Saadet Üç Şeydedir | Burak Gültepe

Bir an özgür bırakıldığınızı ve dünyalık ne isterseniz size verileceğini düşünün!

Ve diğer insanlara da aynı özgürlük verilse…

Dünyada neleriniz olsun isterdiniz?

İnsanlara ihtiyaçları sorulsa, kim bilir neler sayarlardı? Villadan, lüks arabadan, telefondan, itibarlı işten, bol paradan, uzun tatilden, lüks kıyafetlere kadar fuzuli şeyleri sayıp dökerlerdi. Ancak söyleyeceklerinin çoğu âhiretlerini ilgilendirmeyen, dünyada da ihtiyaçtan öte zevk ve sefa veren şeylerden ibaret olurdu. Oysa vahiy ile aydınlanmış gönüllerin aradıkları çok başka şeylerdir. Bu sebeple şu hadisi gündem yapmayı uygun bulduk:

Sa'd bin Ebî Vakkas (ra) rivayet ediyor, Resulullah (sav) buyurdular ki:


“Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; saliha bir hanım, geniş ev, rahat binek.” [1]

Şerh:

Saadet lügatte; mutluluk, bahtiyarlık, mesut olmak manalarındadır.
Dinde saadet: Kişinin, Allah'a iradi bir teslimiyet gösterip bilinçli bir yaşam sürerek O'nun emir ve yasaklarına itaat ettiğinde kalbinin mutmain olmasıdır. Akabinde kişi, musibetlere maruz kalsa bile huzurlu ve mutlu yaşar. Çünkü her şeyin Allah'tan geldiğini bilir.

Bu hadisle zımnen de şu üç şeyin insanoğlunu mutsuz edeceğini, üzeceğini, strese sokacağını anlıyoruz ki bunlar; kötü ahlâklı bir kadın, dar bir ev ve sıkıntılı bir binektir. Şimdi bu üç hususu sırasıyla inceleyelim.

1) SALİHA KADIN

Evlerimiz, içinde sükûnet ve huzur bulduğumuz yerlerdir. Eşlerin ve çocukların uyumu, bu huzuru pekiştirir. Kocaların rahatça kulluk yapabilmesi için evlerinde huzur olmalıdır. Bu huzur, İslam davası için daha fazla çaba harcamalarına da vesile olabilir. Ancak evinde problemleri olan bir kişi, dışarıda başarılı olamaz. Zira sürekli aklı evinde kalır ve stresli, dertli bir hayat yaşar.


Öncelikle dua… Çünkü dua müminin en önemli yardımcısıdır. Dua ile kul, Rabbine yakınlaşır ve ister. Evet, Allah’tan istemek kulun izzetidir; kullardan istemek ise zillettir. Ne istememiz gerektiğini yine Rabbimiz bildirmiştir: “Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.” [2]

Bu âyet, yüce bir ideali bizlere öğretiyor: Yöneticilik arzulamak yerine, Allah’tan korkanlara örnek olmak isteniyor. Yani, ‘Ey inananlar! Asıl gayeniz, Allah’a karşı takvalı ve takvada öncü olmak olsun’ mesajı veriliyor.

Kul, Rabbinden hidayet sonra da af ve afiyet, dünya ve ahiret hayırlarını istemelidir. Dünya hayırları çoktur ve bunun başında saliha kadın gelir.


Enes (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki:

"Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namaz kılındı." 
[3]

Âlimler kadının sevdirilmiş olmasını birkaç sebeple açıklar:

 
a) Şeriatın mühim bir kısmının kadınlar tarafından nakledilmiş olmasıdır.
  
b) Ümmetin sayıca artmasına kadınlar vesile olmaktadır. Kıyâmet günü Resûlullah diğer ümmetlere karşı, ümmetinin çokluğu ile övünecektir.

 
c) Kadın, dünyanın en hayırlı varlığıdır. Nitekim bir başka hadiste Resûlullah:Dünya bir metadır, en hayırlı metâ ise saliha kadındır"[4] buyurmaktadır.

