Kâfirlere Övgü İfadeleri Kullanmanın Hükmü | Hüseyin Oral

Allaha iman ve ona ibadet mücadelesi ile sürdürmeye çalıştığımız şu fani dünya hayatında yaşamaya devam ettiğimiz sürece,  bir mümin olarak doğruyu ve yanlışı, İslam dinine göre belirlemekten başka bir seçeneğimiz yoktur. Değer yargıları şaştığı zaman, neleri sevip nelere buğz edeceğimiz, kimleri övüp kimlerden sakınacağımız bile karmakarışık bir hale gelir. Üzerinde durmaya çalıştığım vela ve bera yazılarımda bu konuya bir bakıma temas etmiş oluyorum. Kimler bizim için değerlidir? Kimlerden nasıl sakınmamız gerekir? Kimleri beğenip övebilir; kimlerden sakınıp yermemiz gerekir? sorularının cevabını en doğru şekilde vermeye çalıştım. Bu bölümde de kâfirlere karşı övgü ifadeleri kullanmanın hükmüne dair konuların izahı ile zihinlerde oluşabilecek her türlü kapalılığı gidermek istiyorum.

Müminlerin Allah’ın dinine, müminlerin yararına olacak dünyalık ve ahirete dair bütün hayırlı amellerine teşekkür etmek övgüde bulunmak yeri geldikçe hayırla anmak bütün müminlerin ahlaki erdemlerindendir. Rasulullah (sav) “İnsanlara teşekkür etmeyen; Allah’a şükretmez” diye buyurmuştur. Etrafımızda kâfirlerin, müşriklerin hatta münafıklığını gizlemeyen zındıkların yoğunluğunu hissettiğimiz şu zamanımızda ise kimi dinsizler vardır ki dinsiz olmalarına rağmen bazı özellikleri sebebiyle beğeni topluyor ilgi çekiyor ve hayranlık uyandırıyorlar. Ardından bu kimselere karşı beğeniler övgüler ve yüceltme ifadeleri art arda diziliyor. Böyle bir durumla karşılaşan müminin sergileyeceği tavır yine İslam şeriatının ölçüleri dahilinde kalmak zorundadır. Kâfirlere karşı bera uygulamak zorunda olan mümin İslam’ın kesin hükümlerini göz ardı ederek birilerini yüceltecek olursa imanını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya gelir. Bu meselenin ayrıntılarıyla birlikte öğrenilmesi özellikle bera göstermemiz gerekenlere karşı mesafemizi ve imani duruşumuzu bir dengede tutar.

Kâfirlere yapılacak övgüler üç kısımda değerlendirilir. Bu üç kısım kullanılan ifadeler ve ifadelerin kullanıldığı kişilerin konumu ile alakalıdır. Her ifade aynı hükümde olamayacağı gibi ifadelerin kullanıldığı alanlar da önemlidir. Bu bakımdan kâfirlere yapılacak övgüler üç kısma ayrılır.

Birinci kısım: Küfür olan övgüler. Bir mümin herhangi bir kâfiri küfründen dolayı överse dinden çıkaran küfürle kâfir olur. Hiç kimse razı olmadığı, beğenmediği ve hoşuna gitmeyen bir şeyi övmez. Kâfirin küfrünü övmek demek, küfre rıza demektir. Küfre rıza küfür olduğundan övgü rızanın açık göstergesi hatta rızanın da zirvesi sayılır. Puta tapanların putlarını, küfrün simgelerini yüceltenlerin çaba ve gayretlerini, müşrik kâfirlerin küfür ve şirklerini yaymak için kullandıkları küfür sözleri ve davranışlarını, ilahlık iddiasında bulunup kendini kanıtlamak için anormal davranışlar sergileyenleri ve Allahtan başkasına ibadet edenlerin ibadet olarak işlediği bütün davranışları övenler bu kısımda değerlendirilir yaptıkları övgüler sebebiyle küfre girerler.

