İhlâs suresi

             Surenin Mekkî veya Medenî olduğu hakkındaki iki görüş vardır. Bu ihtilaf, nakledilen çeşitli rivayetlerden kaynaklanır.

            Kureyşliler Rasulullah’a (sav) şöyle sordular: “Rabbinin nesebi (soyu) nedir ?” Bunun üzerine bu sure nazil oldu. Bazıları da, Yahudilerden bir topluluk gelip, “Bu halkı Allah yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?” şeklinde bir soru sormalarından dolayı, onlara cevap olmak üzere, bu sure indi demişlerdir.
            Razî’'nin aktardığına göre; Hıristiyan Necrân heyeti geldiği zaman, “Rabbini bize özellikleri ile anlat: O ne şeyden,  hangi cevherdendir” demişlerdi. 
Rasulullah bir gün “Rabbim bir şeyden değildir. O, eşyanın yaratıcısıdır” dedi. Bunun üzerine (قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ) “Kûl huvallâhu ehad” suresi indi.
            Onlar, “O tek ise sen de teksin” dediler. Nebî (sav) “O’nun benzeri yoktur” buyurdu. Onlar bize başka sıfatlarını da söyle dediler.
Nebî “Allah Samed’dir” dedi. “Samed nedir ?” dediler.
Nebî (sav), “Yaratıkların, her türlü ihtiyaçları için kendisine başvurduğu varlıktır” dedi. ‘Daha başka’ dediler.
“Meryem gibi doğurmuş değil, İsa gibi doğrulmuş da değil, ona denk olabilecek bir şey de yoktur” dedi. 
            Bu rivayetten yola çıkarak, Medenî sure olduğu söylenmiştir. Kızgın kumda işkence gören Bilal (ra) “Ehad Ehad !” diye haykırıyordu. Bu rivayetten dolayı Mekkî olabileceği dile getirilmiştir. 

            Enes bin Malik'ten rivayet edildiğine göre; Haber’deki bazı Yahudiler Rasulullah'a gelerek şöyle dediler: Ey Ebu'l Kasım! Allah, Melekleri nurdan, Âdem’i kokmuş çamurdan, iblis'i ateşten, göğü duman'dan ve yeryüzünü su köpüğünden yaratmıştır. Peki, Rabbinin mahiyeti nedir? Rasulullah onların sorusuna cevap vermedi. Bu sırada Cebrail gelerek; ey Muhammed onlara “De ki: Kûl huvallâhu ehad” dedi.

            Bilindiği gibi, surenin inişine neden olan soru soranların özel kişiler oluşu, cevabın genel ve evrensel oluşuna engel değildir. Bu tür ayet ve surelerde, yerin ve zamanın da bir önemi yoktur. İniş nedeni açısından Mekkî veya Medenî olduğunun bilinmesi, bundan çıkacak sonucu ve hükmü değiştirmez. Bu gibi surelerde iniş nedenini bilmek, yalnızca inişin olduğu yeri tanımak ve durumu açıklamak için ilave bilgiler türünden aktarılır. Dolayısıyla surenin, bütün şirk çeşitlerine olduğu gibi, Kureyşlilerin putlarını, Yahudilerin Allah'a oğul isnat edişlerini, Hıristiyanların teslis inancını da reddettiğine kuşku yoktur. 

De ki: O Allah, birdir.

Allah, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır).

“O, (asla ve hâşâ çocuk) doğurmamıştır ve (bir anadan) doğmamıştır. (Allah CC böyle eksiklik ve acizliklerden uzaktır.)

“Hiçbir şey (hiçbir kimse ve hiçbir şekilde), O’na denk olmamıştır (ve zaten olması da imkânsızdır.)

