Kalplerin Güncellenmesi

Allah’a hamd, Rasulüne salat ve selam olsun.

Genelde Müslümanlar bir mecliste bir araya geldiklerinde birbirlerine en fazla dert yandıkları konu, iç geçirdikleri mesele eski günlere olan özlemdir. İnsan ilk iman ettiği zamandaki heyecanı, istek ve şevki kaybettiğinden dertlenir. Herkes birbirine ‘O ilk zamanlar nerede?’ diye sorar.

Şimdi her birimiz ilk zamanlarını, ilk tevhid ile tanıştığı dönemleri bir hatırlasın. İlk okuduğu kitapları, dinlediği dersleri, insanlara tevhidi anlatmaktaki isteklerini düşünsün. Her birimiz şu an üzerinde bulunduğumuz halden ne kadar da uzak olduğumuzu kısa bir muhasebeden sonra anlayıp, idrak edecektir.
İnsan ilk dönemlerde günlük ortalama 50-60 sayfa kitap okuma, mealden birkaç cüz hatmetme, bazı silsile derslerini takip etmenin, her bulduğu komşu, akraba ve iş arkadaşına davet yapma derdinde iken, eskimesine ve aradan yıllar geçmesine rağmen kitap okumayan, dertlenmeyen, davet yapmayan bir insana nasıl dönüşebilir?

Şüphe yok ki bu muhasebeyi herkes yapmaktadır. Ancak kimi insanlar bunun netice sini eskilerin samimiyetine, kimileri eskilerin sayılarının azlığına, kimileri dertli olup olmamaya bağlamaktadır. Dolayısıyla birden fazla cevap çıkabilmektedir.

Ancak cevap aslında bu kadar çeşitlilik arz etmemektedir. Bu konunun ve muhasebenin cevabı şudur; ilk zamanlarımızdaki sahip olduğumuz kalp ile şimdiki sahip olduğumuz kalp aynı kalp değil.
İnsan ilk dönemlerinde tevhidi kabul etmesiyle Rabbinin mağfiretine ve bağışlanmasına hak kazanmıştır. Günahlarından arınan insan ise tertemiz bir kalbe sahip olmuştur. İşte bu sebeple hazır bir kalp ile amellere olan iştiyakı ve dertlenmesi çok daha fazla olmaktadır. Ancak günlerin geçmesi ve günahların artması ile insan sahip olduğu kalbin kararması neticesiyle amellere olan iştiyak azalmaya başlar.

Nitekim Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Birinizin elbisesinin eskimesi gibi iman da sizin kalbinizde eskir. Allah'tan imanınızı kalbinizde yenilemesini isteyiniz.”[1]

Asıl itibariyle problem işte budur. Elbisenin eskimesi gibi sahip olduğumuz kalplerdeki iman da eskimektedir. Çünkü kalp evrilip çevrilen bir şeydir. Dolayısıyla günü gününü tutmayabilir. Dolayısıyla kalp temiz olmasıyla veya günahlar ile kirlenmesiyle sahibini amellere iletebilir ya da amellerden uzaklaştırabilir.
Dolayısıyla Müslüman, hayat içerisinde zaman zaman düşer, kalkar. Amelleri sekteye uğrar, amellerinde gevşeklik gösterir. Bazen ise namazında, orucunda farzlar ile yetinmeyip nafilelerde ekler. Bu düşüp kalkmanın sebebi kalbin güçlü ve zayıf olması ile doğru orantılı olmasındandır.

KALP AMELLERİNİN ÖNEMİ

1) Bir müminin kalbe ve kalp amellerine önem göstermesi onun dünya ve ahiret mutluluğu için olmazsa olmaz bir husustur. Çünkü insan kalbindeki taşıdığı iman ile, sahip olduğu duygular ile hem amellerini çoğaltabilir. Hem de amellerini daha kaliteli hale getirebilir.

