Karagün Adamları

Hak ile batıl arasındaki çetin mücadele Âdem’den (as) kıyamete kadar sürecek bir mücadeledir. Bu çetin mücadele, her zaman ve dönemde kendisine taraftar bulmuş ve bundan sonra da bulmaya devam edecektir. Allah yolunun adamları olduğu gibi şeytan ve batıl yolların adamları da elbette var olacaktır. Mücadelenin çetin olması bazı taraftarları yollarından ayırmaz iken bazılarını ise yoldan dökecektir. Bu yolda dökülenlerde olacaktır. Çünkü çetin mücadeleler fedakârlıklar ister. Fedakârlık gösteremeyen, sahip olduklarından vazgeçemeyen insanlar hak yolunun adamı olma vasfını da kaybedeceklerdir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu çetin mücadele her daim vardır. Ancak bazı zaman ve dönemlerde şiddeti artar ve çok daha çetin bir hâl alır. O çetin halinde mücadelenin ehli olmak ve mücadeleyi sürdürmek ciddi, gözü pek insanların harcıdır. 

Müslümanlar Allah’a, Rasulü’ne ve davalarına söz vermiş, ahitte bulunmuş insanlardır. Verilen sözler yerine getirilmeli, sadakat ile üzerinde durulmalıdır. Yazının içeriğinde bahsettiğimiz husus insanın sözlerini tutması, ahdine sadakat göstermesidir. Bu husus elbette insanların insanlara verdiği sözleri kapsamaktadır. Ancak asıl üzerinde durulması gereken ve sahip çıkılması gereken ahit Allah’a ve dinine verilen sözün yerine getirilmesidir. Sadakat kişinin sözleri ve ahitleri ile yaptıklarının ve pratiğinin birbirine uyum içerisinde olmasıdır. Sıdk, kişinin amelinin sözünü tasdik etmesi hâlidir.

Müminler Allah’a karşı sözleri olan insanlardır. Onların Allah ile aralarındaki ahit O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, O’nu tevhid etmek ve O’nun cennetini elde etmek için ellerinden geleni yapmaları hususundadır. Allah Teâlâ bu konu ile alâkalı şöyle buyurmaktadır;

“Şüphesiz, Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”[1]

Ayette Allah’a verilen bir ahitten bahsedilmektedir. Yani Allah’ın ya da kullarının haklarından olan bir şeyi dünyalık bir menfaat karşılığında satmak ya da o hakkı ihlal etmekten bahsedilmektedir. Ayet Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Peygamberleri ve indirdiği kitapları aracılığıyla Allah Teâlâ’nın, kullarına yüklemiş olduğu ahit kendisine iman etmeleridir. Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki hakkı O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca O’na ibadet etmeleridir. İnsanların en öncelikli olarak ahitlerine sahip çıkmaları gereken konu budur. Allah’ın hakkına riayet edilmesidir. Bu ahdin yerine getirilmemesi, yani Allah Teâlâ’ya ortak koşulması, O’na ibadet edilmemesi ahdin bozulması anlamına gelecektir.

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.” [2]

“Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.”[3]


İnsanların Allah’a verdikleri sözleri, Allah’ın cenneti karşılığında mallarını, canlarını satma sözleridir. Bu sözlerine ise riayet etmeleri ve bu sözü yerine getirme hususunda önlerine çıkan meşakkatlerde sabretmeleridir.

“Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.”

“Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tevbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[4]


Bu ayetin Enes bin Nadr hakkında indirildiği hakkında müfessirlerimizden rivayetler mevcuttur. Enes bin Nadr, Bedir savaşına katılamamış, Uhud savaşına hazırlanmaktaydı. Ve Allah’a canı hususunda bir söz vermişti, savaşın ve gününün şiddetine rağmen sözünden dönmeden,  düşmana atılmış, sözünden dönmediğinin alameti olan, tanınmakta zorluk çekilen bir beden ile Rabbine kavuşmuştu. Ancak kız kardeşi tanıyabildi. O şiddetli günün sadık adamlarından biriydi. Kara gün adamlarındandı. Zorluk anında sözünden dönmedi, şiddetli günde geri çekilmedi.

