İmam Şafiî (ra)

İmam Şafii künyeli Muhammed b. İdris, hicri 150(m.767) yılında Filistin Gazze’de doğdu. İmam Şafii’nin baba tarafından soyu Rasulullah’a (sav) dayanmaktadır. 2 yaşında babasını kaybeden İmam Şafii, yetim olarak annesiyle birlikte Mekke’ye yerleşir ve daha çocuk denilebilecek yaşta 7 yaşına geldiğinde Kur’an-ı Kerim’i ezberler. Kur’an ezberinin yanında Mekke’de bulunan çeşitli âlimlerin ders ve sohbetlerine de katılmaya başlayan İmam, bu vesile ile hadis öğrenmeye ve ezberlemeye başlar. Gençliğinin ilk yıllarında Mekke’de bulunan tâbiinden Süfyan bin Uyeyne gibi fakih ve muhaddislerden ders alır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir: “Kur’an’ı ezberledikten sonra devamlı Mescid-i Haram’a gidip fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim.” Bu ilim sürecinin başlangıcından sonra Arapça’yı en fasih şekliyle öğrenmek ve İslam ilimlerini en iyi şekilde anlayabilmek için İmam Şâfii, çölde yaşayan Huzeyl kabilesinin içinde 10 yıl kalarak ilim tahsiline devam etti. Kendisi o günleri hakkında şöyle der: “Çölde iken himmetim iki şeyde toplanmıştı: ‘Okçuluk ve ilim. Ok atmakta o kadar maharet sahibi idim ki, on ok atsam hepsi hedefe isabet ederdi.’ Bunu söyledikten sonra ilim hususunda bir şey demeden sustu. Yanında bulunan biri: “Vallahi sen ilimde, okçulukta olduğundan çok daha üstünsün’ dedi.
Mekke’de okuduğu ilim yıllarında İmam Mâlik’in ilminin büyüklüğünden haberdar olan İmam Şâfii, Medine’ye İmam Mâlik’in yanına gitmeye karar verince, bir tanıdığından İmam Mâlik’in hadis kitabı Muvattâ’yı ödünç alır ve ezberler. Ardından hocası Müslim b. Hâlid ez-Zencî’nin, Mekke ve Medine valisiyle Mâlik’e hitaben yazdığı mektupları alarak 20 yaşlarında Medine’ye gider. İmam Şâfii, Mâlik’in yanına gittiğinde Muvatta’yı ezberden okur. Kendisindeki ilmi yeteneği fark eden Mâlik, vefat edinceye kadar 9 yıl boyunca İmam Şâfii’ye hocalık yapar. Bu zamanlarda Yemen Valisi Hicaz’a geldiğinde, Kureyş’ten bazıları ona ilminin büyüklüğünden dolayı Şâfii’yi beraberinde Yemen’e götürmesini söyler. Vali de bunu uygun bularak, Şâfii’yi beraberinde götürür. Şâfii bu hususta diyor ki: “Annemde bana verecek yol parası bile yoktu. Evimizi rehin olarak vererek yol parasını tedarik ettim. Yemen’e varınca vali bana iş verdi.”
Yemen Necran’da kadılık görevi alıp burada yaklaşık beş yıl kalan Şâfii, Hz. Osman’ın torununun torunu olan Hamdeh(Cemile) ile evlendi. Yemen’de olduğu yıllarda kadılık görevinin yanında burada bulunan âlimlerden de ilim tahsilinde buludu ve görevi süresince İslam ahlakından kaynaklanan üstün adalet anlayışı ve aklı herkesin dikkati çekti. Adaletli yönetimi bazı kimseler tarafından rahatsızlık meydana getirince, dönemin yönetimi tarafından bir ayaklanma tertip ettiği suçlamasıyla tutuklanıp Harun Reşid’in huzuruna götürülmek üzere Bağdat’a eli ve ayakları kelepçeli halde götürüldü. Bu olay gerçekleştiğinde İmam Şâfii, 34 yaşındadır. Harun Reşid ayaklanmayı tertip ettiği söylenen diğer arkadaşlarını idam eder ancak İmam Ebu Hanife’nin iki büyük talebesinden biri olan İmam Muhammed künyeli Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni, İmam Şafii’nin ilmini duyması vesilesiyle araya girerek İmam Şâfii’nin idamdan kurtulmasına vesile olur.