Dünyada kalbine gerekli önemi göstermediğinde kalbinde taşımış olduğu imana şüphe karışabilir. İhlasına riya, sıdkına nifak bulaşabilir. Bunun neticesinde ise hem dünya hem ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

2) Şu da gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husustur ki; İnsan amellerinin karşılığını kalbinde taşımış olduğu ile neticelendirir. İnsan amellerinin neticesini kalbinin özündeki ile değerli ya da değersiz hale getirecektir. Kalbinde taşıdığı iman ve ihlas ile ameller değer bulacaktır. Amellerinin neticesi kalbine bağlıdır.

Örneğin Allah Rasulü (sav) ramazan orucu hakkında şöyle buyurmaktadır;

“Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.”

Başka bir hadiste ise;

Rasulullah (sav) buyurdu ki; Allah Azze ve Celle buyurdu: “Ademoğlunun her bir işi kendinedir. Oruç hariç, o benim içindir, onun karşılığını ben veririm…”

Bu iki hadisi bir arada değerlendirdiğimizde amellerin neticesi insanların kalbindeki bağlılığa, ecrini Allah’tan beklemeye, sabrının Allah için olmasına bağlıdır. Yani sevaplar iki insan arasında farklılık gösterebilir. Farklılık göstermesinin sebebi kalbin durumudur.

İnsan zahirine ne kadar değer verirse versin batını yani içi, kalbi ıslah olmamış ise dış görünümünün insana hiçbir katkısı olmayacaktır.

Motoru bozuk, hasarlı bir araba düşünün. Bu arabanın kaportası, boyası, dış görünüşü ne kadar iyi olursa olsun, lastikleri ne kadar yeni olursa olsun; motoru iyi olmadıkça dışının bir kıymeti olmayacaktır. Çünkü motor bir arabada sahip olunan tüm parçaları harekete geçirecektir. Motor bozuk ise diğer parçalar sağlam olsa da yine de bir fayda elde edilmeyecek ve çalışmaları sağlanamayacaktır.

Kalp araçtaki motor gibidir. İnsanın dışı iyi olsun, sakalı uzun, şalvarlı, gömlekli bir görünümü olsun ancak kalbi yani motoru iyi değilse bir önemi olmayacaktır. Tıpkı münafıklar ile alakalı ayette Rabbimizin buyurduğu gibi;

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler.”[2]

O münafıklar kalplerindeki taşıdıkları nifaktan dolayı içi boşalmış bir ağaç kütüğü gibidirler. Yani dışları her ne kadar insanlara farklı gelse de içlerinde yani kalplerinde nifak bulunmaktadır.

3) Rasulullah’ın (sav) şu hadisi de aslında müminlerin içine, yani kalbine dış görünümlerinden daha fazla önem vermeleri gerektiğini vurgulamaktadır;

Ebü’l-Abbas Sehl İbni Sad es-Sâidî (ranh) şöyle dedi; “Bir gün Rasulullah’ın (sav) yanından bir adam geçti. Rasulullah (sav) yanında oturan kimseye:

- “Şu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. O da:

- Bu kişi ileri gelen hatırlı kişilerden biridir. Vallahi böyle bir adam bir kıza talip olsa evlendirilmeye, birine aracılık yapsa sözü dinlenmeye lâyıktır, diye cevap verdi. Rasulullah (sav) bir şey söylemedi. Sonra oradan biri daha geçti. Rasulullah (sav) yine yanında oturana;

- “Ya bu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. Bu defa o kişi:
- Yâ Rasulullah! Bu adam fakir Müslümanlardan biridir. Bir kıza talip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:

- “Bu sonuncu adam, öteki gibi dünya dolusu adamdan daha hayırlıdır.”[3]

İnsanın içi harap olduktan sonra dışı iyi olmuş herhangi bir önemi yoktur. Zikrettiğimiz hadiste bunu açıkça ifade etmektedir. İnsanın dışına bakıldığında diğer insanlar o kimseyi kerih görebilir. Ancak o kişi sahip olduğu kalp ile Allah katında çok değerli bir yere sahip olabilir.

Kur’an ayetlerinin ilk indirildiği döneme bakacak olursak Allah Teâlâ, ilk nesli vahiy ile yetiştirirken, dışa dönük amellerden daha ziyade içe dönük ameller ile inşa etti. İlk ayetlere dikkatle bakarsak içlerinde azaptan korkutmanın olduğunu, Allah’a karşı sevgi beslemenin olduğunu, Allah’ın nimetlerine duyulması gereken iştiyakın varlığına şahit oluruz. Aslında bunların her biri kalbin inşası ve ıslahıdır.

