Rasulullah'ın (sav) Mirası

Günümüz müsteşriklerinin iddia ettiği hususlardan biride, nübüvvet müessesesinin siyasi ve iktisadi menfaatleri elde etmek için tarih sahnesinin bazı dönemlerinde gündeme getirilen asılsız bir iddia olduğudur. Oysa hakikat şudur ki, hiçbir Peygamber şahsı namına nübüvvet makamını kullanarak siyasi ve iktisadi bir menfaat elde etmediği gibi, elde ettiği tüm kazanımları da efrâd-ı ailesine tahsis etmeyip ümmetinin hizmetine bırakmıştır. Tüm Peygamberlerin dünyalık emellerinin olmadığının en büyük delili, terekelerini efrâd-ı ailelerine bırakmayıp sadaka olarak tahsis etmeleridir. Nitekim Rasulullah (sav) buyurmaktadır ki;

”Biz miras bırakmayız, bizim terekemiz sadakadır.”[1]Bu sebeple Peygamberlerin nübüvvet iddiasında bulunarak içinde bulundukları kavimlerinden siyasi ve iktisadi menfaatler elde ettiğini söylemek hakikate Fizan kadar uzak bir yalandır. Ancak Rasulullah’ın (sav) terekesi hakkındaki asılsız iddialar bununla sınırlı değildir. Müsteşriklerin orta doğulu kardeşleri olan Şî’alar da, Rasulullah’ın (sav) terekesinin sadaka olduğu gerçeği ortada durur olmasına karşın fey malı olarak kendisine tahsis edilen Hayber ve Fedek arazilerinin Fatıma’nın (ra) hakkı olduğunu, Ebu Bekir’in (ra) bunu bildiği halde bu arazilerin mülkiyetine el koyduğunu ve bu sebeple de Fatıma’nın (ra) ölünceye kadar Ebu Bekir’le (ra) konuşmadığını iddia etmektedirler. Hatta muasır Şî’alar, Ebu Bekir’in (ra) Ali’yi (ra) hilafet hususunda kendisine karşı bir tehdit olarak addettiği için, ileride sıkıntı çıkarmasına karşılık bir önlem olarak Fedek ve Hayber arazilerine el koyduğunu ve bu hamlesiyle rakibinin iktisadi gücünü kırmaya çalıştığını iddia etmektedirler. Peki, tüm bu iddialara karşın hakikat nedir?

İlk öncelikle şu noktayı belirtmek gerekir ki Şî’alar, mezkur iddiayla Ali ve Fatıma’nın (ra) haklarını müdafaa ediyor gibi görünseler de, asıl maksatları, bu hadiseyi gündeme getirerek Ebu Bekir‘in (ra) adalet vasfına ve hadislerin amel edilebilirliğine gölge düşürmektir. Zira Ali’nin (ra) imamlığını ispatlamanın önündeki en büyük engel, sahabelerde varid olan adalet ve Rasulullah’a (sav) isnatla rivayet ettikleri hadislerin amel edilebilirliğidir. Bu sebeple de Şî’alar tarih boyunca emellerine ulaşabilmek için sahabelere ve onların vesilesiyle günümüze vasıl olan hadislere taarruz etmişlerdir. Bu sebeple de sahabelerin adalet vasfına ve hadislerin amel edilebilirliğine gölge düşürmeye çalışan bu güruhun yalanlarına cevap vermek üzerimize vacip olmuştur.

Meselenin hakikatine gelince, Aişe annemiz aktarıyor ve diyor ki; ”Fatıma ve Abbas, Ebu Bekir’e geldiler. Rasulullah’ın mirasını, Fedek’teki araziyi ve Hayber’deki payını istiyorlardı. Ebu Bekir onlara; ”Rasulullah’ın “(Biz Peygamberler) mirasçı olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır. Ancak Muhammed’in evinin halkı bu maldan yer.” buyurduğunu işittim” dedi.[2]

Başka bir rivayette Ebu Bekir (ra) şöyle diyor; ”Rasulullah’ın yaptığı hiçbir işi terk etmedim. Onun işlerinden birini zayi etmekten korkarım.”[3]

