Nasihat Mü'minlere Fayda Verir

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Bu ay ki yazımızda bir konunun ele alınması yerine birden fazla başlık halinde okurlara, müminlere genel bazı konularda nasihat etmeye çalışacağım. Allah imkân verirse bunu derginin ilerleyen sayılarında da belli aralıklarla yapmaya çalışacağım.

Nasihat, bir mümin için gerçekten önemli bir husustur. Kul bir nasihatçisinin olmasına ihtiyaç duyar. Çünkü insan hata eder, gaflete düşer, yanlış yapar. Ancak yanında, o kişiyi bu hatalarından alıkoyacak ya da kendisine yanlış yaptığında uyarılarda bulunacak bir kimsenin, bir dostun, bir arkadaşın olması kişinin dünya ve ahireti için önemlidir. İnsanı, hayati hatalardan alıkoyar.

Aslında müminlere edilmesi gereken nasihatlerin başında birbirlerine nasihat etmeleri gelmektedir. Çünkü nasihat olmadığında, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak müminler arasında tesis edilmediğinde, Müslümanların içerisinde bir karmaşanın, sonu gelmez problemlerin, ahlaki ve itikadi sıkıntıların bitmediğini görürüz.

Ancak nasihat dediğimiz olgu, sadece iyiliklerin emredilmesi üzerine tesis edilmez, edilemez. Çünkü bir toplumu ayağa kaldıracak olan şey iyiliklerini artırmadan önce, yanlışları terk etmektir. İnsanları iyiliğe çağırmak, kötülükten alıkoymaktan bir nebze olsun daha kolaydır. Çünkü insanlara iyiliği emrettiğinde karşı karşıya gelmek çok fazla söz konusu değildir. Ancak durum kötülükten alıkonulduğunda bunun hilafınadır.

Müslümanlara nasihat etmekte yalnızca “Namazını kıl, orucunu tut.” demekle sınırlı değildir. Kişilerde ki münkeri ifade etmek, söylemek gereklidir. İnsanlar kendilerine iyilik emredildiği müddetçe rahatsızlık duymazlar. Ancak yaptıkları bir kötülükten alıkonulduklarında, ya da yaptıkları bir amel, hataya nispet edildiğinde rahatsızlık duyar, itiraz eder ve kabullenmezler. İşte bir insanın nasihat alıp almamada ki samimiyeti asıl itibariyle burada ortaya çıkmaktadır.

Allah Teâlâ müminlere nasihatin fayda vereceğini ifade eder minvalde üç farklı ayeti Kur’an’da zikretmektedir. Bunlarda ikisi kâfirler ile bahsettikten sonra gelen ayetlerdir. Diğeri ise müminlere de nasihatin fayda vereceğini ifade etmektedir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.”[1]

Bir başka ayette ise;

“Sen ancak Zikr'e (Kur'an'a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele.”[2]

Her iki ayetin öncesine baktığımızda, her iki ayetinde kâfirlerden bahsettiğini, kâfirlerin öğüt ve nasihat alıp da iman etmeyeceklerini ifade etmektedir.

Zariyat suresinin 55. ayetinin tefsirinde Mevdudi (rahimehullah) şöyle söylemektedir;

“Hakka davetin asıl amacı, kendilerine ulaştırıldığında ona değer verip onu kabul edecek vasıftaki temiz fıtratlara iman nimetini götürmektir. Ancak davetçinin, binlerce insan arasında bu temiz fıtratlı insanları tanıyabilmesi mümkün olmadığından, toplumda mevcut temiz fıtratlı insanlara iman nimetinin ulaşabilmesi için o sürekli kendi tebliğ ve davet çalışmalarını sürdürür. Çünkü bu tip insanlar iman edecek yetenektedirler. İşte davetin asıl amacı bu insanları toplayıp bir araya getirmektir. Davetçi insanların davete kulak verip vermeyeceklerini, imanı kabul edip etmeyeceklerini ancak yaptığı bu çalışmalardan sonra anlayabilir. Karşısındaki insanların kalpleri katılaşmış ve iman etmeyecek kimseler olduklarını anladığı andan itibaren davetçi kendi kıymetli vaktini bu insanlara harcayarak ziyan etmemelidir. Çünkü onlar, kendilerine verilen nasihatten ders almazlar. Bu kimseler üzerinde vakit ve enerji sarf edileceğine, davetten istifade etmek isteyen kimselere yönelmelidir.”[3]

Dolayısıyla aslında konumuza ışık tutan ayetler, bu iki ayetten daha ziyade Rabbimizin şu ayette bahsetmiş olduğu kimselerdir. Çünkü bu ayet direkt olarak müminlerin imanlarından dolayı nasihat ve öğüt alacağını ifade etmektedir.