İnsanoğlu dış güzelliğe ve görünüme, iç güzelliğinden daha fazla önem gösterir. Çünkü insanoğlu somut ile tatmin olur. Müslümanlar arasındaki bu minvaldeki sohbetlere bir dikkat edelim. Genelde bizlerde sakalı uzun, şalvarlı, gömlekli insanlar ve güzel konuşan, güzel vaaz eden insan etkileyici kabul edilmektedir.

Teoriye pratikten çok daha fazla önem gösteriyoruz. Söylediklerini ya da konuştuklarını insanların ne kadar hayata geçirdiklerine bakmıyoruz. Ya da kıstas ve ölçümüz insanların hayata geçirdiği pratikler değil, konuşmuş olduğu teoriler olmuş durumda. İşte bu durum bizleri dışımızı inşa etmeye ancak içimizi, kalbimizi ihmal etmeye itmektedir.

Yine Rasulullah (sav) da kalp amellerine son derece önem göstermiştir. Nitekim O (sav) şöyle demiştir;

“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O düzgün olduğunda tüm beden düzgün olur. O bozuk olduğunda ise tüm beden bozuk olur. İşte o kalptir.”[4]

4) Kalp amellerine önem göstermek insanı dünyanın daraltısından insanı ferahlığa ve rahata kavuşturur. İnsan her nerede olursa olsun eğer kalbi ıslah olmuş ise sahip olduğu o kalp ile tüm sıkıntı ve imtihanların üstesinden gelebilir, bulunduğu şartlar ne olursa olsun o zorlu şartlara ayak uydurabilir. Çünkü göğsünde taşımış olduğu o kalp ile mutlu olur, Allah’a yakın olur.

İnsan bu sebeple yani kalbini güçlendirerek her yerde ve her zamanda kalp mutmainliğini ve rahatını elde edebilir.

İbni Teymiyye’nin (rahimehullah) aslında başka vesileler ile söylemiş olduğu şu cümleden bunu anlayabilir ve bu konu için delil olarak zikredebiliriz.

O şöyle söylemektedir; “Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum, nereye gitsem o benimle gelir. Hapsedilmem halvet, sürgün edilmem hicret, öldürülmem şehadettir. Değil mi ki göğsümde Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti vardır!”

Şeyhin bu sözü genelde imtihanlar vesilesiyle hatırlanır ve zikredilir. Ancak aslında burada vurgulanan şey insanın kalbinin imar edilmiş olmasıdır. Çünkü imar edilmiş bir kalp ile her türlü sıkıntıdan rahatça sıyrılmak mümkündür. Her nereye gidersen git ıslah olmuş kalbin ile Rabbinden ve sana verdiklerinden razı olacaksındır. Rabbine olan yakınlık seni imtihanların üstesinden gelmen konusunda güçlü kılacaktır.

5) Yine kalp sebebiyle insan imanın tadını alır. Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan ve peygamber olarak Muhammed’den razı olursa imanın tadını alır.”[5]

İnsan nasıl yediklerinin ve içtiklerinin tadını ağzı ve dili sebebiyle alabiliyorsa, imanın tadını ise kalbi sebebiyle alır. Ancak imanın bu tadını, kalbi hastalıklardan arındırılmış, şüpheden sıyrılmış, bozuk olmayan kalp alabilir. Aynı örnek üzerinden devam edecek olursak ağzı ya da dilinde bir hastalık bulunan insan nasıl ki yiyip, içtiklerinin tadını alamayacak ise imanın tadını alabileceği parça olan kalbi de hasta ise o zamanda imanın tadını hissetmeyecektir. Çünkü rıza, kalpte hasıl olan ve ortaya çıkan bir husustur. Rıza kalpte ise ve kalp sağlıklı ise imanın lezzetini almak mümkündür.
İnsan bazı zamanlarda ufak bir gribal rahatsızlık atlattığında dahi ağzının tadının olmadığını, yiyip içtiklerinin aynı tatlardan meydana geldiğini söylemektedir.

