Müctehid İmam-ı Azam Ebu Hanife

Tarih boyunca İslam ümmeti içerisinde, çok büyük âlimler ve müctehidler çıkmıştır. Bu müctehidlerden birisi de, Hanefi Mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh)'dır. Ebu Hanife (rh), üstün bir zekâya sahip, ahlaki istişareyi önemseyen, Kuran ve Sünnet merkezli hayatını ve fikirlerini inşa eden bir şahsiyettir.
Ebu Hanife Numan bin Sabit bin Zuta bin Mah el-Kufi Irak'ın Kufe kentinde doğdu. İbn Hacer el-Heytemi'nin belirttiğine göre, "Hanife" Irak'ta bir tür divit anlamına gelir. Ebu Hanife, yanında sürekli divit taşımasından dolayı Ebu Hanife künyesini almıştır.
Ticaretle meşgul varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ebu Hanife, tahsiline Kur'an'ı ezberlemekle başladı, hafız oldu. Kıraat ilmini, kıraat-ı seb'a bilginlerinden Asim bin Behdele'den öğrenmiştir. İlim tahsiline başlamadan önce kumaş ticareti yapmıştır. Kufe'de bir kumaş dükkânı vardı. İlim hayatına atılınca, ticaret işini ortakları aracılığıyla sürdürmüştür. Öğrencilerine ve başkalarına maddi yardımlarda bulunmuştur. 16 yaşında hacca gitmiş, Kâbe haremindeki ders halkalarını görmesi ilim aşkını körüklemiştir.
Devrinin ünlü fakihi Hammad bin Ebu Süleyman'a öğrenci olarak, Kufe camisindeki derslerinde on sekiz sene kadar ondan fıkıh okumuştur. Hammad bin Süleyman fıkıh tahsilini İbrahim en-Nehai ile Şa'bi'den yapmıştır. Onlar da Kadı Şurayh, Alkame, Mes-ruk ve el-Esved bin Yezid'den fıkıh öğrenmişler, bu sayılanlar ise Ömer (ra), Ali (ra) ve Abdullah bin Mesud'dan (ra) ilim tahsil etmişlerdir. Kufe ve Basra'daki hadis ve fıkıh üstatlarının ders halkalarına katılmış, yüz kadar tabiîn âlimiyle görüşüp, pek çok kimseden hadis dinlemiştir.
Hocası Hammad'ın ölümünden sonra, arkadaşlarının ve öğrencilerin ısrarı üzerine kırk yaşlarındayken onun yerine geçerek ders okutmaya başlamıştır. Derslerinde ve ilim meclislerinde herkese söz hakkı verir, farklı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi kanaatlerini benimsemeye kesinlikle zorlamazdı. "Bizim kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan olursa, şüphesiz ki doğru olan onun görüşüdür" diyerek, hem farklı görüşlere hoşgörüyle bakar, hem de ilmî araştırmayı sürdürme konusunu teşvik ederdi. Ebu Yusuf’un naklettiğine göre, kendisine bir mesele sorulduğunda Ebu Hanife, önce öğrencilerinin bu konuda bildikleri hadisleri ve sahabe görüşlerini sorar, ardından kendi bildiği rivayetleri nakleder, meseleyi değişik yönleriyle ele alır, öğrencilerinin görüşlerini ayrı ayrı dinler, daha sonra da o meseleyi hükme bağlardı.
Dört bin kadar öğrenci yetiştirmiş, bunların kırk kadarı ictihad seviyesine erişmiştir. Ebu Hanife'nin kadılık yapabilecek 28, fetva verebilecek 6, kadılara ders verebilecek 2 talebesi vardı. Hanefi mezhebi, Ebu Hanife'nin öğrencileri sayesinde yayılmıştır.
Ömrünün elli iki yılı Emeviler, on sekiz yılı Abbâsîler döneminde geçen Ebû Hanife'nin haksızlıklara karşı sergilediği kararlı duruş ve muhalefet yüzünden siyasilerle arası hiçbir dönemde iyi olmamış, her iki dönemde de cezalandırılmıştır.
 (Abbasi) Halifesi el- Mansûr, Ebu Hanife'yi kadı yapmak isteyince O, kadılığı kabul etmedi. Bunun üzerine mutlaka kabul edeceğine dair halife yemin etti. Ebu Hanife de yapmayacağına dair yemin etti.
