İmam Nevevi (rh)

Hepimizin evinde bulunan Riyazu's Salihin ve Kırk Hadis kitaplarının yazarı olan İmam Nevevî’nin (rh) adı Ebu Zekeriyya Yahya İbni Şeref İbni Mürî en-Nevevî’dir. 631 yılı Muharrem ayının ortalarında Suriye’nin güneyindeki Havran bölgesinde bulunan Nevâ köyünde doğdu. Adı Yahya olanlar, baba oğul iki peygambere hürmeten Ebu Zekeriyya diye künyelendikleri için, o da geleneğe uyarak, hiç evlenmediği halde, bu künyeyi aldı. İslâm dinine olan hizmetlerine bakarak kendisine, dini ihya eden kimse anlamında Muhyiddin lakabı verilmiştir. Övülmekten hoşlanmayan Nevevî, dinin her zaman canlı ve dipdiri olduğunu, kimsenin ihyasına ihtiyacı bulunmadığını belirterek, kendini tezkiye anlamı taşıdığı için bu lakapla anılmaktan hoşlanmaz, hatta kendisine Muhyiddin diyenlere hakkını helâl etmeyeceğini söylerdi. Babası Şeref İbni Mürî, mütevazı dükkânında çalışan, çevresinde dürüstlüğü ile tanınan zâhid ve muttaki bir kimseydi. Nevevî on yaşına basınca, babasının dükkânında çalışmaya başladı. Fakat o ticaretle uğraşmayı sevmediği gibi, arkadaşlarıyla oynamayı da arzu etmezdi. Erginlik çağına girerken hıfzettiği Kur’an-ı Kerîm’i her fırsatta okumaktan büyük haz duyardı. Çocukların birlikte oynayalım diye zorlamasına rağmen onlardan kurtulup Kur’an okumaya çalışırdı.
İmam Nevevî (rh) babasına yardım ederek ve fırsat buldukça çevresindeki âlimlerden temel İslâmî bilgileri öğrenerek, on sekiz yaşına kadar memleketinde kaldı. 649 (1251) yılında babası onu Dımeşk’e getirerek Revâhiyye medresesine yerleştirdi. Medresede talebeye günde sadece bir ekmek veriliyordu. Nevevî bu mütevazi şartlar altında tanınmış âlimlerden okumaya başladı. Ebu İshak eş-Şîrâzî’nin (ö. 476/1083) Şafii fıkhına dair iki muteber eserinden yaklaşık 166 sayfa tutan et-Tenbîh’i dört ayda, el-Mühezzeb’in ibâdât bölümünün dörtte biri olan yaklaşık 250 sayfayı da o yılın geri kalan sekiz ayı içinde ezberledi. Nevevî, daha sonraları bu iki eseri şerh etmiştir. İki yıl sonra babasıyla birlikte hacca gitti. Yolda hastalandı ve Mekke’ye varıncaya kadar sıtmadan kıvrandı. Fakat sesini çıkarıp da hâlinden şikâyet etmedi. Medine-i Münevvere ’de bir buçuk ay kalarak oradaki âlimlerin derslerine katıldı. Kendisinde ilme karşı öyle bir iştiyak vardı ki, bizzat söylediğine göre, iki yıl boyunca yere uzanıp yatmadı. Uykusu gelince kitaplarına yaslanarak biraz uyuklardı. Onun ilme olan düşkünlüğü darbı mesel hâline geldi. Hocalarına gidip gelirken bile, okuduklarını tekrar ederdi. Yıllar sonra yazacağı eserlerde belirttiği gibi, ona göre “İlimle uğraşmak, Allah rızasını kazanmak için tutulan en iyi yol ve en üstün ibadetti. İlim tahsili nafile oruç, namaz ve zikirden daha faziletliydi.”
Allah (cc) İmam Nevevi’ye rahmet etsin. İki yıl boyunca uzanarak yatmamak satırlarda her ne kadar basit gözükse de gerçekten zor bir iştir. Özellikle günümüzde kendimize kıyaslamak bile mümkün değil. Onun bu azme nasıl ulaştığını kendi sözleriyle daha iyi anlıyoruz. Kendini motive ettiği kaynak en yüce yol olan Allah’ın (cc) rızasını kazanmak. Başka bir şey değil. Her ne kadar bizler de bu şekilde kendimizi motive etmek isteyip, yeterince azimli olamıyorsak ortaya tek bir sebep çıkıyor. Acaba Allah’ın (cc) rızasını ne kadar içten ve tam anlamıyla istiyoruz?
Her gün on iki hocadan lügat, sarf, nahiv, fıkıh, hadis, kelâm gibi sahalarda on iki çeşit ders alıyordu. Devamlı çalışması sebebiyle, on yıl gibi bir zamanda parmakla gösterilen bir ilim adamı oldu. 660 yılından itibaren de eser vermeye başladı. Nevevî’nin ilk eserini 655 yılında yazdığı da söylenmektedir.
