Kıyam ve İsyan Paradoksu Arasında Hüseyin (ra)

Rasulullah (sav), ümmetine ihtiyacı olan bütün öğüt ve nasihatleri kâmil bir şekilde yapmış, ümmetine yol göstermiş ve akabinde de ebedi hayata intikal etmiştir. Bu bizim içinde şüphe barındırmaksızın iman ettiğimiz inancımız ve sıkı sıkıya bağlandığımız itikadımızdır. Ümmetine bir nasihatçi olarak gönderilen Nebi’nin (sav) nasihatlerinden biride, cemaate sarılmamız, ayrılığa düşmememiz ve ayrılığa sebebiyet verecek davranış ve tutumlardan uzak durmamızdır. Çünkü aksi bir durumda dinin ikame edilmesi, İslam davetinin intişar edilmesi ve namusların muhafaza edilmesi mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz vakıanın durumu bu hakikatin en büyük şahididir. Bu sebepledir ki Rasulullah (sav) birlik olmayı bizlere şiddetle emretmiş ve birliğe halel getirecek kişileri bertaraf emretmiştir.

Müslim, Abdullah bin Amr bin El As'ın (ra) Rasulullah'dan (sav) işittiği şu hadisi rivayet eder: "Kim ki bir imama biat eder, eliyle musafaha ederek kalbinin sevgisini verirse gücü yettiği kadar itaat etsin. Eğer başka birisi gelip o imamla (idareyi ele geçirmek için) mücadele ederse, sonra çıkanın boynunu vurun"[1]

Ebu Said el Hudri'den (ra) rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Eğer iki Halife’ye (aynı dönemde) biat edilirse, kendisine sonradan biat edileni öldürün"[2]

Arfece rivayetinde demiştir ki: Rasulullah'dan (sav) şunu işittim: "İşiniz (yönetimle ilgili işleri
niz) bir adam (Halife) üzerinde karar kılınmışken birisi gelip sizin birliğinizi parçalamak ve cemaatinizi bölmek isterse onu öldürün"[3]


Rasulullah’ın (sav) mezkûr hadislerde açık bir şekilde ifade ettiği üzere aynı anda iki halifenin bulunması veya ümmetin geneli bir imamın etrafında içtima etmişken ikinci bir kişinin imamlık iddiasında bulunması kesinlikle caiz değildir. Peki hüküm buyken, Hüseyin’in (ra), içlerinde Sahabenin büyükleri de olmakla birlikte ümmetin kahir ekseriyetinin biat etmiş olduğu Yezid’e karşı, önce Medine’den Mekke’ye, sonrasında da Mekke’den Kufe’ye yapmış olduğu çıkışı, nasıl anlamalıyız? Bu ayki yazımızda bu soruyu cevaplamaya çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Tarihi vesikalarda aktarıldığı üzere Rasulullah’ın (sav) torunu Hüseyin (ra), esasında Emevîlerle yapılacak bir barış anlaşmasına başından beri karşıydı ve böyle bir şeyi istemiyordu. Ancak Hüseyin’in (ra) Muaviye (ra) ile yapılan anlaşmaya sessiz kalmasının sebebi, ağabeyi Hasan (ra) tarafından kabul edilmiş olmasıydı ve Muaviye (ra) vefat ettikten sonra bu düşüncesinin bir muktezası olarak da Yezid’in imametini tanımadı. Çünkü gerek kendisi olsun gerekse Abdullah bin Zubeyr (ra) olsun şûradan yanaydılar ve Halifeliğin kalıt yoluyla babadan oğula tevdi edilen bir makam haline gelmesini doğru bulmuyordular.

