Sadaka-i Cariye | Ayşe Ebrar

Değerli Okuyucum; Rabbimizin bize nasip ettiği yuvanın en güzel meyvelerinden birisi de hayırlı ve yüzümüzü -dünya ve ahirette- güldürecek evlatlar vermesidir.

İslâm'da çocuk sahibi olma ve neslin devamını sağlama, ibadet kabul edilmiştir. Bu önemine binaen ona herhangi bir sebeple zarar verme, rahme düşmüş çocuğu düşürme, zayi etme; doğan bir çocuğu öldürme gibi kabul edilmiştir. Özellikle anne karnında şekillenmiş, uzuvları belirmiş çocuğun düşürülmesi haramdır. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadınlardan bey’at alırken “Çocuklarını her hangi bir şekilde öldürmemeleri” şartını da koşmuştur. Bu şart çok önemlidir.

Çocuk, doğmadan evvel annenin tasarrufu altındadır. Ama doğduktan sonra artık anne değil baba çocuğundan sorumludur. Öyle ise “çocuklarını herhangi bir sebeple öldürmeme” şartı, rahimlerde bulunan ve henüz cenin olan çocukları öldürmeme şartıdır.

“Ey Peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup gelmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bey’at ederlerse, onlardan bey’atlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile… ”[1]

Allah katında ibadet kabul edilecek amellerde iki şeyin bulunması esas alınmıştır. O işi yaparken sadece Allah’ın rızası gözetilmesi ve Kur’an ve Sünnete göre yapılmasıdır. Şu halde yetiştirilen evladın Allah katında ibadet kabul edilmesi o doğacak çocuğun anne-babasının niyetinin Allah için olması yani; o çocuğunu Allah’ın rızasına vesile olsun diye istemesi ve evliliğe adım atmasıyla başlayarak o çocuğun doğumu, yetiştirilmesi ve sonraki diğer evrelerde Allah ve Resulünün emir ve nehiyleri doğrultusunda eğitilmesi gerekir. Zira çocuğunu Allah için doğurup yetiştirip Allah’ın rızasını aramada en güzel örneği Kur’an bizlere vermektedir.

Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm’de, bir evlâdın daha dünyaya gözlerini açmadan, annesinin nasıl bir gönül kıvamına sahip olması gerektiği hususunda bizlere Meryem Annemizin annesini misal veriyor. Nitekim Meryem’in annesi, daha yavrusunu doğurmadan önce, Allah’a (Subhanehu ve Teâlâ) güzel bir kul olma niyet ve arzusuyla onu Beyt-i Makdis’e adamıştı. Âyet-i kerîmede bu hâdise bizlere şöyle naklediliyor:

İmrân’ın karısı şöyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin!”[2]

Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyaya getirdi.

“Onu doğurunca dedi ki: ‘Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir- erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.”[3]

Çocuk sahibi olmanın diğer iyi bir yönü de şudur ki: Çocuklara hizmet etmek ve onların rızkının peşinde koşmak İslâm nazarında ibadet sayılmıştır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadis-i şerifiyle bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir:

Bir kimsenin harcadığı en faziletli dinar, çoluğuna çocuğuna ve Allah yolunda hayvanına harcadığı dinar, bir de yine Allah yolunda arkadaşına sarf ettiği dinardır.”[4]

Muhakkak ki çoluk çocuğuna harcadığın bir şey sadakadır.”[5]

İnsan öldükten sonra geride bıraktığı salih çocuklarının iyi amellerinden de faydalanır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifte, insanın neden bir evlat sahibi olmak istemesi gerektiğini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.[6]   

Müminin vefat ettikten sonra arkasında amel defterini açık bırakacak üç şeyden biri olan salih evlat bırakması ölümden sonra da İslam’a ve insanlığa bir yatırımdır. Böylece insan ardında İslam davasını omuzlayacak bir neslin varlığıyla vicdanı rahat eder. Çocuk yetiştirmek bir ibadet bilinciyle yapılırsa Allah’ın (Subahnehu ve Teâlâ) razı olacağı toplumlar oluşur. Nesil yetiştirmek, İslam ahlakı ve bilinci vermek her ebeveynin ilk şiarı ve hedefi olmalıdır.