İmanın lezzetini alma konusunda bu hadisi desteklemesi için başka bir hadiste şudur;

“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar;
Allah ve Rasulünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin görmek.”


Burada zikredilen amellerde kalpte ortaya çıkması gereken amellerdir. İlk iki madde sevmekten, son madde ise kerih görmek yani sevmemekten bahsetmektedir.

6) Yine kalp sebebiyle insan başarıya ulaşır. Kalbe verilen önem, dünya da ve ahirette başarıyı, Allah tarafından yardımı beraberinde getirir. Rabbimiz düşman ile karşılaşma hususunda kitabında insanlara sürekli hazırlık yapmayı emretmektedir. Ancak düşman ile karşılaşıldığında ise yapılan o hazırlıklardan daha ziyade Allah’ı anmayı ve sabretmeyi emretmiştir.

Bedir savaşındaki gönderilen yardım ve zaferin sebebi nasıl ki Müslümanların Allah’a olan yakınlıkları ise, Uhud savaşındaki mağlubiyetin sebebi ise Müslümanlardan bir kısmının işlemiş oldukları günahtı. Bu iki durum da kalbin neticesidir.
Dolayısıyla kalp amelleri birçok meseleye taalluk etmektedir.
Kalp amelleri ile kastedilen şey; Kur’an ve sünnetin kalbe nispet ettiği, dayandırdığı, mahali kalp olan amellerin tamamı kalp amelleridir. Bu amellerin en başında Allah’a iman etmek vardır. Bununla birlikte sabır, rıza, tevekkül, sevgi, korku ve ümit gibi tüm amellerin yeri kalptir. Dolayısıyla bunların hepsi kalp amelleri diye isimlendirilir.

KALP AMELLERİNİN İHMAL EDİLME SEBEPLERİ

Kalp amellerine gösterilmesi gereken hassasiyet bir ilim talebesi ve davetçi için ise çok daha önemlidir. Çünkü sürekli aktif olarak çalışan bir kişinin amellerinde istikrarı sağlaması tam da bu konu ile alakalıdır. Bir amele başlamak, onu devam ettirmekten çok daha kolaydır. İnsanlar amellere başlarlar. Ancak bu amellerdeki istikrar ve devamlılığı ise kalplerinin canlı olması ile elde tutabilirler.
Kalp amellerinin ihmal edilme sebebi çoğu zaman bu konunun önemini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Bazen ise yoğunluktan ve hayat meşgalesinin içinde vakit bulamamaktan kaynaklanabilmektedir. Bu ikinci sebep olarak zikrettiğim husus ise bir ilim talebesi ve davetçi için çok daha öne çıkmaktadır. Çok fazla faaliyetten dolayı kalbe ve kalp amellerine zaman ayıramamak…  Bu durum pratik yönünün ve sürekli hareket halinde olmanın, manevi yöne ağır basması olarak zikredilebilir.

Bir ilim talebesi ya da davetçinin sürekli bir koşuşturması ve birden fazla meşgalesi vardır. Hatta bu koşuşturmanın içerisinde namazlarının dahi hakkını çoğu zaman veremez. Sıkıntısı dinlenecek bir Müslümana koşmak, aile meselelerinde arabuluculuk etmek, davet yapmak, derslerine hazırlık yapmak, hutbe ve ders hazırlamak vs… İşte bu yoğunluk kendisini manevi yöne eğilmekten alıkoyabilir. Bu durum ise bir felakettir. Çünkü yapılan bu işlerdeki kalite ve canlılık, kalbe bağlıdır. Aslında kalp, bir kırık testi gibi içerisindeki sıvıyı dışarıya taşırır.

Eğer ilim talebesi ve davetçi Kur’an’a vakit ayırmaz, Allah’ı anmaz ve bu yaptıklarını tefekkür etmez, içselleştirmez ve bir süzgeçten geçirerek ruhunu beslemez ise bu bedenine sirayet edecektir. Yani bedenin amellerine iyi ya da kötü anlamda etki edecektir.