İkinci kısım: Haram olan övgüler. Bir küfrü övmek veya ikrar etmeksizin kâfir bir şahsı övmek veya onu üstün sayan ifadeler kullanmak haramdır. Dinden çıkaran övgülerden değildir. Bu kısma daha önceki yazılarımızda değindiğimiz kâfirleri yüceltecek sözlerle ilgili bölümde temas etmiştim. Onun için burada daha fazla detaya gerek yoktur.

Üçüncü kısım: Mübah olan övgüler. Kendisinde övgüye değer bazı özellikler bulunan bir kâfiri o özellikleri ile övmektir. Bazı kâfirler sözüne sadık veya cömert kimseler olabilirler. Onları bu özelliklerinden dolayı övmekte bir beis yoktur.  Falan adam ne kadar cömerttir eli açık ikramı seven biridir veya falan şahıs ne kadar sözünün eridir gibi cümlelerle övgüde bulunmak mübah olan övgülere örnek olarak verilebilir. İslam tarihinde Hatim et-Tai’nin cömert birisi olarak zikredilmesi Antera’nın cesaretli biri olarak zikredilmesi bu türden övgülerin caiz olduğunu ifade eder.

Kuran-ı Kerimde Allah c.c ehli kitabın bazı güzel özelliklerini zikretmiştir. “Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.” (Al-i İmran, 75)

Allah (c.c) ehli kitaptan bazılarının emanetlere riayet etmelerini diğer kötü vasıflarından önce zikretmiştir. Her ne kadar onların içerisinde bulundukları küfür ve şirk kendilerini çepeçevre kuşatmışsa da Allah’a (c.c)  iftira ediyor olsalar da içlerinden güzel vasıflara sahip olanların bu vasfını beyan ederek müminlere bu hususta izlemeleri gereken itidalli metodu göstermiştir.

Kendilerinden gördüğümüz iyiliklere karşı kâfirlere sözlü ve fiili olarak teşekkür etmekte de bir sakınca yoktur. Rasulullah (sav) “İnsanlara teşekkür etmeyen Allaha şükretmez” buyurarak müminlerin iyilik gördükleri kimselerin sadece insan olmalarına dikkat çekerek müminlere teşekkür etmek ifadesi yerine insanlara teşekkür etmek ifadesini kullanmasına dikkat edilmesi gerekir. Bize iyilikte bulunan kimse kafir veya müşrik birisi de olsa bir insanlık görevi olarak teşekkür ettiğimizde iyiliklere karşı nezaketimizi göstermiş aynı zamanda karşı taraftaki müşriğin dikkatini İslami duruşumuza da çekmiş oluruz. Rasulullah (sav) Bedir savaşından sonra şu ifadeleri kullanmıştır: “Şayet Mutim bin Adiy sağ olsaydı ve bana şu esirlerin salıverilmesi için ricada bulunsaydı ben onun hatırına esirleri salıverirdim.”

Rasulullah (sav) Taif’e İslam’ı tebliğ etmeye gittiğinde çok kötü bir şekilde karşılanmış Taif dönüşünde köleler ve çocuklar tarafından taşlanmış ve Mekke’ye girebilmek için birinin himayesine ihtiyaç duymuştu. Son derece zor durumda kaldığı bir zamanda Rasulullah’ı (sav) himayesi altına alan Mutim Bin Adiy olmuştu. Rasulullah (sav) kendisine iyilikte bulunan ve iman etmeden ölen birinin hatırına esirleri salıvermek gibi ciddi bir işe azmettiğini göstererek teşekkürlerini bir kez daha dile getirmiştir.

Kâfirlerin genel olarak övülmesi ve onların küfür olmayan adetlerini şeri bir gerekçe olmaksızın övmek ise bazı âlimlerimizin büyük günahlardan saydığı haram amellerden biridir.

Sadık Hasan Han şöyle der: “Kâfirleri küfürlerinden dolayı methetmek irtidattır. (İslam dininden çıkmak demektir) küfürleri kastı olmaksızın methedilmeleri haramdır. Bunu yapan kimseye tazir cezası verilmesi icab eder. Kâfirlerin adil kimseler olduğunu söyleyen kimsenin kastı onların insan ürünü olan kanunlarının adil olduğunu kastederek söylerse Allah’ın (c.c) zem ettiği son derece çirkin ce küstahlık saydığı açık bir küfür işlemiş olur. Adalet Allah’ın kitabını ve Rasulünün sünnetini içeren Allah’ın şeriatı ile mümkündür. Şayet Hristiyanların kanunları adalet olsaydı Allah c.c tarafından bize de o kanunlara uyulması emredilirdi. Fakat Allah c.c şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”. (Nahl, 90)” Sadık Hasan han’ın ifadeleri burada sona eriyor.

