Nesillerin Mimarı Kadın

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Müslüman teslim olan kimsedir. Allah’ın çizdiği sınırlara, verdiği isimlere, koyduğu kanunlara teslim olandır. İnsanlarla ve eşyayla muamelesinin nasıl olması gerektiği, sınırlarının ne olacağı hususunda da rabbine teslim olan kişiye Müslüman denir.

Olaylara, vakıalara nasıl bakacağını rabbinden ve elçisinden öğrenir. İnsanlara nasıl davranacağını, yeni yeni gündemler ve yeni yeni meseleler önüne çıksa, gündeme gelse dahi ne yapacağını Müslüman şeriatından öğrenir. Çünkü şeriat ve İslam dini evrensel, kuşatıcı ve tüm zamanları ve durumları içerisine alacak şekilde indirilen bir hayat sistemidir.

İslam’ın kadına olan bakış açısı, günümüz sistemlerinde sürekli tartışılan, şeriat denilince ilk sesin yükseltildiği cephe olan, insanların medeniyet ölçümlerini gerçekleştirdiği bir mesele.

Sürekli insanların İslam’da kadın ve erkek eşit midir, değil midir? diye tartıştıklarına şahit oluruz. Şeriat sesleri yükselince insanların ‘Desene kadınların hali harap.’ der gibi tavırlar içerisine girdiklerini gözlemleriz. Kadına olan bakış açısının, şeriatın demodeliği ile alakalı olduğunu, diğer sistemlerin ise kadına tanıdığı özgürlük ile medenî olduğu tezini, sözde çağdaşlardan dinleriz.

Peki İslam, kadını hangi konum ile konumlandırmaktadır? İslam, kadına hangi vazifeyi biçmiştir? İslam, kadının hakkını savunmakta mı yoksa hakkını çiğnemekte midir? Şeriat, kadınların özgürlüklerini ve haklarını kısıtlayan bir sistem midir?

Asıl itibariyle konuya şu şekilde başlamak gereklidir; sınırsız bir özgürlük İslam’da ne kadın için ne de erkek için söz konusu değildir. Allah’ın yarattığı tüm insanlar ya da daha doğru bir ifade ile Allah’ın kulu olma iddiasında olan herkes, Allah’ın kulu yani kölesi yani abdullahtır. Bir köle için herhangi bir şekilde sınırsız bir özgürlük söz konusu mudur? Elbette hayır. Sahibi kendisine neyi emretmiş ise onu en iyi şekilde yapmak ile sorumludur. Köle sahibinin kendisinden istediği şeyleri sorgulamaz, sebebini, en ince ayrıntısını öğrenme noktasında çaba sarf etmez. Sadece kendisine söyleneni yerine getirir. İşte insanlar da erkeği ile kadını ile Allah’ın kulu ve kölesidirler. Dolayısıyla sınırsız bir özgürlük söz konusu değildir. Sadece Allah’ın çizdiği sınırlar içerisinde özgürdürler. İstediklerini yiyemezler, içemezler, giyinemezler. İstedikleri ile dostluk, düşmanlık kuramazlar. Nasıl oturacaklarına, nasıl ticaret yapacaklarına, rızıklarını hangi yollar ile kazanacaklarına, çocukları ile, eşleri ile, komşuları ile, toplumları ile ilişkilerinin nasıl ve ne şekilde olacağına Allah Teâlâ karar verir. Kullarda kulluklarının kalitesi oranınca söylenilene tabi olurlar.

Kölelik denilince, elbette tarihten kalma bir kölelik değildir Allah’ın kölesi olmak. Allah’ın kölesi olmakta ebedi bir mutluluk, sonu gelmez bir özgürlük vardır.  Allah’ın kölesi olmakta gönül huzuru, rahatlığı vardır. Masiyetlerin insan kalbine verdiği yük ve ağırlıktan uzaklaşmak, taâtler ile Allah’a yakınlaşmanın lezzeti vardır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[1]

İnsanın özgürlüğü, kendisi için Allah ve Rasulü’nün söz söylemediği konularda vardır. Bunun dışında ise özgürlük söz konusu değildir.

