İlim Talebelerine

Rahman ve Rahim olan Allah insanı yaratmış ve O’na beyanı öğretmiştir. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellik konuşma yeteneğidir. Konuşma yeteneği kullanılarak insanlar birbirlerine maksatlarını açıklar, hedefledikleri doğrultuda nasihatleşir, vaaz eder ve uyarılarda bulunur.
İnsana böylesi bir yeteneği bahşeden Rabbimiz, gönderdiği peygamberlere kavimlerini uyarmalarını, tevhid akidesine davet etmelerini, nasihatte bulunup ahireti hatırlatmalarını emrettiği zaman, peygamberler kavimlerini ilk önce sözlü olarak uyararak sözün tesirinin ne derece etkili olduğunu ortaya koymuşlardır.
Peygamberlerin yeryüzündeki mirasçıları olan âlimler, onların yolunu takip ederken dikkat etmeleri gereken en önemli husus Allah’ın (cc) dinini tebliğ ederken kullanacakları dil ve anlatım üslubudur. Nereden başlamaları gerektiğini, hangi uyarıları niçin yapacaklarını, önce ve sonra anlatılması gereken emir ve yasakları son derece tertipli ve düzenli bir şekilde ortaya koymalıdırlar.
Vaaz ve nasihate muhatap olan kimseler farklı yapılarda olan insanlar olduğu için sözün onlar üzerinde bırakacağı tesirde farklı olacaktır. Kimi duygularına hitap eden sözlerden etkilenirken, kimi de aklına ve mantığına tesir eden sözlerden etkilenecektir. Sözü söyleyen, yani anlatımı yapan kişinin karşı tarafa tesir edebilmesi için gerekli olan bütün argümanları kullanabilmesi, niyetinin halis olması ve en önemlisi anlattığı şeylerin doğru ve güvenilir olması gerekir.
Bir vaazın, nasihatin dinleyenler nezdinde istenilen seviyede etki bırakabilmesi için nasihatçilerin uyması gereken kurallar vardır. Bu kurallara ne kadar uyulursa karşı tarafın etki alanı o derecede geniş olacak, fert ve toplum açısından da olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Siz değerli okurlarımızın istifadesine sunduğumuz bu yazılarımızda, yıllarca vaaz ve nasihatle meşgul olmuş ilim sahibi davetçilerin elde ettikleri birikimlerden de faydalanarak, nasihatçilere dikkat etmeleri gereken kurallar, takınmaları gereken tavırlar hakkında birtakım tavsiyelerimiz olacaktır. Ayrıca nasihatlerin içeriklerine ve nasihatçilerin niyet ve tutumlarına dair bazı önemli hususlara da değinmeye çalışacağız.
Nasihat ve davet görevini üstlenmiş kimseler Allah Rasulü’nün (sav) yeryüzündeki tebliğini devam ettiren kimselerdir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır;
“Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [1]
“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [2]
Allah’ın Rasulü ahirete irtihal ettiği zaman, henüz İslam, Arap yarımadasına kadar yayılabilmiş olduğu için dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanlara daveti ulaştırma görevi de onun yoluna tabi olanlara bir kutsal miras olarak kalmıştır. Şu halde davetçinin bu mirası devam ettirirkenDe ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar basiret üzere Allah’a çağırırız.”[3] ayeti doğrultusunda, Allah Rasulü’nün (sav) menheci ve yolu üzere, onun davetinin savunucularından ve tabiîlerinden olması zorunludur. Sadece bilgi ve birikim, davet yapan insanlara hitapta bulunan kimse için yeterli değildir. Onun hayatı boyunca verdiği mücadelesinin savunucusu olamamış bir kimse insanların huzuruna çıkıp nasihat veya davet yapamaz.
Nasihatte bulunan bir kimsenin anlatacakları doğaçlama anlatım değilse, öncelikle hazırlık aşamasından geçmeli ve ardından da hazırlanan içerik dinleyicilere sunulmalıdır. Öncelikle içeriğin nasıl hazırlandığını, ardından hazırlanan içeriğin sunumu ve dikkat edilmesi gereken kuralları istifadenize sunmak istiyorum.
