Kaybolan Kesik Başın Şirk Mabedine Dönüşmesi

Allah subhanehu, Ademoğlunu hanifler olarak yaratmış ve asırlar boyunca bu temiz fıtrat üzere yaşamalarını taktir etmiştir. İnsanların tevhid üzere yaşamasına bir lahza dahi tahammül edemeyen iblis, Adem’in (as) vefatının akabinde Allah’ın yaratmış olduğu temiz fıtratları şirk denilen necaset çukuruna yuvarlamak için elinden gelen bütün gayreti ortaya koymuştur. Asırlar boyu insanları saptırmak için bir yol arayışında olan iblis, uzun düşüncelerin akabinde Allah’ı hatırlatan kimseler olmaları sebebiyle, Salihlerin tasvirlerini yapmak fikriyle insanlara yanaşmış ve tek bir ümmet olan Ademoğlunu kıyamet saatine kadar savaşları devam edecek olan iki muhtelif cepheye bölmüştür. Buraya kadar anlattıklarımız bugünün Müslümanlarına malum olduğu gibi bu ümmetin ilkleri tarafından da malum olan bir hakikattir. Ancak bu hakikatin bilinmesi, ne İblis’in aynı tuzağı kullanmaktan geri durmasına sebep olmuş ne de Müslümanların aynı tuzağa tekrardan düşmelerine engel olabilmiştir. Asırlar önce Ademin evlatlarını Salih kimselerle aldatan İblis, Kerbela hadisesinde yaşananları bir fırsat bilerek aynı silahını devreye sokmuştur. Hali hayatını Tevhid ve Sünnet mücadelesi için feda etmiş olan Hüseyin‘in (ra) pak bedenini kullanarak, kabrini insanların Allah’a şirk koştuğu bir mabede çevirmiştir.

İşte bu sebepledir ki, Hüseyin’in (ra) kesik başının ve bedenin nerde olduğu meselesi İslam tarihinde birbirine zıt birçok görüşü içinde barındıran bir mesele haline gelmiştir. Bu konu etrafında yayılan söylentilerin temelinde görülen, hemen hemen her gurubun bu durumdan birtakım çıkarlar elde etmeyi arzuladıkları gerçeğidir. Çünkü her kim veya kimler Hüseyin’in (ra) başının kendi beldelerinde ve yanlarında olduğunu söylüyorsa, bu mutlak bir çıkara ve menfaate dayanmaktadır. Bu menfaat bostanından en büyük salkımı almak isteyenlerse hiç şüphesiz asırlardır Kerbela’yı bir şirk mabedine çeviren Şia’lardır. İblis’in, Allah’ın yaratmış olduğu hanif fıtratlara açtığı savaşın gönüllü askerleri olan bu topluluk, Başta Hüseyin (ra) olmak üzere 12 İmamlarının türbelerine öyle bir değer atfetmişler, onları öylesine kutsallaştırmışlar ki, o derecede ne Kâbe-i Muazzamaya ne de Medine-i Münevvereye değer vermemektedirler. Oysa zamanları ve mekanları Kutsal kılan yegâne varlık, kendi zatında tüm kusurlardan münezzeh olan el-Kuddûs olan Allah’tır. O subhanehu’nun irade ve taktiri dışında bir beldenin veya bir günün kutsal kılınması, bir beldeye veya belirli bir güne has ibadetlerin belirlenmesi asla mümkün değildir.

Ancak çıkarlarını elde etmek söz konusu olduğunda Allah’ın hudutlarına kör kesilen bu güruh, Hüseyin’in (ra) cansız bedeniyle menfaat ve çıkar devşirebilmek uğruna Hüseyin’e (ra) nispetle birçok iftira bühtan üretmişlerdir. Onların iftiralarına göre Hüseyin (ra) şöyle demiştir: “Allah, Kâbe’nin yerini yaratmazdan önce Kerbela topraklarını Kâbe’den tam yirmi dört bin yıl öncesinden güvenli bir harem olarak yaratmıştır. Bu toprakları Allah tahsis etmiş ve mübarek kılmıştır. Tâ o zamandan itibaren, Allah yarattıklarını yaratmazdan önce burasını mukaddes ve mübarek olarak yaratmıştır. Nitekim hala da bu özelliğini sürdürerek devam etmektedir. Öyle ki, Allah bu toprakları cennet topraklarından daha değerli, cennette Allah’ın velilerinin, sevgili kullarının barındıkları ev ve meskenlerinden de çok daha değerli kılmıştır.[1]