İşte kadın da Allah Teâlâ’nın kendisine vermiş olduğu bazı haklar ve çizmiş olduğu sınırlar içerisinde özgürdür. İslam şeriatı, kadın için bazı konularda sınırlamalar getirmiştir. Bunun yegâne gayesi ise toplumun iki tarafı olan hem kadını hem de erkeği korumak içindir. Ancak en başta insan için, rabbi tarafından konulan bir sınırı kabul etmeyen hastalıklı küfür zihniyeti, bunun kadına vurulmuş bir pranga olduğunu zannetmekte, tüm savunmasını ise bunun üzerine bina etmektedir. Bu savunmayı yaparken kadının özgürlüğünü ise, kadının açılıp, saçılması, kendini teşhir etmesi noktasındaki rahatlığıyla doğru orantı ile oranlamaktadır. Eğer kadının özgürlüğünden bahsedilecek ve sözü geçen hastalıklı düşünce ile bu ifade edilecek ise bu takdirde peçe takan, hicab kullanan, çarşaf giyen kadınlara da aynı müsamaha gösterilmelidir. Kadının özgürlüğünü sözde savunan bu zihniyet, peçeli, hicaplı ya da çarşaflı bir kadına tahammül etmekte güçlük çekmektedir. Çünkü peçeli, hicaplı, çarşaflı kadınlar da kendi tercihleri ile, özgürce bunu seçmişlerdir. Ama aynı müsamahayı göremezsiniz.

İslam’ın, kadının hakkını savunmadığı, kadını köleleştirdiği lafı bir palavradan ibarettir. İslam dini mi kadına eziyet etmektedir, yoksa diğer sistemler mi kadına zulmetmektedir?

Kadınlara en iyi davrananın en ahlâklı kimse olacağını söyleyen, İyilik yapma noktasında öncelikle ve ısrarla bir kadın olarak anneyi tavsiye eden, erkekler için huzur odağı olarak kadını işaret eden, kadınları bir değer olduğu için hicap ile emreden, masum kadınlara zina iftirasını büyük günahlardan sayan, İslam dini mi?

Yoksa alâkalı alâkasız her konuda bir reklam yüzü olarak kullanmak suretiyle kadını metalaştıran, kadınların iffet ve namuslarını pazarlamaları için genelevler açan, bu işletmelere ruhsatlar vererek izin veren, kadının özgürlüğünü, sadece açılıp saçılma imkânı ile açıklayan, kadının çalışma hakkı iddiasıyla erkeğe dahi kendi hesaplamalarıyla yoksulluk sınırı altında verilen asgari ücretten daha az para karşılığı çalıştıran,

Annelik veya bir erkeğe eş olmak dışında, kadına başka roller biçen, diğer sistemler mi kadının hakkını savunma noktasında daha samimidir?

Sahip olduğunuz bir mücevher olsaydı nerede saklardınız?

Kadınlar, Allah Teâlâ tarafından erkeklere bir emanet olarak verilmiştir. Her kadın eşine ait olan bir mücevher gibidir.

Dolayısıyla önem verdiğiniz bir şeyi asla ortalıkta sunup, başkalarının gözleri önüne sermezsiniz.

Şu anlaşılmalıdır ki kadına sınırlar çizen erkekler değildir. Kadına sınırlar çizen, erkeğe de sınır çizen rabbimizdir. Bu kadının köleleştirildiğine inanan zihniyetlerin çatışması erkekler ile değildir. Bu çatışma rab ile girilme cüretinde bulunulan bir çatışmadır. İslam kadına sınırlar çizerken de kadının hakkını savunmak gayesiyle hareket etmektedir. İslam’ın kadının hakkını savunmadığını söylemek cahilce bir söylem olur. Eğer hakkını savunmasaydı Rabbimiz şöyle buyurmazdı;

“Namuslu kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık kimselerdir.”[2]

Rabbimiz bu ayeti kerimede aslında kadınların haklarını erkeklere karşı korumaktadır. Hem de bunları yapanlara karşı cezalandırma konusunda da bir kanun getirmiştir. Bu ayeti kerimede geçen husus dünyalık bir ceza içindir. Kadınların haklarına dair haddi aşan bir kimse için rabbimiz ahirette de ceza belirlemiştir.

Aynı surenin 23. ayetinde ise bu kez ahirete taalluk eden cezadan bahsetmektedir.

“İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”[3]

Ebu Hureyre’den (ranh) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahabeler, “Ey Allahın Rasulü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Rasulullah (sav) ise “Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnat etmektir,” buyurdu.[4]

İşte sadece bir konuda, şeriatın kadının hakkını nasıl muhafaza ettiğini bu ayet ve hadislerden anlayabiliriz.