Muhtelif devirlerde hadis ilmini yeniden canlandıran âlimler gelmiştir. Nevevî’nin yaşadığı yüzyılda İbnü’s-Salâh ile Nevevî, bir sonraki asırda Zehebî, müteakip asırda İbni Hacer el-Askalânî gibi âlimler hadis ilmine büyük hizmet etmişlerdir. Zehebî’nin “hadis âlimlerinin efendisi” diye andığı Nevevî, bir hadis hâfızı, aynı zamanda hadis ilimlerinde tanınmış bir otoriteydi.
Şafii fıkhında devrinin en büyük âlimiydi. Bu mezhebin esaslarını, usul ve füruunu, bir meseleye dair sahabe ve tabiin âlimlerinin neler söylediklerini, hangi noktada birleşip hangi noktada birbirinden ayrıldıklarını ezbere bilirdi. Bir gün İmam Gazali’nin el-Vasît ’inden yapılan bir nakil hakkında kendisiyle münakaşa ettiler. Hâlbuki Nevevî münakaşa etmekten hiç hoşlanmadığı gibi, münakaşa edenleri de sevmezdi. Şöyle dedi: “Benimle el-Vasît hakkında münakaşa ediyorlar. Ben o eseri dört yüz defa okudum.” 
Nevevî muhtelif medreselerde hocalık yaptı. 665 (1267) yılında Ebu Şâme el-Makdisî’nin vefatıyla boşalan Suriye’nin en tanınmış öğretim müessesesi olan Eşrefiyye Dârülhadisi hocalığına getirildi. Vefatına kadar on bir sene müddetle bu görevi devam ettirdi.
En büyük ibadetin samimi bir niyetle helâl ve haramları öğrenmek olduğunu söyleyen Nevevî, hayatı boyunca kimseden bir kuruş almadı. Görev yaptığı medreselerden kendisine verilen aylıkla kitap alır, sonra da bunları o medreseye vakfederdi. Eşrefiyye dârülhadisinden hiç maaş almadı. Onun bu hâli, hak mefhumuna ne büyük önem verdiğini göstermektedir. Tekrar tekrar görüyoruz ki âlimlerin ortak özelliklerinden birisi de Allah (cc) rızası için yaptıkları işlerden asla bir ücret talep etmiyorlar ve istemeden gelen ücretleri ya geri çeviriyorlar ya ihtiyaç sahiplerine veriyorlar ya da vakfediyorlar. Onca insan arasında bu şahsiyetleri âlim yapan unsur elbette ki kendi azimleri ve muazzam derecede dikkatleri neticesindedir. Haram yeme korkusu içlerine öyle bir işlemiş ki helalden dahi uzaklaşır hale gelmişler. Acaba bu para başkasının hakkı mı? Ben bu ücreti hak edecek ne yaptım? Bu ücretin geldiği yer yüzde yüz helal mi? Bu ücreti aldığım zaman Allah (cc) benim ilmime bereket verir mi, yoksa olan ilmimi de yerle yeksan mı eder? İşte bu gibi soruları sormaktan, garantiye alalım işimizi diyerek helalleri dahi terk eden kişilerin, nasıl bu kadar kıymetli hale geldikleri daha anlaşılır hale geliyor.
Nevevî ’yi yakından tanıyan bazı âlimler onun bir sahâbî gibi, bazıları ise bir tabiin gibi yaşadığını söylemişlerdir. İlimle bu kadar çok meşgul olmasına rağmen ibadete, Kur’an okumaya ve Allah Teâlâ’yı zikretmeye geniş zaman ayırırdı. Bir gece sabaha doğru Dımeşk Camii’nde bir direğe yönelmiş karanlıkta namaz kılıyordu. Allah Teâlâ’nın, zalimler ile onların arkadaşı olan günahkârları cehenneme götürmeleri için meleklere verdiği “Onları tutuklayın; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir” [Sâffât Suresi (37), 24] emrini, hesaba çekilen kendisiymiş gibi derin bir hüzün ve huşû içinde dakikalarca tekrarlayıp durmuştu. Âlim olan kişi zalimler hakkındaki ayeti üzerine alınarak kendi nefis muhasebesini yapıyor ancak bizler Müslümanlara olan hitap ayetlerini dahi tefekkür etmekten aciz durumlara gelmişiz.