Bu konu hakkında Şia kaynaklarında o kadar çok iftira ve bühtan bulunmaktadır ki, hepsini burada aktarmamız muhal bir durumdur. Ancak Şia kaynaklı eserleri mütalaa eden her kişi görecektir ki, Şiaların sahip olduğu inanca göre Kerbela topraklarının Allah subhanehu tarafından kutsal kılındığı birçok nasla sabit olan Kâbe’yi Muazzama’dan hatta Cennetten bile daha kutsaldır. Ümmet-i Muhammed’i iki farklı kıbleye çevirmek suretiyle ikiye bölmek isteyen iblis, Kerbela topraklarına atfetmiş olduğu bu kutsallık sayesinde hali hazırda da devam eden bir savaşın başlangıcını yapmıştır. Bu savaş tevhid ve şirkin savaşıdır. Hüseyin’in (ra) pak bedenini kullanarak bir necaset çukuruna dönüştürdüğü Kerbela, asırlar boyunca Allah’a ortak koşulan bir mabet haline getirmiştir. İblise kullukta Şialarla yarışan bir diğer güruhta onların mağripli kardeşleri olan Ubeydîlerdir.[2] İslam aleminde idari hiçbir geçerliliği olmayan bu Kölemen[3] topluluk, kendilerini İslam alemine kabul ettirebilmek için Hüseyin’in (ra) kesik başının Kahire’de olduğunu iddia edebilecek kadar ileri gitmişlerdir. Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı üzere Hüseyin’in (ra) kesik başı ve bedeninin nerde olduğu hususundaki görüşlerin bu kadar çok olmasının sebebi, elde edinilmek istenen çıkar ve menfaatlerin büyüklüğündendir. Peki Hüseyin’in (ra) kesik başı ve bedeni nerededir? Bu ayki yazımızda bu konu hakkındaki iddiaları cevaplayıp bu karmaşık meseleye bir açıklık getirmeye çalışacağız. Say ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Her ne kadar Hüseyin’in (ra) kesik başının nerde olduğu hakkında çok farklı görüşler ortaya konulmuş olsa da bilinen bir gerçek var ki, Hüseyin’in (ra) kesik başının ilk olarak, saçı ve sakalı vesme adı verilen bir kınayla boyalı bir şekilde bir sininin üzerinde İbni Ziyad’a taktim edildiğidir.[4] Bu esnada yaşamış olduğu zaferin verdiği sarhoşlukla işlemiş olduğu cürümün farkına varamamış olan İbni Ziyad, elindeki süngüyle Hüseyin’in (ra) kesik başını dürtmeye ve hatta tahkir etmeye kalkıştığı, Ancak o esnada orada bulunan Enes bin Malik’in (ra), Hüseyin’in (ra) Rasulullah’a (sav) Ehl-i Beyt içerisinde en çok benzeyen kişi olduğunu söyleyerek  buna müsaade etmediği rivayet edilir. [5] Buraya kadar olan kısmı sahih kaynakların ortaya koyduğu üzere, üzerinde farklı görüşlerin konuşulmadığı bir bölümdür, ancak bundan sonrası için aynı şeyi söylemek pekte mümkün değildir.

Bu iddialardan ilki Hüseyin’in (ra) kesik başının Ubeydullah bin Ziyad tarafından Yezid’e gönderildiğidir. Bu iddiayla alakalı rivayetlerden birinde Yezid, Hüseyin’in (ra) kesik başını alır ve elindeki bir değnekle ağzını ve dişlerini dürterek aşağılar. Bu rivayette dikkat çeken noktaysa rivayetin zayıf ve itimada[6] değer olmayan bir rivayet olmasıyla beraber, Yezid’in yapmış olduğu bu davranışa itiraz eden Sahabenin Ebu Berze el-Eslemi olmasıdır.

Şeyhulislam İbni Teymiye (rh), bu rivayet, zayıf ve itimada değer olmayan bir rivayet olmasına rağmen bu detay hakkında şunları söylemiştir: “Hüseyin’in (ra) getirilen kesik kafasına hakaret edildiği esnada olaya müdahalede bulunduğu söylenen Sahabeler, aslında Şam’da bulunmuyorlardı, o isimler Irak’ta idiler.”[7]

Dolayısıyla bu rivayetin bir aslı yoktur. Ayrıca bu rivayet metin bakımından problemlidir. Zira bu rivayetler, sahih olarak gelen rivayetlerle çelişmektedir. Çünkü gelen sahih rivayetlere göre Yezid, Hüseyin’in ailesine güzel muamelede bulunmuş, onun öldürülmesi nedeniyle üzüntüsünü dile getirmiş ve bundan dolayı ağlamıştır. Bu şekilde davranan bir insan nasıl olurda Hüseyin’in kafasına hakaret eder?