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır;

“… Antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”[5]

Allah ile birlikte Rasulü’ne de sadakat müminin görevidir. Burada O’nun (sav) hayatından kendisine verilen bazı ahitleri zikretmek yerinde olacaktır. Efendimizin ashabı Mekke’de en zorlu dönemlerde de, sonrasında Medine döneminde de asla Rasulullah’ı (sav) terk etmemiş ve terk etmeyeceklerine dair sözler vermişlerdi. Neticesinde ise bu sözleri yerine getirmişler ve ahitlerine bağlı kalmışlardır. İşte bunlara şu vakıaları örnek olarak verebiliriz.


 
  • Ali’nin (ra) Rasulullah’ın (sav) hicreti esnasında yatağına yatması

Rasulullah (sav), hicrete niyet ettiği zaman birtakım tedbirler aldı. Bu tedbirlerden birisi de, kendisine suikast düzenlemeyi düşünen Kureyş’in bu amelini boşa çıkarmak için Ali’yi (ra) kendi yatağına yatırmasıydı. Kureyş gözetleyicileri saldıracakları anda yatağında yatan kimsenin Ali (ra) olduğunu görünce geri durdular. Ancak Ali (ra) canı pahasına Rasulullah’ı (sav) terk etmemişti.

 
  • Akabe beyatı

Peygamberliğin 13. yılında hac için Medine’den gelen müşrikler ile birlikte orada Müslüman olmuş kişilerde geldi. Rasulullah’ı (sav) Mekke’de bırakmak istemiyorlardı. Bunun üzerine Medine’den gelen Müslümanlar ile efendimiz Akabe’de bir gece yarısı görüşmek üzere sözleştiler. Müslümanlar ise vakti geldiğinde beraber geldikleri müşriklerden habersiz bir şekilde sözleşme yerine geldiler. Efendimiz Akabe’ye yanında o zaman için henüz Müslüman olmamış olan amcası Abbas (ra) ile geldi. Abbas (ra) ilk olarak konuşmaya başlamak suretiyle şöyle söyledi;

“Bildiğiniz gibi Muhammed bizim canımız ciğerimizdir. Biz O’na iman etmeyenlere karşı O’nu koruduk. O, şimdi kendi halkı arasında saygın ve kendi memleketinde güven içinde bulunmaktadır. Eğer davet ettiğiniz meselede O’na uyacağınıza, kendisine karşı çıkanlardan O’nu koruyacağınıza inanıyorsanız, sorumluluk size aittir. Aksi takdirde şimdiden O’nu bırakın.”

Medineliler’den Berra bin Ma’rur şöyle cevapladı;

“Vefa ve doğruluk gösterip kendimizi O’nun yolunda harcayacağız. Ey Allah’ın Rasulü seni dinliyoruz. Kendin hakkında ve Rabbinle ilgili olarak dilediğini iste.”

Rasulullah (sav), konuşmaya başladı. Bazı ayetler okuyarak nasihatte bulundu, sonrasında ise şöyle devam etti. “Rabbimle ilgili olarak şu hususları şart koşuyorum. Yalnızca O’na kulluk edeceksiniz. O’na asla ortak koşmayacaksınız.” Medineliler “Sana ne üzerine söz vereceğiz?” dediklerinde ayrıca şunları söyledi;
“Her hâl ve durumda dinleyip itaat edeceksiniz. Darlık ve genişlik zamanında nafaka temin edeceksiniz. İyiliği emredip, kötülükten sakındıracaksınız. Allah için kınayıcının kınamasından çekinmeyeceksiniz ve size geldiğimde bana yardım edeceksiniz, kendilerinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı nasıl koruyorsanız beni de öyle koruyacaksınız. Tüm bunların karşılığı olarak size cennet vardır.”

Berra b. Ma’rur bunun üzerinde efendimizin elini tutarak şöyle dedi.