Saliha bir kadın, Allah’a itaat eden, kocasına sevgi, saygı gösteren ve çocuklarına hem maddi hem manevi destek olan biridir. Eşi için bir göz aydınlığıdır; ona baktığında mutluluk hisseder. O halde kadınlar, Allah’ın razı olduğu hayatı yaşamalı ve bazı vasıfları üzerinde taşımalıdırlar.
Kur’an ve sünnette bu kadınların vasıfları zikredilmiştir. Bir âyet:


“Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”[5]

Allah’a iman bilinmeli ve İslam’a teslim olunmalıdır. Yani hem kalben hem de azalar ile kulluğa girilmelidir. Sıdk/doğruluk, sabır, takva, infak, oruç, iffet, zikir ise yol azığı olmalıdır. Kadınlar bunları yapmalı, erkekler de böylesi kadınları arayıp bulmalı, evlenmeli veya evlendirmelidir.

Şöyle bir soru sorulabilir; kadınlar kimi örnek almalıdırlar?


Ebû Musa’dan (ra) rivayete göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: 

Erkeklerden pek çok kimse olgunluğa erişti kadınlardan ise İmrân kızı Meryem ve Firavun’un karısı Asiye kemale erişenlerden oldu. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” [6]


Peki, hadiste geçen bu dört kadın diğer kadınlara ne ile üstün oldular.

Güzellikleriyle mi, zenginlikleriyle mi, soylarıyla mı?


Soy önemli olmakla birlikte esas üstünlük sebebi muhakkak ‘takva’ yani ‘Allah korkusu’ ileydi. Meryem iffetiyle ibadetiyle, Asiye kocasını, servetini, kraliçeliği reddedip Musa’ya (as) tabi olmasıyla, Hatice anamız Nebi (as)’a verdiği destek ile, Aişe anamız fıkhı ile ve daha nice takvalı güzel hasletleriyle diğer kadınların önüne geçtiler.

Bir soru; Kur’an’da Meryem (as) en çok hangi vasfıyla zikredilmiştir?


Cevap olarak en çok karşımıza çıkan vasfı ‘iffet’ olacaktır: “İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.”[7]

İlk vahiy geldiğinde Rasulullah (sav) ürpermiş ve korkarak ‘beni örtün’ diyerek eve dönmüştü. Olayı Hatice (ra) aktarmış, anamız ise ‘Başına bela aldın, ne işin var dağda taşta’ dememişti. Bizim kadınlarımız neler söylerdi acaba? Ama Hatice anamız dedi ki: “Sen rahat ol, endişe etme. Allah’a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabalık bağlarını gözetirsin, hep doğruyu söylersin, güçsüzlerin elinden tutarsın, zor durumda kalan mağdurların hakkını korumak için onlara yardım edersin, misafir ağırlamayı seversin, karşılaşılan problemlerde insanlara yardımcı olursun.”[8]

Âsiye olarak bilinen Firavun’un eşi ise Musa’ya (as) iman etmiş ve cezalandırılmıştı. Güneşe karşı dört çivi ile çivilenip üzerine bir kaya koymuşlar ve işte o anda şöyle dua etmişti;

Hani o (hanım): "Rabbim bana Kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (küfür ve kötülük) amelinden-davranışından koru ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar" (diye dua etmiş ve kabul edilmişti). [9]

O böylece Allah yolunda canını vermiş, şehid olmuştu.

Ey Kardeşim! Yakınlarında takvalı böyle kızlar/kadınlar bulursan bekarları onlarla evlendir. Yahut bekarsan takvalı bir hanım tercih et.

Zira Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir kadın, şu dört şey için nikâhlanır ya malı için ya soyluluğu için veya güzelliği için yahut da dindarlığı için alınır. Siz dindar olanını alın, eliniz dert görmez.”
[10]

Zamanımızda normal halkın yaptığı gibi samimi Müslümanlar da şu hatayı işlemektedir; evliliği erteliyorlar ve gençler nice günahlara düşüyor! Halbuki Nebi (sav), Ali (ra) şu tavsiye de bulunuyor ki, aynı tavsiye bize de yapılmaktadır:

“Ali! Şu üç şeyi geciktirme! Vakti gelen namazı, hazır olan cenazeyi, dengini bulduğunda bekâr kızı evlendirmeyi...”[11]


Bir genç kızın en büyük ideali evlenip yuva kurması olmalıdır. Bunun önüne başka dünya idealleri geçirilmemelidir. Maddi imkansızlıklar, evlilik ile ilgili bilinmeyenlere dair korkular, sorumluluklar, özgüven eksikliği, psikolojik sorunlar evliliğin gecikmesinin nedenleri olabilir. Hatta eğitimlerine uzun yıllar devam etmeleri yahut hafızlık yapmaları bile engel olabilir. Kadına cennet şöyle kolay kılınmıştır:

“Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, fercini koruduğu ve kocasına itaat ettiği vakit ona; Cennetin hangi kapısından dilersen oradan gir, denir.”[12]


Gençlerin evlilikleri geciktiğinde günahlara düşülecek, fıtratlar bozulacak, yeni gelen nesil de takvalı olamayacaktır. Çünkü günahların izleri vardır ve tevbe-i nasuh[13] yapılmadığında gelecekteki hayırlara da mâni olur. Evlilik yaşının gecikmesi ile çeşitli sağlık problemlerinin olabileceği de ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla ebeveynler vakti gelen gençleri evliliğe teşvik etmeli ve gerekli imkanları sağlamalıdırlar.

“Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz.”[14]

Eşlerin birbirlerine örtü olmaları, şehvet sebebiyle kötü yollara düşmeyi engellemeleri ve her ikisinin birbirine muhtaç olup, her bakımdan birbirlerini tamamlamalarından ötürüdür. Yüce Allah, kullarını bu fıtrat üzere yaratmıştır:

“Allah’ın ayetlerinden biri de kendileriyle kaynaşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır.”[15]


İmkanları müsait olmayıp da evlenemeyen kardeşlere de Rasûlullah’ın (sav) şu sözünü nasihat ederiz:

“Ey Gençler! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü harama bakmaktan korur. Tenasül uzvunu zinadan alıkoyar. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir gücü vardır."[16]


2) GENİŞ EV

Yaşadığımız asırda evlerimiz misafirlerimizi yahut yatılı misafirlerimizi ağırlamayı geçtim, kendi ailemize dahi küçük gelmektedir! Elbette ki küçük olduğu için değil, bizim gönüllerimizin dar olması, paylaşmayı sevmememizden kaynaklanmaktadır. Evler büyüdü ama misafirler de azaldı. Dolaplar belki çifter çifter dolu ama ikramlar az/cömertlik zayıf. Asrı saadette ise durum farklıydı. Onlarda rahmet ve cömertlik rüzgârları esiyordu. Çünkü Ensâr muhtaç oldukları halde kardeşleri olan Muhacirleri kendilerine tercih etmişler, evlerinde ağırlamışlardı. Bu açıdan bakıldığında Ensâr, Mekkeli kardeşlerini bağırlarına basmışlardı. Bu sebeple geniş ev, kişinin misafiri bol ve cömert olduğuna işaret etmektedir.

İmkânı olanlar ve misafiri çok olanlar için geniş ev daha iyidir. Dinimizin gereklerini yerine getirmek açısından da geniş ve müstakil evler misafir ağırlamaya daha elverişlidir. Hem çocuklar dört duvara sıkışıp kalmaz bahçede oynayabilirler. Evin geniş olması mecazi olarak da düşünülebilir. Mesela, "ocağının külü bol" demek o kişinin misafirperver ve cömert olduğuna işaret eder. Geniş ev de aynı şekilde misafirperverliğe teşvik olarak da düşünülebilir. Ayrıca çocuk sahibi olmaya da teşvik olabilir.

Geniş ev ve saliha kadının önemini bildiren şu hadiseye bir kulak verin.

Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Bir adam Rasûlullah (sav)’e gelerek:


“Ben açlıktan bitkinim!” dedi. Nebi (as), derhal hanımlarından birine haber gönderip yiyecek istedi. Ama o validemiz: “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki yanımızda sudan başka bir şey yok!” diye cevap verdi. Nebi (as), bunun üzerine diğer bir hanımına haber gönderdi. O da aynı şeyi söyledi. Efendimiz (sav) sonunda:

“Bu aç olan şahsı kim misafir ederse Allah ona rahmet edecektir!” buyurdu.

Ensar’dan Ebû Talha (ra) kalkıp: “Ey Allah’ın Rasûlu! Ben misafir edeceğim!” buyurdu ve onu evine götürdü. Evde hanımına: “Evde yiyecek bir şeyler var mı?” diye sordu. Hanımı: “Hayır, sadece çocukların yiyeceği kadar var!” dedi. Bunun üzerine Ebû Talha: “Sen onları bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lambayı düzeltmek üzere kalk ve onu söndür!” diye tembihte bulundu.
 
