Kral Mı? Yoksa Oniki Halifeden Biri Mi?

Geçmişten bugüne tartışılan meselelerden biri de Hasan’ın (ra) Muaviye (ra) lehine hilafetten feragat etmesiyle başlayan krallar döneminin hilafet olarak isimlendirilmesinin doğru olup olmadığıdır. Özellikle coğrafyamızda Şi’a temayüllü[1] çevreler bu değişimin baş müsebbibi olarak Muaviye’yi (ra) kabul etmekte ve onun şahsı üzerinden hilafet mefhumuna ve asırlardır bu müessesenin hamiliğini yapmış olan Ehl-i sünnete saldırmaktadırlar. Halbuki onların asıl dertleri ne halifeliğin krallığa dönüşmesidir ne de Muaviye’dir (ra). Onların asıl dertleri Nebevi yönetim sisteminin yeryüzünde adaleti sağlamak için kifayetsiz olduğunu, en nihayetinde birtakım aile ve boyların menfaat devşirme aracına dönüştüğünü ispat etmek ve tabii oldukları beşerî nizamların güzellemesini yapmaktır. İşte bu yazımızda Allah subhanehu’nun izni ve inayetiyle bu güruhun iddialarına cevap vermeye çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Muaviye’nin (ra) halife olmasıyla Raşit Halifeler devrinin bittiği bir hakikattir. Nihayete eren bu dönem, Rasulullah’ın (sav) metodu üzere giden bir dönemdi. Çünkü bunla ilgili olarak Rasulullah (sav) bizlere şu haberi vermektedir:

“Nübüvvet müessesi Allah’ın var olmasını istediği müddetçe devam edecektir. Daha sonra Allah, onu kaldıracaktır. Bundan sonra Peygamberlik metoduna uygun olarak hilafet dönemi gelecektir. Sonrasında Allah onu kaldırmayı dilediğinde kaldıracaktır. Bundan sonra ısırıcı krallık dönemi gelecektir. Allah bu döneminde kalmasını istediği müddetçe devam ettirecek daha sonra kaldıracaktır. Bu dönemden sonra da zulüm dönemi olan zorba krallık dönemi devreye girecektir. Allah dilediği müddetçe bu dönem de devam edecek sonrada dilediği zaman o dönemi kaldıracaktır. Artık bundan sonra tekrardan Peygamber metoduna dayalı dönem gelecektir.”[2]

Rasulullah’ın (sav) haber verdiği otuz yıllık bu süre Hasan (ra) ile son bulmuştur. Çünkü Hasan (ra), H.41 yılı Rebiulevvel ayında, Muaviye (ra) lehine hilafet makamından çekilmiştir. Bu süre de Rasulullah’ın (sav) vefatından itibaren tam otuz yıl etmektedir. Bu haber ayrıca Rasulullah’ın (sav) nübüvvet mucizelerinde biridir. Zira Rasulullah (sav) bu hadiste, Müslümanların kendi vefatından kıyamete kadar yaşayacağı idari dönemleri haber vermiştir. Zorba krallar dönemini yaşayan Müslümanlar olarak bu süreci aynı şekilde müşahede etmekteyiz. Rasulullah’ın (sav) işaret ettiği idari dönemleri serdedersek:
  1. Nebi’nin (sav) dönemi
  2. Raşit halifeler dönemi
  3. Isırıcı krallık dönemi
  4. Zalim krallık dönemi
  5. Muasır İslam ümmeti olarak büyük bir özlemle beklediğimiz ve bu dönemlerden sonra gelecek olan Nebevi metoda dayalı hilafet dönemi
Peki Rasulullah’ın (sav) bu dönemler içinde zikretmiş olduğu ısırıcı krallık dönemi liderleri halife olarak isimlendirilebilir mi? Alimlerimiz, Raşit Halifeler döneminden sonraki dönemin her ne kadar krallık dönemi olsa da bu dönemi halifeler dönemi olarak isimlendirmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bu görüşlerini de Buhari ve Müslim’in Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ettikleri şu hadise dayandırmaktadırlar. Rasululah (sav) buyuruyor ki:

İsrailoğullarını Peygamberleri idare ederdi. Bir Peygamber vefat etti mi hemen arkasından yenisi gönderilirdi. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir. Benden sonra halifeler olacak ve hem de çok sayıda olacaktır.” Bunun üzerine Sahabe,” Bize ne emir buyurursunuz?” diye sordular. Rasulullah (sav), “İlk halifeye karşı vefalı olun, aman ha ilk halifenin etrafında toplanın. Sonra da onların hakkını yerine getirin. Çünkü yüce Allah, onlara idareleri altındakilerin hakkını soracaktır.”  Buyurdu.[3]

İbni Teymiyye bu hadis hakkında der ki: “Hadiste yer alan, “Hem de çok sayıda olacaklar” ifadesinden anlaşılan o ki, Raşit Halifeler dışında kalan idareciler ve krallardır. Çünkü Raşit Halifeler sayıca az olan kimselerdi, çok sayıda değillerdi.