“…Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah'adır.”[4]

Samimi bir mümin, iman içeren bir kalbe sahip olduğundan dolayı kendisine edilen nasihatten etkilenir ve kendisini muhasebe eder. Hâlini düzeltme çabası içerisinde olur. Ancak kibirli, samimiyetsiz bir mümin ise kendisi ile alâkalı gerçekleri ve hakkı kabul etmez. Dolayısıyla da kendi hâlini düzeltmez.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“… Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.”[5]

Müslümanlar için nasihatin önemine dair birkaç söz söyledikten sonra günümüzde muvahhidler için önemli olduğunu düşündüğüm birkaç nasihati şöyle zikredebilirim.

Değerli Muvahhid Kardeşim!

1) Amelini artırmanın yollarını ara, ihtilaflardan uzak dur. Sana fayda vermeyecek çekişmeleri terk et. Sonu gelmez ihtilaflardan vazgeç.

Bu dünya hayatı kısıtlı ve kısadır. Allah Teâlâ belki bazımıza kırk, bazımıza elli, bazımıza altmış yıl ömür takdir etmiştir. Hepimiz için farklı ömürler belirlemiştir. İnsanlara ölümün gelmesi ise yaşların sırasıyla değildir. Eğer ölüm sırayla gelecek olsaydı. Önümüzde duran bu kadar yaşlı, ihtiyar insanlardan sonra sıra bize gelecek ümidi taşıyabilirdik. Ancak durum böyle değil. Sağına soluna dikkatlice bak! Yakınlarından, arkadaşlarından senin yaşında, hatta senden daha küçük yaşta olup da Rabbine kavuşanlara bak.

Rabbimiz bizler için bize uzun gelen ömürler verse de kardeşim, yine de onun bir sonu var. Ve insanlar o geçip giden zamanların nasıl geçip gittiğinin farkında bile olmuyorlar. İnsanlar yaşlarının ne zaman kırka ne zaman elliye geldiklerini dahi fark edemiyorlar. Sanki dünya da üç beş gün yaşamış gibiler. Hâlbuki bir ömür sürmüşler.

İşte zaman bu şekilde aleyhimizde iken yapman gereken şey değerli kardeşim, amellerini artırmanın yollarına bakmandır. Çünkü ölümün kendisine geldiği herkes emin ol ki pişman olacaktır. Kimisi yapmadıklarından dolayı pişmanlık duyacaktır, kimi ise yaptıklarının azlığından dolayı pişman olacaktır.

Genelde Müslümanlar sonu gelmez ihtilafların içinde bocalayıp durmaktadırlar. Bazen aynı meseleler, bazense taşı yaracak kadar fazla düşünen, filozof Müslüman kardeşlerimizin bulduğu yeni meseleler üzerinde durmadan ihtilaflar yaşanmaktadır. Hatta bazen öyle hallerin içine ümmet olarak düşüyoruz ki vakıamızda olmayan olayları varsayımlar üzerinde değerlendirip, hükme varıp, sonra da aynı hükümde birleşmeyenlerin hükmünün ne olması gerektiği ile alakalı ihtilaf ediyoruz.

Sonrasında ise bu ihtilaflar yüzünden insanlar birbirinden ayrılabiliyor, hatta cemaatler dağılıyor. Bu bağlamda bir Müslüman’a düşen şey salih amelleri artıracak ilim için çabalamak ve amel etmektir. Kendisinin amellerine faydası olmayacak bilgilerin ardına düşmek, ihtilaf etmek, polemik peşinde olmak Müslümana bir fayda sağlamaz.

İnsanlar farklı düşünebilirler. Akideleri, menhecleri farklı olabilir. Ancak bu durmadan aynı meseleleri tartışmayı beraberinde getirmemelidir. Neye inanıyorsan inan, inandığın davanın gereği olarak onun için amel et.

