Hüzün Yılı Sonrası

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Allah Rasulü (sav) ve sahabeler Hüzün yılı ismi verilen yıldan sonra iki büyük destekçilerini bir yıl içerisinde kaybetmişlerdi. Geçmişten gelen sıkıntılı günler artarak devam ediyordu. Boykot günleri sona ermişti. Ancak bu sefer de aynı yılın içerisinden peygamberliğin 10. yılında, Efendimizin amcası ve eşi vefat etmişti.

Amcasının desteğini kaybeden Efendimiz, kavmi tarafından baskı görmeye devam ediyordu. Amcası Ebu Talib’in vefatından sonra Haşimoğulları’nın liderliği Ebu Leheb’e geçmişti. Arap kavmiyetçiliğinin gereği olarak, akraba bağlarını da gözetmesi gerektiğinden, her ne kadar öncesinde büyük düşmanlıklar etsede, Efendimizi kısada olsa korumak zorunda kaldı.

Ebû Tâlib’in ölümünden sonra Hâşimîler’in reisi olan Ebû Leheb, kabile içi dayanışmayı sağlama mecburiyetinden dolayı Peygamber’in aleyhinde yürütülen faaliyetlere karşı çıkarak onu himaye etti.

Bu himayenin sona ermesinde ise şu olay etkili olmuştur;

Ebu Talib’in ölümünden sonra Ebu Leheb, Rasulullah’a (sav) gelerek daha önce ne yapıyor ise devam etmesini kendisini koruyacağını söyledi. Sonrasında Ebu Leheb’in yanında müşriklerden birisi Rasulullah’a (sav) küfretti. Bunun üzerine Ebu Leheb, o kimseye karşı çıkarak onunla kavga etti. Bunun üzerine o müşrik giderek diğer müşriklere Ebu Leheb’in dinini değiştirdiğini söyledi.

Ebu Leheb ise kendisinin halen aynı din üzere olduğunu, Abdulmuttalib’in dinini terk etmediğini, sadece akrabalıktan dolayı kardeşinin oğlunu muhafaza ettiğini söyledi. Bu birkaç gün bu şekilde devam ettikten sonra Kureyşliler, Ebu Leheb’e gelerek şunları söylediler;

“Senin kardeşinin oğlu sana dedesinin nereye gideceğini haber vermedi mi?”

Bunun üzerine Ebu Leheb, Rasulullah’a (sav) gelerek bu sorunun cevabını sordu. Rasulullah (sav) ise ilk olarak;

“Kavmiyle beraberdir.” dedi.

Sonrasında Ebu Leheb giderek bunu Kureyşliler’e haber verdi. Kureyşliler ise;

“O cehennemde olduğunu iddia ediyor.” dediler. Bunun üzerine Ebu Leheb ikinci defa Efendimize gelerek;

“Abdulmuttalib cehenneme gidecek mi?” diye sordu. Rasulullah (sav) ise;

“Abdulmuttalib ve O’nun gibi olanlar cehenneme girer.” dedi.

Bunun üzerine ise Ebu Leheb ve kavminin, Müslümanlara ve Efendimize olan işkenceleri arttı.

Yukarıda zikrettiğimiz olayda da olduğu gibi her zaman ve dönemde kâfirler daveti baltalamak için birtakım yollara başvururlar. Bu baltalama yöntemlerinden bir tanesi de muayyen, kendileri için değeri büyük insanları ön plana çıkararak onların akıbetleri ya da hükümlerini sormak suretiyle hak ile mücadele içine girmeleridir.

Müminler de davet yaptıkları zaman bunun gibi sorular ile karşılaşabilirler. “O zaman X kişi size göre ne oluyor?”, “Şu Y evliyaya ne diyorsun.”, “Bu Z rahmetliye kâfir mi diyorsun?” gibi cümleler. Bu gibi cümleler ile bilinçli kâfir ve müşrikler, tevhid davetini asıl gaye ve maksattan uzaklaştırmak isteyebilirler.

Tevhid daveti, İslam dini; fertlerle, şahıslarla uğraşmaz. Asıl teması, konusu sistemlerdir. Bizler İslam’ın dışındaki sistemlere karşıyız. O sistemlere mensup olan insanlara olan karşıtlığımız yine İslam’ın dışındaki sistemlerden kaynaklıdır.

