Osman'ın (ra) Halife Seçilmesi ve Şura Olayı

İslam tarihindeki birçok olay hakkında İslam düşmanları tarafından ortaya atılmış birçok iddia ve yalan vardır. Şûra olayı ve Osman’ın (ra) halife seçilmesi hadisesi de bunlardan bir tanesidir. Bu batıl iddia ve yalanları ortaya çıkaranlar ise, önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere İslam âleminin iç paraziti konumunda olan Şialar ve onların batılı arkadaşları olan müsteşriklerdir. Bizlerin daha çok endişelenmemize sebebiyet vermesi gerekense, birçok tarihçi ve düşünürün bu tür yayınlardan etkilenip, metnini incelemeden, bilginin doğru olup olmadığını araştırmadan bu batıl iddia ve yalanları yaymaya kalkışmış olmasıdır.

Özellikle Şûra olayı ve Osman’ın (ra) halife seçilmesi konularında birçok yalan ve hakikatten uzak bilgi ortaya atılmış ve özel olarak bu maksatla kitaplar yazılmıştır. Ebu Mihnef, İbni Ukde ve İbni Bâbeveyh[1] gibi Şia tarihçiler kaleme aldıkları kitaplarda, Şûra olayında usulsüzlük yapıldığını, hilafetin Ali’nin (ra) hakkı olmasına rağmen Abdurrahman bin Avf’ın (ra) sırf akrabası olduğu için reyini Osman’dan (ra) yana kullandığı gibi bir çok batıl iddiayı nakletmişlerdir. Bu hadise hakkında Şia tarihçilerden nakil yapan meşhur tarihçilere gelince bazılar şunlardır:

İbni Sa’d, Vâkıdî tarikiyle, şura olayı ve Osman’ın (ra) halifeliği ve kendisine biat edilmesi konularında dokuz rivayet nakletmiştir.[2] Vâkıdî, önceki yazılarımızda da konu olduğu üzere meşhur Şia tarihçilerinden biridir.

Belâzüri şûra olayını ve Osman’a (ra) biat edimesini Ebu Mihnef[3] ve Hişam el-Kelbî’den nakletmiştir.[4]

Yine Taberî de bu olayları anlatırken birçok farklı rivayetten faydalanmıştır. Şia’nın meşhur tarihçilerinden biri olan Ebu Mihnef’in rivayetleri de Taberî’nin kaynakları arasındadır.[5]

Şia kaynakları bu hadiseyle alakalı doğruluğuna dair delil bulunmayan birçok asılsız bilgiyi içermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:
 
Halifenin seçiminde sahabenin taraf tuttuğu iddiası


Şia kaynakları, Osman’ın (ra) halife seçilmesi sırasında sahabenin taraflı davrandığını, Abdurrahman bin Avf’ın (ra) biat etmek suretiyle Osman’ı (ra) halife seçmesine Ali’nin (ra) razı olmadığını aktarmıştır. Razı olmamasının sebebiyse Abdurrahman bin Avf’ın (ra) Osman (ra) ile akraba olması hasebiyle tarafgirlik yapmasının muhtemel olmasıdır. Ebu Mihnef, Ahmed el-Kelbî ve el- Cevherî bu hadiseyi şöyle aktarmaktadır: Ömer, tarafların eşit olması durumunda tercihin Abdurrahman bin Avf’ın olduğu taraf olduğunu belirtmiştir. Böyle olunca Ali halifeliğin elinden gittiğini düşünmüştür. Çünkü akrabası olması sebebiyle, Abdurrahman bin Avf, Osman’ın halife olmasını isteyecektir.[6] Bu apaçık bir iftiradır. Zira Osman (ra) ile Abdurrahman bin Avf (ra) arasında herhangi bir akrabalık yoktur. Hatta Abdurrahman bin Avf’ın (ra) kabilesi olan Zühreoğulları Rasulullah’ın (sav) annesinin kabilesi olması hasebiyle Haşimoğullarına daha yakındır.

İbni Teymiyye (rh), Osman (ra) ile Abdurrahman bin Avf (ra) arasında bir akrabalığın olmadığını belirtmiş ve şöyle demiştir: ”Abdurrahman bin Avf, Osman’ın kardeşi veya amcasının oğlu değildir. İkisi aynı kabileden de değildir. Birisi Zühreoğullarından diğeri Umeyyeoğullarındadır. Zühreoğulları, Umeyyeoğullarına göre Haşimoğullarına daha yakındır. Zühreoğulları Peygamber’ın (sav) kardeşleridir. Abdurrahman bin Avf ve Sa’d bin ebî Vakkâs Zühreoğularındandır. Rasulullah (sav) Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın anne tarafından akrabası olduğunu belirtmiştir.”