İmam Şâfii, Harun Reşid’in sarayındayken halifenin çocuklarını eğiten Ebu Abdussamed’e şöyle nasihat eder: “Çocukları terbiye ederken, önce kendi nefsini düzeltmekle işe başla. Çünkü çocuklar adeta senin gözünle görür, senin aklınla düşünürler. Onlar için güzel olan her şey, senin de güzel saydıklarındır. Yapmadıkların da onlar tarafından çirkin sayılır. Onlara Allah’ın Kitabı’nı öğret. Ancak öğretirken çok da zorlama. Çünkü usanıverirler. Tamamen de onları Kur’an’dan uzaklaştırma. Çünkü büsbütün terk ediverirler. Sonra onlara nezih şiir ve kıymetli, veciz sözler öğret. Sakın hâ, bir konuyu iyice öğretmeden diğer bir konuya geçme! Çünkü kulağa, aldığından fazla doldurulan söz anlaşılmaz.”
Harun Reşid, masum olduğuna kanaat getirerek 4000 dirhem vermesi sonucu İmam Şâfii Bağdat’tan ayrılarak Mekke’ye döner. İmam Şâfii, Mekke’ye geldiğinde ilmi çalışmalara devam ederek talebelere ders vermeye devam etti. Mekke’de geçen bu dokuz yılda ayrıca hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. 811 yılında dönemin ilim merkezi olan Bağdat’a tekrar giden İmam Şâfii’nin, güzel ve açık konuşması, ifade ve izah tarzı, münazara kuvveti ve tesiri çok güçlü idi. Bu dönemde, sonraları büyük imam olacak olan Ahmed b. Hanbel kendisine talebe olmuştur. Şâfii’nin ilimdeki üstünlüğü hakkında İmam Ahmed şöyle demiştir: “Allah’ın (cc) kitabı ve Rasulullah’ın (sav) sünneti konusunda en fakih kişi Şafii’dir.” Yine İmam Ahmed’e; “ Sen 300.000 hadis ezbere bilen büyük bir imam olduğun halde Şafii’den niye ders alıyorsun?” denildiğinde, o; “O, bizim ezberlediklerimizin manalarını biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır.” demiştir.
Kendi döneminde akılcılığı, nassları anlamada yöntem olarak kullanan Mu‘tezile’yi ve temel tezlerini eleştirerek zındıklara, mecusilere ve dini tahrif etmeye çalışanlara karşı da İslam’ın asıllarına uyulmaya dair gayretlerde bulunmuştur. Dönemin, “Kur’an, mahluktur” sözünün karşısında nice sıkıntılarla karşılaşsa da böyle olmadığını savunur ve çeşitli eziyetlere maruz kalsa da bu sapık fikri reddeder. Burada iki yıl kaldıktan sonra Abbasi yöneticileri Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesi sebebiyle Bağdat muhasara edilince buradan ayrılır.
Yemen’de yaptığı dört yıllık kadılık görevi hariç bütün hayatı, ilim tahsili ve fıkıh tedvininde geçen İmam Şafii’yi talebelerinden Rebî b. Süleyman şöyle anlatır: “İmam Şafii sabah namazını kıldıktan sonra kürsüsüne oturur, Kur’ân ehline ders vermeye başlardı. Güneş doğunca onlar kalkarlar, hadis ehli gelirdi. Hadis yorumlarını, mânâlarını sorarlardı. Güneş yükselince onlar da kalkarlardı. Ondan sonra ders halkasında müzâkereler ve münazaralar başlardı. Kuşluk vakti olunca dağılırlardı. Arkasından arapça, aruz, nahiv ve edebiyat erbabı gelirdi. Öğleye yakın böylece devam ederdi.” Kendisinden önceki âlimlerin izinden giden İmam Şâfii geceyi üç kısma ayırırdı; bir kısmında uyur, bir kısmında kitap okur, bir kısmında da ibadet ederdi.