Kadın söylenenleri yaptı. Oturdular, misafirleri yedi. Karı-koca o geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca Peygamber (sav) Efendimize geldiler. Allah Rasûlü (sav) Ebû Talha’ya:

“Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teâlâ Hazretleri taaccüp etti (ve güldü)!” buyurdu ve bu hâdise üzerine şu ayet-i kerimenin nâkil olduğunu haber verdi:


“Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar dahi, onları kendi nefislerine tercih ederler.” [17] [18]

Rabbimiz ise onların durumunu şöyle anlatır; Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş bulunan Ensar’ın da bu ganimet mallarında hakları vardır. Onlar beldelerine göç eden Muhacirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden ötürü gönüllerinde en küçük bir kıskançlık ve burukluk duymazlar. Hatta onlar ihtiyaç içinde kıvransalar bile, daha muhtaç durumda olan mü’min kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Şunu bilin ki, kim nefsinin cimriliğinden ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, dünyada da âhirette de kurtuluşa erecek olanlar, işte bunlardır.”[19]

Zamanımızda çoğu insan belki bizler de yaptığımız iyilikleri unutmuyor, hatta başa kakıyoruz. O sahabeler kendileri ihtiyaç halindeyken verdiler. Yani yarı yarıya paylaştılar da değil. Kendilerinin veya ailelerinin ihtiyacı var ama bakıyor ki bir kardeşi de ihtiyaç halinde, o halde kendi ihtiyaçlarından geçip kardeşlerine o şeyi verebiliyorlar.


“Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz ne bir teşekkür.” [20]

“Sana İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi geldi mi? (Bunlar meleklerdi.) Onlar, İbrahim’in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. İbrahim de selâmı almış, içinden, ‘Bunlar, yabancılar!’ demişti. Hemen (sezdirmeden) ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş, onların önüne koyup ‘Yemez misiniz?’ demişti.” [21]

Yukarıdaki ayetlerde ilk dikkat çeken şey, misafire karşı olan ikramın sezdirmeden yapılmasının daha güzel olduğudur ki mahcup olmasınlar.  Çünkü misafir olan kişi, çoğu zaman nezâketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez. Misafire ‘aç mısınız’ diye sormak hoş değildir. Böyle bir soruya ‘açız’ diyen kaç kişi çıkar! Biraz zahmet edip ikramlar sermek ise velev ki misafir hiç yemese bile büyük bir sadaka olacaktır. Nebi (sav) şöyle buyurur:

"Kim Allah’a (cc) ve âhiret gününe inanıyorsa misafirini iyi ağırlasın.”[22]

"Misafir ağırlamayan kimsede hayır yoktur."[23]

Bu ayetler ve hadisler bize misafirperverliğin önemini ve misafire nasıl davranmamız gerektiğini açıkça göstermektedir. Misafirperverlik, sadece maddi imkanlarla sınırlı değildir, misafire karşı güler yüzlü ve saygılı olmak da en az maddi ikram kadar önemlidir. Unutmayalım ki misafirler, Allah'ın bize gönderdiği misafirlerdir ve onlara ikramda bulunmak, Allah'a ikramda bulunmaktır.

3) RAHAT BİNEK

Rahat binek, eskiden at ve deve olacağı gibi, şimdi de malum olacağı üzere arabalardır. İnsana külfeti az olan, binmesinin kolay, ailesinin veya eşyalarının rahatça sığdığı, aracının arıza yapmamasına varıncaya kadar, ne kadar az problem çıkartıyorsa, insan o oranda mutlu olur, huzuru kaçmaz. Araba arıza verse işleriniz yarım kalacaktır ve uğraşmanız gereken yeni bir iş çıkmış demektir. Psikolojinizde alt üst olacak, belki cebinizi de fazlasıyla yakacaktır.

Şunu da unutmamız gerekir ki, konfor alanlarımız her an bozulabilir. Af ve afiyet dilemekle birlikte musibetlere de hazır olmalıyız. Kulluktan asla geri kalmamalıyız.

Mesela Ebû Zer’i (ra) bir düşünelim. Kuvvetli, sağlıklı bir bineği olmadığı için Ebû Zer (ra) Tebük gazvesinde Rasulullah’ın (sav) ordusundan geri kalmıştı. O, böyle bir şeyi asla istemezdi. Ne Rasûlullah’tan (sav) ne de İslam ordusundan ayrı düşmek onun gibi biri için olacak iş değildi. Bu durum ona ağır geldi. Belki sabırlı/dirayetli olmasa pes edecek ve geri dönecekti. Malum herkes benzer bir sabırda olamamaktadır.