Lakin Sahabelerin geneli onlarla hem fikir değildi. Hatta hiçte azımsanmayacak kadar Sahabe, Hüseyin’in (ra) girişmiş olduğu hareketi esasen, birçok kimseden biat almış olan gerçek biat sahibine karşı bir çıkış ve isyan hareketi olarak değerlendirmişti. Çünkü onlara göre Hüseyin’in (ra) bu çıkışı ve taşımış olduğu mana, sonucu her ne olursa olsun ve hangi taraftan bakılırsa bakılsın, ümmet adına kötü bir adaktı.[4]

Bu Sahabelerden bazılarını şu isimler oluşturmaktadır:

Abdullah ibni Ömer (ra): Abdullah İbni Ömer der ki: “Size Allah adına hatırlatmak istiyorum, ne olur geri dönün. Siz ikiniz de insanların içine girdiği bir barış içine girin ve sonucunu bekleyin. Eğer halk onun üzerinde birleşirse, bu taktirde ikiniz ayrı kalmış olmazsınız. Eğer halk onu istemez de ondan ayrılırsa, zaten bu sizin istediğiniz şeydir.”[5]

Ebu Said el-Hudri (ra): Ebu Said der ki: “Yezid’e karşı çıkmada Hüseyin beni yendi, bana galip geldi. Oysa ben ona demiştim ki: “kendi canın için Allah’tan kork ve git evine kapan. İmamına, halifene karşı baş kaldırma.”[6]

Cabir bin Abdullah (ra) der ki: “Hüseyin’le konuştum ve kendisine, “Allah’tan kork, insanları birbirine vurdurma. Allah adına yemin olsun ki, yaptığınız şeyle övgüye değer olmayacaksınız.” dedim.[7]

Amra binti Abdurrahman’da, Hüseyin’in giriştiği işin çok tehlikeli bir iş olduğunu kendisine yazdı ve bu yazısında Hüseyin’den, halifeyi emir olarak tanıyıp ona itaat etmesini ve cemaate bağlı kalmasını yazıyordu.[8]

Said bin Müseyyeb de der ki: “eğer Hüseyin böyle bir harekete kalkışıp çıkmayacak olursa, bu onun için daha hayırlı olur.”[9]

Buraya kadar aktardıklarımız hem sahabenin hem de Tabiî’nin Hüseyin’in (ra) çıkışıyla alakalı değerlendirmeleriydi. Onlar Hüseyin (ra) ile Abdullah bin Zubeyir’in (ra) aksini düşünüyorlardı ve nitekim de bunun bir muktezası olarak da Yezid’ biat ettiler. Ancak Sahabelerin Yezid’e biat etmeleri, birliği bozabilecek bir anlaşmazlığa meydan vermemek ve Müslümanlar arasında tefrikanın oluşmasına izin vermemek içindi. Bunun da delili Halife bin Hayyat ile İbni Sa’d tarafından gelen rivayettir. Bu rivayette Davud bin Abdullah el-Evdi yoluyla Hamid bin Abdurrahman’dan yapılmıştır. Hamid der ki:

“Muaviye’nin oğlu Yezid’e biat edilmesi istendiğinde, biz, Rasulullah’ın (sav) Ashabından birinin yanına gittik ve o bize, “Yezid’den daha bilgili ve ondan şerefçe daha üstün biri olmadığı halde o, Muhammed ümmetinin en hayırlısı değildir mi diyorsunuz?” diye sordu. Biz ona “Evet” cevabını verdik. O Sahabi bize, “Bende aynı şeyi söylüyorum. Ancak Allah adına yemin ederek söylüyorum, benim için Muhammed ümmetinin bölünüp parçalanmasındansa bu şekilde birlik içinde olmaları daha sevimlidir. Düşünün bir kez, siz geniş bir kapı görseniz ve Muhammed ümmetinin hepsi o kapıdan girebiliyorsa, hepsini alabiliyorsa o halde bir adamın girmesine mi engel olacak, sadece onu mu içeri almaktan acze düşecek?” diye sordu. Bizde, “Hayır” dedik. O zat devamla dedi ki: “Eğer Muhammed ümmetinin her bir adamını, ben kardeşimin kanını akıtmayacağım dediğini görmüş olsanız, onların bunu yapmaları yerinde olmaz mı?” diye sordu. Biz de “Evet olur” dedik. O zat bize, “İşte benim size demek istediğim budur” dedi.[10]

