Meseleleri Tahlil Etmede Şeriat, Akıl, Duygu Üçgeni | Bilal Özbuğday

Allah Teâla bizlerin bedenini topraktan yaratmıştır. Bu yaratmanın arkasına bizlere ruh üflemiştir. Bu ruhu ise iki madde ile donatmıştır. Bu iki maddenin birisi akıl birisi ise duygudur. Dolayısıyla beden topraktan meydana gelir, akıl ve duygular ise ruha hitap eder.

Bu aşamalardan sonra ise Allah subhanehu ve teala şeriat belirlemiş, kitaplar indirmiş, peygamberler göndermiştir. Bunların tamamı ise akıl ve duyguyu muhatap almak içindir. Bunlar bedenden ziyade akılları ve duyguları muhatap alır. 

İnsan, aklını ve duygularını şeriatın gerektirdiği şekilde kullanmaz ya da bu iki unsuru şeriata boyun eğdirmez ise kurtuluşa ermesi asla mümkün değildir. Sadece aklını kullanıp şeriatı ve duyguları göz ardı eden insan ya da sadece duyguları ile hareket eden aklı ve şeriatı göz ardı eden kimse asla ama asla felaha ulaşamaz. Bu üçü arasındaki ilişki şeriatın bir çatı olduğu akıl ve duygunun ise onun saç ayaklarını oluşturduğu bir üçgen gibidir. İnsan aklını ve duygularını şeriata boyun eğdirerek kullandığında hakka isabet eder ve kurtuluşa erenlerden olabilir.

Akıl nasslar ile muhatap olma ve meseleleri tahlil etmede çok önemli bir yere sahiptir. Akıl olmayan kimseden teklif kalkar. Aklın önemli olduğuna dair şu ayetleri zikredebiliriz;

“Akledesiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.”[1]

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”[2]

Bununla birlikte duygusuz bir işi yapmak ise asla mümkün değildir. Akıl kadar duygu da önemlidir. Duyguyu bazen bizler kalp diye ya da kalp amelleri diye de isimlendirmekteyiz. Duygu da çok önemlidir. Çünkü Rabbimiz bizleri temel olarak cennete teşvik edip, cehennemden sakındırmıştır. Bunu yaparken de duygularımıza hitap etmiştir. Ümit ve korku birer duygudur.

Şüphe yok ki biz insanlar meseleleri değerlendirirken de bu üç husus arasındaki dengeyi Rabbimizin bizden istediği şekilde sergilemek zorundayız. Aksi takdirde yanlış tahlillere, neticelere sürüklenmemiz mümkündür. Duyguların insan hayatında çok büyük bir yeri ve etkisi vardır. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Duygular insanları öylesine yönlendirir ki insan bir konu hakkında birçok yanlışa sürüklenebilir. Elbette her iş için akıldan ve duygudan bir pay vardır. Ancak mesele; şeriate boyun eğdirerek nerelerde aklı ön plana çıkararak karar vermeli ve duyguyu nerelerde ön plana çıkarmak olduğudur.

İnsanın duygularının etkisi ile hareket ettiğine delil olarak şu iki ayeti zikredebiliriz;

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.”[3]

Bu ayetteki dikkat etmemiz gereken husus şudur; acıma duygusu bazen insanı, yapması gereken bir sorumluluktan alıkoyabilir. Bundan dolayı Allah’ın zina edenler için emrettiği haddi uygulayın, uygularken de acımayın. Ya da bu acıma duygusu, sizi yapmanız gerekenden alıkoymasın.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[4]

Burada konumuz ile alakalı kısım ise kin, öfke ve nefret insanı haksızlığa itebilir. Dolayısıyla duyguları bastırmak önce yapılması gerekeni yapmak, yani şahitlikleri hakkı ile yapmak meseleyi iyice idrak etmek gerekir ki adaletsizlik yapılmasın.

Özetle bu iki ayetten şunu anlıyoruz ki duygular insanı yönlendirebilir. Yanlış tahlillere ve kanaatlere de itebilir. Burada yapılması gereken duygunun şeriate boyun eğdirilebilmesidir. Aksi takdirde şeriatın talebi yerine getirilemeyebilir.

Duygular ile bezenmiş bir akıl, duygu ve aklın boyun eğdirildiği bir şeriat… İşte bu, olayları değerlendirirken, meseleleri tahlil ederken ve kulluğumuzu yerine getirirken sahip olmamız gereken dengedir. Bunlar arasında dengeyi bozduğumuzda o zaman kayıplarımız söz konusu olacaktır.

Şeytan ise insanı yoldan çıkarmak için bu üçlü arasındaki ilişkinin ayarlarını bozmak ister. Birisini birisine ağır bastırmak ister ki insanı yoldan çıkarabilsin. Şeytan insanlara yaklaşacağında bunlardan hangisini ön plana çıkararak saptıracağı noktasında plan sahibidir.