“Evet ey Allah’ın Rasulü, seni tüm insanlığa peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki nasıl kendi ailelerimizi koruyorsak seni de öyle sakınacağız. Biz savaş içinde yoğrulmuş kimseleriz. Biz zırha alışkınız, bu bize atalar mirasıdır.”

Bunun üzerine herkes biat için elini uzatmaya davrandı. Fakat Abbas bin Ubade ortaya atılarak şunları söyledi:

“Bu zata niçin biat ettiğinizi biliyor musunuz? O’na söz vermekle insanların kırmızısına ve siyahına yani, Arabına ve Arap olmayanına harbe girmeyi kabul etmiş oluyorsunuz. Malca bir felakete uğradığınız, büyüklerinizin öldürüldüğünü gördüğünüz zaman onu yalnız başına bırakacaksanız, şimdiden bırakın, bu daha doğru olur. Yoksa dünyada da ahirette de rezil olursunuz. Fakat O’na verdiğiniz sözü tutacak, malca felakete uğramayı, büyüklerinizin ölümüyle karşılaşmayı göze alacak olursanız bunu yapın. Çünkü dünya ve ahiret hayrı bundadır.”

“Mallarımızın gitmesi ve büyüklerimizin ölümü pahasına bunu kabul ediyoruz. Buna karşılık bizim mükâfatımız nedir? Ey Allah’ın Rasulü” dediler. “Cennet” buyurdu. Bunun üzerine  “Elini uzat” dediler.
  • Rıdvan Beyatı

Rasulullah (sav), Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı senede haccetmek gayesiyle Mekke’ye ashabıyla birlikte geldi. Ancak Kureyşliler bunu kabul etmediler. Bunun üzerine bir takım müzakereler başladı. Bu müzakere sürecinde Osman’ı (ra), efendimiz Mekke’ye gönderdi. Kureyşliler Osman’ı (ra) biraz fazla alıkoyunca, Müslümanlar arasında kendisinin öldürüldüğü ile alâkalı bazı haberler yayıldı. Çünkü elçinin öldürülmesi savaş ilanı demekti. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bunun hesabına sormak üzere ashabını toparladı ve kendilerinden söz aldı. Sahabe efendilerimiz ölüme sebep olacak olsa dahi Rasulullah’ı (sav) terk etmeyeceklerine dair söz verdiler. Son olarak efendimiz kendi elini de diğer eli üzere koyarak “Bu da Osman’ın sözüdür.” diyerek beyatı tamamlamıştı ki Osman (ra) çıkageldi. Bu beyata Rıdvan beyatı ismi verilmiştir. Sebebi ise Allah Teâlâ’nın Fetih suresinde o sözü veren kimselerden razı olduğunu bildirmesinden dolayıdır.
  • Sad bin Ebi Vakkas’ın (ra) nöbet tutması

Aişe (ra) der ki: Bir gece (Medine’ye dönüşü sırasında) Rasulullah (sav) uykusuz kaldı. Ben de yanındaydım. Ona: “Ey Allah’ın Rasulü! Neyin var?” diye sorduğumda; “Keşke ashabım içinden salih bir kişi bu gece nöbet tutup beni korusa (da biraz uyusam)” buyurdu.
O esnada bir silah tıkırtısı işittim. Rasulullah (sav) “Kim o?” diye seslenince, karşıdaki; “Ben Sa‘d b. Mâlik’im!” dedi. Rasulullah (sav) ona: “Neden geldin?” diye sorunca, Sa‘d, (ra) “Ey Allah’ın Rasulü! Seni korumak için geldim” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) uykuya daldı ki uyurken horladığını işittim. (Buhari)


 
  • Huneyn gününde Rasulullah’ı (sav) terk etmeyenler

Huneyn günü Rasulullah (sav)’in ashabı, Allah Teâlâ’nın da bildirdiği üzere sayılarını büyük gördüler ve kendilerini beğendiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendilerini imtihan etti ve İslam ordusu yenilginin eşiğinden döndü. İslam ordusu dağılmıştı. Dağılan orduyu toplamak üzere Rasulullah (sav), “Ey insanlar, nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im!” diye sesleniyor fakat sözlerini duyuramıyordu. Nihayet gür sesli Abbas’ın (ra) yardımıyla savaş meydanından kaçanların geri dönmesi sağlandı ve tekrar hücuma geçilerek büyük bir zafer kazanıldı.