Yine Medine’ye hicretin hemen akabinde Rasulullah (sav) tarafından tesis edilen kardeşlikte, Rasulullah (sav), ne Muhacirle Muhaciri ne de Ensarla Ensarı kardeş ilan etmiştir. Rasulullah (sav) ancak Ensarla Muhaciri kardeş ilan etmiştir. Ve bu kardeşlik ilanında Osman (ra) ile Abdurrahman bin Avf (ra) arasında bir kardeşliğin vuku bulmuş olması mümkün değildir. Nitekim de Abdurrahman bin Avf’ın (ra) Ensar’dan olan kardeşi Sa’d bin er-Rabî’dir. Buda göstermektedir ki Şiaların iddia ettiği gibi Osman (ra) ile Abdurrahman (ra) arasında ne akrabalık vardır nede özel bir kardeşliğin vuku bulmuş olması söz konusudur.


İbni Kesîr şöyle der: “İbni Cerîr gibi birçok tarihçinin, Ali ile Abdurrahman bin Avf arasında geçtiğini ifade ederek naklettikleri rivayet şöyledir: Ali, Abdurrahman bin Avf’a: ”Beni aldattın. Akraban olduğu için onu seçtin. İşlerinde sana danışsın diye ona biat ettin.” dedi. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf şu ayeti okudu: ‘Herhalde sana biat etmiş olanlar ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onlarının elleri üstündedir. Bundan dolayı, kim vazgeçerse ancak kendi aleyhine vazgeçmiş olur. Her kim de Allah’a verdiği sözü yerine getirirse, Allah ona ahrette büyük bir mükâfat verecektir.’[7] Sahih kaynaklardaki bilgilere aykırı olarak nakledilmiş olan bu tür bilgiler geçersizdir, söyleyeni ve nakledeniyle reddedilmiştir. Allah en doğrusunu bilendir. İmamiyenin vehimlerine dayalı olarak sahabeyle ilgili ortaya atılan iddialar ve doğruluğuna, yanlışlığına, zayıfına ve sahihine bakmadan duyduğunu anlatan hikayecilerin verdiği bilgiler geçersizdir, reddedilmiştir. Doğruya ulaştıran Allah’tır.”[8]
     
Emevî grup ve Hâşimî grup iddiaları

Şia’nın meşhur tarihçilerinden bir olan Ebu Mihfef’ten gelen rivayetlere bakıldığında, halifenin seçimi ve akabinde gerçekleşen biat sırasında Umeyyeoğullarıyla Haşimoğulları arasında şiddetli bir çekişmenin olduğu rivayet edilir. Bu kesinlikle doğru değildir. Zira ortaya atılan bu iddiayı destekleyen ne sahih nede zayıf bir delil bulunmamaktadır. Ancak ne yazık ki bazı tarihçiler yaklaşımlarını bu kaynaklardan belirleyerek görüşlerini bu yalanlar üzerine bina ettiler. Buna göre de halife seçimi esnasında insanların Emevî ve Hâşimî olarak ikiye ayrıldığını ve seçimin kabile çekişmeleri içerisinde geçtiğini eserlerine aktardılar.

Kabileleri farklı olmalarına rağmen Ensar ve Muhacir kardeşçe yaşamışken, halife seçiminin asabiyetçilik anlayışıyla yapıldığını iddia etmek hiç de isabetli değildir. Onlar, asabiyetçiliği ayaklarının altına alan bir peygamberin arkadaşlarıyken bu nasıl mümkün olabilir. Onlar ahretleri için bütün dünyalıklardan vazgeçen bir toplulukken, kendileri için kabile anlayışına dayalı bir ithamda bulunulması hiç doğru değildir. Ayrıca seçimi yapan şûranın içinde cennetle müjdelenen sahabelerin olması bu iddiaların ne kadarda muhal olduğunun en büyük delilidir. Bu günün Müslümanları arasında bile milliyetçilik duyguları ayakların altına alınmışken, otuz yıldır savaş halinde olan bir coğrafyanın çocukları olan Türklerle Kürtler bu akideyle kardeş olmuşken, bu akidenin öncülerinin kabilecilik yaptığını, hele hele hilafet gibi ümmetin genelini ilgilendiren önemli bir meselede bunu yaptığını iddia etmek büyük bir iftiradır. Zira bu mesele ne aile meselesidir nede aşiret meseledir. Bu mesele ümmet meselesidir. Ve bunun bilincinde olmaya en yakın olanlar Rasulullah’ın (sav) ashabıdır. Bu sebeple şûra olayında sahabelerin Emevî ve Hâşimî olarak ikiye ayrıldığını ve halife seçiminin bu çekişmenin sahne aldığı bir mecliste gerçekleştiğini kabul etmemiz mümkün değildir.

Osman’ın (ra) halifeliği en çok hak eden kişi olması

Osman’ın (ra) halifeliği en çok hak eden kişi olduğu konusunda Müslümanlar arasında bir şüphe bulunmadığı gibi, onun halifeliğinin sıhhati konusunda da herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Osman’ın (ra) halifeliğe layık olmadığı yönünde iddialarda bulunan kişi şaşırmış ya da Rasulullah’ın (sav) ashabından öfke ve hırsla intikam alma peşine düşmüş bir kimse olmalıdır.


