Kanayan Yara Filistin | Bilal Özbuğday

İçerisinde bulunduğumuz son aylarda yine Filistin sorunu gündemimize iyice yerleşmiş durumda. İsrail devleti savunmasız insanları, özellikle çocukları ve kadınları istisnasız topluca katletmektedir. Bu problem yıllardır çözülememiş ve büyüyerek devam etmekte olan bir problem. Geçmiş yazılarda bu problemi kronik çözüm yetmezliği diyerek ifade etmeye çalışmıştım.

Kronik olmasının sebebi de tam bu yüzden aslında. Yanlış olan çözüm yollarının sürekli tekrar edilmesinden dolayı neticenin değişmemesi hali. İşte bu durum sorunun derinleşmesine, büyümesine ve hallolmamasına sebep olmaktadır. 

“Müslümanların Filistin meselesine dair nasıl bir tutum içerisinde olmaları gerekir?” sorusuna cevap aramak ve Filistin meselesine dair bazı mülahazaları zikretmeye çalışalım inşallah.

Filistin meselesini bir muvahhid nasıl değerlendirmelidir?

1) Filistin Topraklarının Faziletine Dair…

Öncelikle bir Müslüman için bir yerin ya da bir zamanın kutsallığı Allah tarafından belirlenir. Müslümanlar Allah’ın ve Resulü’nün kudsiyet atfetmediği hiçbir toprak parçasına ya da hiçbir zaman dilimine herhangi bir kudsiyet atfedemez, atfetmemelidir.

Bunun böyle olmasından dolayı Müslümanların bir toprak davası yoktur. Bir toprak parçası için mücadele o toprak parçasının Allah katındaki değerinden ya da Allahın şeriatının, sözünün geçmesinden kaynaklıdır. Bu değer üzerinden değerlendirilir. Bu değer üzerinden mücadele verilir. Filistin meselesi de bu şekilde değerlendirilmelidir.

Bu topraklar Müslümanlar için önemlidir. Çünkü şeriat, bu toprak parçasını değerli kılmıştır. Kudüs ve Mescidi Aksa, İslam tarafından değerli kabul edilmiş yerlerdir.

Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmaktadır;

“(İbadet için) Yolculuk ancak şu üç Mescitten birisine olur. Benim şu Mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya”[1]

Bir başka hadiste ise Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Davud oğlu Süleyman (as), Beytu’l-Makdis’i inşa edince Allah’tan üç şey istedi: Birincisi; doğru ve isabetli hüküm verme yeteneğinin kendisine verilmesini istedi ki, bu kendisine verildi. İkincisi; kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir iktidar verilmesini istedi. Bu da kendisine verildi. Üçüncüsü; Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, “Bu mescide sadece namaz kılma düşüncesi ile gelen bir kimseyi annesinden doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını” Allah’tan istedi.” Başka bir rivayette yer alan ayrıntıya göre Rasulullah (sav) “Süleyman’ın ilk iki dileği gerçekleşmiştir. Üçüncüsünün de kendisine verilmiş olmasını umarım” dediği rivayet edilmektedir.”[2]

Bu ve benzeri deliller bize Filistin topraklarının önemli ve kurtarılmasının gerekliliğini anlatmaya yetmektedir. Dolayısıyla bir Müslüman elbette Müslümanlar için kutsal olan bir toprağın kâfirlerin elinde olmasından dolayı üzülür, hüzünlenir. Varsa elinden geleni ortaya koyması gerektiğini bilir.

Mescidi Aksa’nın faziletini unutmamalıyız. Birileri için önemli olması akide sahibi olmayan insanların sürekli ağzından düşürmemesi bizleri ondan soğutmamalı ya da farklı düşünceler içerisinde olmamalıyız. Mescidi Aksa Müslümanların ilk kıblesidir. İsra ve Miraç olayının meydana geldiği kutsal topraklardır.

2) Empati Kültürünün Zayıflığı…

Bir diğer husus ise insanların konuları değerlendirirken empati yapabilmeleri, meseleyi incelerken asıl konunun asıl figürlerinin penceresinden olaylara bakabilmesidir. 

Filistin’de Hamas’ın ve silahlı güçlerinin yaptıklarının eleştirilmesi, “şöyle yapsalardı” denmesi konunun içerisinde olmayanlar için en hafif tabir ile tamamına vakıf olmadığını konuşmasıdır. Meselenin oturanlar tarafından değerlendirilmesi, sonrasında da haksız bulunması insanların kendi içerisinde olmadıkları, bilmedikleri sıkıntılar için konuşmalarıdır.

Bizim toplumumuzun büyük hastalıklarından birisi de budur. Her konuda sürekli bir analiz yapma ihtiyacı hissedilmektedir.