Arap baharı diye adlandırılan dönemin sonlarında bazı darbecilerin Lahey mahkemesinde yargılanmaları için “Bunların adalete teslim edilmesi gerekir” diye ifadeler kullanan nice cahil müşriklerin, kâfirlerin yasalarından adalet ummaya kalktıkları görülmüştür. Allah’a ve Resulü’ne (sav) hakkıyla iman eden bir mümin bilir ki yeryüzündeki bütün mağduriyetlerin tazmini, kafirlerin yasalarıyla değil sadece Allah’ın kıyamete kadar geçerli olan yasalarıyla mümkündür.

Asrımızda İslam’ın şiarları birer birer yok edilirken Kuran ve Sünnette açıkça gördüğümüz, okurken hakiki manasını idrak edemediğimiz birçok mesele ile karşılaşmaktayız. İslam’ın hâkim olmadığı diyarlardan hicret etmek neredeyse hiç alakadar olmadığımız meseleler arasına çoktan girmiş durumdadır. Yeryüzünde İslam’ın tam manasıyla hâkim olduğu bir diyar neredeyse iki yüz yıldan fazla bir zamandır yoktur. Zaten durum böyle olduğu için bir İslam diyarına hicret etmek hakiki iman sahibi müminlerin bile yüzyıllardır gündemine girememiştir. Meseleyi Kuran ve Sünnetin bize anlattığı şekilde ele aldığımızda ise, kâfirlerin diyarında yaşamanın, başlı başına kâfirlere vela göstermeye iten bir etken olduğunu görürüz. Bir diyarın yönetimi küfür düzeni ile olunca içinde yaşayanlar kurulu düzene sahip çıkan müşrik toplum oluyor. Allahtan ve Resulünden bağımsız olarak oluşturulan düzeni benimseyen halkın her türlü küfür ve haram amelleri rahatça işliyor olması iman sahiplerini kesinlikle olumsuz etkiler. Sosyal bir varlık olan insan kâfiri müminiyle birbirine karmakarışık bir hale gelince sayıca çok olan az olanı etkisi ve yetkisi altına alır. Bataklığın ortasında gözünü kulağını duygularını davranışlarını istek ve arzularını İslam’ın kontrolünde tutamaz. İşte bu sebepledir ki Allah c.c Resulü’nün Medine’ye hicretini gerçekleştirmesinin ardından müminlere bir İslam diyarı bahşetmiş ve hicreti emretmiştir.

Bir ülkenin İslam diyarı olup olmadığının ölçüsünü ise İslam şeriatı şu şekilde belirlemiştir:

Bir ülkede İslam şeriatının hükümleri geçerli ise, İslam’ın hadleri orada uygulanıyorsa ve orada müminler üstün durumda ise orası İslam diyarıdır.

Aynı şekilde Bir ülkede beşeri kanunlar geçerli ise ve orada kâfirler üstün durumda ise orası küfür diyarıdır.

İslam şeriatıyla idare edilmeyen her ülke küfür diyarıdır. Bir ülkenin küfür diyarı olması orada yaşayanların kâfir olduğu anlamına gelmez. Bazen bir ülke küfür diyarı olur da halkının çoğunluğu Müslüman olabilir. Bunun aksi de mümkündür yani bir ülke İslam diyarı olurda halkının çoğunluğu kafir olabilir. Halkın dininin diyarın hükmüne bir tesiri yoktur. Son zamanlarda bazı bidat ehli tarafından ortaya atılan halkının çoğu Müslüman olan ülkeler İslam diyarıdır. Halkının çoğu Yahudi veya Hristiyan olan ülkeler küfür diyarıdır şeklindeki iddialar doğru olmadığı gibi batıl ve uydurmadan ibarettir. Nasların gösterdiğine göre ülkelerin hükmü, içerisinde uygulanan kanunlara dayanmaktadır. Kanunları İslam şeriatı olup hadler tatbik edilen ülkeler İslam diyarı, kanunları beşeri olup beşeri yasalar uygulanan ülkeler küfür diyarıdır.