Örneğin İblis, Âdem aleyhisselamı cennetten çıkarma planı yaparken ön plana çıkarmış olduğu husus duygu idi. Ebedilik ağacından yiyerek ebedi kalma isteğini kendisinde uyandırması onun duygularını depreştirmekti. Dolayısıyla aceleci davranma, ebediliği elde etme gibi duyguları canlandırarak onun ayağını kaydırdı. Duyguyu ön plana çıkararak İblis, Adem aleyhisselamın cennetten kovulmasına sebep olmuştur.

“Derken şeytan, kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.”[5]

“Derken şeytan ona vesvese verip: “Ey Âdem! Ne dersin, sana ölümsüzlük ağacını ve asla yok olmayacak bir saltanatın yolunu göstereyim mi?” dedi.”[6]

Yine Uhud savaşında Müslümanları hezimete uğratan şey ise şeytanın okçular tepesinde bulunan Müslümanlarda acelecilik ve ganimet telaşını ortaya çıkartması idi ki bu iki hususta duygular ve duyguların depreştirilmesiydi. Hâlbuki bir savaş meydanında aklın ön planda tutulması gerekir. Ve askeri mantık ile komutan duygularımıza hatta aklımıza ters şeyler dahi söylese yerine getirmek gerekir.

Yerine göre aklın ön plana çıkarılması gereken yerler ve duygunun ön plana çıkarılması gereken yerler vardır. Yönetim gibi, idare gibi meselelerde aklın ön planda olması duygunun ise bir adım geride kalması gerekir. Ancak salt insan ilişkileri, evlilik ilişkisi, anne ve baba ile olan ilişkiler gibi konularda ise duygu ön planda olup, aklın bir adım geride kalması gerekir. Bu konu başlıklarını artırabiliriz.

Örneğin Rasulullah (sav) kadına emirliğin verilmemesi, yönetici olmamaları hususunda ümmeti sakındırmıştır. Çünkü emirlik ya da yönetim aklın ve şeriatın daha ağır basması gereken bir iştir. Kadın ise anne olması hasebiyle daha duygusal yaratılmıştır. Ancak evde çocukların eğitimini daha ziyade anneye yüklemiştir. Çünkü bu iş daha ziyade duyguların ağır bastığı şeylerdendir. Elbette bu işler tamamen akıldan ya da duygudan soyutlanamaz. Ancak ağır basacak olan şey her iki durumda birbirinden farklıdır.

Rasulullah (sav) şöyle demiştir;

“İşlerini (idarelerini) yürütmek için bir kadını başlarına geçiren bir topluluk asla felah bulmaz.”[7]

Bir başka örnek ise anne ve babaya iyilik etme noktasıdır. Burada ise duygu ön plana çıkar. Çünkü aslında akıl bir kâfirin yanında, kâfirlerin olduğu bir çevrede çocuğun bulunmamasını ister. Ama Rabbimiz ana ve babaya iyilik ve itaat etmemizi emretmiştir. Şeriat bu durumu ise haram ve Allah’a ortak koşma söz konusu olduğunda istisna etmiştir.

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.

Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et.”[8]

Merhamet, şefkat, alçakgönüllü davranmak gibi şeyler duygunun konularıdır. Ancak Bedir savaşında aynı anne ve baba sana düşmanlık etmek için düşman saflarında ise onu öldürmeyi emreder. Çünkü burada konu artık aile ilişkilerinden çıkmıştır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir topluluğun, Allah’a ve peygamberine düşmanlık eden kimselere -babaları, oğulları, kardeşleri yahut diğer akrabaları da olsa- sevgiyle bağlandıklarını göremezsin.”[9]

Yine evlilikte de durum aynıdır. Çünkü Allah Teâla, kadın ve erkeğin birbirine olan ilgisini birtakım duygulara dayandırmıştır.

Rabbimiz şöyle buyurur;

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.”[10]

Evi yönetirken bir iş yerini ya da bir devleti yönetir gibi davranmak hatadır. Çünkü evlilik müessesinde ön planda tutulması gereken şey duygudur. Bundan dolayı da çoğu evlilikte yaşanan problemin eşler arasındaki ilgisizlik, sevgi ve muhabbet içeren cümleler kurulmaması, kalbe dokunan ameller olmaması ile alakalı olduğu gerçekliği ile karşılaşırız.

Evlilikte sevgi bittiğinde, akıl ön plana çıkar. Artık sadece kar ve zarar düşünülür. Yani evliliğin sonlandırılması ya da devam etmesi halinde zarar görecek olanlar, fayda sağlanacak hususlar hesap edilir. Böylesi evliliklerde yuva bir otel odası olmaktan, iki eşte iki oda arkadaşı olmaktan öteye geçmemektedir. Çünkü artık duygu bitmiş. Sevgi ve saygı tükenmiştir. Çünkü sevgi insanın hatalarını örtmek için bir gerekçe, öfke ise hataları büyütmek için bir gerekçedir. İnsan duygusunu tamamen evlilik noktasında soyutladığında kadın ya da erkekten her ikisi ya da taraflardan biri mutlaka ama mutlaka zarara uğramaktadır. Evlilikte duygu ön planda tutularak kararlar verilir. Ancak akıldan tamamen soyutlanmaz. Çocuğunuz ya da hanımınız ile alakalı bir karar verecek olduğunuzda ya da bir ilişki geliştireceğinizde daha merhamet, sevgi, şefkat ile düşünüp kararlar verirsiniz. Ama hiç mi içerisinde duygunun arka planda kalması söz konusu değildir dersek elbette bazen duyguları bastırırız. Örneğin çocuğunuzu soğuk bir kış günü sabah namazına kaldırmanız. Eğer sadece duygu ile bakacak olursanız acıma ve merhamet duygusu ile bunu yapmaktan vazgeçersiniz. Ancak burada bu duyguyu bastırarak hareket etmelisinizdir.