            Fatiha suresinde olduğu gibi bu yüce surenin de birçok ismi vardır. En yaygın olanları “İhlâs” ve “Kul huvallâhu ehad” suresidir. “Esas suresi” diye de isimlendirilmiştir. Bu sure, dinin temel esası olan tevhidi, yani Allah'ın bir oluşunu en arı, duru ve en güzel şekilde ifade ettiği için “ihlâs suresi” diye isimlendirilmiştir.
            Enes’ten(ra) rivayet edildiğine göre: Gökler ve yer, “Kul huvallâhü ehad suresi” üzerine kurulmuştur... Çünkü zâtında varlığı zorunlu, mutlak hâkim, ortaklıktan münezzeh bir varlık olmasaydı, hiçbir şey var olamazdı.
         Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette ikisi de bozulup gitmişti. Haşim rabbi olan Allah onların nitelendirmelerinden münezzehtir. (Enbiya 22)
            Evren bütünüyle onun birliğini gösteren, varlığını bildiren ayetler işaretler ve delillerle doludur.
Bu surenin anlamı iyice bilinince; Allah(svt) tanınmış, bilinmiş olur.
            Bir adam namaz kılarken bu sureyi okumuştu. Bunun üzerine Nebî (sav): “Doğrusu bu, Rabbini tanıyan Arif bir kuldur.” buyurdu.
            Başka bir hadiste; Aişe'den (ra) rivayet edildiğine göre; Rasulullah (sav) bir grubu sefer için göndermişti. İçlerinden bir şahıs kıldırdığı bütün namazları İhlâs suresi ile bitiriyordu. Geri döndüklerinde gruptakiler bunu Rasulullah'a anlattılar. Resulullah, niçin böyle yaptığını ona sormalarını istedi. Ona sorulduğunda şöyle cevap verdi: Ben surede Rahman'ın sıfatlarını zikredildiğinden bu sureyi çok seviyorum, deyince Allah'ın rasulü: onları deyin ki, Allah da onu seviyor, buyurdu. 
            Müslim'de geçen bir hadiste: Allah Rasulu(sav) ashabına: “Sizden biriniz, bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumaktan aciz olur mu?” diye sorar.Bu onlara zor gelir:
“Ya Rasulallah hangimiz buna güç yetirebiliriz ?” derler. Bunun üzerine Rasulullah(sav):
“Kûl huvallâhu ehad, Kur'an'ın üçte birine denktir,” buyurdu

1. قُلْ “De ki.”
            Bu kitap öncelikle Rasulullah’a (sav) ve dolayısıyla hitap edilmeye elverişli olan herkesedir. Emrin açıkça ifade edilmesinde, bunun ilahî bir açıklama olduğuna ve aynen söylenmesi gerektiğine dikkat çekme vardır. Sure, bu anlamı pekiştirmek; Nebi’nin sadece bir tebliğci olup kendisine söylemesi emredileni aynen bildirmesi için “De ki” lafzı ile başlamıştır. En doğrusunu Allah(svt) bilir.
            De ki, kalbinle inanarak ve dilinle ikrar ederek, kendi kendine söylediğin gibi, başkalarına da bildir ve açıkça söyle. Herkes de böyle söylesin. "(Onlar) birbirlerine Hakkı tavsiye ederler." Asr Suresi’nin 3.ayetinde ifade edildiği gibi itikadî ve amelî tevhidi ilan etmeleri istenmektedir.
هُوَ اللّٰ  “O Allah”,
Yani “Rabbim yeni bir ilah değildir.” Mekke müşrikleri Allah(svt)'ı tanıyorlardı. Kâbe’de 360 put olmasına rağmen, bu kelimeyi hiçbir puta vermiyorlardı. Ebrehe filleri ile Kâbe’yi yıkmaya gelirken sadece Allah'a dua ediyorlardı. Kâbe’yi Beytullah diyerek Allah’a nispet ediyorlardı.
Mesela Zuhruf Suresi 87. Ayette Allah(svt) şöyle buyurmuştur: "Eğer onlara sizi kim yarattı diye sorsan, Allah derler."

هُوَ  “O” demek ise; kendisini ancak hakkıyla kendisinin bildiği, zâtını akılların kavraması mümkün olmadığından dolayı, zât mertebesinde ancak “O” demekle tanımlanabilecek zorunlu varlık olan yüce hakkın zâtı ve kendisi demektir. 

اَحَدٌۚ   Ehad sözcüğü, bir anlamına gelen “Vâhid” sözcüğü yerine kullanılsada aslında aralarında önemli anlam farkları vardır. Ehad sözcüğüne direkt sayı anlamı verilmez. Sayı saymaya başlarken bir, iki sayıları için “Ehad, isneyn” terimleri değil; “Vâhid, isneyn” terimleri kullanılır.
            Ehad, zâtı; ne bölünme, ne de hiçbir sayıyı kabul etmeyen, asla iki olma olasılığı olmayan gerçek “bir” dir. Hep bir ve daima bir’dir. Allah-u Teâlâ’nın isimlerinden olan “Ehad” kelimesi, Ezel ve Ebed' de olan hep bir olan ve beraberinde bir ötesi bulunmayan ferttir, tektir. Bu öyle bir isimdir ki, beraberinde alınabilecek sayı olmadığını ifade etmek için türetilmiştir. 
            Ehad, Allah'ın sıfatlarından bir sıfattır ki; yalnızca ona hastır. Bu sıfatta ona hiçbir şey ortak olamaz. Bu ayetle müşriklere çok güzel bir cevap verilmiş oldu. Rab yalnızca O'dur. Onun Rububiyetinde hiç kimsenin payı yoktur. Rab aynı zamanda İlah, Ma’bud'da olmalıdır. Çünkü onun Ulûhiyetinde de hiçbir ortağı yoktur.  
Bir başka anlam: kâinatın yaratıcısı yalnızca O'dur. Mahlûkunu rızıklandıran ve zor durumda yardım eden de O'dur. 