Dünyada İslam ülkesi olarak adlandırıldığı halde hakikatte İslam’la bir alakası kalmamış birçok ülkenin var olduğunu bu tarifler sayesinde kolayca anlamak mümkündür. Cezair, Fas, Mısır, Yemen, Irak, Pakistan, Endonezya, Türkiye, Suudi Arabistan, Libya ve diğerleri. Buradaki İslam diyarı tarifine girmemektedir. Bu ülkelerin hepsinin kendilerine ait anayasaları parlamentoları ve üzerinde tatbik ettikleri demokrasi, liberalizm, sosyalizm gibi farklı idare yöntemleri vardır. Kendilerini anayasalarında demokrat, liberalist veya sosyalist diye adlandıran ülkeleri zorlama teviller yaparak veya uyduruk gerekçeler üreterek İslam diyarı saymaya kalkmak değil şeriatla, akılla bile izah edilemez. Daha önce de belirttiğimiz gibi buralarda yaşayan halklardan dinden çıkaran bir küfrü olmayanlar kâfir sayılmaz. Sadece dinden çıkaran küfrü işleyenler  kafir olur.

Burada Suudi Arabistan’a dair bazı açıklamalara yer vermek gerekiyor. Çünkü dışardan bakıldığı zaman buraların yöneticileri ülkelerini İslam şeriatı ile yönettiğini iddia ediyor bazı hadleri de uyguluyormuş gibi görünüyorlar. Biraz daha işin iç yüzüne bakılacak olursa hiç de göründüğü gibi olmadıkları anlaşılır. Allah (c.c)’ın hükümleri görünüşte geçerli gibi olsa da Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemektedirler. Özellikle ekonomi alanında Allah’ın hükümlerini değiştirmişler, faizin savunucusu durumuna gelmişlerdir. Ülkede çıkarılan petrolü Amerika ve diğer küfür ülkelerinin yararına kullandıkları için artık Fransa gibi ülkeler kendi ekonomilerinin bir uzantısı olarak Suudi Arabistanı görmektedir. Şeriatın hadlerini uygulamayı terk etmişlerdir. İsrail oğullarının düştüğü aşağılık duruma kendilerini getirmiş, güçlü biri üzerinde hadleri uygulamazken zayıflar üzerinde uyguladıkları bazı göstermelik uygulamalarla göz boyamaktadırlar.  Beldelerinde üstünlük haçlılara ve mürtetlere geçmiş durumdadır. Mürted Suud ailesi ve Amerikan şirketlerinin üstünlüğü ülkenin her yerinde hissedilmektedir. Amerika ve İsrail ile tam bir velayet ilişkisi içerisindedirler. Özellikle son yıllarda hapishaneleri âlimler ve hocalarla doldurdular. Medine’ye kilise açtılar. Dünyanın her bir yerinden davet ettikleri müzik guruplarıyla festivaller düzenleyip bedava oteller sağlayarak fuhuşun  haftalar boyunca işlenmesine ev sahipliği yaptılar. İşledikleri iğrençliklere karşı gelen ne kadar hoca veya eğitim görevlisi varsa hepsini kendilerine yandaş olup olmadıklarına bakmaksızın hapislere tıktılar. Burada belki de biraz uzattığım bu hususlar göz önünde bulundurulduğu zaman artık tüm dünyanın bir İslam ülkesi diye tanıdığı Suudi Arabistan’ın nasıl bir küfür ülkesi olduğu umarım yeterince anlaşılmıştır.

Buraya kadar İslam ve küfür diyarının ne demek olduğunu ve üzerine gereken izahı elimden geldiğince yapmaya çalıştım inşallah bir sonraki yazımda hicret konusuna kaldığım yerden  devam edeceğim  selam ve dua ile.

 
Whatsapp Destek