Kadının haklarının, şeriat tarafından korunmadığını söyleyen kimseler, şeriatta erkek ve kadının eşit haklara sahip olmadığını akıl yürüterek bulmaktadırlar. O kimselere gelin bizde yine akıl yürüterek cevap verelim. Bir okulda birbirinden farklı iki sınıfı imtihan edeceğimizi düşünelim. İkisine de matematik sınavı yapacağız. İki sınıfa da aynı soruların sorulması adalet ile mi açıklanır? Adalet dediğiniz şey eşitlik midir? Elbette her zaman eşitlik adaleti sağlamaz. Birinci sınıfa seviyesine uygun soruları sormak ve ona göre isteklerde bulunmak, ikinci sınıftan da seviyelerine uygun isteklerde bulunmak adalettir.

İşte bu örnekte de izah etmeye çalıştığımız gibi adalet her zaman eşitlik ile ifade edilmez. Kadına çalışma imkânının verilmemesi, belli konularda kısıtlanmak suretiyle erkeğe eşit tutulmaması ona bir zulüm değildir. Kadının hayat içerisinde kendisine yüklenilen sorumluluklarının az olması haliyle erkek ile eşit olmamasını da aslında beraberinde getirir.

İslam kadının çalışmasına nasıl bakar?

İslam, kadının mahremiyet kurallarına uygun olduğu, sınırlarını şeriat sınırlarının belirlemiş olduğu bir müessese de çalışmasına elbette müsaade etmektedir. Hatta şeriat devletinde bazı müesseselerde özellikle kadınların çalıştırılması elzemdir. Ya da mahremiyet kurallarına riayet edilmesi için bazı meslek dallarında özellikle kadınların varlığının olması gerekmektedir.

Şeriatın aslında kadının çalışma noktasındaki sınırlandırması şu iki şeyden ibarettir.

a) Mahremiyet sınırlarının çiğnenmesi; bu sınırı çalışma sahasında değil, hayatın hangi aşamasında ihlal ederse etsin, şeriat buna müsaade etmemektedir.

“Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler, hep birlikte tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”[5]

Rabbimiz kadın için mahremiyet sınırının ne olduğunu belirlemiştir. Bu sınıra riayet etmesi sadece iş noktasında değil, hayatının tüm alanlarında bulunan bir gerekliliktir. Dolayısıyla bu sınır ihlal edilmeyecek olursa kadının çalışması bu noktada mümkündür. Ancak kadınlar ile erkeklerin halvet olacağı, mahremiyet çizgilerinin aşılacağı ortam var ise, İslam bunu yasaklamaktadır. Konu hakkındaki yasak ise çalışma yasağı değil, mahremiyet yasağıdır.

b) Kadının asıl olarak; annelik, hanımlık misyonundan koparılarak, erkeğin karşısına konumlandırılması; bu, başka sistemler tarafından kadına dayatılan, kendi ayakları üzerinde duran kadın, güçlü kadın, kimseye ihtiyaç duymayan kadın gibi vasıflar ile vasıflandırılarak, üzerine feminizmin de biraz parlatılarak erkeğin bir düşmanı olduğu kadınların bilinçaltlarına nakşedilmeye çalışılmaktadır.

“Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.  Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar.”[6]

Allah Teâla, erkekleri ve kadınları farklı farklı şekillerde, özelliklerde ve mizaçlarda yaratmıştır. Kadını daha duygusal, daha şefkatli, duyguları ile hareket eden bir varlık olarak, erkeği ise daha sert, beden ve irade bakımından daha güçlü yaratmıştır. Bu farklı özelliklerden kaynaklı olarak da erkeği kadının üzerine ‘kavvam’ yani koruyup kollayıcı olarak vermiştir. Erkeğin kavvam olması başka ayetlerle beraber zikredildiğinde daha iyi anlaşılacaktır. Kadının çekip çevireni, rızkının temini için asıl görevli, çocuklarının ve eşinin maişetinden, mesken ve diğer ihtiyaçlarından sorumlu olan asıl kişidir.  

Asıl itibariyle kadının çalışma, rızık temin etme, çocuklarının ve evinin giderinden sorumlu olması söz konusu değildir. Çünkü Allah Teâlâ bu görevi erkek için belirlemiştir. Erkeğin kadın üzerinde ‘kavvam’ olmasının sebebinin ise ayette; ‘bazısını, bazısının üzerine faziletli kılınmasından’ kaynaklı olduğu da geçmektedir. Kadını ayrı yaratmıştır, erkeği ayrı yaratmıştır. Kadına bir şeyleri verirken İslam aynı zamanda kadınlardan birçok şeyi beklememektedir, onları sorumlu tutmamıştır.