Ehad kelimesinin geçtiği bazı ayetler şunlardır;
“Allah'la beraber başka birine ibadet etmeyin.” (مَعَ اللّٰهِ اَحَدًاۙ)Cin 18. Meallahi ehada.
Onun hiçbir dengi yoktur. (وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ)İhlâs 4. Velem yekul lehu kufuven ehad.
O kimseyi hükmüne ortak da etmez. (وَلَا يُشْرِكُ ف۪ي حُكْمِه۪ٓ اَحَدًا)Kehf 26.
velâ yuşriku fî hukmihi ehadâ
            Hâkimiyetine, hükümranlığına, yasamada bulunmasına ortak etmez. Doğruyu, yanlışı, helali, haramı, güzeli, çirkini ‘O’ belirler. Kâinatın kanun koyucusu Yüce Allah(svt) her yönüyle tektir, birdir: “Yeryüzünde ne varsa hepsi yok olacak, ancak Celâl ve ikram sahibi Rabbinin zâtı kalacaktır.” Rahman 26-27
“Bugün hâkimiyet ve egemenlik kimindir? Elbette ki tek ve Kahhar olan Allah'ındır.” Mümin 16
            Şüphe yok ki, halkların yönetimi/idaresi ve onlara kanun koymak insanın hakkı değildir. Hakkı olmayan bir yetkiyi sahiplenen insanoğlu, doğal olarak bu makamın hakkını verememiş ve tüm insanlık bu yüzden büyük bir kaosa sürüklenmiştir. Bir insan olarak bile, sahibi olduğu herhangi bir şeyde başkasına yetki tanımayan insanoğlu, bu düşüncesiyle haddini aşmış ve Allah’a karşı bir haksızlık içerisine girmiştir. Bütün insanlara sormak lazım; “Acaba evinizde yabancı birisinin sözünün geçmesi hoşunuza gider miydi veya buna müsaadeniz olur muydu?” Çoğu insan bu soruya olumsuz cevap veriyor; yani “razı olmayız, izin vermeyiz, öyle şey mi olur kimin haddine!” gibi sert karşılıklar veriyor. Bugün ise halklara demokrasiyi dayatıyorlar. En doğru yolun, eşitliğin bu olduğunu söylüyorlar… Rabbimiz ise şöyle buyurur; “(İnsanlığa) Doğru yolu göstermek Allah’a aittir.” Nahl 9.
            İnsan ise ilâhlık sıfatlarıyla muttasıf değildir ki kurtuluş yolunu göstersin ve bu yolda onu mutlu etmeyi başarsın! Çünkü insanlığa doğru olan ve insanı mutlu edecek kanunlar koyabilmek için onu yaratmış olmak gerekir ki, insan yaratan değildir. Allah, insanı yarattığı için onun nelerle mutlu olabileceğini en iyi bilendir. Hem koyduğu kanunların insan açısından ileride doğurabileceği faydaları ve zararları bilebilmeli ki, bugün ona göre kanun koysun. İnsan ise gaybı bilmekten acizdir. Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Öyleyse bu cihetle de Allah, kanun koymada tek hak sahibidir.

“Sizin ilahınız bir tek ilahtır, ondan başka ilah yoktur.” Bakara 163
Yani La İlahe İllallah (Kelime-i Tevhid) ile herkesin yükümlü olduğu ve herkes için anlaşılabilecek tevhid budur.

            Mekke müşrikleri ise ‘tek bir ilah’ kısmını anlamıyordu. Allah'tan başka ilah yok denilince "Bütün ilahları bir tek ilah mı yapmış, bu gerçekten şaşılacak bir şey" diyorlardı. (Sad 5)

            O Allah, zatında bir olduğu gibi sıfatlarında da birdir. İlahlıkta, Rablikte, mülkünde, görmesinde, işitmesinde de ‘bir’dir. “O’nun benzeri yoktur.” (Şura 11) ayetince Allah'a yaraşır şekilde, kâmil olarak anlamak gerekir.

