Kerbela’nın Kara Yüzlüleri

Tarih ilmi kendi içinde nice aydınlık yüzleri barındırdığı gibi, aynı zamanda nice karanlık yüzleri de kendi içinde barındırmaktadır. Her güzel hadisenin aydınlanmış kahramanları olduğu gibi, her kötü hadisenin de karanlık failleri vardır. Ancak tarihin en karanlık yüzleri hiç şüphesiz Kerbela hadisesinin müsebbipleridir. İslam tarihinin kara bir lekesi olan Kerbela hadisesinin Müsebbipleri kimlerdir diye soracak olsak, akla ilk gelen kişi Yezid’dir. Tarih hakkında bilinen yanlışlardan biride Yezid’in Hüseyin’i (ra) kasıtlı bir şekilde öldürttüğüdür. Evet, Yezid bu hadisenin baş aktörlerindendir, lakin ne Hüseyin’in (ra) öldürülmesini bizatihi emretmiştir nede bu hadisenin tek sorumlusu değildir. Bu ayki yazımızda Allah subhanehu’nun izni ve inayetiyle bu hadisenin kara yüzlerin kim olduğunu anlatmaya çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Sonuçların sebeplere tabi olması usul literatüründe meşhur olan kaidelerden biridir. Her ne kadar sebeplerin varlığı sonucu kaçınılmaz kılmasa da, sebeplerin var olmadığı bir ortamda sonucu konuşmak yada bir neticenin varlığını iddia etmek abestir. Kerbela faciasının yaşanmasına sebep olan müsebbiplere gelince, Kerbela hadisesinin en baş müsebbibi, Hüseyin’i (ra) Medine’den Kufe’ye çağıran Kufe halkıdır. Zira bu hadisenin gerçekleşmesinin arka pilanında var olan en büyük sebep Kufe halkının bir biri ardınca yazdıkları mektuplarla Hüseyin’i (ra) Kufe’ye gelmeye ikna etmeleridir. Bir çok Sahabe, Medine’den ayrılmaması konusunda Hüseyin’i (ra) uyarmalarına, gitmemesi konusunda ısrar etmelerine rağmen, Hüseyin (ra), Kufe halkının yazdıklarına güvenerek Medine’den Kufe’ye doğru harekete geçmiştir. Ancak Yezid’in Numan bin Beşir’i görevden alıp yerine Ubeydullah bin Ziyad’ı atamasının  akabinde, Kufe halkı Hüseyin'e (ra) verdikleri sözden tutmayıp onu yüz üstü bıraktılar, onu desteklemeye koşmadılar. Aksine Hüseyin’i (ra), kendisiyle çarpışmaya ve onu öldürmeye gelen orduyla baş başa bıraktılar.

İbni Hacer el-Askalanî, Hüseyin’in (ra) şehid edilmesinde Kufe halkının tutumunu değerlendirerek der ki: “İnsanların, Kufe halkının geneli, ondan kaçmaya ve onu terk etmeye başladılar. Hüseyin (ra) beraberinde bulunanlar Kufe ordusu ile karşı karşıya geldiğinde,  Hüseyin (ra) Kufe halkının önde gelenlerine şöyle sesleniyordu: “Ey Şebt bin Rib’i! Ey Hicar bin Ebcur Ey Kays bin Eş’as! Ey Yezid bin Haris! Bana mektup yazarak meyveler olgunlaştı, etraf yeşillendi, herkes toparlandı, diyenler siz değil miydiniz?”