Herkesin dağılıp kaçtığı bu zor anda Rasulullah (sav) yanındaki birkaç Muhacir ve Ensarla beraber sebat ediyor, merkebini düşman tarafına doğru sürüyor ve şöyle haykırıyordu: “Yalan değil ben Peygamberim, ben Abdulmuttalib’in oğluyum.”

Yanındaki kimseler, Rasulullah’ın (sav) atının yularını ve başını tutarak düşman saflarına girmesine engel oluyorlardı. Sonra Rasulullah (sav) dua etti. Gür sesli olan amcası Abbas’a sahabesine haykırmasını emretti. Abbas gür sesiyle: “Ey Ensar! Ey Rıdvan ağacı altında Peygamber’e söz veren mert Medineliler” diye haykırınca dağılmış bulunan Müslümanlar “Lebbeyk, Lebbeyk” diyerek Rasulullah’ın (sav) etrafında toplanmaya başladılar. Böylece büyük sayıda bir toplanma oldu.

İşte Rasulullah’a (sav) verilen sözler, aslında Rasulullah’ın zımnında Allah’a verilmiş olan sözler. Ve o verilen sözlere iyi ya da kötü günde sadakat gösteren sahabe efendilerimiz. Bizlere büyük bir örnek olarak durmaktadır.

Şüphesiz mü’minlerin en önemli özelliği verdiği ahde vefa göstermesidir. Gerek Allah’a ve gerekse de insanlara verdiği söze olan sadakat veya sadakatsizliği, kişinin imanının bir alametidir. Aslında iman iddiası da bir sözdür. Bu imanın gereğini yapmak, iddiasında olduğun şeyin ispatıdır, iman sözünün sadakatidir. Mü’min olmak, ahde sadakati ve dosdoğru olmayı gerektirir. Allah’a olan iman sadakati ile sadakatsizlik arasında gel git yaşayanlar, kuşkusuz ahitlerinde istikrarı yakalamayacaklardır.

Sadakatin ortaya çıkması, verilen sözlerde imtihanlar vesilesi ile olacaktır. İnsan verdiği söz uğruna imtihan edilecektir. Bu imtihanlar ve musibetler başına geldiği zaman sabredemeyenler, verdikleri sözleri unutanlar, zaten şiddetli günlerin adamı olma salahiyetini üzerlerinde bulundurmayanlar o günlerin adamı da olamayacaklardır.

“Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”[6]

“Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh'tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa'dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık. (Allah, bunu) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.) Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır.”[7]

Sadıkların dünyadaki sadakatlerinin ecri şüphesiz ki cennettir. Bu dünyada ne kadar fazla sıkıntı çekebilir, ne kadar fazla musibetlere maruz kalabiliriz ki. Allah Teâla’nın bize verdiği ömür kadarıdır. İnsanın sözüne sabır ile ve sadakat ile sahip çıkması gerektiği vakit ömrü kadardır. Ondan sonrası ebedi bir hayattır. İnsanoğluna altmış, yetmiş, seksen yıl ömür verilmiştir. Ancak ahret hayatı ise ebedi bir hayattır. Ya ebedi bir rahatlık ya da ebedi bir rahatsızlıktır. 

“Allah, şöyle diyecek: "Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür." Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.”[8]

Dindeki sadakat, müminler ile münafıklar arasındaki ayırıcı bir özelliktir. İmtihanlar hiçbir insanın hoş karşılayacağı bir husus değildir. İnsanlar imtihan ve musibetlerde daralır, sıkılır ve hoşnutsuz olurlar. Ancak bu imtihanlar sadakat ve istikamet sahibi mü’minlerle ve ikiyüzlü nifak ehlini birbirinden ayırır. Bu ayrışma için ise imtihan ve musibetler bir sağanak halinde Müslümanların üzerine yağacaktır. Ancak Rabbimizin bir lütfu olarak bela ve musibetler sağanak halinde yağdığında, sözünün sahibi dava adamları ile olmayanlar birbirlerinden ayrışırlar. Bu zorlu günlerde davasını, Müslümanları terk eden insanlar olacaktır. İşte onlar aradan sıvışıp giden, kendisini kurtardığını zanneden, davasına sahip çıkmayan insanlardır.

“Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.”[9]

“İnananlar, "Keşke bir sure indirilse!" derler. Fakat hükmü apaçık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır. İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah'a verdikleri söze bağlı kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.”[10]

Dindeki sadakat aslında dinde ciddi olmaktır. Yaptığın işini ciddiye almaktır. Dinin ve davan için yaptığı şeyleri özenle yerine getirmendir. Kişi önemsediği şeylerin üzerinde durur. Önemsemediği şeyleri ise baştan savar. Mümin bir birey Rabbini, O’nun Rasulü’nü, dinini ve davası için yapması gereken şeyleri yerine getirmek için ciddi bir gayretin içinde olur. Ciddiyet sadece dinde değil Müslümanın her anında olması gereken bir özelliktir aslında. Ancak ciddi insanlar başarıya ulaşır. İşini ciddiye almayan insanların mutlaka eksiklikleri olacaktır. Mesela ciddiyetsiz insanın pikniği bile başarılı olmaz. Her şeyi alsa da mangal yakacak kömürü almaz, eti almaz, ekmeği almaz. Oysa Müslüman her işini ciddiye alır. Ciddiyet kararlı bir şekilde sebat etmek, verilen işi en iyi şekilde yapmak için çabalamak, sabretmektir. Ciddiyet verdiğin ahde sahip çıkmaktır.

Müslümanın sadık kalması gereken en önemli ahdi, Allah’ın dinine bağlı kalacağı ve hiçbir dünyevi çıkar uğruna ondan vazgeçmeyeceği sözüdür.

“Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, sadık olan erkeklerle sadık olan kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan erkekler, Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”[11]

“İman edenler ancak, Allah'a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.”[12]

“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.”[13]

“Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddıklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.”[14]

“Bu mallar özellikle, Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah'ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.”[15]  


Sıddıkların mertebesi, peygamberlerin mertebesinden hemen sonraki en yüksek mertebedir. Allah (cc), kitabında peygamberlerden sonra, şehitlerden ise önce zikretmiştir.

“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”[16]

“Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti. Onun annesi de sıddıka (dosdoğru) bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar.”[17]


Sıddıklardan söz edildiğinde Ebu Bekir’den (ra) bahsetmeden geçmek olmaz. Çünkü o Sıddık kelimesi denilince akla gelen ilk kişidir. Bu kelime, hadislerin bazılarında Ebu Bekir’in sıfatı olarak sıkça zikredilir. Ebu Bekir miraç olayı başta olmak üzere gayba dair haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Rasulullah (sav) tarafından kendisine Sıddık lakabı verilmiş ve bu isim gereği kabul ettiklerini hayata geçirmiş ve amel etmiştir.

Söz verip te sadık olmak istiyorsanız, size sözünüzü hatırlatan dostları ve sadıklar topluluğu edinin.

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”[18]

[1] (3/Ali İmran 77)
[2] (16/Nahl 91)
[3] (6/En’am 152)
[4] (33/Ahzab 23,24)
[5] (2/Bakara 177)
[6] (29/Ankebut 3)
[7] (33/Ahzab 7, 8)
[8] (5/Maide 119)
[9] (9/Tevbe 77)
[10] (47/Muhammed 20,21)
[11] (33/Ahzab 35)
[12] (49/Hucurat 15)
[13] (8/Enfal 27)
[14] (57/Hadid 19)
[15] (59/Haşr 8)
[16] (4/Nisa 69)
[17] (5/Maide 75)
[18] (9/Tevbe 119)
Whatsapp Destek