2. (اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ)” Allah, Samed'dir.”
Samed, zor durumda kendisine başvurulan, hiçbir eksiği bulunmayandır. Kendisinde hiç kusur ve ayıp olmayandır.
Samed, üzerine afet gelmeyen kimsedir.
            En meşhur bilinen anlamıyla Ebu Hureyre (ra)’ye göre “hiç kimseye muhtaç olmayan, fakat herkesin muhtaç olduğu müstağni kimsedir.”
            Hıristiyanların inancında teslis vardır. Îsa ilahtır, annesi de ilahtır. “Allah üçün üçüncüsüdür” derler. Bunlara cevaben "Allah birdir" denilmiştir. Mâide suresi 75. ayette: “Annesi de dosdoğru biriydi ve her ikisi de yemek yerlerdi” buyrulmakla şuna işaret edilmiştir: yeme ihtiyacına mahkûm olup, tuvalete gitmek zorunda oldukları hatırlatılarak, böyle kimselerin ilâh olamayacağı anlatılmıştır. 

“Es Samed” buyrulmasında bu anlama dikkat çekme vardır. 
"Hazineleri bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur." Hicr 21
            Hak Teâlâ katında her şeyin sınırsız hazineleri vardır ve bundan dolayı da o Samed’dir. Samed, kendisine tevekkül edilen, dayanılan demektir. Tevekkül ettikleri şeye dayanmaları halinde kurtulurlar. Şu da var ki, nedenler kendilerine sarılan ve sığınanları çoğu zaman hor ve hakir kılar. Hak Teâlâ ise kendisine sığınıp işlerini ona havale edenleri kesinlikle kurtuluşa çıkarır.

3. “O, (asla ve hâşâ çocuk) doğurmamıştır ve (bir anadan) doğmamıştır. (Allah böyle eksiklik ve acizliklerden uzaktır.)

            Müşrikler her devirde, ilâhın da insan cinsinden, benzer özelliklere sahip olduğunu düşünmüşlerdir. Arapların bu akidesi Kur'an'da şöyle geçer: onlar melekleri Allah'ın kızları zannederlerdi. Yahudiler Üzeyir (as) için, Hıristiyanlar ise Îsa (as) için Allah'ın oğlu olduklarını iddia etmişlerdi. 
            Bu şirk barındıran düşünceler ile Allah'ın (Hâşâ) eşinin olduğu, üreme ihtiyacı, fani olduğu için çocuk ihtiyacı, başı ve sonu olduğu gibi birçok sakat düşünce kapı açıyordu.
Bütün bu varsayımlar Ehad ve Samed denilerek kökten çürütülmüştür.
Kuran'ın değişik yerlerinde Ehl-i Kitabın taşkınlıklarından bahsedilmiştir.
“Ey kitap ehli, dinimizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih sadece Allah'ın elçisi, onun Meryem’e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın. Allah üçtür demeyin. Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Çünkü Allah yalnız bir tek ilahtır. O çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.” Nisa 171.
            Bu ayetle kitap ehlinden çok hoş bir nasihat edilmiştir. Onları aşırılıktan sakındırmıştır. Çünkü Allah’ın elçilerini sevmek zaten İslâm’dandır. Bununla birlikte onları ilahlaştırmak sevgi de aşırıya gitmek olacaktır. Böylesi bir inançtan Allah’a sığınırız.

“Rahman çocuk edindi dediler. O yücedir. Hayır, onlar ikram edilmiş kullardır.” Enbiya 26
            Delili getiremezler; “Allah, çocuk edindi dediler. Hâşâ, Allah bundan uzaktır, O zengindir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok. Allah hakkında bilmediğiniz şey mi söylüyorsunuz?” Yunus 68
            Bu ayetlerde, Allah'a evlat edinmeyi ve evlat olmayı nispet edenlerin akîdeleri her yönüyle reddedilmiştir. 
            “O doğmamış ve doğurmamıştır” ayeti ile Allah için bir nesebin, bir soyun söz konusu olamayacağını bildirmektedir. Kâfirûn Suresi ile İhlas Suresi’nde Tevhid kelimesinin nefy bölümü (La İlahe), yani her şeyi reddedip sadece Allah'ı ilah kabul etme (ispat/İllallah) birlikte vardır. Bu iki sureye “İhlaseyn ve Mukaşkışeteyn” da denilmiştir. (İki ihlâs ve şirki kışkışlama)
            Doğurmak, yani kendi yerine geçecek evladı ve soyu olmak, ölümlüler açısından bir ihtiyaç ve istenen amaç olsa da, zâtında her yetkinliği toplamış olan; Ehad, Samed ve Vacibu’l-Vücut özellikleri taşıyan Allah-u Teâlâ hakkında bu bir kemâl değil, aksine bir eksiklik, bir kusur olur. 
Bunlar Allah'ın tek ve Samed oluşuna aykırıdır. 
Bir olan; bölünemez, parçalanmaz. 