Özetle işte bu iki madde çerçevesinde kadının çalışması İslam’da mümkündür.

Batının, İslam’ın en fazla üzerine gittiği nokta kadın konusudur. Kadın ve kadının değeri, İslam’dan öğrenilmek zorundadır. Batının kadına yüklediği değer Müslümanın yanında bir değer değildir. Batı asıl itibariyle de kadın konusunda iki yüzlüce ve münafıkça bir tavır içerisindedir. Batı; kadını, asıl misyonu olan kadınlıktan, annelikten koparmıştır. Batı, kadının kadınsı tavırlarını; aklından, öğretmenliğinden, eğitimciliğinden, şefkatinden daha fazla kullandı. Sanayide, fabrikada, sokakta, iş merkezlerinde kadınlığın öne çıkmış özelliklerini metalaştırarak kullanmayı tercih etti. Sonrada sanki kadınların hak ve hukuklarını korurmuş gibi davrandı. Kadınları evlerinden, eşlerinden ve çocuklarından kopararak, kadınlara istihdam ile kadının değerini belirlemek istedi.

Kadınlar için bozulmaktan bahsederken kastedilen şey sadece açılıp saçılmaları değildir. Sadece çalışmaları, iş dünyasına adım atmaları değildir. Asıl bozulma beşerî ideolojiler tarafından etkilenen bir görüş ve bakış açısına sahip olmalarıdır. Asıl kimliklerinden uzaklaştırılmış olmalarıdır. Kocasına itaati acizlik, çocuğu ile ilgilenmeyi dadılık, evinde oturmayı kölelik addeden bir fikre sahip olmalarıdır. Kocasından emir aldığında, kadın için vaveyla edenler, patronundan ustabaşından emir alıp azar işitince bunu kadın adına bir problem görmeyip, medeniyet saymaktadır. Kocası kızınca şikâyet etme hakkı olan kadının, patronu kızınca şikâyet etme hakkı bulunmamaktadır.

Toplumun aslı ailedir. Ailenin aslı ise kadındır, annedir. Kadınlar ve anneler ne oranda şeriata uygun hareket ederlerse o oranda şeriat hâkim kılınabilir. Ya da kadınlar üzerinden diğer sistemlerin öğretileri ne kadar etkili ise diğer sistemlerin o oranda istemeden de olsa başarılarından bahsetmek mümkündür.

Bir neslin yaşaması kadın ile mümkündür. Bir neslin yetişme anlamında yaşaması ve batması da yine kadına bağlıdır. Kadınlar neslin, dinin, evin, erkeğin muhafızıdır. Asıl itibariyle erkek ve kadının birbirine ihtiyacı vardır. Yine her ne kadar batı da yasal olup, ülkemizde şu an için yasak olsa da bunun irtibatını koparmak için sperm bankaları kurulur oldu. Fertlerin asla birbirine ihtiyaçlarında söz etmemek için.

Dedik ya batı ve onların kuyruklarına takılanlar kadın noktasında iki yüzlüdürler. İşte kadını koruma noktasında da iki yüzlüdürler. Kadınları evlerinden çıkarıp, tabiri caizse kurtların önüne atıp, sonra da onları korumak için kanunlar ve sözleşmeler hazırlamak ve çıkarmak zorundadırlar. Bu sözleşmelerden birisi de uzun süre tartışmalara neden olan İstanbul sözleşmesidir. Şurası da manidardır ki İstanbul sözleşmesi, Avrupa tarafından içeriği hazırlanmış, ancak kendisini İslam’a nispet eden ülkeler ile birlikte mutabakata varılan bir metindir. Hâlbuki dünya ülkelerinin bazıları kendilerini İslam’a bazıları kendilerini Hristiyanlığa, bazıları kendilerini Yahudiliğe, ya da ateizme nispet etmekteydiler. Nasıl bunların tamamının bakış açısı bir konu hakkında ortak olabilir ki?

İstanbul sözleşmesinin içeriğinde ne mevcut?

İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası bir sözleşmesidir.

İstanbul sözleşmesi, kadının beyanını herhangi bir delil olmasa da esas alan bir sözleşmedir. Kadın hakları için her ne kadar ön plana çıksa da aslında sözleşme de var olan hususlardan birisi de toplumsal cinsiyet eşitliğidir. Yani kadınla birlikte, hemcinslerine eğilimi olan insanların da haklarını muhafaza etmeyi ihtiva etmektedir.