Muvahhidler şu an günümüzde icraatın, amelin yerine durmadan laf üretmektedirler. Üretilen laf ve sözlerin ise ne yazık ki bir faydası yoktur, olmayacaktır da. Müslümanların içerisinde aynı konular üç yılda bir, beş yılda bir sürekli tekerrür etmektedir. Sanki meseleler yeni çıkmış gibi her seferinde tekrar ele alınmakta, sonra tekrar ihtilaf edilmekte, sonra kapatılmakta sonra tekrar açılmaktadır.

Peki, bu ihtilaflar ile kimin imanı artmaktadır? Kime davet götürülmüş olmaktadır? Hangi Müslümanın sıkıntısı çözülmüş olmaktadır? Hangi zulüm ve esaret altındaki bir Müslümanın sıkıntısı giderilmektedir? Bunların hiçbirisinin ne davaya ne de davete hiçbir faydası yoktur.

Değerli Muvahhid Kardeşim!

2) Allah’ın (azze ve celle) sana ve İslam ümmetinin geneline yardımını indirmesini istiyorsan Allah (azze ve celle) ile olan bağlarını güçlendirmelisin.

Bizler Allah’a (cc) kul olmaya çalışan, O’na ibadet etmek için gayret eden muvahhidleriz. Fert olarak da ümmet olarak da sıkıntılarımız mevcut. Bu sıkıntılardan kurtulmak ve sıkıntılarımızın sona ermesini istiyoruz. Bu sıkıntı ve imtihanlarımızda ihtiyaç duyduğumuz yegâne zat Allah Teâlâ’dır. Bizlerin sıkıntısını giderecek olan, bize genişlik verecek olan, bizden darlığı kaldıracak olan Allah Teâlâ’dır.

Ama zaman zaman dertlerimizin hâlli noktasında Rabbimizden daha fazla başka sebeplere sarılmakta, sırt dayamaktayız.

Müslümanların sıklıkla ümmetin halini gördüğünde ‘Allah’ın Yardımı Ne Zaman’ dediğini duyarsın, işitirsin. Allah’ın (cc) yardımı öncelikle onunla bağları güçlü kullarıyladır. Kişi veya bir topluluk imanı ve bağı kadar Allah’tan (cc) yardım görür. Bir kula ya da cemaate, Allah’ın (cc) yardımı gelmiyor ise o kul ve topluluk kendini muhasebe etmelidir.

Rabbimizi yeterince tanımadığımızdan, O’nun gücünü ve kudretini tam manasıyla idrak edemediğimizden, O’na sadece bazı zamanlarda yönelip, O’ndan yardım talep ediyoruz. Ancak O’nun nasıl bir ilah olduğunun farkına varıp, her şeye gücünün yeteceği noktasında yakinî bir imana sahip olsaydık, O’ndan başkasının kapısını çalmaz ve O’nun yardımını celbedecek her şeyi yerine getirmeye çalışır, çabalardık.

Bilmek ile kesin inanmak arasında fark vardır. Bu İbrahim aleyhisselam’ın kıssasında da aslında bizlerin önüne serilmektedir.

“Hani İbrahim, "Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için" demişti. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[6]

Ayette de görüldüğü gibi İbrahim aleyhisselam, Allah’ın (cc) ölüleri dirilttiğini bilmekte ve inanmaktaydı. Ancak kalbinin mutmain olması için bu olayı görmek istedi. Çünkü bilen ile kesin inanan arasında fark vardır.

Bizler için de durum aynıdır. Allah’ın (cc) Rezzak olması, Allah’ın (cc) her şeye güç yetirmesi, Allah’ın (cc) dualara icabet etmesi gibi konuları bizlerde bilmekte ve iman etmekteyiz. Ancak bu hususlar bazı zamanlarda bizler için yakinî bir hal alır. Örneğin çok zor bir durumda ellerinizi açtınız ve rabbinize dua ettiniz. Sonra aradan çok zaman geçmeden Allah Teâlâ duanıza icabet etti. O anki kalbinizde O’nun dualara icabet edeceği noktasındaki imanınızla, ondan önceki zamandaki kalbinizde buna dair bir bilginin olması arasında fark vardır.