            "Bir de Allah'la cinler arasında bir hısımlık, bir akrabalık uydurdular. Gerçekten cinler de bilirler ki, onlar cehenneme doldurulacaktır." Saffat 158
            Müşriklerin tanrılıkta üreme düşüncesine sapmaları bilgisizlik/cahillik idi. Bu sapıklığın da garip yönü ise şudur: putperestler, Allah'a ortak koşarken yine de Allah'ı baştan saydıkları ve ona ikinci derecedeki diğer ilahlardan ayrıcalık tanıdıkları, diğerlerini daha aşağı derecelerde tanrılar kabul ettikleri, yani Tanrı diye taptıkları putlardan hiçbirini Allah'a eşit ve denk saymamalarıydı.
            Kiliselerin daha birçok teslis ile alâkalı; baba, oğul, kutsal ruh ile alakalı efsaneleri vardı. İşte bu tantanaların batıl şeyler olduğunu Kur'an şu ayette bildirdi: "Yahudilerle Hıristiyanlar dediler ki: biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz. Sen de onlara de ki peki öyleyse Allah size günahlarınızdan dolayı neden azap ediyor? Doğrusu siz onun yarattıklarından bir beşersiniz.” Maide 18
"Allah, Meryem oğlu İsa'nın kendisindir diyenler elbette kâfir olmuşlardır." Maide 71
            Rabbim bizleri onların saptığı gibi sapmaktan korusun.

“Hiçbir şey (hiçbir kimse ve hiçbir şekilde), O’na denk olmamıştır (ve zaten olması da imkânsızdır.)

            Ne öncesinde doğuran, ne sonrasında doğmuş ne şanında ortak olmuş, ne ona denk olmuş, ne eş, ne arkadaş, ne rakibi olmamıştır ve olamaz. Şimdiye kadar olamamıştır.
Peki, sonrasında bir varlık o makama ulaşabilir mi?
Dengi olmayan olduğu için, ebediyen denginin olmasının imkânsız olduğu da açıktır işte bu 'tek' olmaktır. 
            Her şeyin bir beraberi, bir eşi, zıttı ve benzeri olabilir. Nitekim "biz her şeyden birer çift yarattık." buyrulmuştur. Zariyat 49
"Bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı yücedir." Yasin 36
'Hiçbir' kelimesi gerek topluca gerek tek tek tamamını birden yok sayıp reddettiği için 'küfûv' kelimesi ile de denkliğin Allah için söz konusu olamayacağı ifade edilmiştir. Bazıları bunun 'doğmadı ve doğurulmadı' ayetleri bağlamında "O’nun nereden çocuğu olur ki bir gün hiçbir şekilde işi olmamıştır.” En'am Suresi 101. ayetine işaret edilmiştir. Haliyle, kızı (melekler) oğlu olması da mümkün değildir.
            Enbiya suresinde de: "Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, gökler ve yer kaosa düşerdi”. 22
"Onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilahlar da olsaydı, o zaman o ilahlar da arşın sahibine elbette yol bulmaya çalışırlardı.” İsra 42
            Mâbudluk hakkı olan gerçek ilah, hakiki Samed, kendisinde güçsüzlük, çaresizlik ve ihtiyacın arız olması mümkün olmayan ve kendinden başkasını dilediği zaman ezip yok etmeye Kâdir bulunan, Gâlip ve Kahhar olan Ehad' dır, işte Allah O'dur.
            Bu sure ile alakalı bazı hadisler şunlardır; “Biriniz bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumaktan aciz midir? buyurdu. Bu onlara zor geldi. Sonra buyurdu ki; bir kimse, kul Huvallahu Ehad’ı okursa, okuduğu Kur'an'ın üçte birine denk olur.” Buhari ve Müslim
Bu hadisten dolayı gece yatmadan önce İhlâs suresini okumalıdır.