Bir ibadetin ya da bir işin görev sorumluluğu ile yapılması haliyle aidiyet, bağlılık ilkelerine riayet edilerek yapılması arasında fark vardır. Kişinin sadece farziyetinin düşmesi için namaz kılması ile namazını Rabbi ile bir buluşma olarak görerek, secdelerini, rükularını huşu içerisinde, Rabbinin kendisini gördüğünü düşünerek kılması arasında fark vardır. İşte bu iki farklı durumun ortaya çıkması insanın kalbine bağlıdır.

İşte ilim talebesi ve davetçiler bu yoğunluklardan ötürü kalplerini ihmal etmemelidirler. Çünkü onların buna olan ihtiyaçları sıradan insanların kalbin ıslahına duydukları ihtiyaçtan çok daha fazladır. Şu yönü ile düşünülebilir; Kalp amelleri sayesinde bir günlük bir amel, yirmi yıllık ameller serisini geride bırakabilir. Yirmi dakikalık ihlâs ile çalışan bir kalp, yirmi yıllık bir dava adamını geride bırakabilir. İlim talebesi ve davetçiler aslında tüm vakitlerini ve ömürlerini Allah’ın rızasını elde etmek için harcamaktadırlar. Eğer kaybedecek olurlar ise kayıpları normal bir insandan çok daha fazla olacaktır.

Bu vermiş olduğum örneğin sahabe neslinden de örneğini bulabiliriz. Rasulullah’a (sav) bir savaş esnasında gelerek iman edipte cihad edip, şehitliği elde eden sahabe gibi… Efendimiz (sav) o kimse hakkında ‘Az amel etti, çok kazandı’ demişti. Ne ile bu makamı elde etti. Kalbinde barındırdığı iman ve ihlâs sebebiyle… Çok kısa bir zaman geçirmesine rağmen cenneti elde edebildi.
Biz Müslümanlar olarak İslam’ın tüm şubelerine eşit mesafede durmak zorundayız. Bizim için davet, ilim, cihat, zikir, kalp amelleri veya diğer İslam’ın şubeleri aynı mesafededir. Ancak bazen bu hususlardan biri ya da birkaçı diğer hususların önüne geçebilir. Örneğin düşman kendi beldemize girdiğinde bizler Allah’ı anmanın faziletinden bahsetmeyiz. Orada ön plana çıkan husus o düşmanın def edilmesi için cihat etmektir.

Yapmış olduğumuz işler bizim katımızda kendimizce önemli olduğundan başka hususları ihmal edebiliriz ki bu uygun değildir. Müslüman davet yapıyorum, ilim talep ediyorum, cihat ediyorum ya da hizmet ediyorum diye İslam’ın diğer önemli hususlarının ihmal edemez. Herkes kendi yaptığı işi önemseyebilir. Ancak tüm hususlara yaklaşımımız eşit olmalıdır. İslam bir yere yığılmış haliyle yaşanmaz. Sahabe nesli de bu şekilde dini anlamış ve yaşamıştır. Bazı sahabelerin bazı özellikler ile ön plana çıkması o iş ile anılmalarındandır. Ebubekir (ranh) sadakat ile, Ömer (ranh) adalet ile anılırken, -hâşâ- Ebubekir (ranh) zalim, Ömer (ranh) ise yalancı değildir. Onların her biri her konuda amel ediyorlardı. Ancak karakteristik yapıları ve özellikleri sebebiyle bazı vasıflar ile ön plana çıkmaktaydılar.

Dolayısıyla dengeli olmak zorundayız. Pratiğimizin çok olması ve başka işler ile meşguliyetimizin manevi yönü ihmal etmemize sebep olmasına izin vermemeliyiz.