Nevevî, emir bil-maruf nehyi anil-münker görevini yerine getirme konusunda benzeri pek az bulunan bir insandı. Haksızlığa boyun eğmez, doğru bildiğini söylemekten, yöneticileri sözlü veya yazılı olarak uyarmaktan çekinmezdi. Sultan Baybars diye bilinen, Mısır ve Suriye’de Memlûk Devleti’ni kurarak on yedi yıl saltanat süren Melik Baybars’a Nevevî’nin muhtelif mektuplar yazdığı, hatta bu mektupların bir kısmını ileri gelen âlimlere de imzalatarak müşterek bir dilekçe halinde sunduğu ve kıtlık sebebiyle maddî sıkıntı içinde bulunan Dımeşk halkına kolaylık göstermesini, ağır vergilerle onları zor durumda bırakmamasını istediği bilinmektedir. Dileği yerine getirilmediği veya isteklerinin aksi yapıldığı zaman bu mektupların sertlik dozunun daha da arttığı, hiçbir tehdidin ve hatta ölümün kendisini yıldırmayacağını sultana hatırlattığı görülmektedir. Fakat bu mektuplarında sultana karşı hiçbir zaman saygısızlık göstermemiştir. Onun dindar bir kimse olduğunu bildiği için, ayet ve hadislerden pek çok örnekler vererek kendisini ikna etmeye çalışmıştır.
Haçlılara karşı verdiği savaşlarla ünlü melik Baybars, aslında samimi bir Müslümandı. Bu Kıpçak asıllı Türk sultanı, Moğolların Suriye’ye saldırdığı sıralarda halkın münbit topraklarını, bahçelerini hazineye katmak istemiş, bunun için de Suriyeli âlimlerin fetvasına başvurmuştu. Bazı âlimler korktukları için, bazıları dünyalık elde etmek için sultanın istediği fetvayı vermişti. Baybars Nevevî ’den de fetva istemiş, fakat bu uygulamanın haksızlık olduğuna inanan Nevevî fetva vermeye yanaşmamıştı.
Sultan’ın bu konudaki ısrarları üzerine Nevevî ona şunları söylemişti:
‘’İyi biliyorum ki, sen bir zamanlar Emir Bunduktâr’ın kölesiydin. Hiçbir şeyin yokken Allah lütfedip seni melik yaptı. Duyduğuma göre sarayında, eyerlerinin kayışları altından yapılmış bin tane kölen, çeşit çeşit ziynet eşyalarına sahip iki yüz cariyen varmış. Bütün bunları onlardan alıp savaş hazırlığı için kullandığın hâlde devlet hazinesi yetersiz kalırsa, halkın malına el koyman için o zaman sana fetva veririm.’’
 Daha sonra Suriyelilere yüklenen savaş vergilerinin ağırlığından söz ederek bu vergilerin kaldırılmasını, müderrislerin maaşlarının azaltılmamasını istedi.  Nevevî’nin bu sözlerine ve istediği fetvayı vermemesine çok kızan Melik, Nevevî yi şehirden kovmuştur. İmam Nevevî’nin Melik Baybars’a karşı gösterdiği bu yiğit tavrından sonra ünü yayıldı. Eserlerine büyük rağbet gösterildi. İmam Nevevi’ye (rh) karşı gösterilen bu ilgi onun kullandığı üslup neticesindedir. Şayet kaba bir üslup kullansaydı, önyargılı ve çokbilmiş tavırlar sergileseydi anlattıkları ne kadar doğru olursa olsun, söylediklerine yanlış gözüyle bakılıp sapık olarak ünü yayılabilirdi. Ancak kendisi iyiliği emrederken saygısını asla bozmamış ve karşısındaki kişinin etkileneceği türde bir yöntem kullanmıştır. Her insana aynı muamele yapılmayacağı gibi aynı nasihat yöntemi de uygulanmaz. Bundan dolayı nasihat ederken acaba karşımdaki kişi nasıl nasihat alır, nelerden etkilenir diye de düşünmek gerekir.
Ashabı kiramı andıran bu örnek şahsiyeti tanıtırken Zehebî, zühd ve takva bakımından eşsiz, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma hususunda benzersiz bir kimse dedikten sonra, onun azla yetindiğini, basitçe giyindiğini, yemeye içmeye değer vermediğini, bununla beraber vakur ve heybetli olduğunu söylemektedir.
Nevevî’nin talebelerinden fakih ve muhaddis İbni Ferah el-İşbîlî (ö. 699/1300), onun üç önemli özelliği bulunduğunu söyledikten sonra, bir kimsede bu özelliklerden sadece biri bulunsa, insanlar ondan faydalanmak üzere, ona dünyanın dört bucağından kalkıp gelirler, diyerek bu üç özelliği şöyle sayar:
*  İlim ve görev sorumluluğu
* Dünyaya ve dünya menfaatlerine değer vermemek
* İyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak 
İmam Nevevî (rh) vefat edeceğini sezmiş olmalı ki, kendisine sefer izni çıktığını söyleyerek hocalarının kabirlerini, şehirdeki tanıdıklarını ziyaret etti ve kitaplarını medreseye vakfetti. Daha sonra Kudüs’e gitti. Ziyaretini tamamlayıp Nevâ’ya döndü. Birkaç gün sonra babasının evinde hastalanarak 676 yılının 24 Receb (22 Aralık 1277) çarşamba günü seher vakti vefat etti.
Allah (cc) rahmetiyle muamele etsin. (Âmin)




 
Whatsapp Destek