Ya da evinizde yiyecek hiçbir şey kalmadı. Tüm sebeplerden ve insanlardan da ümit kesip, kalbiniz sebeplerden de boşaldı. İşte o sıkıntılı anda Allah Teâlâ hiç aklınıza gelmeyen bir kişiyi vesile kılarak sizi rızıklandırdı. İşte o an insanın rızkında yazılı olandan başkasını yiyemeyeceği, kimsenin birbirinin rızkını yiyemeyeceği noktasında kesin bir inanç taşırsınız.

Bu örneklerden sonra konumuz ile alakalı olan kısma geçecek olursak Allah’ın (cc) her şeye güç yetireceğini bilmek ve O’nun yardımını kazanmak gerekmektedir. O’nun yardımı ise O’na bağlı kalp sahiplerinin üzerine iner.

Öncelikle O’nun güç ve kudretine kesin bir iman ile iman etmeliyiz.

Bizim nasıl bir Allah’ımız var?

Bizim Rabbimiz, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran bir Rabdir.

Bizim Rabbimiz, nice az toplulukları, çok topluluklara galip kılan bir Rabdir.

Bizim Rabbimiz, babasız bir şekilde İsa’yı (aleyhisselam) yaratan bir Rabdir.

Bizim Rabbimiz, kendisi yaşlı, karısı ise kısır olduğu halde

Zekeriyya’ya (aleyhisselam), Yahya’yı (aleyhisselam) bahşeden bir Rabdir.

Bizim Rabbimiz, Musa (aleyhisselam) ve kavmini denizi yararak Firavundan kurtaran bir Rabdir.

İşte bizler Allah’ın (cc) yardımına hem bireyler olarak hem de topluluklar olarak muhtacız. Allah’ın (cc) yardımı ise iman ve takva ile doğru orantılıdır. İman ve takva arttıkça, kişinin Allah’tan (cc) yardım görmesi de artar. Allah’ın (cc) hakları gözetildikçe, Allah’ta (cc) kulların hakkını gözetir.

Hani dünyalık bir konu hakkında iş bitirecek, işinin halledecek dostların vardır ya. Onların yanında işin hallolacağından onları memnun etmek istersin. Bila teşbih Allah’ın azze ve celle katında bir kulun işi biteceğinde ki tüm işler böyledir. Kulun Allah (cc) ile olan arasını iyi tutması gerekir. Bozuk ise düzeltmesi gerekmektedir.

Zafer, başarı ve yardım işte bu hususlar ile elde edilecektir. Şu da unutulmamalıdır ki zafer, başarı, yardım sadece Müslümanların rahata kavuşmaları, iktidarı elde etmeleri, şeriat ile hükmeden bir toprak parçasına sahip olmaları ile olmayabilir.

Bazı zamanlarda Allah Teâlâ kullarını dar içinde bırakarak da onların hayırlarını murad edebilir. Çünkü Rabbimiz asla ‘’mahda’’, yani sırf şer olan bir şeyi yaratmaz ve takdir etmez. Onun yaratıp, takdir ettiği her şey de bir hayır mutlaka vardır. Kulları, bazen bu hayırlara vakıf olabilirler. Bazense aciz olmalarından ya da Rabbimizin künhüne vakıf kılmamasından dolayı hayır anlayamaz ya da göremezler.

İlk etapta bu konuda akla gelen şey ise Rabbimiz imtihanlar ya da musibetler ile kullarını daraltıp, kendisine daha fazla bağlanmalarını, yönelmelerini, sadece O’na dayanıp, O’na güvenmelerini istediğinden olabilir. Çünkü kul Allah’ı (cc) ve O’nun yardımını, desteğini unuttuğunda kalbini maddi ve zahirî sebeplere bağlamaya başlar. Yaptığı iyilikleri, elde ettiği başarıları kendinden bilecektir.

Rabbimiz bizleri, zahirî ve maddî sebeplere sarılmaktan mutlak olarak engellemez. Zahirî sebepleri yerine getirmekle birlikte nihaî sonuç noktasında Allah’a (cc) bağlanmayı emreder.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”[7]

Yine aynı surenin 45. ayetinde ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

 “Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.”[8]

Her iki ayete dikkat edersek Rabbimiz ilk ayette her ne kadar imkân dahilinde düşmana karşı hazırlık yapılmasını emretse de düşman ile karşılaşıldığında ise Allah’ı zikretmeyi emretmektedir. Çünkü düşman karşısında toplulukları zafere ulaştıracak, Allah’ın yardımını üstlerine çekecek olan şey O’na olan yakınlıktır.