Ancak İbni Kesir (rh), Hüseyin’in (ra) kesik kafasının Yezid’e götürüldüğü kanaatindedir. Çünkü o bu konu hakkında şöyle demiştir: “İlim adamları Hüseyin’in kesik başının İbni Ziyad tarafından Şam’da bulunan Yezid’e gönderilip gönderilmediği hususunda ihtilaf içindedirler. Bu konu iki şekilde ele alınmıştır. Birincisi ve doğru olan görüşe göre Hüseyin’in kesik başı Yezid’e gönderilmiştir. Çünkü bu konuda çok fazla rivayet bulunmaktadır. Yine de en doğrusunu Allah bilir. Nitekim Zehebi’de bu görüştedir.[8]

Ancak biraz öncede aktardığımız üzere bu görüşle alakalı rivayetlerin çok olmasına rağmen hepsinin zayıf ve itimada değer olmayan rivayetler olması, rivayetlerde var olan Sahabelerin o dönem itibariyle hadisenin yaşanıldığının iddia edildiği Şam bölgesinde bulunmaması ve söz konusu bu rivayetlerin sahih rivayetlerle çelişmesi göz önünde bulundurulduğunda, bu rivayetlerin aslının olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer görüşe göreyse Hüseyin’in (ra) kesik başı Dımaşk şehrinde gömülüdür. İbni Asakir’in kendi isnadıyla Yezid’in dadısı Reya’dan rivayetle şunları aktarır: “Hüseyin’in kesik kafası, silah deposuna konulmuş, bu durum Süleyman bin Abdulmelik[9] göreve gelinceye kadar devam etmiştir. Süleyman göreve geldiğinde[10] bir adam göndermiş ve Hüseyin’in kesik başının huzuruna getirilmesini emretmiştir. Hüseyin’in kesik başı geldiğinde üzerinde etten bir eser kalmadığını gören Emevî Halifesi, Kesik başın temizlenmesini, güzel kokular sürülüp kefenlenmesini ve daha sonrasında da gömülmesini emretmiştir. Ancak siyah giysililer yani Abbasiler idareyi ele geçirince, Hüseyin’in kafasını bulunduğu yerden çıkarmışlardır. Lakin kendisine ne yapıldığını ancak Allah bilir.”[11]

Ancak Reya kıssasını rivayet den ibni Asakir, rivayetin cerh ve ta’til yönünden yani rivayetin kabule değer olup olmadığı noktasında herhangi bir şey söylememiştir. Bu itibarla rivayet meçhul kalmıştır.[12] Bu itibarla rivayet itimada değer değildir ve hiçbir önemi bulunmamaktadır.

Bir diğer görüşe göre Hüseyin’in kesik başı Kerbela’da gömülüdür. Bu görüş İmamiye Şia’sının görüşüdür ve İmamiye Şia’sı dışında Hüseyin’in (ra) kesik başının Kerbela’da olduğunu iddia eden başka bir gurup yoktur. Bu guruba göre Hüseyin’in (ra) kesik başı kırk gün sonra Kerbela’ya getirilmiş ve Hüseyin’in (ra) bedeninin yanına defnedilmiştir.[13] Ancak Şia’nın bunula alakalı olarak ellerinde herhangi bir delilleri bulunmamaktadır. Söylenenlerde boş, dayanaksız ve herhangi bir kanıta dayanmayan dedikodulardan ibarettir. Kaldı ki Hüseyin’in kabri diye bilinen yerin ona ait olup olmadığı bile kesin değildir. Nitekim İbni Hacer (rh), “Hüseyin’in şehit edildiği yerdeki izler silinerek tanınmaz hale getirilmiştir. Bu sebeple hiç kimse buna muttali olamamıştır.” demektedir.[14]