Bunun benzeri yıllar önce Suriye ve Irak’ta mücadele eden insanlar ve mücahitler için de söz konusu oldu. “Bunlar niye böyle yapıyorlar? Bunların yaptıkları vahşice değil midir?” soruları sürekli soruldu. Ya da sevenleri tarafından dahi “Aslında şöyle yapmak lazım” diye cümleler kuruldu. Bunların akabinde de bu insanlar hakkında kanaat sahibi olundu. Aynı acıları yaşamayan insanların birilerinin yaptıkları ameller hakkında konuşmalarının bir önemi yoktur.

Bundan şu anlaşılmamalıdır; kişi elbette takip ettiğinden, belli bir bilgisi olduğundan bazı olaylar hakkında yorumlar yapabilir. Olayı kendi açısından değerlendirebilir ancak bunu kesin bir kanaat gibi ortaya atmamalıdır.  

Empati kültürünün olmadığı toplumlarda aslında bu tür fikirlerin yayılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla insanların imtihan olmadıkları acılar ile konuşurken daha cüretkâr olmamaları gerekir. İnsan bunu göz önünde bulundurarak konuşmalıdır.

3)  Zulüm Nedir?

Bir diğer husus ise zulmün ne olduğunu bizlerin anlamasıdır. Zulüm elbette Siyonist Yahudilerin ve kâfirlerin çocukları, kadınları öldürmeleri, haksız yere insanların canlarına kıymalarıdır. Ancak bu zulümden daha öncelikli olarak kaldırılması gereken zulüm ise hâkimiyetin Allah’tan başkasına verilmesi yolu ile şeriatının ikame edilmemesidir. Çünkü şeriatın olmadığı toprakların asıl ihtiyacı olan şey Allah’ın şeriatıdır. Bununla birlikte şeriatın olmaması zaten başlı başına bir zulümdür, hatta en büyük zulümdür.

Mesele Yahudi olan, İsrailli bir tağut ve zalimden bir toprak parçasını kurtarıp Arap bir tağuta vermek değildir. Mesele Allah’ın hakimiyetinin ve şeriatının hâkim kılınmasıdır. Eğer tağutlar arasından seçim yapmak suretiyle tağutların hâkimiyetinden bir hâkimiyet beğenmek problemi çözecek olsaydı bunu yapardık. Ancak konu küfrün ve şirkin hâkimiyetinin tamamen yeryüzünden kaldırılması, cahiliyyenin kalıntılarının tamamen izale edilmesidir. Bunu söylerken elbette İsrail devletinin yaptığı katliamları göz ardı etmemek gerektiğinin altını tekrar çizmek gerekir.

4) Boykotlar, Mitingler, Kınamalar; Faydasız Bir Çözüm Önerisi…

Boykot meselesine dair ise şunları ifade etmek yerinde olacaktır; Boykot gibi çözümler geçici çözümlerdir. Asıl itibariyle çözüm olup olmaması noktasında dahi düşünülmesi gerekir. Çünkü İsrail devleti ve onu ayakta tutan küresel güçler sadece İsrail devletinden ibaret değildir. Bu devleti destekleyen ondan fazla devlet söz konusudur. Tüm dünyadaki Siyonist Yahudilerin maddi güçlerini düşünecek olursak sayılarının azlığına rağmen ciddi bir maddi desteklerinin söz konusu olduğunu anlarız.  

Bunların önüne geçilmedikçe boykotlar yaparak bir netice almak mümkün değildir. Bunlar birçoğu insanların elinden bir imkân gelmediğinden yapılan ve insanı tatmin eden amellerdir.

Özellikle siyasal İslamcı denilen kesimlerin boykot yapması ise kendilerini tatmin etmek ve toplulukların gazını almaktan ibarettir. Bunlar ile birlikte büyük bir çelişkidir. Boykot edilecek ise önce kendi devletleri, kendi yönetici ve idarecilerini boykot etsinler. Onlardan maddi ve manevi desteklerini önce çeksinler. Eğer ki bir şeyleri boykot etmek gerekirse menşeî itibariyle batıya ait olan beşeri sistemleri boykot etmek gerekir. Rabbimizin kitabına, sistemine, şeriatına dönerek onun dışındaki diğer sistemleri boykot etmeliyiz.

Starbucks’ı, coca colayı boykot edenler, boykot etmeyenleri bile boykot ederek silsile boykota başvuranlar öncelikle İsrail devleti ile birçok ticari ve askeri anlaşma yapan hükümetlerinden başlasalar belki daha samimi olduklarını ispat edebilirler.

Boykot, kınama, gösteri, yürüyüş benzeri faaliyetler eğer Filistin’i bize geri döndürecek olsaydı yıllar öncesinden bunu elde ederdik. Çünkü on yıllardır bu yapılmaktadır. Geçenlerde bir sivil toplum kuruluşunun organize ettiği İncirlik üssüne konvoy organizesinin neticesinde meydana gelen olaylardan, söylenilen sözlerden bu söylediklerimizin gerçekliği daha iyi anlaşılacaktır. Konvoy içerisinde bu tür eylemlerin mahiyetini tam idrak edememiş bazı samimi insanlar miting sonrası üsse doğru hareketlenince yıllardır bu konuda mahir sivil toplum kuruluşları tarafından kınandı, ayıplandı.