Aişe annemizden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir; ”Rasulullah vefat ettikten sonra hanımları Osman bin Affan’ı, Rasulullah’tan kalan miraslarını istemek üzere Ebu Bekir’e göndermek istiyorlardı. Bunun üzerine ben; ”Rasulullah “(Biz Peygamberler) mirasçı olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır.” buyurmadı mı?” dedim.[4]

Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir; Rasulullah (sav) şöyle buyurdu; "Benim varislerime dinar kalmaz. Bıraktıklarım, hanımlarımın nafakası ve hizmetlilerimin masrafı çıktıktan sonra sadakadır.”[5]

Nitekim Ebu Bekir’in (ra) Fatıma’ya (ra) karşı yapmış olduğu uygulama Rasulullah’ın (sav) bu hadislerine imtisalendir. Yoksa Ebu Bekir’in (ra) Rasulullah’ın (sav) yapmış olduğu bir işi terk etmesi mümkün değildir. Bu sebeple de “Rasulullah’ın yaptığı hiçbir şeyi terk etmedim.”[6] demiştir. Zira Medine’nin baskın yeme ihtimaline rağmen Rasulullah’ın (sav) tertip etmiş olduğu Usame bin Zeyd’in (ra) ordusunu bile geri çevirmekten içtinap eden bir şahsiyetin böyle bir şey yapması mümkün değildir.

Fatıma’ya (ra) gelince, Ebu Bekir’in (ra) delili ortaya koymasından sonra nizayı kesmiştir. Delili gördükten sonra faziletine yaraşır bir şekilde boyun eğmiş ve Rasulullah’ın (sav) sözüne ram olmuştur. İbni Kuteybe[7] şöyle diyor; ”Fatıma’nın (ra) Ebu Bekir’e (ra) miras meselesinde karşı çıkması yadırganacak bir şey değildir. Zira o Rasulullah’ın (sav) bu husustaki hadisini bilmiyordu ve –başkaları babalarına mirasçı olduğu gibi- babasına mirasçı olacağını zannediyordu. Ne var ki Rasulullah’ın (sav) bu husustaki hadisi kendisine söylenince bu davadan vazgeçti.”[8]

Kadı İyaz diyor ki; ”Ebu Bekir (ra) hadis ile delil getirdikten sonra Fatıma (ra) münazaayı kesmiştir. Hadis kendisine ulaşınca kendi görüşünü terk etmiştir. Daha sonra ne o, ne de onun zürriyetinde herhangi biri, miras talep etmemiştir. Ali’de (ra) hilafet makamına geçtiğinde Ebu Bekir (ra) ve Ömer’in (ra) yaptığının dışında bir şey yapmamıştır.[9]

Ulemanın da aktarımlarında görüldüğü üzere Fatıma (ra) kendisine deliller ulaştıktan sonra Rasulullah’ın (sav) bu mesele hakkındaki hükmüne inkıyat etmiş ve talebinden vazgeçmiştir. Bu sahabelerin hadislere ne kadar ihtimam gösterdiğinin delilidir. Eğer bugün bazı kimselerin iddia ettiği gibi hadisler Şer’î anlamda delil teşkil etmeseydi, Ebu Bekir’in (ra) bu hadisi ne gündeme getirmesi mümkün olurdu, nede Fatıma’nın (ra) bu delilin sunulması neticesinde talebinden vazgeçmesi mümkün olabilirdi.

Yine Hammad bin İshak da diyor ki; “Miras isteme meselesi hususunda sahih rivayetler gelmiştir. Abbas, Fatıma, Ali ve Rasulullah’ın (sav) hanımları miras için Ebu Bekir’e müracaat ettiler. Ebu Bekir ve Rasulullah’ın (sav) ashabından ileri gelenlerden bazı kişiler, Rasulullah’ın (sav); ”(Biz Peygamberler) mirasçı olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır.” buyurduğunu haber verince, onlar bunu kabul ettiler ve hak bildiler. Rasulullah (sav) bunu dememiş olsaydı Ebu Bekir ve Ömer’in kızları Aişe ve Hafsa daha çok pay alacaklardı. Onlar Allah’ın ve Rasulü’nün emrini tercih ettiler ve diğerleriyle birlikte kızlarını da pay almaktan men ettiler. Rasulullah (sav) miras bırakmış olsaydı, bu, Ebu Bekir ve Ömer için kızları Rasulullah (sav)’in mirasçısı olmaları hasebiyle büyük bir iftihar vesilesi olurdu.”[10]

