna gitmeyecek kötü lakaplarla çağırılmamasıdır.

Nitekim Rasulullah (sav) cahiliyet devrinde takılmış olan isim ve lakapları değiştirmiştir. Buna göre Allah Teâlâ’nın yasaklamış olduğu alay etmek, kaş göz işaretle­ri yapmak, lakap takmak bir fasıklıktır ve caiz değildir.

 (İmandan sonra fasıklık ne kötü bir addır)

el-Hasan ve Mücahid dediler ki: “Kişi İslama gir­dikten sonra daha önceki kâfirliği ile ‘Ey yahudi, ey Hıristiyan’ denilerek ayıplanıyordu. İşte ayette bu yasaklanmaktadır.” Yani bir kimseye müslüman olup tevbe ettikten sonra kâfir ya da zinakar adının verilmesi ne kadar kötüdür.

Tirmizi’de Rasulullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Her kim, kendisinden tevbe etmiş ol­duğu bir günah sebebi ile bir mümini ayıplayacak olursa o ayıplayanı aynı gü­nah ile mübtela kılıp dünya ve ahirette onu bu günah sebebiyle rezil etme­si Allah'ın üzerindeki bir hak olur.”

(Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendisidir.)

Ayet Allah Teâlâ’nın ölçüsündeki gerçek değerleri ima ettikten, kardeşlik duygusunu harekete geçirdikten hatta bir tek kişilikte bütünleşme bilincini vurguladıktan sonra imanın anlamını ele alıyor ve müminleri bu şerefli vasfı yitirmemeleri için uyarıyor. Alaya alma, ayıplama ve lakap takma gibi hareketlerle imandan sapmamaları için onların dikkatini çekiyor.

“İmandan sonra fasıklık ne kötü bir addır” Bu, iman ettikten sonra dönmek gibi bir şeydir. Sonra ayette bu, zulüm kabul edilerek onlar tehdit ediliyor. Zulüm kelimesi bilindiği gibi şirki ifade eden terimlerden birisidir.

“Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendisidir" İşte ayet, bu üstün ve şerefli topluma ruhsal terbiye kurallarını böylece yerleştirmektedir.

Velhamdulillahi Rabbil alemin…

 
Whatsapp Destek