Dolayısıyla bir şahsa, bir yöneticiye olan karşıtlığı üzere davetimizi bina etmeyiz. Bizim için İslam’ın dışındaki tüm sistemler ve bu sistemlere mensup herkes, adının ya da kimliğinin, ırkının bir önemi olmaksızın İslam çizgisini terk etmiştir. Biz bu genel üzere davet yaparız.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Onların, Allah'ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah'a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.”[1]

Asıl itibariyle putlara sövmek caiz ve meşrudur. Ancak kişinin karşıdaki insanın ilah kabul ettiği ya da ilah kabul etmeyip nezdinde değerli gördüğü bir kimseye kötü konuşması o insanı Allah’a küfretmeye sevk ederse caiz değildir. Yani elde edilecek bir maslahat söz konusu ise bu fiil terkedilir. Davetin önüne engel olacak ise o zamanda bu fiil terkedilir.
Bu demek değildir ki kâfirlere karşı taviz verelim, akidemizi gizleyelim ya da onlara şirin gözükmek için bazı söylemler edinelim. Anlaşılması noktasında birden fazla ihtimal olduğunda bir hakikati direkt olarak ifade etmemek, bir maslahatı beraberinde getiriyor ise bu seçenek değerlendirmelidir. Caiz olduğu müddetçe direkt bir şeyi ifade etmemek hakkı ketmetmek değildir.

Rasulullah’ın (sav) bizlere öğretisi de yukarıda zikrettiğimiz ayet ile uyuşmaktadır.

Abdullah İbni Amr İbni As’tan (ranhuma) rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sav);

– “Bir kimsenin kendi ana babasına sövmesi büyük günahlardandır” buyurmuştu.

Sahabeler;

– Ey Allah’ın Rasulü! İnsan kendi ana babasına hiç söver mi? deyince:

– “Evet, tutar birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Birinin anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu.[2]

Başka bir rivayete göre Rasulullah (sav):

– “İnsanın kendi ana babasına lânet etmesi en büyük günahlardandır” buyurmuştu.

Sahabeler:

– “Ey Allah’ın Rasulü! Bir kimse kendi ana babasına nasıl söver?” deyince:

– “Birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Adamın anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu.[3]

 Netice olarak bizler davetimizi yaparken şahıslar üzerine bina etmekten ziyade bir mantığın, sistemin üzerine bina etmeliyiz. İnsanlar işi şahıslara getirdiğinde ise oradan meseleyi uzaklaştırıp davetin genel konuları üzerinde durmalıyız. Çünkü bizim konumuz Ahmet’in, Mehmet’in meselesi değildir. A partisinin, B partisinin meselesi de değildir.

Bir başka konu ise bu dönemde inen sure ve ayetlerden birisi de Kehf suresidir. Kehf suresi Mekki bir suredir. Böylesi bir zamanda Rabbimiz bu ayetler ile Müslümanlara bir mesaj vermektedir.

Kehf suresinin ayetleri arasında anlatılan Musa aleyhisselam ile Hıdır arasında vuku bulan olaylara bakıldığında olayların zahiri ile batını arasında bir farklılıkların olduğu dikkat çekmektedir.

Müslümanlar için ya da tüm insanlar için olayların görünen tarafları vardır. İnsanlar olayları zahirleri ile değerlendirdiklerinde kendileri için ciddi anlamda bir problem bulabilirler. Ama rabbimizin o olayların iç yüzü ile ne arzuladığı bir kul için çok daha önemlidir.

Müslümanlar Mekke’de eziyetlere maruz kalırken, ciddi açlık ve sıkıntı içerisinde iken Rabbimiz onların kalplerindeki iman ve Allah sevgisini imar edip, inşa etmekteydi. Bunun böyle olduğu ise ilk etapta anlaşılacak bir şey değildi.

Kehf suresindeki kıssalar ile Allah Teâlâ, Müslümanların durumlarının değişeceğine işaret etmekteydi. Onların içlerinde bulundukları durumun bu şekilde devam etmeyeceğini, durumun değişeceğini, şu anda yenik ve zayıf bir durumda olsalar dahi ilerde zaferin Müslümanların olacağını anlatıyordu. Müslümanlar ise Allah’ın ayetleri ile kalplerini güçlendirerek, sebat ediyorlardı.
 
[1] (6/ En’am 108)
[2] Müslim
[3] Buhari
Whatsapp Destek