İslam şeriatı kadın için evini tayin etmiştir. Kadına evi ile alâkalı bir misyon yüklemiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın.”[7]

Bir başka ayette ise kadın erkeği boşadıktan sonra dahi kadınları evlerinden çıkarmayın diyerek erkeğe ait olan evi dahi kadına izafe ederek getirmektedir.

“Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın.  Rabbiniz olan Allah'a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.”[8]

Allah Rasulü (sav) ise şöyle buyurmaktadır;

“Dikkat edin hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz. Yönetici, yöneticisi olduğu insanlardan sorumludur ve onlardan mesuldür. Erkek evinin ehlinden sorumludur ve onlardan mesuldür. Kadın ise eşinin evinden ve çocuğundan sorumludur ve onlardan mesuldür. Kişinin kölesi, efendisinin malından sorumludur ve ondan mesuldür. Dikkat edin hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.”[9]

Yukarıdaki ayetlerden ve hadisten açıkça anlaşılacağı üzere İslam, kadına evini, ailesini yetiştirme ve onlar ile ilgili sorumluluklar yüklemiştir.

Kadınlar ile alakalı bir yazıda yeri gelmişken birkaç cümle de muvahhid bacılarımız için yazmamız gerekmektedir. Aslında bundan sonrası için yazılacak satırların hepsi geniş bir şekilde izah edilme mecburiyetindedir. Ancak birkaç cümle ile şunları ifade etmek gerekir.

İslam dininin ilk dönemlerinde, dinin ve davanın en büyük destekçisinin bir kadın olduğunu; bacılarımız, ablalarımız unutmamalıdır. Hatice annemiz, efendimize vahiy geldiği andan itibaren desteğini esirgememiş ve sürekli olarak efendimizin arkasında durmuştur. Vahiy ilk geldiği anda efendimizi teskin eden bizzat kendisi olmuştur.

Efendimize vahiy geldiği zaman, korkarak evine geldi. Başına gelenleri anlattıktan sonra, “Bana neler oluyor, Hatice?” diyerek kendinden korktuğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Hatice, Rasûlullah’ı (sav) rahatlatarak şu sözleri söyledi: “Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten aciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları gözetirsin, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin”[10]

Bu olay bize şunu anlatmaktadır, dava adamı olmak isteyen bir kimsenin evinde de bir dava kadınına ihtiyaç vardır. Dava kadını demek; ilmi olan, ezberi fazla, fıkıh, akide tahsil etmiş bir kadın demek değildir. Bu ilimleri edinmek ve tahsil etmek elbette mühimdir. Ancak bir kadının dava kadını olması sadece bu kıstaslar ile ölçülmez.

Dava kadını; kocasını, dava ve davet sahasından evine döndüğünde rahatlatan, az bilgisiyle de olsa eşine nasihat eden, dava hususunda kocasının gayretini diri tutmaya çalışan kadındır. Dava kadını, erkeğini dünyalıklar ile sürekli boğmak suretiyle kocasına masraf çıkarmayan, ortaya konulması gereken emeğin büyük bölümünü, İslam için koymaya çalışan bir ailenin yapı taşıdır. Dava kadını, İslam’a hizmet ettiğinden dolayı evini yer yer ihmal eden kocasını anlayışla karşılayan, mızmızlanmayıp, dırdır etmeyen kadındır. Kocasının misafirlerine yüzünü ekşitmeden, rahatsızlık duymadan ve rahatsız etmeden hizmet eden kadındır. Çünkü dava evleri geleni, gideni bol, yiyeni, içeni çok olan evlerdir.

Bu satırların arkasına yeri gelmişken değinilmesi gereken bir başka konu ise, erkek cinsinin kadın cinsinden üstün olması, tüm fertlerinin kadınlardan üstün olması demek değildir. Kadınların içerisinde niceleri vardır ki erkeklerden çok daha üstündür. Örneğin peygamber eşleri olan annelerimiz nice erkeklerimizden kat ve kat daha üstün derecelere sahiptirler.

[1]  (33/ Ahzab 36)
[2]  (24/ Nur 4)
[3]  (24/ Nur 23-24)
[4]  (Buhari)
[5]  (24/ Nur 31)
[6]  (4/ Nisa 34)
[7]  ( 33/ Ahzab 33)
[8]  (65/ Talak 1)
[9]  Buhari
[10] Buhari
Whatsapp Destek