Hazırlık yapabilmek için birçok kaynağa ihtiyacımız vardır. Elimizdeki kaynak kitaplar doğru bilgilere ulaşabilmemiz için en önemli araçlarımızdır. Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim nasihatçinin en başta müracaat etmesi vacip olan kitaptır, sonra Allah’ın kitabının açıklaması mahiyetinde olan tefsirlere müracaat edilmesi gerekir.
Aşağıda listelediğimiz tefsirler nasihatçiye Allah’ın kitabını daha iyi anlayıp anlatabilmesi için son derece faydalı kaynaklardır. Sadece burada adı geçen tefsirlerle sınırlı olmamakla birlikte en önemli olarak gördüklerimiz şunlardır;
  • Ahkâmul Kur’an - İmam Şafiî
  • Cami’ul Beyan - İmam Taberî
  • Tefsir’ul Beğavi - İmam Beğavî
  • Ahkâmul Kur’an – İbn’ul Arabî
  • Ahkâmul Kur’an - İmam Cessas
  • El Camî li Ahkamil Kur’an - İmam Kurtubî
  • Tefsir’ul Kur’an’il Azîm - İbni Kesir
İbni Kesir tefsiri özellikle nasihatçilerin elinden düşmemesi gereken bir tefsirdir. Çünkü İbni Kesir (rh) ayetleri tefsir ederken önce ayetlerin diğer ayetlerle tefsirine değinir, ardından ayeti açıklayan hadislere senetlerini kısaltarak yer verir. Eğer ayetlerin fıkhî boyutları varsa onların açıklamasını yapar. Bazen de İsrailiyyatlara dair uyarılarda bulunur.
Asrımızda yazılmış olan tefsirlerden birkaçını da şöyle sıralayabiliriz;
  • Edva’ul Beyan - Muhammed Emin Şankıtî
  • Et- Tahrir ve’t Tenvir - Muhammed İbni Aşûr
  • Fi Zilal’il Kur’an - Seyyid Kutub
İmam Şankıtî’nin tefsiri bazen beklenilen açıklamaları, müracaat ettiğimiz ayeti kerimelerde yapmıyor olabilir. Bazı konulara kısaca değinilmiş olan yerlerde üstadın meseleyi başka ayeti kerimelerde daha geniş şekilde izah ettiğine rastlanmaktadır. İbni Aşur’un tefsirinde genellikle luğat açısından ve nahiv açısından geniş malumatlara ulaşmak mümkündür.
Seyyid Kutub’un Allah yolunda şehit olması, zamanının tağutu Cemal Abdunnasır’a özür mektubu yazmaya bile tenezzül etmemesi, doğruları ve ümmet içerisinde hakimiyeti tefsirinde ilk kez açıkça ortaya koyanlardan olması hatalarını gölgede bırakmaya yetmiştir. Tefsiri müracaat edilmeye değer bir tefsirdir.
Güncel tefsirler içerisinde birçok tefsirden bahsetmek mümkünse de sakınılması vacip olan bazı tefsir sahipleri de vardır. Bu telif sahipleri sofî veya mürcie olup hurafelerini ve sapkın akidelerini, ayetlerin açıklamaları arasında satır aralarına doldurmaktadırlar. Bunlardan birçoğu da idarecilerin yardakçıları, radyo ve televizyonlara çıkmayı maharet sayan kendine ve kanalına bir zarar gelmesin, kapatılmasın diye anlatılması gereken doğruları örtbas eden kimselerdir. Bu durumdaki telif sahiplerinden yapılacak en ufak bir nakil o kimseyi tezkiye etmek demektir. Dinleyenler ismi mevzu bahis kimselerin hak ehlinden olduklarını sanabilirler. Nasihatçi bu durumdaki kimselerin isimlerini ve kitaplarını mümkün mertebe zikretmemelidir.