Buraya kadar aktardığımız nakillerden de anlaşılacağı üzere Sahabeler Rasulullah’ın emrine ittiba etmiş, kendilerine hoş gelmese de ümmetin birliğini muhafaza edebilmek niyetiyle Yezid bin Muaviye’ye biat etmişlerdi. Çünkü sözleriyle adeta o günlere ışık tutan Rasulullah (sav), hoşuna giden ve gitmeyen işlerde Ashabına itaati öğütlemişti. Rasulullah’ın bu konuyla alakalı birkaç ifadesini serdedersek, Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey (muamele) gören kimse sabretsin. Çünkü kim yöneticiye itaatten sapacak olursa, cahiliye devrinde ölmüş gibi ölür.”[11]

Yine Müslim’de yer alan bir rivayete göre Seleme İbni Yezîd el-Cu’fî, Rasulullah’a (sav) sorar: Ey Allah’ın Rasulü! Kendi haklarını bizden isteyen, fakat bizim haklarımızı vermeyen yöneticiler başımıza geçerse, bize nasıl davranmamızı tavsiye edersiniz? Rasulullah (sav) yüzünü çevirdi. O tekrar sordu. Rasulullah (sav) yine yüzünü çevirdi. Sonra tekrar sordu. Bu arada Eş’as İbni Kays, Seleme’yi çekti. O zaman Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Dinleyin, itaat edin. Onlar kendilerinden, siz de kendinizden sorumlusunuz.”[12]

Huzeyfe’den de şu rivayet nakledilmiştir. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.” “Ben buna yetişirsem ne yapayım, ya Rasulullah?” diye sordum. “Dinler ve itaat edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile yine dinle ve itaat et.” diye buyurdu.[13]

Abdullah İbni Mesud, Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Benden sonra, adam kayırmalar ve yadırgayacağınız bazı işler olacaktır” buyurdu. Ben “Ey Allah’ın Resulü! O zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersiniz? diye sorunca, şöyle buyurdu: “Siz üzerinize düşen görevleri yaparsınız, kendi hakkınızı ise Allah’tan beklersiniz”[14]

Peki, tüm bu nakillere göz önünde bulundurduğumuzda Yezid’in haklı olma ihtimali varmı?  Hüseyin’in (ra) haklı olması ve kalkışmış olduğu muarız[15] hareketin kıyam olarak isimlendirilmesi bir paradoks mu yoksa bir hakikat mi?

Hüseyin (ra) ile Yezid arasında ki biat durumu, iki muarız arasındaki bir durumdu. Daha sonrasında muarız olayına Abdullah bin Zubeyir’de (ra) katıldı ve Hüseyin’den (ra) yana tavır koydu. Çünkü Hüseyin (ra) olsun, Abdullah bin Zubeyr olsun, her ikisi de “Şûra”dan yanaydılar. Ümmet adına bu görevi üstlenecek kişinin uygun bir yöntemle seçilmesi gerektiğine inanıyordular. Daha önceden de belirttiğimiz gibi Hüseyin (ra), Emevîlerle yapılacak bir anlaşmaya karşıydı ve böyle bir şeyi hiç istemiyordu. Hüseyin (ra), esasında Muaviye (ra) ile yapılan anlaşmaya da karşıydı lakın ağabeyi kabul ettiği için sessiz kaldı.

Kaldı ki Hüseyin sürekli olarak Kûfe halkıyla temas halindeydi. O, Kûfe halkının olaya karşı çıkmalarını, buna muarız kalmalarını onlara vaat ediyordu. Fakat bunu da Muaviye’nin ölümünden sonra gündeme sokmalarını istiyordu. Bunun deliline gelince, Muaviye’nin (ra) ölmesiyle hemen Kûfe’nin önde gelen isimlerinin ve liderlerinin Hüseyin’e (ra) koşup gitmeleri ve ondan çok hızlı bir şekilde hareket ederek kendilerine yani Kûfe’ye gelmelerini istemiş olmalarıdır.[16] Bu girişim Muaviye’nin (ra) ölümünden öncesinde bir temasın olduğunun en büyük delilidir. Çünkü öncesinde bir hazırlık olmadan Hüseyin’in (ra) Kûfe halkıyla bu kadar çabuk etkileşime geçmesi muhal bir durumdur.