Görüldüğü üzere Şî’aların iddia ettiklerinin tam aksine Ebu Bekir (ra) Fatıma’yı (ra) mirastan pay almaktan men ederken, aynı şekilde kendi kızını da daha fazla hak sahibi olmasına rağmen mirastan pay almaktan men etmiştir. Eğer Ebu Bekir’in  (ra) Fatıma’yı (ra) mirastan mahrum etmek suretiyle Ali’yi  (ra) zayıf düşürmek gibi bir maksadı olmuş olsaydı, onu bundan mahrum etmekle asıl kendini de mahrum ettiğinin hayli farkında olurdu. Ancak Ebu Bekir (ra) miras taksimi yapıldığında en çok kendi kızı faydalanacak olmasına ve Rasulullah’ın (sav) mirasçısı olmanın iftiharından mahrum kalacak olmasına rağmen, Rasulullah’ın (sav) yapmadığı bir işi yapmaktan imtina etmiştir. İşte bu detay Şî’aların iddialarını kökünden kurutan bir hakikattir.

Fatıma’nın  (ra) Ebu Bekir’e (ra) darıldığı ve ölünceye kadar onunla konuşmadığına dair aktarılan rivayetlere gelince, bu rivayetlerin uzaktan yakından gerçeklerle hiçbir alakası yoktur.

Beyhakî Şâbî’den rivayet ediyor; ”Fatıma hastalandığında Ebu Bekir Sıddîk geldi ve içeri girmek için izin istedi. Ali; ”Ey Fatıma, Ebu Bekir geldi, içeri girmek için izin istiyor”.(girsin mi?)diye sordu. Fatıma; ”Ona izin vermemi ister misin?” diye sordu. Ali; ”evet ”dedi ve Fatıma izin verdi, Ebu Bekir içeri girdi, geçmiş olsun demeye gelmişti.(geçmiş olsun dedi ve) ondan rızalık aldı.”[11]

Bu rivayette de görüldüğü üzere Fatıma’nın (ra) Ebu Bekir’e (ra) darıldığı ve ölünceye kadar onunla konuşmadığına dair yapılan rivayetler yoka çıkmaktadır. Zira “Rasulullah’ın (sav) akrabalarına iyilikte bulunmam bana kendi akrabalarıma iyilikte bulunmamdan daha sevimlidir.” diyen Ebu Bekir’e (ra) bir şey yapmışsa bundan insanlar razı olmasa da Rasulullah’ın (sav) emrine imtisalen yapmıştır. Rasulullah’ın (sav) emri doğrultusunda yapılmış olan bir uygulamaya Fatıma’ın (ra) razı olmaması hatta bu uygulamayı icra eden kişiye karşı husumet davası gütmesi ise asla kabul edilir bir durum değildir. Zira kendisi Rasulullah’ın (sav) hükmüne en başta boyun eğmesi gereken kişilerin en başındadır.

Bu rivayetlere karşı vereceğimiz ikinci cevap ise, Fatıma’ın (ra) ahvalinin husumet davası gütmeye imkân vermemesidir. Zira Fatıma (ra) mahlûkatın efendisi olan babasını kaybetmişti. Bu, bütün musibetleri gölgede bırakan bir musibetti. Bu musibetin ağırlığı onu yatak hastası haline getirmişti. Değil İslam halifesi, kimseyle görüşmüyordu. Ki İslam halifesinin de büyük meşguliyetleri vardı. Ümmetin işleriyle ilgileniyordu. Başta riddet savaşları olmak üzere büyük gaileler İslam devletini meşgul ediyordu. Ayrıca Fatıma (ra) Babasına yakın bir zamanda kavuşacağını biliyordu. Zira Rasulullah (sav), ehl-i beytten kendisine ilk kavuşacak olanın o olduğunu kendisine müjdelemişti.[12] Böyle bir müjdeyi alan bir kişinin miras peşine düşmesi nasıl mümkün olabilir?