Değerli Muvahhid Kardeşim!

3) Pratik yönünün seni, manevi yönden alıkoymasına izin verme.

İnsan tüm amelleri, Allah’ın (cc) rızasına kavuşmak için işler. Elbette bir davanın uğrunda koşturan, bir hareketin içerisinde var olan bir Müslüman da böyledir. Zaman zaman bir davanın adamı, sıradan bir insandan çok daha fazla salih amelde bulunur, daha fazla fedakârlıkta bulunur. 

Saatini, vaktini fazlaca davaya hizmet etme noktasında harcar. Ve bu durum bazen kendisini Allah’tan (cc) uzaklaştırır, hatta ibadetlerinde gevşekliğe sebep olur. Vakti olmadığından ibadetlerinin hakkını tam olarak veremez. Bu fazla ve hızlı hareket, asıl yapması gereken ibadet ve taâtleri hızlıca yapmasına, onlardan feragat etmesine yol açar. İşte bir dava adamının buna izin vermemesi gerekir. Çünkü bizler her amelimizi, dava için yaptığımız her fedakârlığı O’na yakınlaşmak için yapmaktayız.

Bu durumu, pratik yönün manevi yöne ağır basması durumu diye tanımlayabiliriz. İnsan bu problemini çözmelidir. Yapmış olduğu her amel O’na yakınlaşmak içindir. Başka amelleri işlemek adına ibadetleri tam yerine getirememek, bir dava adamının karşılaşacağı afetlerdendir.

Kulun yapması gereken bu noktada uyanık olmak, vakitlerini iyi değerlendirmek ve ibadetlerini, Allah’a (cc) yakınlaştıracak olan amelleri yerine, hakkını vererek getirmelidir.

Bazı durumlarda davasına hizmet etmek isteyen kimsenin birden fazla işi ve sınırlı vakti olur. İşte böylesi durumlarda, yerine getirmesi gereken işi, yapacağım diye, kişi namazını acele ile kılar, sünnet namazlarını ihmal etmeye başlar, günlük kendisine herhangi bir vird edinmez, edinemez. Sabah ve akşam zikirlerine, Kur’an ile daha fazla vakit geçirmeye zaman bulamaz. Bunları terk etmeye başladığında kalbinin katılaştığını görür.

Bir dava adamı, kalbine ciddi anlamda çalışmalıdır. Yani kalbini güçlendirecek amellerde daha gayretli olmalıdır. Çünkü insanın amellerinde devamlı olması, dava yolunda sebat edebilmesi kalbi ile alakalıdır. Önce kalbini güçlendirmeli, sonrasında davasına hizmet etmelidir. Kalbini güçlendirmedikçe davasına hizmet etme noktasında yapacağı amellerde kısa sürede bıkacak, usanacak dahası kalbinde bir ağırlık hissedecektir.

Rabbimiz, Rasulullah’a (sav) hitaben şöyle buyurmaktadır;

“Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi, yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur'an'ı ağır ağır, tane tane oku. Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.”[9]

Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere davayı ve daveti yüklenecek kimsenin Allah (cc) ile olan bağının son derece güçlü olması gerekir. Aksi takdirde gücü dava yolunda sürekli gitmeye yetmeyecektir. Manevi yöne önem verilmemesi bir dava adamı için düşünülemez. Kalbin amellerine gerekli önem verilmeksizin fazlaca pratiğinin ve hareketinin olması ne yazık ki geçicidir. Ancak kişi ne kadar kalbini güçlendirirse zaten bu imandan ve ıslahtan kaynaklı amelleri de çoğalacaktır.

O zaman nafile ibadetleri, zikirleri, Kur’an ile geçirilen vakitleri bir farz ibadeti yerine getirirmiş gibi dava adamının özenle ve hassasiyetle yerine getirmeye çalışması gerekmektedir. 

Değerli Muvahhid Kardeşim!

4) Sosyal medya kullanımına dikkat et!