Tefsirlere müracaat ederken elimize aldığımız tefsiri yazan kimsenin sahih bir akideye ve menhece sahip olması gerektiğini göz ardı etmemiz mümkün değildir. Allah’ın (cc) ayetlerini anlamak üzere müracaat ettiğimiz tefsirlerin yazarları, farklı menheclere meyletmiş olsalar bile onların bu yönlerini iyi tespit edip, nakil alanımızın dışında tutmalıyız.
Örneğin İmam Razî (rh) sonradan tevbe ettiğini göz önünde bulundurmakla birlikte tefsirinde i’tizale (Mutezîlilik) ait konular bulundurmaktadır. İmam Razî’nin kitabından bir meseleyi Ehli sünnetin süzgecinden geçirmeksizin zikrederek, Mutezile’nin sapkın fikirlerinden birini nakletmiş olmak gibi bir yanılgıya düşmemeliyiz. Nasihatlerimizin içerisinde kendisinden nakiller aktarmamaya çalışmalı, tamamen tezkiye etmemeliyiz.
Yukarıdan itibaren saydığımız tefsirlerin sadece bir kaçı ile yetinmeden hepsini gözden geçirmek ve yaptığımız anlatımlarda bu değerli âlimlerimizden nakillerde bulunmamız, dinleyiciler nezdinde bizlerin kendi çıkarımlarımızla konuşmadığımızı, İbni Kesir, İbni Kayyım, Kurtubî, Taberî gibi imamlardan nakillerde bulunmak suretiyle anlattıklarımızın bir geçmişinin olduğunu, bizlerinde o büyük âlimlerin birer nakilcisi konumunda olduğumuzu hissettirecektir. Bu tefsirlerin her birini ayrı ayrı gözden geçirmemiz konu ile ilgili her bir âlimin bakış açısını, ayetlerden çıkardıkları sonuçları bir araya getirip daha geniş açıdan değerlendirme yapabilmemizi ve nasihatimizin çok daha faydalı hale gelmesini sağlayacaktır.
Tefsirlerden sadece birkaçıyla ya da sadece biriyle yetinmenin de doğru olmadığını bir misal üzerinden izah edelim;
Örneğin; (وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ) ayetinin nüzul sebebi hakkında Ebu Davud, İmam Taberî ve Bezzar’ın İbni Abbas’tan naklettiklerine göre Yahudiler Rasulullah’a (sav) gelerek ölmüş bir koyun hakkında hayret ederek “Bunu Allah öldürdüğü halde yemiyorsunuz da kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz öyle mi?” dediler.
Ehli sünnetin meşhur kaynaklarında belirtilen bu rivayetlere göre de bu sözü söyleyenler Yahudilerdir. İmam İbni Kesir bu rivayetlerin ve nakillerin sahih olmadığını Rasulullah’a (sav) yapılan itirazı Yahudilerin değil müşriklerden bazı kimselerin yaptığını katî deliller üzerinden şöyle açıklar; “Yahudiler kendileri de ölü hayvanın etini haram görüp yemezken ölü hayvanın yenilmesi gerektiğine dair Rasulullah (sav) ile münakaşa etmeleri mümkün değildir. Bu sure Mekke’de inmiş olan surelerdendir, Yahudiler ise Mekke’de yaşamamışlardır.”
Bu ve benzeri hatalar ilimde üstün derecelere sahip olsalar bile neticede insan olmaları ve hatadan masum olmamaları sebebiyle zaman zaman âlimlerimizden de sadır olması mümkün olan hatalardandır. Nasihatçi sadece birkaç tefsirle yetinmesi durumunda konunun başında yer alan zayıf rivayeti naklederek telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilecek bir yanılgıya düşmemeli, kendisini yapacağı nasihatten önce yeterli düzeyde hazırlanabilmesi için elindeki kaynaklara eksiksiz müracaat etmelidir.
 
 
[1] (37/Sebe 28)
[2] (21/Enbiya 107)
[3] (12/Yusuf 108)
Whatsapp Destek