Hacib vazifesinde bulunan Rebi:
-Mü'minlerin Emiri'nin yemin ettiğini görmüyor musun? Dedi.
Ebu Hanife:
-Mü'minlerin Emiri, yemin kefâretini ödemeye benden daha kudretlidir, dedi.
Kadılık vazifesini kabul etmedi. Halife de, O'nun hapse atılmasını emretti.
İkinci Abbasi Halifesi Ebu Cafer, Ebu Hanife'yi kadılık vazifesine getirmek istedi. Ebu Hanife kabul etmedi.
Halife:
-Bizim içinde bulunduğumuz duruma rağbet etmiyor musun? Diye sordu.
Ebu Hanife:
-Ben, kadılığa uygun değilim, dedi.
Halife:
-Yalan söylüyorsun, dedi.
Bunun üzerine Ebu Hanife:
-Mü'minlerin Emiri, benim kadılığa uygun olmadığımı hükmetti. Çünkü benim yalan söylediğimi söyledi. Eğer ben yalancı isem, benim kadı olmam uygun olmaz. Eğer ben sadık/doğru birisi isem, ben zaten bu işe uygun olmadığımı haber vermiştim. Deyince tekrar hapsedildi. Ebu Hanife hapiste vefat etti. Daha sonra Hayzurân Kabristanlığı’na defnolundu.
İmam Ebu Hanife (rh) gibi büyük bir İslam âliminin hayatını inceleyenler onun düşüncelerinin ve ictihadlarının ne kadar önemli olduğunu, çok net bir şekilde göreceklerdir. İmam Ebu Hanife'nin ilmini ve takvasını muvahhid mü'minlerin örnek alması gerekir. Ebu Hanife kanaatkâr, cömert, güvenilir, abid ve zahid biriydi. Ebu Hanife, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten, gerektiğinde mücadelesini de yapmaktan çekinmeyen bir medeni cesaret sahibiydi. Bu uğurda pek çok sıkıntı çekmiştir. Hem Emeviler, hem de Abbasiler devrinde halifelerin ve valilerin yaptıkları haksızlıklara açıkça karşı çıkmıştır. Halifelerin hediyelerini ve yaptıkları görev tekliflerini kabul etmemiş, işkenceye katlanmayı ve hapse girmeyi tercih etmiştir. İlim hürriyetine ve hakkı söyleme serbestliğine zarar verir diye kabul etmemiştir. Ebu Hanife (rh) kadılık görevini kabul edip daha rahat bir yaşama sahip olabilirdi ancak zalim olan halifenin kadılığını yaparak onun zulmüne ortak olmak istemedi. Canı pahasına her şeyi göze aldı. Gıybet yapılan ortamda sesiz kalan, küçük günahlarını görmezden gelen, yapılan adaletsizliklere karşı ses çıkarmayan, hak dava uğrunda en ufak şeylerini bile feda edemeyenler, mal uğruna taviz verenler, dinini satanlar, acaba tabi olduklarını iddia ettikleri, ‘kadı olursam haktan azıcık da olsa taviz verir miyim, zalime yardım etmiş olmaz mıyım?’ düşüncesi uğruna işkence çekerek vefat eden Ebu Hanife’nin (rh) hayatından haberdar değiller mi?
Ebu Hanife’nin (rh) ince bakış açısıyla vermiş olduğu cevaplar ve muameleler ilminin değerini ve buna ne kadar sahip çıktığını göstermektedir. Sadece halifelerle değil yaptığı münazaralarda da ne kadar zeki olduğunu göstermektedir;
Düşüncelerini Müslümanların devlet başkanına isyan etme temeli üzerine inşa eden ve “Hakem olayından” dolayı başta Ebu Musa el-Eşari ve Amr b. As olmak üzere hadiseye rıza gösteren bütün ashaba küfür isnadında bulunan “Hariciler’’ den Dahhak b. Kays, Kufe’ye gelince Ebu Hanife’ye (rh) uğrar ve Ondan tövbe etmesini ister. Ebu Hanife (rh) neden tövbe etmesi gerektiğini sorar. Dahhak:
– Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin sulh için meseleyi hakemlere havale etmelerini caiz gören görüşünden tövbe et.