İmam Şâfii, ilk olarak fıkıh usulünü tedvin edip temellerini atan bir âlimdir. Bu konuda “Er- Risâle” adındaki yazdığı eser, kendi dalında bir ilktir. Onun ilmi seviyesi hakkında talebesi Rebî‘in anlattığına göre Şâfiî, “el-Mebsût” eserini yanında herhangi bir kitap yokken ezberden yazmıştır.
Bir kimse ile münazara yapma durumu meydana gelince şöyle dua ederdi: “ Kiminle münazara ettiysem: `Ya Rabbi, eğer haklı isem, onun gönlüne ve diline hakkı yerleştir ki bana uysun; eğer onun görüşü doğru ise, ben ona uyayım’ diye dua ederim.”
Onun hafızasının kötü olduğu zamanda hocasına söylediği şu soruya verilen cevap, günümüz ilim talebelerinin önünü aydınlatacak bir tavsiyedir. “Hocam Vekî‘e, hâfızamın kötü olduğundan şikâyet ettim de bana mâsiyeti (günahları) terk etmemi tavsiye etti. Çünkü dedi: “İlim, Allah’ın nurudur. Allah’ın nuru bir âsiye bahşolunmaz”
Gittiği yerlerde birçok öğrenci yetiştiren Şâfiî’nin Mısır öncesi dönemdeki talebeleri arasında Ebu Sevr, Ahmed b. Hanbel gibi âlimler öne çıkmıştır. Sonraki dönemde Mısırlı öğrencilerinden Büveytî, Müzenî ve Rebi‘ b. Süleyman el-Murâdî mezhebinin yayılmasına yardımcı olmuştur.
Hadis ve sünnete olan bağlılığı ile ehli hadis tarafından “Nâsırü’l-hadis(hadisin yardımcısı)” unvanı verilen İmam Şafii, Talebesi Rebi’ b. Süleymân’dan nakledildiğine göre şöyle der: “Hüküm verdiğim herhangi bir konuda muhaddisler tarafından benim fetvama aykırı Peygamber’den (sav) sahih bir haber nakledilirse, biliniz ki ben, hem yaşarken hem de öldükten sonra o görüşümden dönmüşümdür.”
Bir gün İmam Şafii’ye bir adam; “Şu hadisle amel ediyor musun?” diye sorunca, ona şu cevabı verir: “Allah Rasulü’nden (sav) bir hadis duyacağım da onunla amel etmeyeceğim öyle mi! Beni kiliseden zünnarımla çıkarken mi gördün?
İmam Şafii şöyle demiştir: “On altı seneden beri hiçbir zaman doya doya yemek yemiş değilim. Zira tam bir şekilde doymak bedeni ağırlaştırır, kalbi katılaştırır, zekâyı dumura uğratır, uykuyu celbeder ve sahibini ibadet yapmaktan alıkoyar...’
Aşırı kan kaybından 19 Ocak 820’de Recep ayının son gecesi 54 yaşında vefat edince, Mısır Karâfe’de Benî Abdülhakem Mezarlığı’na defnedildi. Tarihi kaynaklarda vefatıyla alakalı şöyle bir bilgi vardır. Halife Me’mûn, Şafii’yi Mısır kadısı yapmak isteyince onun, “Allahım! Dinim, dünyam ve akıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al” şeklinde dua ettiği ve üç gün geçmeden vefat ettiği rivayet edilmiştir.