Yine hadiste yer alan, “İlk halifeye karşı vefalı olun, aman ha ilk halifenin etrafında toplanın” cümlesine gelince, bu ifade gösteriyor ki, muhalif kimseler olacaktır.[4] Oysa Raşit Halifeler öyle değildiler.[5]

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Rasulullah’dan (sav) sonra birçok Halife geleceği bizatihi Rasulullah’ın (sav) haber vermesiyle bize kadar ulaşan bir hakikattir. Ancak Raşit halifelerin sayısına baktığımızda hadisin lafzındaki çokluk ifadesine kıyasen çok azdır. Bu da açık bir şekilde Rasulullah’ın (sav) krallık dönemini de Halifeler dönemine kattığını göstermektedir. Yine gerek Sahabelerin gerekse Alimlerimizin başta Muaviye (ra) olmak üzere Emevî krallarını övmesi, onların fazilet ve dehalarından bahsetmesi, krallar devrini dönemlerin en hayırlıları arasında değerlendirmemiz için yeterlidir. Evet bu dönemde yaşanan kötü olaylar inkâr edilemez. Ancak İslam ümmetinin bin dört yüz yıllık tarihinde yaşanan tüm dönemlere kıyaslandığında, Raşit Halifeler devrinden sonra en kıymetli dönem olduğu da inkâr edilemez...

İbni Teymiyye bu husus hakkında derki. “Muaviye bu ümmetin en değerli ve en faziletli krallarındandır. Çünkü Muaviye’den önce geçen idareciler, Peygamberlik esas ölçülerine dayalı olarak idareyi devam ettiren halifeler idiler. Oysa Muaviye’nin idareciliği halifelik değil, krallığa veya melikliğe dayalı bir idarecilikti. Onun melikliği rahmet ve varlığa dayalı bir meliklikti. Onun melikliğinde rahmet, merhamet, yumuşaklık ve Müslümanlara yarar sağlayan bir krallık dönemiydi. Bilinen gerçek o ki, onun krallığı başkalarından çok daha hayırlıydı.”[6]

Gerçekten de Muaviye’nin (ra) İslam ümmeti üzerindeki himmetini anlatmakla bitiremeyiz. Yirmi yıllık halifelik dönemine baktığımızda, İslam devletini kurumsal alanda ne kadar ilerlettiğini, askeri alanda yapmış olduğu atılımları ve kendinden önceki halifelerden hiçbirinin ulaşamadığı geniş bir sahaya tahakküm etmesine rağmen, İslam devleti içinde sağlamış olduğu sükûneti kimse inkâr edemez. Buda bizlere Raşit Halifeler dönemindeki bereketin krallar döneminde de devam ettiğini göstermektedir.
Bu sebeple de Muaviye’nin (ra) döneminin başlangıcıyla birlikte hilafet müessesi her ne kadar krallığa dönmüş olsa da gerek Alimler tarafından gerekse avam tabakası tarafından bu dönemin hilafet olduğu kabul edilmiştir. Çünkü Hilafet müessesi kapsam olarak neleri içeriyorsa, krallıklar döneminde de bu mana şöyle veya böyle, varlığını devam ettirmiştir. Krallıklar döneminde değişim daha ziyade dahili idarenin dağılımı noktasında olmuştur. Krallık öncesi görev dağılımda liyakat ön planda tutulurken, krallık döneminde iş, akraba, çevre asabiyeti ve kılıca dönüşmüştür. Ancak söz konusu olan değişimlere rağmen krallık, dini amaçları gerçekleştirmek için İslam’ın ön gördüğü şeriat esaslarını baz alarak hareket etmeyi terk etmemiştir.