Peki Hüseyin’in (ra) muarız bir harekete kalkışmasının sebebi nedir?

Birincisi: Allah subhanehu’nun böyle murat etmiş olmasıdır. Çünkü Allah bir şey murat etmişse o şey, mutlaka gerçekleşecektir.  Hatta bütün insanlar bunu önlemek için bir araya toplanmış olsalar bile Allah murat ettiği şeyi kesin olarak infaz edecek ve onu gerçekleştirecektir. Onun hükmüne karşı koyacak da yoktur ve onun kazasına karşı koyacak da olmayacaktır.

İkincisi: Şûra uygulamasına son verilmesi. Muaviye (ra), Şûra uygulamasının yerine kalıt yoluyla babadan oğula geçen bir krallık sisteminin başlangıcını yapmıştır. Önceki yazımızda da detaylı bir şekilde izah ettiğimiz üzere her ne kadar Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde uygulanan sistemin aynısı olmasa da bu pratiğiyle Raşid-i hilafet sistemine son vermiştir. Ancak Hüseyin’i (ra) sonunda şehadetin olduğu bu kıyam hareketine azmettiren asıl sebep, Muaviye’nin (ra) Hasan (ra) ile yapmış olduğu barış anlaşmasının şartlarına uymamasıdır. Zira yapılan anlaşmanın şartlarından biri, Muaviye (ra) öldükten sonra eğer Hasan (ra) hayatta olursa görevin ona tevdi edilecek olmasıydı. Eğer Hasan’da (ra) hayatta değilse yeni halife Şûra vasıtasıyla seçilecekti. Nitekim İbni Hacer el-Heysemi der ki: “Muaviye’nin ölümünden sonra olay Şûra yoluyla çözülecekti.”[17]Ancak Muaviye (ra) bir önceki yazımızda uzun uzadıya izah ettiğimiz sebeplerden ötürü bu maddeye riayet etmedi. İşte bu Hüseyin’in (ra) muarız bir harekete geçmesinin en büyük sebebiydi.

Çünkü Hüseyin’in (ra) gördüğü gerçek manzara şuydu: Muaviye (ra), kendisinden sonra tahta oğlu Yezid’in geçirilmesi çabası içindeydi. Muaviye’nin (ra) bu tavrı ve çabası, bir kimsenin idareye geçirilmesi için İslam’ın ortaya koyduğu hükme ve metoda açıkça aykırı düşmekteydi. Ama buna rağmen Hüseyin (ra), Muaviye’ye (ra) karşı herhangi bir eyleme kalkışmadı, böyle bir şey düşünmedi. Çünkü halife olarak ona biat edildiğini biliyor ve bunun içinde ona muhalefet etmek istemiyordu. Böylece Muaviye (ra) hayatta olduğu sürece ona tabi olmayı sürdürdü.[18] Ancak Muaviye’nin ölümünden sonra durum değişmişti. Çünkü Hüseyin (ra), hiçbir zaman Muaviye’den (ra) sonra gelecek kimseye itaat etmek ve onu dinlemek için söz vermemişti.

Diğer önemli bir sebepte, Hüseyin’e (ra) göre Yezid halife olma şartlarını taşımıyordu ve Müslümanlara halife olmaya uygun biri değildi. Çünkü İslam’ın halifede olmasını öngördüğü adalet şartını Yezid taşımıyordu ve adil biri değildi.[19]

Kaldı ki hilafet makamına en layık olan kişi Hüseyin’di (ra) ve bu görev için en faziletli insandı. Çünkü ilim bakımından Yezid’den çok üstündü ve salah yönünden Yezid’in onunla kıyaslanması bile mümkün değildi. En önemlisi Emevî asabiyetinin hâkim olduğu Şam halkı dışında kalan halklar Hüseyin’i (ra) arzu ediyordu. Siyasi noktadan değerlendirildiğindeyse, Yezid, bu makama şûra yoluyla gelmemişti. Bu itibarla adalet şartı ihlal edildiği gibi şûra şartı da ihlal edilmişti.