Hüseyin (ra) böyle öne atılıp Kufe’nin ileri gelenlerine seslendiğinde, onlar, “Biz böyle bir şey yapmadık” diyerek Hüseyin’i (ra) yalanladılar. Bu cevap üzerine büyük bir şaşkınlık yaşayan Hüseyin (ra) dedi ki: “Subhanallah! Bilakis hem de vallahi siz bunu yaptınız.” Kısa bir süre içinde yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atan Hüseyin (ra) devam etti ve dedi ki: “Ey İnsanlar! Eğer gerçekten beni istemiyorsanız, önümden çekilinde, bende sizden ayrılıp güvende olacağım yere, Medine’ye gideyim.”[1]

Tarihçilerin söylediklerine bakılırsa, buradaki itham Irak halkına yönelikti. Çünkü Hüseyin‘in (ra) öldürülmesinden sorumlu olanlar onlardı. Nitekim Ümmü Seleme annemiz, Hüseyin’in (ra) ölüm haberini duyunca, Irak halkına lanet okumuş ve şöyle demişti: “Onu öldürdüler, Allah’ta onların iki yakasını bir araya getirmesin, onlara rahmetiyle muamele buyurmasın. Onu aldatıp zorla yanlarına istediler. Allah onlara lanet etsin.”[2]

Bu hadiseye karşılık Abdullah bin Ömer’in (ra) Iraklılara karşı tutumu meşhurdur. Abdullah bin Ömer (ra)  kendisine, “İhramlıyken sinek öldürmenin cezası nedir?” diye soran Iraklı heyete şöyle cevap verir: “Ey Iraklılar! Size şaşmamak elden gelmiyor. Siz Allah Rasulü’nün (sav) kızı Fatıma’nın ciğer paresini öldürüyorsunuz, bu konuda hiçbir şekilde sıkılmıyorsunuz, sonra da kalkıp ihramlıyken sinek öldürmenin cezasından bana soruyorsunuz, siz nasıl bir topluluksunuz?”[3]
Bağdadî, “el-Fark Beynel-Fırak” adlı eserinde der ki: “Kufeli Rafiziler gaddar ve cimrilikleriyle tanınırlar ve hep arkadan vururlar. Hatta onların tutum ve davranışları darb-ı mesel  halinde hep şöyle söylenegelir: “Kufelilerden daha cimri ve pinti adam, Kufelilerden daha gaddar ve zalim insan” Nitekim böyle denmesinin üç sebebi vardır:

Birincisi: Kufeliler, Ali’nin (ra) öldürülerek şehit edilmesinden sonra Hasan’a (ra) biat ettiler, fakat Medain yollarında onu arkadan vurdular. Sinan el-Cufi bunu yapmıştı.

İkincisi: Hüseyin’le (ra) yazışarak onu Kufe’ye davet ettiler, Yezid’e karşı onun yanında yer alarak ona yardım edecekleri sözünü verdiler. O da onlara aldandı,
Medine’den ayrılarak onların yanına gelmek üzer yola çıktı. Kerbela’ya geldiğinde onu aldattılar ve onun aleyhinde olmak üzere Ubeydullah bin Ziyad’ın etrafında tek bir el olarak hareket ederek Hüseyin’in üzerine saldırdılar. Böylece hem Hüseyin’i (ra) ve hem de ailesinin ve yakınlarının büyük bir çoğunluğunu Kerbela’da öldürdüler.


Üçüncüsü: Nitekim Kufeliler Hüseyin’in torunu, Ali’nin oğlu Zeyd’i de arkadan vurdular, onunla ettikleri biatlerini bozdular. Savaş şiddetlenince onu düşmanlarına teslim ettiler.[4]

İşte bütün bu sebeplerden dolayı en büyük sorumluluk Kufelilerindir. Başta en çok suçlu olanlar onlardır. Çünkü korktular ve verdikleri sözlerini bozdular.
Bu feci hadisenin ikinci baş sorumlusu da, Yezid’in bilinçli olarak Kufe valisi olarak atamış olduğu Ubeydullah bin Ziyad’dır. Onun Yezid’e muhalif olanlar üzerindeki baskı ve şiddeti adeta sonradan işleyeceği büyük cürmün bir mukaddimesi niteliğindedir. Nitekim Kufe’de Hüseyin’e (ra) vekaleten birinci naip olarak bulunan Müslim bin Akil ve onun yanında bulunan Murat kabilesi lideri Hani bin Urve’yi acımasızca katledişi malumdur. Onu bu derece cüretkâr kılansa Yezid’in onu desteklemesi ve  yapmış olduğu  bu cürümlerden dolayı onu onamasıdır. Nitekim Yezid’in ona yazmış olduğu mektuptaki ifadeleri bu durumun hakikatini ortaya koymaktadır. Yezid, Ubeydullah’a yazdığı mektupta şöyle demektedir:

“Asıl konuya gelince, eğer mesele dediğin gibiyse sen geri adım atmadın. Senin Yaptığın iş, atılgan, işini bilen kişilerin davranışıdır ve senin saldırman da cesur kimselerin gösterdiği atılganlıktan başkası değildir. Sen olması gerekeni yaptın ve iyide ettin. Benim san olana güvenimi de ispatladın, beni düş kırıklığına uğratmadın.”[5]

İşte Yezid’in bu  ifadeleriyle cesaret vermesi, İbni Ziyad’ı daha gaddar davranmaya sevk etmiştir. Zaten İbni Ziyad doğal olarak da kötülüğe meyyal olan bir şahsiyettir. Siyasi dengelerin Yezid’in aleyhine döndüğü bir şehre vali olarak atanmasının sebebi de budur. Yezid’in Ubeydullah bin Ziyad gibi bir adamı ivedilikle vali olarak ataması, onun niyetini deşifre eden en mühim karinelerdendir. Zira İbni Ziyad’ın tahakkümünde olan bir beldede, muhaliflerini öldürmesi için emre hacet yoktur. Nitekim de öldürülmeleri gibi bir emir aldığı tarihi kaynaklarda sabit olmamış olsa da, Hüseyin’i (ra) ve ona yoldaşlık yapan bir çok kişiyi öldürmüştür ve Hüseyin’in (ra) ve beraberindeki Müslümanların öldürülmesinin baş müsebbiplerindendir.

İbni Ziyad, kendince ele ettiği zafer sarhoşluğundan kurtulunca, ne kadar büyük bir hata işlediğini ve ne büyük bir yanlışın içinde olduğunu fark etmiş, hatta ibni Ziyad, en yakın akrabaları, ailesi ve çevresi tarafından aşağılanmıştır. Yaptığını yakınlarından hiç bir zaman onaylamamıştır. Nitekim İbni Ziyad’ın annesinin oğluna şöyle dediği rivayet edilir; “Yazıklar olsun,  sen ne yaptın? Nasıl bir cinayet işediğinin farkında mısın?”[6]

İbni Ziyad’ın Kardeş Osman bin Ziyad’ında şöyle dediği rivayet edilir; “Allah adına yemin olsun ki, benim için Ziyad oğullarının burunlarına kölelik zincirinin takılarak tâ kıyamete kadar öyle kalmaları, onlardan birinin böyle bir cinayete imza atmasından daha sevimli  gelirdi. Hüseyin asla öldürülmemeliydi.” Kardeşi Osman bin Ziyad tarafından bu şekilde ağır bir tarzda tenkit edildiği halde, Ubeydullah bin Ziyad onun söylemlerine karşılık vermemiş, ona bir şey söylememiştir.[7]

Oysa İbni Ziyad’ın yapması gereken şey, Hüseyin’in (ra) isteklerine kulak vermesi ve onun Yezid’in yanına yada başka bir yere gitmesine izin vermesiydi. Zira Kufe halkının ihanetini anlayan Hüseyin’in (ra) artık Kufe’ye gitme gibi bir niyeti kalmamıştı.[8]

İbu’s-Salah, “Fetvalar” adlı eserinde şöyle der, “Burada bilinen gerçek o ki, Hüseyin’in öldürülmesine kadar işi vardıran emri veren Ubeydullah bin Ziyad’dır.”[9]
Bu aktarılanlardan sonra söylenecek en doğru söz, birinci ve en başta gelen sorumluluk ve böyle kanlı bir olaydaki en büyük günah ve vebal İbni Ziyad’a aittir. Çünkü bu emri veren ve bu görevi yürüten kişi vali  olarak odur. Hüseyin’in (ra) isteklerini geri çevirende odur. Tarih onun bütün yaptıklarını kınamış ve hiçbir yaptığını onaylamamıştır. Çünkü zulümle, haksızlık ve baskıyla, ortalığı kan denizine çevirmekle idaresini sürdürmüştür.