İbni Haldun, bu dönemde hilafetin geçirdiği evreleri ve değişimi özetleyerek derki: “Açıkça görülen o ki, önceleri hilafet mülksüz ve meliksiz olarak devam ediyordu. Daha sonra bunun işlevi değişti, artık krallıkla iç içe girmiş oldu. Daha sonra sadece krallık kaldı. Çünkü artık hilafet ile ayrılık baş gösterdi. Zira gece ve gündüzü, zaman değişimlerini ve olayları taktir eden yüce Allah’tır.”[7]

İbni Haldun’unda ifade ettiği gibi hilafet müessesi devam etmişti, ancak daha önceki dönemden farklı olarak ümmetin işleri melikler tarafından sevk ve idare ediliyordu. Ancak bu melikler Raşit bir halife olmamakla birlikte, bugün ki yöneticilerin aksine Allah’ın kitabıyla hükmeden, i'lây-ı kelimetullah için fütuhatlar yapan ve Cuma namazını ikame eden kişilerdi. Her ne kadar idarecileri kral olsa da halifelerin icra ettiği işlerle aynı şeyleri icra ediyorlardı. Sonuç itibarıyla değişime uğramış olsa bile o yine mertebesi düşük bir hilafet kurumuydu.

Hülasa, tüm bu aktarılanları bir araya getirdiğimizde vasıl olduğumuz nihai sonuç, Raşit halifeler döneminden sonra gelen krallar dönemi liderlerinin de halife olarak isimlendirilmesinin caiz olduğudur.

Peki tarih boyunca bazı kesimlerin eleştirilerinin odağında olan Muaviye (ra), Rasulullah’ın (sav) haber verdiği on iki halifeden biri olabilir mi?

Cabir bin Semure’den (ra) rivayet edildiğine göre, diyor ki: “Babamla birlikte Rasulullah’ın (sav) yanına vardık. Bu sırada kendisinin şöyle buyurduğunu işittim: “Bu iş, (İslam davası) onları idare eden on iki halife geçmedikçe sona erecek değildir.” Cabir diyor ki: “Daha sonra Rasulullah (sav) duyamadığım kısık bir sesle konuştu. Bunun üzerine babama sordum ve dedim ki: “Rasulullah ne buyurdu?” Babam dedi ki: “Gelecek olan her on iki halifede Kureyş’ten olacaktır.”[8]

Yine Cabir’den (ra) gelen başka bir rivayette ise Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İslam, on iki halife geçene dek hep aziz ve güçlü olarak varlığını devam ettirecektir. Hepsi de Kureyş’tendir.”[9]

Yine Cabir’den (ra) gelen bir diğer rivayette şöyledir: “Bu din hep aziz, güçlü ve saygın olarak on iki halife geçene dek devam edecektir. Hepsi de Kureyş’ten olacaktır.”[10]

İbni kesir mezkûr hadisleri şöyle açıklamıştır: “Bu hadisler bize bir şeyi müjdelemektedir o da on iki halifenin ileride geleceği meselesidir.  Gelecek olan on iki halife hakkı ayakta tutacak ve halkı adaletle idare edecektir. Ancak burada sözü edilen on iki halifenin mutlaka peş peşe ve birbiri ardınca gelecekleri manasına gelmez. Ancak bunlardan ilk dört tanesi art arda gelmiş ve hepsi aynı düzeyde idare etmişlerdir. Bu kimseler ilk dört halife olan Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Ömer bin Abdulaziz’de bunlardandır. Bu konuda otorite sahibi bilginlerin hiç şüphesi yoktur. Abbasoğulların’dan olan kimi halifeler de bunlardandır. Kuşkusuz bu on ki halife geçmedikçe kıyamet kopacak değildir. Burada görülen o ki, hadislerde söz konusu edilen Mehdi de bunlardandır. Ancak burada sözü edilen Mehdi, Şi’a’nın İmamiye kolunun beklemekte olduğu on ikinci imam demek değildir. Ehl-i Sünnet’e göre, on ikinci imam (Mehdi) bir gün gizlenmiş olduğu yerden, Samarra’dan çıkıp gelecek olan mevhum[11] bir imam değildir. Aslında gerçek manada böyle bir imam yoktur. Bu, sadece vehme dayalı hayali bir imamdır. Bu itibarla hadislerde sözü edilen on iki halifeden kasıt, Şi’a’nın İmamiye veya İsna Aşeriye kolunun inandıkları on iki imamdan biri demek değildir.”[12]

Aslında var olan bütün batıl inanışlar, semavi dinlerin tahrif edilmesiyle neşet etmiş olan inanışlardır. Bu sebeple gerçeğiyle sahtesinin müşterek isimlerle günümüze ulaşmış olması çok normal bir durumdur. Bu isim benzerliklerinden biri de Ehl-i Sünnet’in on iki halife inancı ile Şi’a’nın on iki imam inancıdır. Ancak isimdeki müştereklik müsemmada benzerliği gerektirmemektedir. Zira Şi’a’nın inanmış olduğu Mehdi dünyaya gelip sonra kaybolmuş olan mevhum bir kişiyken, Ehl-i Sünnet’in inandığı Mehdi henüz dünyaya gelmemiştir.[13]