KALP KATILIĞININ SEBEPLERİ

Kalp katılığına sebep olan amelleri ve onu canlandırmak için gerekli olan şeyleri izah etmeye çalışacağız. Ancak bu konuda en önemli bilinmesi gereken şey şudur. Kişiyi günaha götüren, günaha girmesine sebep olan her amel, kulun kalbinin katılaşmasına hatta ölmesine vesiledir. Zikredilen o günahlardan kurtulmasına sebep olan, dönmesine vesile olan her husus ise kalbin canlanmasına ve temizlenmesine, yumuşamasına vesiledir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları (işledikleri günahlar) kalplerini paslandırmıştır.”[6]

Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ettiği takdirde cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da gittikçe büyür, kalbi istila eder. İşte bu husus, “Hayır (Kur’an eskilerin masallarıdır, diyenlerin sözleri doğru değildir), Bilakis işledikleri günahlar, onların kalplerini paslandırdı.” ayetinde geçen paslanmadır.”[7]

Bazı kalbi katılaştıracak şeyler Allah’a isyan, masiyetler ve günahlardır. Kalbi canlandıracak şey ise tevbe, istiğfar ve yapılandan vazgeçmektir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah'ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.”[8]

Kalp katılığına sebep olacak hususlardan bazılarını ise şu şekilde sıralayabiliriz;

1) Günahların Çoğalması

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır; “Kul, bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ettiği takdirde cilalanıp silinir. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman, o siyah nokta da gittikçe büyür, kalbi istila eder.”[9]

Haris el Muhasibi (rahimehullah) bu konu hakkında şöyle demektedir; “Şunu bil ki; günahlar gafleti, gaflet kasveti (kalp katılığını), kasvet Allah’tan uzaklaşmayı, Allah’tan uzaklaşma cehennem ateşini doğurur. Bunu ise diriler düşünür. Ölüler ise kendi nefislerini dünya sevgisi ile öldürmüş olanlardır.”[10]

2) Allah’ı Anma Noktasında Gafil Davranılması

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Her kim de benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Birde onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”[11]

3) Düşünerek Kur’an Okumayı Terk Etme

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”[12]

Bu ayette Rabbimizin ifade ettiği şey; Kur’an dağlara indirildiğinde dağlar korkudan paramparça olursa, huşu sahibi kalpler, Kur’an okuduklarında ve dinlediklerinde onun dehşetinden erimeli, müjdesinden ise sevinmelidir. İşte bu durum ise kalbi günahtan istiğfarlar ile arındırılmış insanların durumudur.

Allah’ın kevni ayetlerini zikretmemek, onları tefekkür etmemek, yer ve gök ayetlerini unutmak, dağları taşları ve onların nasıl yaratıldıklarını anmamakta yine kalbin katılaşmasına sebep olan hususlardandır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.”[13]

4) Yaratılmışlara Karşı Merhametsiz Davranma

Bir gün bedevinin birisi gelerek Peygamberimize, “Ya Rasulullah, siz çocukları öper misiniz? Biz onları öpmeyiz.” dedi. Böyle bir soruya Peygamberimiz, “Allah senin kalbinden merhamet duygusunu almışsa ben ne yapabilirim?” buyurdu.[14]

5) Dünyaya Karşı Hırslı Davranma

İbni Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir; “Kalbin ne zaman Allah sevgisinden ve O’nun ile karşılaşmaktan uzaklaştığını görsem, o kalbe yaratılmışların sevgisi, dünya hayatından razı olma ve o hayat ile mutmain olma girmektedir.”

KALBİN İLACI

Kalp katılığının ilacı ise bu sayılan maddelerin zıddını yapmaya çalışmaktır. Yani Allah’ı çokça zikretmek, tevbe ve istiğfarı çoğaltmak, Allah’ın kevni ve şer’i ayetlerini düşünmek, dünya sevgisini kalbinden çıkartmak ve insanlara, yaratılmışlara merhametli davranmaktır.