Bu feci hadisenin bir diğer baş sorumlusu da, Yezid’dir. Yezid’e gelince, aslında Yezid, Hüseyin’in (ra) öldürülmesi taraftarı değildi ve böyle bir şey istemiyordu. Hatta Hüseyin’in (ra) Medine’den çıkmaması için gayret gösteriyordu. Nitekim bu amaçla Abdullah bin Abbas’a (ra) şu içerikte bir mektup yazdığı rivayet edilir;

“Öğrendiğimize göre doğudan bazı kimseler Hüseyin’e gelerek, onun için halife olması temennilerinde bulunuyormuş. Onların durumu hakkında sen hem deney sahibisin ve hem meseleleri çok iyi bilen birisin. Eğer böyle bir işe kalkışırsa, aramızdaki akrabalık bağları kesilir.  Sen, kendi ailenin büyüğüsün ve onlar tarafından sözü dikkate alınan birisin. Hüseyin’i böyle bir işe kalkışmaktan menet ve ayrılığa fırsat verme.”[10]

Yezid daha sonra aşağıdaki beyitleri, hem ona, hem Mekke ve hem Medine’de bulunan Kureyşlilere hitaben yazıyor.

Ey hareket etmek üzere adamlarıyla gizlice yola çıkan kişi!
Sonunu düşünmeden develeriyle hızlıca yola çıkan insan!
Yerlerinde ziyaret edilmesi uzak olan Kureyşlilere söyleyin,
Benimle Hüseyin arasında Allah için akrabalık vardır bilinsin.
Ey kavmimiz! Savaş ateşi sönmüşken, ne olur yakmayın
Barış ipine iyice sarılın ve ona sıkı sıkıya bağlı kalın
İsyana kalkışmayın, çünkü isyan insanı yerden yere vurur
Bir kez isyan bardağından içildi mi orada vahamet başlar
Savaş sizden önce nicelerini de yanıltıp aldatmıştı
Tâ çağlar öncesinden, milletleri darmadağın etmişti
Kavminize acıyın, gelin onları tehlikelere sürüklemeyin

Nice kibir ve gurur sahipleri var ki bu, sonları olmuştur.[11]

İbni Abbas’ında cevap olarak şunları yazar: “Umudum o ki, Hüseyin’in çıkışı, senin hoşuna gitmeyecek bir çıkış olmasın. Bununla beraber ben kendisine öğüdü terk etmiş değilim. Allah’ın bizi bir araya getirdiği birliği oluşturabilecek her toplantıda ve bu ateşi söndürecek her fırsatta ona gereken öğütte bulunmaktayım.”[12]

Yezid’in yazdıklarını göz önünde bulunduğumuzda olayların başlangıcı öncesinde kan dökmek gibi bir niyetinin olmadığını görüyoruz. Eğer böyle bir niyeti olmuş olsaydı Hüseyin’in (ra) Medine’den çıkmasına dahi izin vermeden bu işi sonlandırabilirdi. Zira bu, Hüseyin’in (ra) Kufe’deki taraftarlarına ulaşmasından sonra yapılacak bir müdahaleden daha ehvendi. Peki Medine’nin kutsal bir şehir olması buna engel olmuş olabilir mi? Daha sonrasında Hare vakası gibi bir olaya imza atmış olan Yezid için bu kutsallığın bir engel olduğunu söylemek pek de mümkün değildir. Tek bir hakikat var ki, oda Yezid’in kan dökmek gibi bir niyetinin olmamasıdır.