Ordu yola çıkmış, bir hayli yol almıştı. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra ashâbdan Ebû Zer (ra) da orduya yetişti. O, zayıf hayvanı yola dayanamadığı için gerilerde kalmış, sonunda hayvanını terk etmiş ve yaya olarak bin bir meşakkatle ordunun ardından yetişmişti. Bunu gören Allah Rasûlü (sav), mütebessim bir çehreyle:

“Allah selâmet versin! Ebû Zer yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız başına diriltilir” buyurdular.

Allah Rasûlünün (sav) bu mucizevi ifadeleri, vakti gelince gerçekleşmiş ve Ebû Zer (ra) yalnız yaşamış ve yalnız vefat etmiştir. 

Bineği olan şükretsin!

Şehrin yayıldığı, Müslümanların veya mescidlerin uzak olduğu şu günlerde bineğe olan ihtiyaç daha da artmıştır. Öyle dolmuş veya otobüs ile akşamleyin bir yerlere gitmek zordur. Gündüz bile olsa ailecek bir yere gitmek, özellikle uzak bir yerlere gitmek pek mümkün olmamaktadır. Kimse kimseye de yük olmak istememektedir. Bineği olmamak şu şehir şartlarında ne de zordur. Lakin bu zorlu şehir şartlarından dolayı vasıtası olmayanlardan ağlayanlar olmuş mudur bilmem!

Rasulullah (sav) zamanında insanlar, binekleri olmadığı için ağladılar. Çünkü onlar Nebi’den (as) ve cihaddan geri kaldılar. Yine Tebük gazvesine çok katılmak isteyip de katılamayanlar olmuştu.


Bir de (cihada katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için Sana her gelişlerinde; “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin (sadık kimseler) ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşanır vaziyette geri dönenler üzerinde de (vebal) yoktur. (Onlar da sorumlu tutulmayacaklardır.)”[24]

Yüce Allah bizlere bir vasıta verdiyse buna şükretmek gerekir. Öncelikle dua etmemiz, hamd etmemiz sonrasında ise Allah’ın razı olduğu yerlere gitmemiz doğru olacaktır. Müslüman kardeşlerime şu duayı öğrenmelerini/ezberlemelerini tavsiye de bulunurum. Araca binince şu dua yapılır:

Subhânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukrinîn. Ve innâ ilâ rabbinâ le munkalibûn.


“Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.”[25]

Kanaat eden kimse ise kurtuluşa erecektir

Nitekim Nebi (as) şöyle buyurur: “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanaat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” [26]

Binaen aleyh saliha kadın, geniş ev ve rahat binek din ve dünya menfaatleri açısından oldukça önemlidir. Bu üç faktörde insan ne kadar musibete maruz kalırsa o oranda mutsuz ve stresli olur. Ya yolda kalır; ulaşmak istediği yere ulaşamaz, zamanı boşa gider ya da masraf eder. Ya evine vardığında hanımı kendisine eza ve cefa verir, Allah'a itaat etmez kendisine itaat etmez, mutsuzluk kaynağı olur. Evi geniş olmaz; misafiri arkadaşları gelip gideni olmaz, bereketi olmaz. Şenliği, morali azalıp gider. Bu yüzden bu duayı edip, sebeplerine de sarılmak suretiyle Allah’ın yardımını üzerimize çekmemiz gerekmektedir.

Rabbim! Müslümanların ihtiyaçlarını gider. Onlara saliha eş, cömert oldukları bir ev ve afiyet içinde gidecekleri binekler nasip eyle. Âmin.






 
 
[1] Ahmed bin Hanbel, Müsned
[2] 25/Furkân 74
[3] (Nesai)
[4] (Müslim)
[5] 33/Ahzâb 35
[6] (Buhari)
[7] 66/Tahrîm 12
[8] (Buhari ve Müslim)
[9] 66/Tahrîm 11
[10] (Müslim)
[11] (Tirmizi)
[12] (Müsned)
[13] Tevbe-i Nasuh: Samimi, halisane tevbedir. Günaha dönmemek üzere karar verilen tevbedir.
[14] 2/Bakara 187
[15] 30/Rûm 21
[16] (Ebu Davud)
[17] 59/Haşr 9
[18] (Buhari ve Müslim)
[19] 59/Haşr 9
[20] 96/İnsan 9
[21] 51/Zâriyât 24-27
[22] (Buhari)
[23] (Müsned)
[24] 9/Tevbe 92
[25] 43/Zuhruf 13-14
[26] (Müslim)
Whatsapp Destek