1) Zikri Çoğaltmak

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”[15]

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır; “Rabbini zikreden ile zikretmeyen kişinin durumu ölü ile dirinin durumu gibidir.”[16]

2) Yetim ve Fakirlere Merhamet Etmek

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır; “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakire yedir, yetimin başını okşa.”[17]

3) Ölümü Hatırlamak, Kabir Ziyaretleri Yapmak


4) Kur’an Okumak

5) Tevbe ve İstiğfarı Çoğaltmak

BAZI HATIRLATMALAR

Şeytan insana bazen sağdan yaklaşmak suretiyle kalbin ıslahına onu yönlendirmek ister. Ve tamamen kalbi ıslah etmeden hiçbir amele yönelmemesini ona fısıldar. İnsan kalbini ıslah etmeden yapmış olduğu ilim talebi, davet ya da cihad ameline yönelmemek ister. Hatta öyle bir düşünce içerisine girer ki önce kalp sonra bu ameller… Ancak sonrasında ise kalbin ıslah olmaması ve çok eksiği olduğu noktasında onu razı eder. Ve insan bir türlü amellere yönelemez. Bazen de yapmış olduğu ameli terk eder, ta ki kalbim henüz hazır değil bahanesiyle. Bu noktada kişi kendini muhasebe etmelidir. Ancak şeytana da mahal vermemelidir. Şunu bilmelidir ki kalp evrilip çevrilen bir şeydir. Dolayısıyla insan hiçbir zaman ben ihlas ile, samimiyet ile kalbimi kuşattım şimdi amel zamanı diyemez. Çünkü çok büyük bir amelde kalbi hazır olmayabilir, çok ufak bir amelde ise hazır olabilir.

Başka dikkat edilmesi gereken bir konu ise, insan; kalbinin durumu iyi ya da kalbi temiz diye amelden asla geri durmamalıdır. Amelinin fazlalığı ve kalitesi kendi kalbinin iyi olduğunu gösterir. İnsan kalbimin hali iyi diye ameli terk edemez. Kalbin ameli ile bedenin amelinin birleşmesi gerekmektedir.

İnsan belli aralıklar ile kendini muhasebe etmelidir, kalbinin tabiri caizse EKG’sini çekmelidir demiştik. Peki, bunu nasıl yapacak?

Öncelikle kalbinde Allah’ın sevgisi diğer sevgilerden önce geliyor mu buna bakmalıdır. Başkalarının sevgisi ile Rabbinin sevgisi karşı karşıya geldiğinde hangisi ağır basmaktadır? Çünkü sevginin yeri kalptir. Eğer kalpte Allah’ın sevgisi diğer sevgilerden önce gelmiyorsa o zaman kalpte bir hastalık olması muhtemeldir. Bir başka muhasebe şekli ise amellerin çokluğuna, azlığına ve kalitesine bakmaktır. Kişi namaz kılarken hızlı mı kılıyor yavaş mı kılıyor? Huşu içerisinde mi değil mi? Namaza karşı iştiyaklı mı tembel mi? Bunlara bakmalıdır. Bunların neticesinde kalbinin durumunu öğrenebilir.

Kalpte Allah sevgisi olması ile birlikte insanın bazı günahlara dalıyor olması, kalbin Allah’ın dışında başka bir şeye bağlanmasından daha hayırlıdır. Çünkü günahkâr insan o günahtan dönebilir ve kalbinde Allah’ın sevgisi onu tevbeye çevirebilir. Ancak kalbin başka bir şeye tamamen bağlanması, onu ibadet yapıyorsa dahi neticesini alamamaya götürebilir.

Bu konuda en fazla dayanıp güveneceğimiz ise Allah Teâlâ’dır. Nasıl ki bedenimiz bir hastalığa yakalandığında O’na dua ediyoruz. Kalbimizdeki hastalıkları ve marazları gidermesi için de O’na dua etmeliyiz. Çünkü O Şafî olandır. Bedenin hastalıklarına da kalbin hastalıklarına da O şifa verir.

Ya Şafî! Kalbimizdeki tüm hastalıklara şifa ver… Allahumme Âmin…


 
 
[1] (Hakim)
[2] (63/ Münafıkun 4)
[3] (Buhari)
[4] (Buhari)
[5] (Müslim)
[6] (83/ Mutaffifin 14)
[7] (Müstedrek)
[8] (39/Zümer 22)
[9] (Müstedrek)
[10] (Risalet’ül Müsterşidin)
[11] (20/Taha 124)
[12] (59/Haşr 21)
[13] (22/Hac 46)
[14] (Buhari)
[15] (13/Rad 28)
[16] (Buhari)
[17] (Beyhakî)
Whatsapp Destek