Bir diğer görüşe göre Hüseyin’in (ra) kesik başı Kahire’dedir. Fatımî denilen Kölemenler İslam dünyasına kendilerini kabul ettirebilmek için bu yolu da denemişlerdir. Zira söz konusu olan orta çağ döneminde Halifelik makamına gelecek kişinin Kureyş hanedanlığına mensup olması gerekliliği yıkılması imkânsız olan bir tabudur. Zira bu durum Rasulullah’ın (sav) hadislerinde açık bir şekilde belirtilen ve ondan sonra gelen râşid Halifelerin döneminde de icra edilen bir uygulamadır. Ancak Fatımî devletinin kurucu hanedanlığı olan Ubeydîler kuzey Afrika halklarından biri olan Berberi asıllıdır. Bu sebeple de hilafet ilan edebilecek meşru bir zemin oluşturabilmek için ilk önce soylarının Fatıma’dan (rha) geldiğini iddia etmişlerdir. Bu sebeple de her ne kadar hanedanlığın adı Ubeydîler olsa da tarih sahnesinde Fatımîler olarak anılmışlardır. Ancak Ubeydî hanedanlığının İslam alemindeki kabulü için bu hamleleri yeterli olmamıştır. Bunun farkında olan Ubeydîler ikinci bir hamle olarak Hüseyin’in (ra) kesik başının ilk önce Askalan’da[15] gömülü olduğunu ve oradan çıkarılarak bizatihi kendileri tarafından Kahire’ye defnedildiğini iddia etmişlerdir.
Rivayetlere göre Haçlılar, H.549 (1154 m) senesinde Askalan’ı istila etmeye kalkıştıklarında Fatımî veziri Salih Talayi bin Zureyk ve ordusu yalın ayak olarak buradan askerleriyle birlikte çıkıp Salihiye’ye gitmiştir. Kesik başı almış ve onu abanozdan bir kürsü üzerine koyarak ipekten yeşil bir kese içine yerleştirmiş, altın misk, amber ve güzel koku serpmiştir. Sonra da kesik başı alıp Kahire’de bulunan Han Halili kabristanı yakınına toprağa vermiştir.[16] Farki’nin anlattığına göre, bizzat Fatımî halifesinin kendisi çıkıp kesik başı taşımıştır.[17]

Tarihçilerden biri olan Hüseyin bin Muhammed Yusuf’un söylediğine göre, Meşhedul-Hüseyni denilen yerde mevcut olan kesik baş, gerçekten Hüseyin’e (ra) aittir ve bunun dışında söylenenler ise hatadır. Bu konudaki dayanağı ise, birtakım sofi kimselerin rüya ve keşifleridir. Rüyalarda gösterildiğine göre Mısır’da bulunan kesik baş Hüseyin’e (ra) aittir.[18]

Ancak böyle bir gerekçe ve kanıt, delil gösterme bakımından İslam’ın ortaya koyduğu metot ve prensiplere aykırı olduğu gibi, tamamen akla ve mantığa da aykırıdır. Bu iddiayı çürüten en büyük detaysa, Şia Fatımîlerin, Hüseyin’in (ra) kesik başını Kahire’ye nakletmeden önce Askalan şehrinde bulunduğu varsayımıdır. Halbuki Hüseyin’in (ra) kesik başının Askalan’da bulunduğu iddiası hiçbir dayanağı olmayan asılsız bir iddiadır. Nitekim İmam Kurtubî, İbni Teymiye ve İbni Kesir bu iddiayı reddetmektedir.[19]

Bu konuyla alakalı en nihai görüşse Hüseyin’in (ra) kesik başının Medine’ye gömüldüğüdür. Zira Hüseyin’in (ra) kesik başının bundan önce sözü edilen kentlerin hiçbirinde olduğuna ilişkin en basitinden de olsa bir kanıt bulunmamaktadır. Geride sadece tek bir şehir kalıyor, oda Medine-i Münevveredir.  İbni Sa’d, verdiği gerçekçi bir isnada göre Yezid, Hüseyin’in (ra) başını Medine valisi Amr bin Said’e göndermiştir. O da Hüseyin’in (ra) kesik başını kefenleyip Baki mezarlığına annesi Fatıma’nın (ra) yanına gömmüştür.[20]

Bu rivayet hakkında İbni Teymiye (rh) şöyle demiştir: “Daha sonrada Baki mezarlığında toprağa verilmiştir ve o günkü adetler gereği orada bulunanlarda buna tanıklık etmişlerdir. Öte yandan o gün onlar fitnelerle sarsılmaktaydılar. Böyle bir dönemde bir kabileden herhangi biri öldürüldüğünde, öldürülen kişide eğer onlardan değilse, onun başını ve bedenini ailesine teslim ederlerdi. Bu hadisede de uygulama böyle olmuştur. Nitekim Haccac da Abdullah ibni Zubeyr’e (ra) aynı uygulamayı yapmıştır. Nitekim Haccac, Abdullah ibni Zubeyr’i (ra) öldürdükten sonra ipe çekip ağaca asmıştır. Birkaç gün ağaçta asılı kaldıktan sonra ailesine teslim etmiştir. Oysaki Haccac ile İbni Zubeyr’in (ra) arasındaki düşmanlık, Hüseyin’in (ra) hasımlarıyla arasındaki düşmanlıktan daha fazla bir şekilde mevcuttu.[21]