İmam Şafii’nin hayatı, küçükten büyüğe, hocadan talebeye her bireyin kendine ders çıkarması ve yaşamında belirleyeceği altın kuralları elde etmesine olanak sağlayan bir yaşamdır. Biz ilim talebeleri bu yaşamdan kendimize bazı ilkeler çıkarmalıyız;
1-)  İlim yoluna baş koyan insan dünyalığa meyletmemeli. Bizlerin şuan olmazsa olmaz evimizi İmam Şafii ilim yolculuğu için rehin vermeyi göze almış, tüm fakirliğine rağmen elinde avcunda ne varsa ilim uğruna feda etmeyi göze almış. İşte bu bizlere ilim için her şeyimizi feda etmemiz gerektiğini çok net anlatıyor. Öncelikle bu yüce ilim için dünyalıktan vazgeçebilmeyi öğrenmeliyiz. Zaten ilmin peşinden hakkıyla koşan kişinin arkasından dünyalıklar koşmaya başlar.
2-) İmam Şafii’nin nasihatinde olduğu gibi, kişi öncelikle kendi nefsini düzeltmeli ki almış olduğu ilmi layıkıyla aktarabilsin. Bizler bu ilmi aktaramayacaksak ilmimizin zekâtını nasıl vereceğiz? Bunun için kişi kendi ahlakına çok dikkat etmeli. Unutmamalıyız ki ilim talebeleri beyaz bir gömlek gibidir. Üstünde ufacık bir tane kir dahi olsa belli eder.
3-) Önemli olan insanların gözünde değil, Allah’ın (cc) katında değerli olmaktır. Hak bildiğimizden insanlar ne der korkusu ile şaşmadığımız müddetçe elbet karşılığını buluruz. İnsanlar ne der, ailem ne der, hocam ne der dememeli, Allah (cc) ne der diyerek işlerimizi halletmeliyiz.
4-) İlim kuvvetli bir hafıza ister. Küçük görmüş olduğumuz masiyetler bile bunu etkiler. Binlerce hadisi ezbere bilen İmam bile hafızasına günahların zarar verdiğini görmüştür. Bizler bu kadar masiyetin içerisinde kendimizi korumak için çok daha fazla önem göstermeliyiz.
5-) Zorla alınan ilmin insanı usandıracağı aşikârdır. Her şeyden önce istemek önemli. İstemek de insana bazı yaptırımlar uygulamak zorunda bırakır. Eğer bizler ilme devam ederken hayatımızda bir şeyler değişmiyorsa bu istemediğimizi gösterir.
Allah (cc) kendisine rahmet etsin, bizlere de öğrendiklerimizle daha canlı ve takvalı bir şekilde ibadet edebilmeyi bahşetsin. Bizzat kendi yaşamıyla tecrübe ettiği, insanlara nasihat olarak söylemiş olduğu şiirler gerçekten insanın ufkunu açacak ve ilmine yardımcı olacak niteliktedir. Yazımı İmam Şafii’nin oldukça fazla olan şiirlerinden birkaçıyla bitirmek istiyorum;

Kardeşim ilmi ancak altı şey sayesinde elde edebilirsin. Sana bunlar açıklıyorum:
Zekâ, azim ve sebat, çalışmak, kabiliyet, hocadan ayrılmamak ve uzun bir süre.

İlim, her türlü övüncün bulunduğu yerdir. Oradaki övüncü kaçırmamaya dikkat et.
Şunu bil: Aklı fikri, yeme ve giymede olan kimse ilim elde edemez.
İlmi seven kişi ancak, kıyafeti olsa da olmasa da ondan vazgeçmeyendir.
İlimden kendine bol pay ayır, ilmi ciddiyetle tahsil et.
Onun için tatlı uykuyu terk et, ona yüz verme.

Öğretmenin, öğrencisini yetiştirmek için söylediği ağır söz ve davranışlara sabret
Kim bir süre, öğrenmek için hocasına karşı uysal ve itaatkâr olmaya katlanmazsa
Hayat boyunca cahilliğin sebep olduğu rezilliği çeker.
Kim gençliğinde öğrenim görme fırsatını kaçırırsa
Buyur dört tekbirle kılınan cenaze namazına.
Vallahi, kişinin hayatı, ilim ve takva iledir
Bu ikisi olmazsa, o kişiye hiç itibar edilmez


 
Whatsapp Destek