Üsse doğru hareketlenenler zannımca miting sahasındaki yeni insanlardı ki miting fıkhının dışına çıkmışlar, yıllardır süregelen yürüyüş ve konvoy usulünü anlamamış bir de mitingi aksatacak hareketlerde bulunmuşlardı. Yok bu konuda eski iseler bu güne kadar yaptıklarını unuttular herhalde ki farklı bir yöntem denemeye yeltendiler. El mühim günün sonunda dağılarak mesele nihayete erdirildi.

Filistin meselesinin kronik bir probleme dönüşmesi ve yapılan mitingler, kınamalar, Arap Birliği, Birleşmiş Milletler gibi yapıların toplantılarının fayda getirmemesi insanlar nezdinde -muvahhidlerin yıllardır savunduğu-  cihadın meşruluğu ve gerekliliğini bir kez daha gün yüzüne çıkardı.

İnsanların çoğu cihadsız bir şekilde bu meselenin çözülmeyeceğini anladı, kalan kısmı da yakında anlayacak diye zannediyorum. İsraillilerin barış, sulh, kınama gibi dillerden anlamadıklarını bir şekilde herkes anlayacak.

Çıkış bulamayınca terör gibi görülen bu amelde birçok insanın ittifak etmesi dahi bu amelin bizlere meşruluğunu, gerekliliğini ve faziletini göstermeye yetip de artmaktadır.

Rasulullah’ı (sav) şöyle buyururken işittim: “Îyne yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz.”[3]

Malî bir boykot, tamamen fayda vereceği şekilde uygulansa dahi gün geldiğinde fayda vermeyecektir. Sonrasında çözümü nerede arayacağız? İşte tüm sarınılan sebeplerin faydasız olduğu ortaya çıkınca bizler ve özellikle toplumumuz hatta yeryüzünde kendini İslam’a nispet eden tüm dünya Müslümanları cihattan başka bir yol ile Yahudiler ile mücadele edilemeyeceğini anlayacaktır. Bu problemin çözümü Allah yolunda meşru kılınan cihattır.

Filistin bizlere zelil yöneticilerin barış görüşmeleri ve kongreleriyle veyahut oturan davetçilerin mitingleri ve onların seçimleri ile dönmeyecektir. Bu her ikisi de ümmetin musibeti için iki ayrı yoldur. Filistin bizlere -Allah’ın izniyle- gafletimizden uyanır, dinimize yapışır ve onun uğrunda mallarımızı ve canlarımızı feda edersek dönecektir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir.”[4]

5) Ümmetin Akıbetine Dair Hüsnü-zan…

Son olarak ise Müslümanların ümmetin akıbeti hususunda Rablerine karşı hüsnü zan beslemeleri gerekmektedir. Şu an kâfirlerin Müslümanlara yaptıkları eziyet ve işkenceler, onları kahretmeleri, yeryüzünde fesat çıkarmaları, kendi sözlerinin geçmesi adına kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmeleri Müslümanları her ne kadar üzse de neticeden şüphe etmemeleri gerektirmektedir. Akıbet müminlerindir. Müminler buna kesin bir şekilde inanmalıdırlar. 

Yahudiler ile alakalı peygamberimiz bize onlarca müjde vermiştir. Kıyamet alametleri olarak kendileri ile savaşılacağını, her canlının kendi arkasına gizlenen Yahudi’yi mümine haber vereceğini söylemiştir. Rabbimiz bizlere onlarca ayette nurunu tamama erdireceğini ifade etmiştir. Rabbimiz buna kefildir. Bizlere düşen ise şu an aleyhte gibi görünen durumlara aldırış etmeden, dinimizin ve davamızın üzerimize yüklediği sorumlulukları yerine getirmektir.

Bazen Rabbimizin hikmetini hiç anlayamayız. Bazen ise yıllar geçince anlarız. Bu süreçlerin tamamı neticelendiğinde emin olabiliriz ki netice müminlerin ve Allah’ın dininin lehine sonuçlanacaktır. Ancak bunu bize verilen ömürler ile kaçta kaçımız görürüz bunu Allah Teâlâ bilir. Rabbimiz her kavme bir ömür biçmiştir. Ancak kendi ömürlerimizin ve şu an Müslümanlara zulmeden kâfirlerin ve tağutların ömürlerinin ne kadar olduğundan habersiziz.

“… Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”[5]


 
 
[1] (Müslim)
[2] (İbni Mace, Nesai), (Bu hadisin isnadı zayıf, şahitleri ile birlikte ise hasendir.)
[3] Müsnedi Ahmed, Ebu Davud
[4] (8/ Enfal 39)
[5] (12/ Yusuf 21)
Whatsapp Destek