Buhârî’nin ibni Ömer’den rivayet ettiği haberde, İbni Ömer şöyle der: “Biz Peygamber’den sonra, kimseyi Ebu Bekir’e denk görmezdik. Ondan sonra Ömer, sonra Osman. Bu üçünün dışında üstünlük sıralaması yapmazdık.”[9] Bu rivayet göstermektedir ki Allah (cc) adeta hilafet makamını üstlenecek kişileri Mü’minlerin kalplerine ilham etmiştir. Bu suretle de Mü’minleri, Rasulullah’ın (sav) yokluğunda olası bir karmaşadan korumuş ve onların birlik ve beraberliklerini muhafaza etmiştir. Zira bu durum, Allah’ın (cc) hayrını dilediği topluluklarının durumudur.

İbni Teymiyye (rh) şöyle der: “Bu hadis, sahabelerin aralarında en üstün kişi olarak Ebu Bekir’i, sonra Ömer’i, sonra da Osman’ı gördüklerini ortaya koymaktadır. Rivayet edildiğine göre, bu sıralama Rasulullah’a (sav) ulaşmış ve kendisi buna tepki göstermemiştir. Böyle olunca bu sıralamanın nassla sabit olduğu söylenebilecektir. Eğer bu haber değilse, o zaman da bu sıralama Ensar ve Muhacir arasında sabit olduğunu söylemek gerekir. Diğer yandan bu sıralama Ömer ’in vefatından sonra Osman’ın seçilmesi sırasında bütün Müslümanların itirazsız biat etmesiyle birlikte tekrardan sabit olmuştur.”[10]

Diğer önemli bir nokta ise sahabenin hepsinin adil olmasıdır. Aralarında geçen bazı olaylara dayanarak herhangi birisiyle ilgili olumsuz değerlendirmeler yapmak caiz değildir. Olaylara ilişkin sahabe arasında gündeme gelen farklılıklar, bakış açılarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu farklılıkların sahabelerin imanıyla yada Rasulullah (sav) olan yakınlıklarıyla bir alakası yoktur.

İbni Teymiyye (rh) şunları söylemektedir: “Ömer’in vefatından sonra halife seçimi, Osman’ın takdimi ile sonuçlandı. Her ne kadar Osman ve Ali’den hangisinin daha faziletli olması meselesi kişiyi dalalete düşürmemekteyse de, cumhurun görüşüne göre hilafet meselesinde muhalif davranan kimse dalalete düşer. Ehl-i sünnetin cumhuruna göre halifelerin sıralaması Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Kim bunu inkar ederse o, bahçesindeki eşekten daha kötü durumdadır, sapıklık içindedir.”[11]

Aktarılan bütün nakiller, Osman’ın (ra) hilafeti en çok hak eden kişi olduğunu işaret eden güçlü delillerdir. Bu konuda, Kitap ve sünnete sıkı bir şekilde bağlanmış, Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetine göre yaşamaktan mutluluk duyan iman ehli kimselerin hiçbir şüpheleri yoktur. Onlar ehl-i sünnet ve’l cemâat olarak diğer fırkalardan ayrılmıştır. Bu sebeple de her Müslümanın Osman’ın (ra) halifeliği en çok hak eden kişi olduğunu kabul etmesi ve bu konuda işaret eden ayet ve hadislere kulak vermesi gerekir. En büyük cahillik ise bu günün Müslümanları tarafından şek ve şüphesiz olarak tasdik edilen bu hakikatten Ali’nin (ra) gafil olduğunu, bu sebeple de sahabenin seçiminden razı olmadığını iddia etmektir. Bugün herhangi bir Müslümana bile yakıştırmadığımız bu hal ve hareketleri böylesine değerli şahsiyetlere yakıştırmak ne kadar doğrudur. Hele hele Ali (ra) gibi büyük bir savaşçıyı, sırf hilafetini ispatlamak adına her halife seçiminde aciz göstermek kabul edilir bir durum değildir. Allah’a hamd olsun ki sahih haberlerin tümü, bu müfteri güruhun iddialarının aksinedir.

Duamızın sonu âlemlerin Rabbi Olan Allah’a hamd olsun.
                                                                                                             
 
[1] Ez-Zeîa İlâ Tesânîf’ş-Şîa, c.14,s.246
[2] Et-Tabakâtu’l-Kubrâ, c.3,s.63,67
[3] Ensâbu’l-eşrâf c.5,s.18,19
[4] İki tarihçi hakkında Takva Dergisinin 6. Sayısında detaylı bilgi verilmiştir.
[5] Abdulaziz Nûr,Esru’t-Teşrî Alâ Rivâyâti’t-Târihiyye.s.321
[6] Abdulaziz Nûr,Esru’t-Teşrî Alâ Rivâyâti’t-Târihiyye.s.322
[7] Fetih suresi,10
[8] El- Bidâye ve’n-Nihâye,c.7,s.152
[9] Bûharî, Fezâil-ü Eshâb –i Nebî,3698
[10] Menâhicü’s-Sünne , c.3,s.165
[11] Mecmûatu’l-Fetâvâ, c. 3, s.101,102
Whatsapp Destek