Mü'minlerin Emiri Ali (ra)

Tarihi hakikatler yazı serimizin bu ay ki yazısında, bundan önceki tüm yazılarımıza konu olan hatta maruz kalmış olduğu tarihi karartmalar sebebiyle bu yazı serisinin yazılmasının baş aktörü konumunda olan Ali’nin (ra) halife olduğu döneme giriş yapacağız. Ali (ra) kendinden önceki halifelerin dönemlerinde en yakınında yer alarak her konuda onlara yardımcı olan ve nihayetinde de Ümmetin kafasının en karışık olduğu dönemde bu sorumluluğu üstlenmekle adeta ateşten gömleği giyen ve bu dönemde yaşanan itikadi ve fıkhi sapmalara karşı İslam dinine kalkan olan bir kişidir. Ancak yaşadığı dönemde yakasını bırakmayan karışıklıklar ne yazık ki öldükten sonrada yakasını bırakmamıştır. O dönem sahabeler arasında yaşanan bir kısmı içtihadi bir kısmı kasıtsız cereyan eden karışıklık ve anlaşmazlıkları fırsat bilen Şia ve tarihi tahrif etmek noktasında onların batılı kardeşleri konumunda olan Müsteşrikler, bu dönem hakkında birçok karartmayı tarihi vesikalara yansıtmayı başarabilmiştir.

Onları okuyan tarihçi ve yazarlar da bu uydurmalardan etkilenmiş ve bu uydurmaları kitaplarında konu edinmişlerdir. Zira riayetleri senet ve metin yönünden inceleme zahmetinde bile bulunmamış olan bu kişilerin, bu yalanlara ortak olmak noktasındaki cüretlerine şaşırmamak gerekir. İşte bu ay ki yazımızda, Allah subhanehu’nun izni ve inayetiyle bu karatmaların bir kısmını aydınlatmaya çalışacağız.

Bu döneme ait tarihi vesikalara baktığımızda ilk dikkat çeken iddia kasıtlı veya kasıtsız olarak Ali (ra) ile karşı karşıya gelmiş olan Sahabelerin hepsinin, asıl niyetlerinin halife olmak olduğu iddiasıdır. Bu gerçek dışı iddia ile olayları tetikleyen temel sebeplere karşı kör taklidi yapan Şia ve Müsteşrikler, bu suretle sahabeyi iktidar hırsıyla hareket eden ve bu uğurda birbirlerine kılıç çekecek kadar gözü kararmış kişiler olarak lanse etmişlerdir. Bu dönemle alakalı yalanlardan en çok nasibini alanlar ise Mü’minlerin annesi Aişe (ra), Rasulullah‘ın (sav) halasının oğlu Zübeyr bin Avam (ra), Uhud günü kendini Rasulullah’a (sav) siper eden Talha bin Ubeydullah ve Rasulullah’ın (sav) kayın biraderi ve aynı zaman da vahiy katibi olan Muaviye bin Ebi Sufyan (ra) dır. Her biri bizler için yolumuzu aydınlatan kandil mesabesinde olan bu sahabeler -hataları bizler tarafından kabul edilmekle birlikte- ne yazık ki bu dönemde yaşanan olaylarla alakalı asılsız birçok ithama maruz kalmışlardır.

Bu ithamların ilki ise, Zubeyr bin Avvam (ra) ile Talha Bin Ubeydulllah’ın (ra) Ali’nin (ra) halife olmasına karşı oldukları, hatta Aişe validemizin bu iki Sahabeden birinin halife olabilmesi için Ali’ye (ra) karşı onları desteklediği iddiasıdır. Osman ‘ın (ra) şehit edilmesinden sonra halife seçiminden bahseden Akkâd şöyle der:

“Bu haber bize Osman’ın öldürülmesinden sonra Medine’de hilafete aday olanların listesini vermektedir. Belki de bu işe en çok talip olanlar, daha sonra Ali’ye karşı harp ilan eden Talha ve Zubeyr’di. Anlaşılana göre onlar bu işe Osman’ın hilafet döneminde hazırlanıyordu. Kureyş’in bu işi Haşimî olan birine vermeyeceklerini zannediyorlardı. Daha önce olduğu gibi şimdi de Ali’nin önü kesilmek üzereydi. Aişe hilafetin bu ikisinden birine ya da Abdullah bin Zubeyr’e verilmesini istiyordu. Çünkü Talha Teym kabilesindendi. Zubeyr de onun kız kardeşi Esma ile evliydi. Aişe’nin birini desteklemesi başarı şansını arttırıyordu.[1]

Bu iddia misal olarak verdiğimiz bir örnektir. Yoksa bu hususta yalanlara ve iftiralara dalanlar sadece Akkâd ile sınırlı değildir. Onları bu tehlikeli duruma sevk eden şey ise, onların ehli sünnetin tarihi okumadaki tarzını bilmemeleridir. Sağlam olsun olmasın bütün kaynaklara girmeleri ve sahih olan olmayan rivayetleri birbirinden ayırt etmeyi bilmemeleri yalan ve uydurma olan haberlere itimat etmelerine sebep olmuştur.