Bulunduğumuz şu teknoloji çağında internet ve sosyal medya Müslümanlar için bir nimet olduğu kadar bir yandan da bir afet haline dönüşmüştür. Çünkü sosyal medya ve sanal dünya, insanı hakikatten uzaklaştıran, her insanı olmak istediği kılıfa bir anda sokan, amel ehli olmaktan ziyade kişiyi laf ehli yapan bir dünyadır. Çünkü sanal dünya insana herhangi bir meşakkati beraberinde getirmez. İstediğin kadar yazabilir, paylaşabilirsin, denetlenebilirliği yoktur. Birkaç paylaşım ile çok takvalı ya da çok âlim olabilirsin.

Bizlerin hayatlarında sosyal medya o kadar yer işgal eder oldu ki insanlardan daha fazla ekranlar ile muhatap olur olduk. İnsanların olduğu ortamlarda dahi ekranlar ile daha fazla haşır neşiriz. Anlık haber alma isteği ve açlığı bizi ekranlara kilitlemektedir.

Telefonlarda bazı uygulamalar var ve kullanıcının ekran süresini ölçmektedir. Kendimizi bir deneyelim. Acaba ekran sürelerimiz ne kadar? Çok fazla vakit geçirmekten kaynaklı elbette sürekli bir şeyler izleme ya da takip etme durumunda kalıyoruz.

Sosyal medya filtresi olmayan bir çöp halini almış durumda. Gereksiz ihtilaflar, yersiz konuşma ve atışmalar almış başını gitmiş. Sosyal medya ile fazla uğraşı bizlere beraberinde bunları getiriyor. Hem gereksiz gündemler ile meşgul oluyoruz, bu gündemler ile zihinlerimiz ve gönüllerimiz ağırlaşıyor. Hem de bizleri de sosyal medya ehlinden kılıyor. Yani az amel çok laf şiarını benimsemiş oluyoruz. Bir Müslüman, bir dava adamı sosyal medya ile, sanal dünya ile olan ilişkisini kısıtlamak zorundadır. O’nun kendi gündemi, kendi işleri olmak zorundadır. Herkesin her dediğini, her yayınladığını takip etme gibi bir zorunluluk ve mecburiyeti söz konusu değildir.

Gerçek dünya da yaptıklarından sorumlu olduğu gibi sanal dünyada da yazdığı, çizdiği ve söylediklerinden sorumludur, hesaba çekilecektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[10]

Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır;

“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.”[11]

Yani klavye başından yazdıkların noktasında elin, gözlerin ve ağzın aleyhte şahitlik yapabilir. Bu konuda dikkatli olup, Allah’tan korkmalısın.

Sosyal medya insana bunun yanı sıra hamaset duygusu da kazandırmaktadır. Hamaset aslında yiğitlik ve kahramanlık anlamına gelmeyle birlikte, bunun yanı sıra insanı heyecanlandırmak, etkilemek kastıyla abartılı söz ve fiillerdir. Yani sosyal medya insanı, karşısında hali hazırda bulmadığı bir düşmana karşı abartılı, arkası olmayan, yapamayacağı şeyleri söyleme, ifade etme noktasında galeyana getirmektedir.

Dolayısıyla bir Müslüman sosyal medya ile olan ilişkisini sınırlandırmalı, sürekli oradaki gündemi yakalama, her şeyden haberdar olma duygusunu törpülemelidir. Böylelikle vakit noktasında çokta müsrif davranmamış, amellerini artırmada gayretli olmuş olur.

Özetle önce kendi nefsime sonrasında ise sana ey değerli muvahhid kardeşim şu hususları nasihat etmek istedim.

Amelini artırmanın yollarını ara, ihtilaflardan uzak dur!

Allah’ın (cc) yardımı için O’nunla bağlarını güçlendir!

Pratik yönünün seni manevi yönden alıkoymasına izin verme!

Sosyal medya kullanımına dikkat et!

Son olarak bu satırları yazan kardeşini duanda anmayı unutma!

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) hamd etmektir.
 
[1] (51/ Zariyat 55)
[2] (36/ Yasin 11)
[3] Tefhimul Kuran
[4] (35/ Fatır 18)
[5] (Müslim)
[6] (2/ Bakara 260)
[7] (8/ Enfal 60)
[8] (8/ Enfal 45)
[9] (73/ Muzzemmil 1-5)
[10] (17/ İsra 36)
[11] (36/ Yasin 65)
Whatsapp Destek