Bir diğer önemli husus, Hüseyin (ra) Rasulullah’ın (sav) torunu ve kızı Fatıma’nın (rha) ciğerparesiydi, aynı zamanda İslam aleminin bilgin ve önder şahsiyetlerindendi. Bu itibarla Hüseyin (ra), içinde bulunduğu toplumda böyle bir münkeri reddetme ve ona karşı koyma noktasında halk içerisinde en ehil ve en yetkili olan kişiydi. Bu sebeple de Hüseyin (ra) devlet başkanına karşı çıkan, ona başkaldıran bir kimse konumunda olmuyordu. Aksine o, münkeri değiştirmeye çalışan ve batıla karşı koyan biriydi. Tek amacı, idareyi yeniden İslam’ın uygun bulduğu o sahih sisteme geri döndürmekti.

Hüseyin’in (ra), Emevî idaresine karşı çıkılması konusunda ortaya koyduğu fetva ve izlemekte olduğu siyasetine samimiyet ve içtenlikle sarıldığını gösteren husus, onun bütün bu işleri İslami esas ve ölçüler içerisinde yürütmesi ve bir lahza dahi olsa İslami kurallardan ayrılmamasıydı. Hüseyin’in (ra) Mekke’de kalarak Yezid’in bu idaresine burada mukavemet etmek istememesi, Mekke’nin saygınlığının korunması, buranın bir savaş alanına dönüştürülmemesi ve bu sınırlar içerisinde kan dökülmesinden kaçınmasından dolayıydı. Hatta Hüseyin (ra) bu maksatla amcasının oğlu İbni Abbas’a (ra) şöyle demişti:

“Benim şu veya bu yerlerde öldürülmem, benim açımdan Mekke’de öldürülerek buranın kutsallığının ihlal edilmesinden daha sevimlidir.”[20]

Hulasa, tüm nakillerden de anlaşılacağı üzere Hüseyin’in (ra) kalkışmış olduğu muarız hareketi, meşru devlet başkanına yapılmış bir isyan hareketi değildi. Aksine o, münkeri değiştirmeye çalışan ve batıla karşı koyan, ona mukavemet gösteren biriydi. Tek gayesi idareyi yeniden İslam’ın uygun bulduğu o sahih sisteme döndürmekti.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...





 
 
[1] Müslim  No:  1844
[2] Müslim  No 1853
[3] Müslim  No 1852/60
[4] Mevakıfu’l-Muaraza Fi Hilafeti Yezid, s.236
[5] Et-Tabakat,  1/444
[6] Tenzibu’l Kemal, 6/461 Tabakat, 1/445
[7] Et-Tabakatu’l Kubra,1/445
[8] Muhtasar Tarhu Dımeşk, //140
[9] Siyeru Alami’n Nubele, 3/296
[10] Et-Tabakatt, 7/147 Tarihu Halife, s.164
[11] Buhari, Fiten, 2 Müslim, İmare, 56
[12] Müslim, İmare, 49
[13] Tac, 3/44-45
[14] Buhari, Menakıbu’l- Enbiya,8
[15] Karşıt
[16] Mevakıfu’l-Muazara, s.180
[17] Es-Sevaiku’l Mürsele, 2/299
[18] Ensabu’l-Eşraf, 3/152 Mevakıfu’l Muaraza, s.180
[19] Sultan Huseylin, el-Fukaha vel Hulafa,s.21
[20] Sultan Hüseylin, el-Fukaha ve’l Hulefa, s.25
Whatsapp Destek