Nitekim Yezid’in, Hüseyin’in (ra) öldüğü haberini alınca ağlamaya başladığı ve şu  sözleri söylediği rivayet edilir: “Ey Iraklılar! Hüseyin öldürülmeksizin ben sizin itaatinize razıydım. Kaldı ki baş kaldırmanın akıbeti bu olacaktı. Allah Mercene’nin oğluna lanet etsin, iki yakasını bir araya getirmesin. Onu akrabalık bağlarına uymaksızın yakaladı. Allah adına yemin olsun ki, eğer onun yanında ben olsaydım, kesin olarak onu bağışlardım. Allah Hüseyin’e rahmetiyle muamele etsin.”[13]

Bir başka rivayette de şöyle demiştir: “Vallahi eğer, onun yanında ben olsaydım, ömrümün bir kısmını feda etmekle de olsa savaşı önleyebileceğimi bilseydim, kesin olarak onu öldürmektense bu savaşı neye mal olursa olsun önlerdim ve onunla asla savaşmazdım.”[14]

Ancak Yezid’in Hüseyin’in (ra) şehit edilmesi sebebiyle ağlamış olması ve İbni Mercane’ye lanet okumuş olması, ondan, ne onun kınanmasını kaldırır, nede Hüseyin’i (ra) ve beraberindeki arkadaşlarını öldürenlerle aynı suça ortak olmaktan kurtarabilir. Çünkü Yezid, Hüseyin’in (ra) öldürülmemesi için çok açık emirler vermeye kadirdi. Şu noktanın altını kalın bir şekilde çizmek gerekir ki, Yezid kesinlikle Hüseyin’in (ra) öldürülmesini emretmedi. Ancak öldürülmemesinde emretmedi. Oysa Ubeydullah bin Ziyad’dan akıl ve hikmet çerçevesinde hareket etmesini isteyebilirdi. Bunu sırf Rasulullah’a (sav) olan yakınlıkları ve Müslümanların gönüllerinde edindikleri yerleri sebebiyle de olsa yapmalıydı, fakat Yezid bu yolu tercih etmedi.

Bu itibarla Hüseyin’in (ra) öldürülerek şehit edilmesinden Yezid’de sorumludur. Nasıl sorumlu olmasın ki! Hüseyin (ra) onun halife olduğu ve sorumluluk taşıdığı, o topraklarda egemen olduğu bir dönemde öldürüldü. Nitekim de onun döneminde yaşanan utanç verici bir kara leke olarak kaldı.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun..

 
 
[1] Ensabu’l-Eşraf,3/227; Mevakıfu’l-Muaraza fi Hilafeti Yezid, s.288
[2] Fezailu’s-Sahabe,2/782 Hasen bir isnad ile gelmiştir.
[3] Ahmed bin Hanbel Müsned, H.5568 bu rivayet isnad yönüyle sahih bir rivayettir.
[4] Bağdadi, el-Fark Beynel-Fırak, s.37
[5] Mevakıfu’l-Muaraza fi Hilafeti Yezid, S.293
[6] Ed-Devletu’l-Emeviyye el-Muftera aleyh, S.322
[7] El-Kâmil Fi’t-Tarih, 2/582
[8] Mevakıfu’l-Muazara Fi Hilafeti Yezi,  S.295
[9] Emeviler önemi, Ali Muhammed Sallabî, S.821
[10] Tehzibu’l-Kemal, 6/419 Mevakıfu’l-Muazara, s.343
[11] İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/505
[12] Siyeru Alamin’n-Nubela, 3//304
[13] Ensabu’l-Eşraf,3/219-220, Mevakıfu’l-Muaraza, S.282
[14] Cuzkani, el-Ebatil vel-Menakir, 1/265 bu rivayetin senedindeki tüm ricaller sikadırlar lakin Şa’bi ve Medain arasında bir inkita, boşluk vardır.
Whatsapp Destek