– Beni öldürecek misin yoksa benimle münazara mı edeceksin?
– Münazara edeceğim.
– Münazara ettiğimiz konuda bir meselede ihtilaf edersek, aramızda kim hakem olacak?
– Dilediğin birisini hakem tayin et.
Bunun üzerine Ebu Hanife (rh) Dahhak’ın adamlarından birisine: “Şöyle otur. Tartıştığımız konuda eğer ihtilaf edersek aramızda hakemlik yapacaksın” dedi. Sonra da Dahhak’a dönerek: “Bu kişinin aramızda hakem olmasına razı mısın?” diye sordu. Dahhak: “Evet.” cevabını verince; Ebu Hanife: “İşte sen de hakem tayin etmeyi kabul ettin.” dedi. Söyleyecek söz bulamayan Dahhak meclisten ayrılıp gitti.
Ebu Hanife (rh) burada ilmiyle deliller sunabilirdi ama tartışmanın sonuç vermeyeceği açık olan bu durumda ince zekâsıyla adamı susturdu ve cevabını vermiş oldu. Sergilemiş olduğu bu manzara karşısında hem Dahhak hem de yanındaki insanlar bu iddianın ne kadar boş olduğunu anlamış oldu. Günümüzde fitne çıkarmak isteyenlerin ortaya atmış olduğu birçok boş iddialara karşı delilleri söylemek yeterli olmayabilir. Çünkü bu tür fitneleri atanlar, iddialarının zaten yanlış olduğunu bildikleri için sürekli cevap vereceklerdir. Ebu Hanife (rh) gibi yanlışlarını uygulamalı olarak basit bir şekilde göstermek fayda verecektir. Bir başka kıssada bunun bir örneğini daha görebiliriz;
Kufe’de “Hz. Osman’ın Yahudi” olduğunu iddia eden bir adam vardı. Ebu Hanife (rh) bu şahsa, büyük bir hata içerisinde olduğunu göstermek ve hidayetine sebep olabilmek için ziyarete gider ve “Sana dünürlüğe geldim” der. Adam:
– Kime?
– Asil, zengin, hafız, cömert, geceleri ibadetle ihya eden, Allah korkusundan çok ağlayan bir adama.
– Daha fazla sayma, yeter, bu meziyetlerin bir kısmı bile söz konusu kişinin kızımla evlenmesi için yeterlidir.
– Fakat damat adayının bir özelliği var.
– Nedir o?
– Yahudi imiş.
– SubhanAllah! Kızımı bir Yahudi ile evlendirmemi mi istiyorsun?
– Evlendirmez misin?
– Tabiki hayır.
– Sen kızını Yahudiye vermezsin de, Efendimiz (sav) iki kızını Yahudi olduğunu iddia ettiğin Hz. Osman ile evlendirir mi?
Bu cevap üzerine adam tövbe etti.
Ebu Hanife (rh) yerinde bir başkası olsa böyle bir iddiası olan kişiye karşı sert bir tavır sergileyip hakaret edebilirdi, bu durum adamın iddiasına daha çok sahip çıkmasına ve durumun daha kötü olmasına sebep olabilirdi. Ancak Ebu Hanife (rh) adamın gerçekten cahil olabileceği durumunu göz önünde bulundurarak ona güzellikle yaklaşıyor, durumu net bir şekilde izah ediyor ve adamın tövbe etmesine vesile oluyor.
Son olarak Ebu Hanife’nin (rh) varlıklı olmasına rağmen huşuyu nasıl yakaladığını anlatan kıssası ile bitirmek istiyorum. Biri İmam-ı Azam’a (rh) gelerek: “ey İmam, ben namazlarımı huşu içerisinde kılamıyorum. Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz. Peki, siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşu içerisinde nasıl yapıyorsunuz?” diye sormuş. İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh) şöyle cevap vermiş:
“Ben develerimi kalbime bağlamam ki; ahıra bağlarım…”
Allah (cc) bizleri öğrendiklerimizden ders çıkaran, nasihat alan ve ilmiyle amel eden kullarından eylesin. (Amin) 

 
Whatsapp Destek