Bu konuyla alakalı hakikatlere gelince Ebu Beşir el Âbidî aktarır ve derki: “Osman (ra) katledildiği gün Medine’deydim. Talha ve Zubeyr’in de aralarında bulunduğu Muhacir ve Ensar Ali’ye geldiler. Ona; “Ey Hasan’ın babası, uzat elini biat edelim.” dediler. O; “Bu işi istemiyorum. Ben de sizinle beraberim. Kimi seçerseniz ona razıyım.” Dedi. Vallahi onu seçtiler ve “Senden başkasını seçmeyiz.” Dediler.[2]

Bu rivayette Ali’ye (ra) yapılan biat baştan sona kadar aktarılmıştır. Bu hususta çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Onlardan bir kısmını ibni Cerîr Tarihi’nde zikretmiştir.[3] Bu rivayetler Sahabelerin Ali’ye (ra) biat ettiğini göstermektedir. Talha (ra) ve Zubeyr’in (ra) zorla biat ettirildiğine dair rivayetler sahih değildir. Hatta sahih rivayetlerin hilafınadır.

Yine Taberî Avf bin Ebî Cemile’den naklediyor: Yemin ederim ki ben Muhammed bin Sîrîn’in şöyle dediğini işittim: Ali, Talha’nın yanına gitti ve ona:” Ey Talha, uzat elini sana biat edeyim.” Dedi. Talha: “Sen buna daha layıksın. Sen Mü’minlerin emirisin. Uzat elini.” Dedi. Bunu üzerine Ali elini uzattı Talha’da ona biat etti.[4]

Abdu Hayr el Hayvânî’den nakledildiğine göre o, Ebu Musa’ya gitti ve “Ey ebu Musa, Talha ve Zubeyr Ali’ye biat etti mi?” diye sordu. Ebu Musa: “Evet” dedi.[5]

Talha (ra) ve Zubeyr’in (ra) zorla biat ettirildiğine dair iddiaların asılsızlığı hakkında muhakkik İmam İbnu’l Arabî[6] de şöyle söylemiştir; “Böyle bir şey ne onlar için nede Ali için düşünülemez.” Yine Talha’ya (ra) nispet edilen “Kılıç tepemde olduğu halde biat ettim.” Sözünü nakletmiş ve “Bu uydurma bir sözdür. Çünkü “Kafa” kelimesi “Kâfi” şeklinde Kureyş lehçesine uygun olarak değil de Huzeyl kabilesinin lehçesine uygun olarak söylenmiştir.[7] Düşünülmeden uydurulmuş bir sözdür. Yine orada bulunanlardan birinin söylediği nakledilen “İlk biat çolak bir elle yapıldı. Bu işin sonu hayır olmaz.” Sözü eğer doğruysa bu Talha aleyhine bir durum değildir. Zira o el Rasulullah’ı (sav) korurken çolak olmuştu. Onunla çok hayırlı bir iş gerçekleşmişti.[8]

Aktardığımız nakil ve açıklamalarında gösterdiği üzere Talha (ra) ve Zubeyr’in (ra) Ali’ye (ra) biat etmediğine dair aktarılan rivayetler asılsızdır. Tabi bu mesele hakikati hakkındaki deliller biride İbni Hacer’in (rh) Ahmef ibni Kays’dan (ra) sahih olarak naklettiği şu rivayettir: Ahnef ibni Kays, Aişe, Talha ve Zubeyr’e Osman’dan sonra kime biat edileceğini sordu, onlar da Ali’ye biat edilmesini söylediler.”[9]

Diğer önemli bir nokta ise, Osman’ın (ra) halife seçilmesi esnasındaki yaşananlardır. Bir lahza da olsa geri gidip hafızamızı yoklarsak ya da o süreçle alakalı sahih olan tarihi vesikaları gözden geçirirsek, Şia ve onların kardeşleri olan Müsteşriklerin iddialarını kökünden kesen bir detayla karşılamaktayız. Hatırlarsak Ömer (ra) vefat edeceğini kanaat edince yerine halef olarak altı aday belirlemişti. Bu adayların içinde Ali (ra) ile birlikte Talha (ra) ve Zubeyr ‘de (ra) bulunmaktaydı. Ve daha sonrasında Ali’ye (ra) kılıç zoruyla biat edildiği iddia edilen bu iki sahabe o gün Ali (ra) ve Osman’ın (ra) halife olmak noktasındaki önceliğini kabul ederek adaylıktan çekilmişti. Bu suretle Osman (ra) ile Ali’den (ra) başka aday kalmamıştı. Yani Osman (ra) halife seçilmeseydi Ali (ra) halife seçilecekti. Buda bize göstermektedir ki, Osman’dan (ra) sonra halifenin Ali (ra) olacağı o günden şura heyetinin üzerinde icma ettiği bir karardı. Yani Ali’nin (ra) halife olması Osman’ın (ra) ölümünün akabinde alelacele karar verilen bir şey değildi.