İbni Teymiye’nin (rh) kanaatinin bu görüş üzere olmasının bir diğer sebebi de Hüseyin’in (ra) kesik başının Medine’ye götürüldüğünü ileri süren kimselerin güvenilir tarihçiler olmasıdır. Örneğin “el-Ensab” kitabının yazarı Zubeyr bin Bekkar, “et-Tabakat” kitabının yazarı ve Vakidi’nin de kâtibi olan Muhammed bin Sa’d ve benzeri tanınmış, kendilerine güvenilen, aynı zamanda önemli bilgilerin sahibi olan bu isimler böyle söylemektedir.[22]Evet bu şahsiyetlerin rivayetleri Buhari ve Müslim’in rivayetlerinin mesabesinde değildir. Ancak, adları zikredilen tarihçilerin yazdıkları, cahillerin, yalancıların ve bilgilerine güvenilmeyen birtakım tarihçi geçinenlerin naklettiklerinden çok daha doğrudur.

Aktardıklarımızdan da görüldüğü üzere Hüseyin’in (ra) kesik başının üç yerde olabileceği tartışılmaktadır. Her üç yerinde ısrarcı olmalarının sebebi, her bir beldenin kendilerine çokça ziyareti gelmelerini istemesi ve bu sayede ekonomik olarak gelir sağlamayı arzulamalardır. İnsanları şirkin ve küfrün karanlığına çekmek isteyen iblis, bu arzusuna ulaşabilmek için onların kalplerine ve zihinlerine bunu telkin etmektedir. Oysaki Hüseyin’in (ra) sadece tek bir başı ve bir tek bedeni vardır ve en kuvvetli görüşe göre onun bedeni Kerbela’da, zalimler tarafından kesilmiş olan başı da Medine’de Baki mezarlığındadır. Allah subhanehu en doğrusunu bilendir.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.

 
 
[1] Biharu’l-Envar, 101/109 Usulu Mezhebi’ş-Şiiyye, 2/464
[2] Fatımî Devletini kuran kurucu hanedan
[3] Kölemen (Memlük) Kölelerden oluşan paralı askeri birliklere verilen isim. Genelde Kıpçak Türkleri, Çerkezler ve Berberilerden oluşan askeri birliklerdir. Ubeydiler Berberi asıllıdır.
[4] Buhari, Menakıb, H.3748
[5] Tirmizi, Sünen, 5/659 Hadis, sahih ve garip bir hadistir.
[6] El-Mecma, 9/195 Ancak bu, munkati olan bir rivayettir.
[7] Minhacu’s-Sunne, 4/557
[8] İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye 11/580
[9] Emevî Halifesi Abdulmelik bin Mervan’ın küçük oğlu ve aynı zamanda Emevî devletinin dördüncü halifesidir.
[10] Süleyman bin Abdulmelik tahta çıktığında Hüseyin’in Kerbela’da katledilişinin üzerinden tam otuz beş yıl geçmiştir.
[11] İbni Asakir, Tarih, Tercimun-Nisa; Mevakıful-Muaraza Fi hilafeti Yezid, S.311
[12] Mevakıful-Muaraza Fi Hilafeti Yezid, S.313
[13] Mevakıful-Muaraza FiHilafeti Yezis, S.313
[14] Tarih-i  Bağdat, 1/143-144 İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye,11/580
[15] Askalan, Büyük hadis hafızı İbni Hacer’in (rh) doğduğu yerdir. Bu kadim şehir günümüz Filistin topraklarında, Gazze ve Tel Aviv şehirlerinin arasındadır.
[16] Makrizi, 1/427 Bedaiuz-Zuhur, 1/227
[17] Tarih-i Miyarfin, S.70
[18] El-Hüseyin Seyyidu’l-Şebabi Ehli’l-Cenneti, S.149-153
[19] İbni Teymiye, Tefsiru Sureti’l-İhlas, 3/298; et-Tezkire, 2/295 İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/582
[20] Tarihu’İslam, S.20; et-Tabakat, 5/238
[21] Ra’sul-Hüseyin, S.183
[22] Ra’sul-Hüseyin, S.170
Whatsapp Destek