Müslüman’ın Tevekkül Anlayışı

Allah Rasulü (sav) Mekke’den Medine’ye hicret edeceğinde, Ebubekir (ranh) ile yola çıktı. Yola çıkmadan önce yapmış olduğu, almış olduğu birtakım tedbirler vardı. Efendimizin hicretinden birden fazla ders çıkarılması mümkündür. Ancak bu yazımızda sadece bir tanesini kısmen izah etmeye çalışacağım. Bu da Müslümanların tevekkül anlayışlarının nasıl olması gerektiğidir.

Efendimiz hicret öncesinde ve esnasında birtakım tedbirler almıştır. Örneğin Ebubekir’in (ranh) evine öğle saatlerinde Mekkeli müşriklerin asla dışarıya çıkmayacakları sıcak vakitte gitmişti. Daha sonrasında Medine tarafına değil de önce tam tersi istikamete yol aldı. Bununla birlikte kendilerine bir rehber tuttu, bu rehber ile kararlaştırmış oldukları vakitte buluştular ve yolun geri kalan kısmını farklı bir rota üzerinden kat ettiler. Yine Mekke içerisinden haberleri getirmesi için Ebubekir’in (ranh) oğlunu görevlendirdi. Bununla birlikte Ebubekir’in (ranh) kızını kendilerine erzak temin etmesi ve bir kölesinin ise kendilerinin izlerini silmesi için tayin etti. Allah Rasulü (sav) bu kadar tedbir almış olmasına rağmen Ebubekir ile Sevr mağarasında iken Mekkeli müşrikler tarafından yakalana yazdı. Ancak Allah Teâlâ’nın yardımı ile bundan kurtuldu.

Oradan çıktıktan sonra Medine’ye yol alırken arkalarından Suraka bin Malik kendileri hakkında müşrikler tarafından belirlenen ödüle ulaşabilmek için onlara yetişti. Ancak Allah’ın yardımı ile efendimizi ve yol arkadaşlarını ele geçiremedi. Rasulullah’ın (sav) hicretinden yukarıda
da belirttiğimiz gibi birçok ders çıkarılabilir.

Ancak çıkarılacak derslerin en önemlilerinden birisi Allah Teâlâ’ya hakkıyla tevekkül etmek, O’na karşı hüsnü zan beslemek ve bu tevekkülün ve hüsnü zannın asla amelsiz olmayacağını anlamaktır. Rasulullah (sav), Allah tarafından yardım göreceğini bilmesine rağmen hatta birçok yerde, birçok savaşta ve birçok dara düşmüş olduğu yerde kendisine bizzat yardım etmiş olmasına, bunu gözleriyle görmüş olmasına rağmen yapması gerekenlerden asla vazgeçmemiştir. Alması gereken tedbiri en başından almıştır. Hatta bir tedbirle yetinmemiş, bir sebeple kalmamış, birden fazla tedbire ve sebebe dayanmıştır.

Efendimiz bize amelsiz ve sebepsiz tevekkülün olmayacağını hicreti ile öğretmiştir. Bizler tevekkülü yanlış anlamakta ve yanlış yorumlamaktayız.
Peki nedir tevekkülün manası?  Tevekkül; sebeplere sarılmak suretiyle kişinin işlerinde nihayeti, velisi olan Allah’a bırakmasıdır.

Bu tanımlamada veli lafzını özellikle zikrettik. Çünkü veli demek kişinin kendisine sormaksızın, danışmaksızın o kişi ile alakalı karar veren ve uygulayan kişidir.

Örneğin bizler çocuklarımızın velisiyiz. Yani çocuklarımıza sormadan, danışmadan onlarla alakalı kararlar alırız. İşte Allah Teâlâ da müminlerin velisidir. Yani onlar ile alakalı onlara sormadan kararlar alan merciidir. Çünkü kulları için hayrın ne olduğunu, onlar adına en hayırlının ne olduğunu kendisi bilir. Çünkü ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. İşte kul bir iş yapacağında Allah Teâlâ’nın yarattığı sebepleri yerine getirir, sonrasında ise bu işin neticesini kendisine sormadan kendisi adına karar verebilecek olan Allah Teâlâ’ya bırakır. İşte bu tevekküldür.

Tevekkülün dindeki yeri önemlidir. Kulun ihtiyatına bırakılmış bir mesele değildir. Daha açık bir ifade ile tevekkül, kulun imanı ile birebir ilişkili bir konudur. İman sahibi insanlar ancak Allah’a tevekkül ederler. İşlerini Allah bırakmayanlar ise kalplerinde iman olmayan ya da imanın kalplerine tam yerleşmediği insanlardır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Mûsâ, "Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah'a iman etmişseniz, eğer O'na teslim olmuş kimseler iseniz, artık sadece O'na tevekkül edin" dedi.”[1]

Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır;

“Korkanların içinden Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti; “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz.” Eğer mü'minler iseniz, yalnızca Allah'a tevekkül edin.”[2]

Bu iki ayette de tevekkül imana bağlanmıştır. Bununla birlikte her iki ayetin öncesine baktığımızda İsrailoğullarının döneminde Musa’nın (aleyhisselam) kavmi ve kendi aralarındaki diyaloglardan meydana geldiğinin farkına varırız.

Bu diyalogların ilkinde Musa’nın (aleyhisselam), iman etmeleri gerekirken Firavun’un zorbalığından çekinen ve bu sebeple iman etmeyen insanlara bu cümleleri ifade ettiğini anlıyoruz.