Aklın ön planda olması gereken hususlara örnek zikredecek isek örneğin zalim de olsa Müslüman olan bir yöneticiye ayaklanmamayı şeriat bize emreder. Aslında zulmettiğinde, hakları gasp ettiğinde duygularımız böylesi bir adamdan kurtulmak gerektiğini bizlere fısıldar. Ama böyle yapılması halinde var olan bir İslam devletinin yıkılması, hadlerin uygulanmaması, şeriatın yeryüzünden kaldırılması söz konusu olabilir ki bu da toplumun ifsadı olur.

Ya da bir beldeye Müslümanların girmesi söz konusu olduğunda Müslümanlar kâfirler tarafından kendilerine kalkan edilseler onların öldürülmesinin dahi caiz olmasıdır. Çünkü böylesi bir durumda da toplumun ve şeriatın maslahatı duyguları bastırmayı gerekli kılar. Toplumun genel maslahatı fertlerin maslahatından önce gelir. Bu kaide ve bunun gibi birçok kaide asıl itibariyle akla dayanır.

Şahsi konular ile toplumsal konuları birbirine karıştırarak biz Müslümanların da meseleleri yanlış değerlendirmelerinin sebebi de bundan yani bu denklem arasında dengeyi kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Aklı ön planda tutmamız gereken yerlerde nassları yanlış değerlendirerek duygusal davranmamız, duyguyu ön planda tutmamız gerekirken akli yaklaşarak maslahatı düşünmememizdendir.

Bir kişi Müslümanların topluluklarına zarar verdiğinde, toplumlarını ifsat ettiğinde merhamet kanatlarını indiriyor, affedici olmaktan, şahsi davranmamak gerektiğinden, Müslüman bir bireyin hata edebileceğinden, kuşatıcı olmak gerektiğinden bahsetmekteyiz. Ama aynı kişi bize ticari ya da şahsi bir konuda zarar verse vaveyla ediyor, herkesin ama herkesin böylesi insanların yüzünü görmesi gerektiğini, böylesi insanların çevreden uzak tutulması gerektiği, bir Müslümanın bir delikten birden fazla kere sokulmaması gerektiğinden bahsediyoruz. İşte bu, bizim dengeyi muhafaza edemememizdendir. Çünkü insan ilişkilerinde duygu ön planda olmalı o zaman bağışlayıcı davranmak gerekliydi. Toplum söz konusu olduğunda ise konu daha akli yaklaşmayı mecbur kılmaktaydı.

Peki, yapmamız gereken nedir? Yapmamız gereken bir konu hakkında değerlendirme yapacağımızda ya da ilişki geliştireceğimizde o işin hangi işlerden olması gerektiği yani aklın mı yoksa duygunun mu ağır basması gerektiğini düşünerek hareket etmemizdir. Hangisinde hangi maddeyi öne çıkarmamız gerekir ise onu ön plana çıkararak karar vermeli, hareket etmeliyiz.

Bu konuda özellikle önderlik edenler, ilim talebesi, davetçi ya da sözü toplum tarafından karşılık bulanlar daha da dikkatli olması gerekir. Çünkü onların yanlış tahlilleri Müslümanların da yanlış tahlillere gitmesine yol açmaktadır. Bununla birlikte toplumu ilgilendiren bir konu hakkında kanaat belirtmek, yönetimsel bir faaliyettir. Bunun ise aklın ön planda tutularak yapılması gerektiğini belirtmiştik zaten. Ümmete sadece duygusal olan insanlar önderlik ederse ümmeti sıkıntıya düşürür. Ya da çoğu konuda yumuşaklık ve merhamet nazarı ile hareket eden insanlar ümmeti sıkıntıya düşürürler. Özellikle de karar verici mercide ise. Çünkü karar makamı aklın, sulh makamı ise duygunun ön planda tutulmasını gerekli kılar. İkisi birbirine karıştırıldığında meselelerin çözüme değil daha fazla kargaşaya gittiğini gözlemek mümkündür.

Selam ve dua ile…

 
 
[1] (2/ Bakara 242)
[2] (54/ Kamer 22)
[3] (24/ Nur 2)
[4] (5/ Maide 8)
[5] (7/ Araf 20)
[6] (20/ Taha 120)
[7] (Buhari)
[8] (17/ İsra 23-24)
[9] (58/ Mücadele 22)
[10] (30/ Rum 21)
Whatsapp Destek