Bu konu hakkında İbni Teymiyye der ki: “Eğer bu hadisleri dikkat ve titizlikle inceleyecek olursak, bu hadislerde sözü edilen on iki halife, hepsi de halifelik görevini üstlenmiş ve bu görevi fiilen yapacak olan kimseler olarak dile getirilmektedir. Onların döneminde İslam güçlü, egemen olacak ve kimse onlara baş kaldırmayacaktır. Halk da onların etrafında toplanıp bir araya gelecektir. Onların döneminde halk hep huzur ve rahat içerisinde bulunacaktır. Dönemlerinde herhangi bir yanlışa meydan verilmeyecektir. Dolayısıyla burada belirtilen özelliklerin hepsi, o on iki imama tamamen uymamaktadır. Çünkü o on iki imam arasında halifelik görevini fiilen üstlenenler olduğu gibi, üstlenmemiş olanlarda vardır. Hadiste ifade edilen ise, o on iki kişinin hepsinin de halife olarak fiilen görev almış olacakları gerçeğidir. Oysa Şi’a’nı on iki imamından sadece Ali ile Hasan hilafet makamına gelmiştir."[14]

Ayrıca bu hadislerde, mana olarak bir hasr ifadesi bulunmaktadır. Yani dikkat çekilen nokta sadece sayılarının on iki olması değildir. Burada dikkat çekilen diğer husus, İslam’ın özellikle bu on iki halife dönemlerinde oldukça güçlü bir devlet ve idari sisteme sahip olacağı gerçeğidir. Nitekim Raşit halifeler dönemi olsun, Emeviler dönemi olsun, İslam hep güçlü, hep aziz ve başı dik olmuştur. Bu dönemlerdeki halifeleri diğerlerinden ayıran en büyük fark ise, bu dönemlerde bütün halkın halifeler etrafında toplanmış olmasıdır. Bu sebepledir ki, bazı alimler Hasan (ra) ve Abdullah bin Zubeyr’i (ra) bu halifeden kabul etsede bazı alimler zikredilen bu şartların tamamı bu iki Sahabede bulunmadığı için onları on iki halife arasında kabul etmemiştir.

Bunun içindir ki İbni Teymiyye şöyle demiştir: “Doğrusu İslam esasları Ümeyyeoğulları döneminde, onlardan sonraki dönemler dikkate alındığında çok daha ileri düzeyde ve daha güçlü olmuştur. İslam sınırlarını genişletmede de daha etkin olmuştur. Bu nedenledir ki Muaviye’de hadiste sözü edilen halifelerden biri olarak kabul edilmiştir.”[15]

Hulasa, Ebu Bekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra), Muaviye (ra), Ömer bin Abdulaziz (rh) ve Harun Reşid (rh) Hadiste konu olan Kureyş’li halifelerdir.[16]Eğer böyle kabul edersek, Hadise konu olan on iki halifeden yedi tanesi gelip geçmiştir. Bunlardan on ikincisinin Mehdi olacağını göz önünde bulundurursak, Mehdi zuhur etmeden önce dört halife daha gelecektir. Allah subhanehu’dan temennimiz bizleri o döneme tez zamanda ulaştırması ve beklenen o dönemi iman üzere yaşatmasıdır.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...
 
[1] Yazının giriş kısmına konu olan güruh Anadolu coğrafyasında yaşayan Alevilerdir.
[2] Ahmed bin Hanbel Müsned, 4/371-372
[3] Buharî, h.3455
[4]  Ebu Bekir (ra) halife seçildikten sonra herhangi bir muhalefetle karşılaşmamış olsa da, öncesinde Ensar ve Muhacir arasında kısa süren bir niza vuku bulmuştur. Bu sebeple bur da kastedilen ilk halife Ebu Bekir’de (ra) olabilir.
[5] El-Fetava 35/15
[6]  El-Fetava 4/292
 
[7] Rayyis, en-Nazariyat es-Siyasiye S.195
[8] Sahihu Müslim Ala Şerhi’n-Nebevi,12/502
[9] Sahihu Müslim Ala Şerhi’n-Nebevi,12/503
[10] Sahihu Müslim Ala Şerhi’n-Nebevi,12/203, 12/503
 
[11] Gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen.
[12] İbni Kesir, Tefsir,  2/34
[13] Allah en doğrusunu bilir.
[14] Minhacu’s-Sunne,4/210
[15]  Minhacu’s-Sunne,4/206
[16] Allah en doğrusunu bilir.
Whatsapp Destek