            Tirmizî hadisinde ise; ‘Kûl Huvallahu Ehad’ suresi Kur'an' ın tümüne eş değerdir, şeklinde rivayet edilmiştir.

Üçte biri olduğuyla alakalı epey bir rivayet vardır.
Kur'an'ın üçte biri ne demek?
1. Amaç ve sevabı açısından değil, anlam açısından üçte birine denk olmasıdır. 
2. Kur'an anlamları üçtür. Tevhid ilmi, yasama ilmi, ahlâk ilmi... İhlâs suresi tevhid ilmini barındırır.
3. Kur'an, bir bakıma inanç ilkeleri, hükümler ve kıssalar olarak üç’e bölünürse bu sure tümüyle inanç ilkelerine ilişkindir.
4. Allah'ı bilme, nebîleri bilme, ahireti bilme şeklinde üçe ayrılırsa bu sure Allah'ı bilmeyi kapsar.

Esas olan ise tevhid ile alakalı olmasıdır ki, bu Kur’an ilimlerinin aslıdır. 
Kur'an'ın üçte birini okumuş gibi sevap alır mıyız?
            Allah sözünün anlamlarına dikkat eden ve onları düşünerek, tedebbür ile okuyan için farklı, anlamayarak okuyan için ise farklı sevabı vardır. Her kim bunu, manâsını anlamak için hakkını vererek okursa, yani düşünerek okursa biraz daha denktir demektir.
Alûsî der ki; Allah'ın kendisinin bildiği bir takım hikmetler vardır. Şu halde her ne surette olursa olsun bu sureyi okuyan kimse, aynen Kur'an'ın bu sureyi içine almayan üçte birini okumuş olanın kazandığı kadar sevabı kazanması imkansız görülmeyip, bunun hikmetinin Allah'ın bilgisine bırakılması gerekir. 
İbni Abdi'r Ber de; Bu konuda susmanın bir gün görüş ileri sürmekten ve ileri geri konuşmaktan daha doğru bir yol ve daha faziletli bir davranış olduğunu söylemiştir, gerçekten de en tutarlı olan budur.
"Kim bir iyilik yaparsa ona on katıyla sevap vardır."(En'am 160) Ayette belirtildiğine göre bir harfine 10 sevap vermeyi vadeden Allah'ın(svt) İhlâs suresine üçte birine denk bir sevap vermesinin engeli yoktur. "Allah dilediğini yapar ve dilediği gibi hüküm verir."(İbrahim 27) ve başka neden aranmaz.
            Kur'an'ın surelerinin birine, diğerinden daha faziletli diyemeyiz. Fazilet farkı olmadığını söyleyenler olmuştur.
            İbni Hassad demiştir ki: “Bu konuda gelen nasların, hadislerin çokluğu karşısında sureler arasında fazilet farkı olmadığını söyleyenlere şaşılır.” Fazilet farkı olduğunu söyleyenler de bunun nasıl olduğunu açıklamada ihtilâf etmişlerdir. Örneğin İhlâs suresinin içerdiği Allah'ın birliği ve sıfatları gibi anlamlar vardır ki, örneğin Tebbet suresinde bu anlamlar yoktur. Dolayısıyla daha faziletli oluş, ancak anlamın yüceliği ve çokluğu iledir. Allahu Teâlâ’nın yüce isimlerini ve sıfatlarını açıklayan, azamet ve celâlini anlatan ayetlere, böyle olmayanlara göre; değeri daha yüce, şanı daha yüksek anlamında “Daha faziletli” denilir.
Bir diğer faziletli olma durumu da şöyledir: Bunu okuyan kimse, okumakla ahirete yönelik sevaptan başka, bu dünyada peşin bir fayda ve tilavetle meydana gelen bir ibadet elde etmiş olur. Örneğin Ayet-el Kürsi, İhlâs ve Felak Nas sureleri bunlardandır. Derhâl korkulan bir şeyden korunmuş, böylece okumakla ibadet etmiş olurlar.
            Allah-u Teâlâ onların okunuşunu, diğerlerinin okunuşundan kat kat daha fazlasına denk saymış ve ona, diğerlerine vermediği sevabı vermiştir. Her ne kadar onun bu dereceye ulaşmasına neden olan anlam bizce bilinmese bile böyledir.

 
Whatsapp Destek