Yine Ali’nin (ra) İslam’a giriş önceliği, fazileti, kitap ve sünnete olan bağlılığı, konuşmalarında şerî emirleri ve yasakları tatbik edeceğine dair dair taahhüdü kimseye onun hilafeti hakkında söz söyleme hakkı tanımamaktadır. Zira Sahabelerden yaşayanlar içinde bu işe ondan daha layık olan biri yoktu. O, İslam’a ilk girenlerden ve ilk hicret edenlerdendi. O, Rasulullah’ın (sav) amcasının oğlu ve damadıydı. Bütün bunlara ilave olarak onda bu işe karşı bir kabiliyet vardı. Zira o, kendinden önceki tüm halifelerin baş danışmanı mesabesindeydi. Birçoğu ona sormadan hiçbir meseleyi bir karar bağlamazdı. Cesaret, atılganlık, zekâ, kesin kararlılık, hak hususunda ısrar ve ileri görüşlülük onun muttasıf olduğu vasıflardandı. Bütün bu vasıflar ümmetin içine girdiği bu kritik dönemde adeta onu tek aday haline getiriyordu. Bütün bunların yanında onun hilafeti Muhacirin ve Ensarın icamıyla vuku bulmuştu. Hal buyken kimsenin bu noktada onunla yarışması, çekişmesi ya da böyle bir ihtimali aklından bile geçirmesi mümkün değildi.[10]

Tam da bu konu hakkında Ebu Hasan el Eş’arî şöyle demiştir: “Osman’dan sonraki halife Ali’dir. Bu, Sahabeden hal ve akd ehli kişilerin ona tabi olmasıyla oldu. Ondan başka şura ehlinde hiçbiri bu işe talip olmadı. Onun adaletini ve faziletini herkes kabul etti. Önceki halifeler döneminde nefsiyle hareket etmediği gibi hilafete geçtiğinde de önceki halifeler gibi kitap ve sünnetle hükmetti.”[11]

Ali’ye (ra) mezkur Sahabelerin biat ettiğini ve o dönem çıkan fitnelerin onun hilafetine karşı gerçekleşen girişimler olmadığını ifade eden Abdullah el Cüveynî şöyle der: “Ömer, Osman ve Ali’nin imamlıklarının ispatı ve şartları Ebu Bekir’in imametinin ispatı ve şartları gibidir. Her birinin hilafetiyle ilgili haberler mütevatirdir ve icma iledir. “Ali’nin imameti hususunda icma hasıl olmamıştır.” Diyen kişinin sözü, kayda değer bir söz değildir. Zira onun imametini inkâr eden olmadı. Fitneler başka sebeplerle çıktı.”[12]

Ali’nin (ra) hilafeti noktasında icamanın hasıl olduğunu söyleyen alimlerin hepsinin sözlerini burada aktarmamız muhal bir durum. Zira bu görüşte olan alimlerin sayısı çok fazla. Hal böyleyken Talha (ra) ve Zubeyr’in (ra) biattan geri durduğunu hatta hilafet için İmama baş kaldırdıkları nasıl mümkün olabilir. Zira şura ehli, hal ve akd ehli olan kişilerin tavrı buyken nasıl icma hasıl olabilir. Bu detay bile bu iddiaların ne kadar mesnetsiz olduğunu görmek için yeterlidir.

Hülasa, bu döneme ait tarihi vesikalara baktığımızda görülmektedir ki, iddia edildiği gibi Ali (ra) ile karşı karşıya gelmiş olan Sahabelerin, asıl niyetlerinin halife olmak olduğu kabul edilir bir durum değildir. Evet kasıtlı veya kasıtsız mezkûr sahabeler ile Ali (ra) arasında birtakım hadiseler yaşanmış olsa da hiçbirinin niyeti kesinlikle imamet değildir. Allah subhanehu en doğrusunu bilendir.

Duamızın sonu alemlerin Rabi olan Allah’a hamd olsun.



 


 
 
[1] Abkariyyetü Ali, Sayf: 84
[2] Tarihu’t-Taberî 5/449 (isnadı hasen ligayrihidir.)
[3] Tarihu’t- Taberî 5/448-450 bknz.
[4] Tarihu’t- Taberî 5/456
[5] Tarihu’t- Taberî 5/517
[6] Mutasavvıf olan İbnu’l Arabi ile karıştırılmamalıdır.
[7] Tay kabilesinin lehçesi olduğu da söylenmiştir. Bunu İbnu’l Esîr Nihâye adlı eserinde (4/94) zikretmiştir. “Luccu (Kılıç)” kelimesi de Kureyş lehçesinde değil, Tay kabilesinin lehçesindedir. (Lisânu’l Arap 2/354)
[8] El Avâsım Mine’l Kavâsım 148,149
[9] Fethu’l Bârî 13/38
[10] Not: Bu açıklamalar neticesinde “Madem kimse halife olmasına karşı değildi o zaman Sıffin ve Cemel savaşları neden oldu.” gibi bir soru gelebilir. Allah subhanehu’nun tevfikiyle gelecek aylarda yayınlanacak yazılarda bu sorunun cevabını vereceğiz inşaAllah...
[11] İbâne 78, Makâlâtu’l İslamiyyîn 1/346
[12] Kitabu’l İrşad 362,363
Whatsapp Destek