Sosyal hayattan bir örnek ile izah etmek gerekirse; örneğin rızkınızı temin etmek için bir dükkân açtınız. Güzel bir mevkiden uygun bir dükkân kiraladınız. İçine satmak için birtakım ürünler tedarik ettiniz. Bu sebepleri yerine getirdikten sonra rızkınızı kazanmak noktasında Allah’a neticeyi bırakırsınız. İşte bu tevekküldür. Tabi işinizde tembellik etmezsiniz, işinize sahip çıkarsınız.

Sebeplere sarılmak tevekküle mâni değildir. Ancak ortaya çıkan sebeplere insanın kalbinin tamamen meyletmesi ve o sebeplere dayanması ise tevekkülsüzlüktür. Sebeplere sarılmadan tevekkül etmek ise tevekkül değil tevaküldür. Yani tembellik, kayıtsız kalmak ve gevşek davranmaktır.

Yalnızca sebeplere sarılmak Allah’a tam manasıyla tevekkül etmemektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Sonra da "Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim.  Tevekkül edenler de yalnız O'na tevekkül etsinler" dedi.”[3]

Ayeti dikkatli bir şekilde okuyacak olursak; Yakub (aleyhisselam) oğullarına birtakım tedbirler almalarını ve sebeplere sarılmalarını tavsiye ettikten sonra, Allah’ın dilemesi söz konusu olacak olursa; bu sebepler ve tavsiyelerin kendilerinden herhangi bir zararı def etmeyeceğini ifade etmektedir.

Tevekkül Allah’ın ilmini, kudretini, rahmetini itiraf etmektir. Rabbimiz her şeyi bilendir. Her şeye güç yetirendir. Kullarına ve tüm yarattıklarına karşı merhamet sahibidir.

İlmini itiraf etmek, onun her şeyi ilmi ile kuşattığını bilmektir. Bizim için hayrın ne olduğunu, şerrin ne olduğunu O bilir. Dünümüzü, bugünümüzü, geleceğimizi O bilmektedir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“…Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[4]

Bazen Allah Teâlâ bizim hayır olarak gördüğümüzü bize vermeyebilir. Yani sebepleri yerine getirmemize rağmen bizim için o sebeplerin neticesini vermeyebilir. Ancak biz eğer hakkı ile tevekkül etmiş isek, O’nun ilminin her şeyi kuşattığını dolayısıyla hayrın O’nun tarafından bilindiğini, kendi ilmimizin ise yetersiz kaldığını, hatta cahil olduğumuzu itiraf ederiz.

Kudretini itiraf etmek ise, ne kadar sebeplere sarılsak da O dilemezse hiçbir şey elde edemeyeceğimizi bilmektir.

“İşte ben hem benim hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.  Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”[5]

Zahiri sebepler kulun bir hayra ya da şerre ulaşması adına ortaya çıkmış olsada hayır ve şerrin meydana gelmesi Allah’ın elindedir. O’nun kudretindedir. O dilemedikçe ne bir hayır ne bir şer, musibet isabet etmez.

Rahmetini itiraf etmek ise, bizim için hayrın ne olduğunu tam bilemediğimizden bazen bizlere bir şey vermemesinin de rahmetinden olduğunu bilmektir. Çünkü rabbimiz hikmet sahibidir. Yerli yerince işleri yapandır. Bu da rahmetinden kaynaklıdır.

“De ki: "Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?" "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak. Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.”[6]

Bazen bir insanı yoklukla imtihan etmesi, bazen hastalıklar vermesi, bazen bir musibet ve imtihan göndermesi O’nun rahmetindendir. Yokluk ve darlık imtihan olduğu gibi genişlik ve zenginlik de bir imtihandır.

Allah Teâlâ kulları adına her iki hali de takdir ettiğinde rahmetindendir. Vermemesi ahretimizde halimizin iyi olması için ya da yaptığımız hatalardan Dünya’da dönmemiz için olabilir.

Tevekkül kavramı genelde toplumumuz da ve Müslümanların içerisinde yalnızca rızık konusunda anlaşılmaktadır. Yani tevekkül denilince rızık konusunda tevekkül etmek günümüzde daha ön plana çıkmaktadır.
Hâlbuki tevekkül hayatın tüm alanlarında söz konusudur. Özellikle yazımızın başında Rasulullah’ın (sav) hayatından hareketle ifade ettiğimiz İslami hareket konusunda.

İslami hareketin içerisinde yer alan davanın erleri olan kişiler, yapmaları gerekenler konusunda Allah’ın yaratmış olduğu sebepleri yerine getirerek neticeyi O’na bırakacaklardır. Dava erlerinin yapmaları gereken şey çabalamaktır, üstlerine düşen hususları yerine getirmektir. Bulundukları durum neyi gerektiriyorsa onu yerine getirmelidirler.
Tağutlar tarafından birtakım olumsuzluklar önlerine çıkabilir. Ancak onlara düşen şey bulundukları zaman ve dönem neyi gerektiriyorsa İslami hareket adına onu sunmaları ve yerine getirmeleri, sonrasında ise Allah’a tevekkül etmeleridir.

Bu olumsuzluklar bazen Müslümanların kendi aralarında da vuku bulabilir. Yine Müslüman bir ferde gereken şey şeriatın kendisine emrettiğini yapması, tarihi tecrübeyi göz önünde bulundurması ve Rabbine tevekkül etmesi olacaktır.

Rabbim bizleri hakkıyla tevekkül eden kullarından eylesin. Âmin…

 
 
[1] (10/ Yunus 84)
[2] (5/ Maide 23)
[3] (12/ Yusuf 67)
[4] (7/ Araf 89)
[5] (11/ Hud 56)
[6] (6/ En’am 12)
Whatsapp Destek