Yine sabittir ki Ebu Bekir (ra) hilafeti müddeti içinde ehl-i beyte, Rasulullah’ın (sav) Medine’deki fey hakkından, Fedek mallarından ve Hayber’deki beşte bir hakkından veriyordu. Ne var ki o Rasulullah’tan (sav) işittiği hadisin gereği üzere miras hükümlerini onlara uygulamamıştı. Ve bu uygulama kesinlikle mülkiyet alımı değildi, Ebu Bekir’in (ra) yaptığı sadece tasarruf  hakkını alıp Rasulullah’ın (sav) tasarruf ettiği şekilde kullanmaktı.

Muhammed bin Bakır namıyla maruf Muhammed bin Ali bin Hüseyin’den ve Zeyd bin Ali’den nakledildiğine göre onlar şöyle demiştir; ”Ebu Bekir’den herhangi bir haksızlık ya da zulüm varit değildir.”[13]

Asılsız rivayetlere vereceğimiz üçüncü cevap ise Fatıma’ın (ra) cenazesinde yaşananları aktaran şu rivayettir. Fatıma (ra) Rasulullah’ın (sav) vefatından altı ay sonra hicretin on birinci yılında Ramazan ayının üçünde Salı gecesi vefat etti. Malik bin Cafer bin Muhammed babasından o da Ali bin Hüseyin’den naklettiğine göre şöyle demiştir; ”Fatıma akşamla yatsı arasında vefat etti. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Zübeyir ve Abdurrahman bin Avf geldiler. Fatıma namaz için musalla taşına konduğunda Ali; “Ey Ebu Bekir, öne geç kıldır.” dedi. Buna karşılık Ebu Bekir; "Sen varken olmaz ey Hasan’ın babası.” dedi. Ancak Ali; ”Evet olur. Allah’a and olsun ki onun namazını senden başkası kıldırmayacak.” diyerek ısrar etti ve bu ısrar üzerine Ebu Bekir onun namazını kıldırdı ve o, gece vakti defnedildi.”[14]

Müslim’in rivayetine göre de -ki tercihe şayan olan rivayet budur- Fatıma’nın (ra) namazını Ali (ra) kıldırmıştır.[15]

Hulasa Rasulullah’ın (sav) halifesi Ebu Bekir Sıddîk’ın ehl-i beyt ile bağı bu şekilde idi. Her iki taraf da birbirine karşı sevgi ve saygı besliyordu. Onlara yakışanda bu idi. Hatta Ali (ra) bir oğluna Ebu Bekir ismini vermişti. Ve en önemlisi ona olan yakınlığının bir gereği olarak Ebu Bekir’in (ra) oğlu Muhammed’i Ebu Bekir’in (ra) vefatından sonra yanına almış yetiştirmiş ve halifelik yıllarında ona valilik vermişti. Tüm bu hakikatler göstermektedir ki Şî’aların iddia ettiklerinin tam aksine Ebu Bekir (ra) ile Rasulullah’ın (sav) ailesi arasında herhangi bir husumet yoktu. Ebu Bekir (ra) bu tip iç meseleleri Rasulullah’ın (sav) sünnetine sıkı sıkıya bağlanarak çözmüştü. Allah subhanehu ondanda bütün Ashab-ı Kiramdan da razı olsun.

Duamızın sonu alemlerin Rabbi Olan Allah’a hamd olsun..


 
 
[1] (Buhari,6726)
[2] (Buhari,6726)
[3] (Muslim,1759)
[4] (Buhari,6730/Muslim,1758)
[5] (Buhari,6729)
[6] (Muslim,1758)
[7] (Abdullah bin Müslim Kuteybe hicri 276 da vefat etmiştir.(Şezerâtu’z Zeheb 2/169)
[8] (Te’vîlü  Muhtelefi’l Hadis,189)
[9] (Şer-i Sahih-i Müslim, Nevevi 12/318)
[10] (El Bidâye Ve’n Nihâye 5/252,253 isnadı ceyyittir,kavidir.)
[11]( Ebu Bekir’in (ra) Hayatı,Ali Muhammed Sallâbi,S.214/300)
[12] (Müslim,2450)
[13] (El Murtaza,Nedvî 90,91)
[14] (El Murtaza,Nedvî,94)(Ebu Bekir’in (ra) Hayatı Ali Muhammed Sallâbİ,S.215,216/305)
[15] (Müslim,1759)
Whatsapp Destek