Nitekim Zekeriya (aleyhisselam) bir evlat için Rabbine dua ederken şöyle seslenmişti:

“Hani o, Rabbine gizlice seslenmişti. Demişti ki: ‘Rabbim! Kemiklerim zayıfladı, saçlarım bembeyaz oldu. Sana dua etmem nedeniyle hiç mutsuz/bedbaht olmadım. (Her ne zaman dua ettiysem icabet ettin.) Şüphesiz ki ben, arkamda bırakacağım akrabalarım için korkuyorum. Hem eşim de kısır bir kadındır. Bana katından bir ‘veli’ (nübüvvete vâris olacak bir evlat) ihsan et. Benim ve Yakup ailesinin (geride bıraktığı ilim ve hikmete) mirasçı olur. Rabbim! Onu razı olduklarından eyle.”[7]

Ayetlerden de anlaşıldığı üzere Zekeriya (aleyhisselam) soyunun devam etmesi için değil, kendisine yaşlılıkta bakması için değil, bir dünya metâsı olsun diye değil, sadece ardından tevhid davasını sürdürecek bir şahsiyet olması için bu evladı istiyordu.

Bir işe niyet edip onu planlarken ve amacı sadece dünya olmayıp ebedi hayatı göz önünde bulunduran bir Müslüman, çocuk doğurup büyütmeyi, sadece yaşadıkları ülkenin aile politikalarına, ekonomik menfaatlerine göre değil bilakis Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacak bir amel ve öldükten sonra da arkası kesilmeyen sadaka-ı cariye olarak görmesi gerekir. Bu sebeple bir çocuk doğurmak kelimesini jinekologların yardımıyla rahimden çocuğu çıkarmak olarak anlamak yerine şeytanın bütün tasallutlarına karşı Allaha kul, anne-baba için dünya ve ahirette Allah’ın en güzel nimetine ulaşmak ve yeryüzünde Allah’a kulluk eden bir insanın yetişmesine vesile olmak gözüyle bakılmalıdır. Şu halde biz Müslümanlar da bunu anlamamız gerekir ve bu meseleye Allah’ın rızasına ulaştıran en büyük salih amellerden biri ve ahiret azığı olarak bakmamız gerekir.

Bir çocuk doğurmak, o çocuğun doğmasına, dünyaya gelmesine, dünyada mümin olarak hayatta kalmasına, Allah’ın şeriatına karşı kendisini feda etmeye hazır muvahhid, her türlü tağuti sistemi reddeden sadece Kur’an’a göre bir hayat yaşamayı amaç edinen bir çocuk yetiştirmeye vesile olan anne, Allah Resulünün şu sözüne mazhar olmaktadır:Cennet annelerin ayakları altındadır.[8]

O çocuğun helalinden rızkını temin edip dinini öğretmek için çalışan baba da ileride o çocuğunun yaptığı bütün salih amellerinden faydalanacaktır. Salih evlat yetiştirirken uğruna harcadığı malı, vakti, emeği sürekli akan bir nehir gibi ona sadaka olacaktır. Bu çocuğun hayır yolunda yetiştirirken sadece anne-baba ile kalmayıp nine-dede ve diğer yakınları da onun için harcamış oldukları emeklerin karşılığı Allah katında fazlası ile alacaktır. İşte bu sebepten dolayı bir nesil yetiştirilirken hiç kimse “aman sen de” dememeli o neslin yetişmesi için elinden gelen gayreti ortaya koymalıdır.

Çocuklarımızın eğitiminde, yetiştirmesinde yaptığımız her şeyi karşılığını cennette ve Allah’tan almak üzere yapacağız. Her fırsatta “emzirdiğim süt ve emeklerim sana haram olsun,  ben bütün bu emekleri sen bana bunları yap diye mi verdim” diye kahredip verdiği emeklere pişman olan anne-babalar evlat yetiştirirken niyetleri Allah’ın rızasından çok evlatlarından görecekleri ilgi ve hizmeti ön plana çıkaranlardır. Çünkü Allah için yapılmayan her bir iş Allah için yapılan işin getirdiği hayrını ve bereketini getirmeyecektir. O çocuğun salih bir evlat olup ya da olmaması Allah’ın takdirine bağlıdır. Bize düşense o çocuğun salih evlat olması için elimizden geleni ortaya koymaktır. Biz bu çaba ve gayreti sarf ettikten sonra Allah dilerse bizi Nuh (aleyhisselam) gibi müşrik bir çocukla imtihan eder dilerse İsmail (aleyhisselam) gibi Allah’a teslim olmuş salih bir evlat ile rızıklandırır. Sonuç her ne olursa olsun Allah kendisi için harcamış olduğu çabanın karşılığını vermiştir.

Çocuğun eğitimi ise annenin eğitimiyle başlar denir. Çocuğun dini duygusu ilk altı yaşta oturmaya başlar ve sabi halinde aldığı bu dini terbiye onun tüm hayatını şekillendirir.  İslam toplumuna yapılacak en büyük yatırım tertemiz nesiller yetiştirmektir. Böylece ayetin ifadesiyle hayra çağıran emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker vazifesini bihakkın yerine getiren insanlar ancak bu terbiye üzere yeni bir toplum inşa edebilirler.

Anne-babanın zihninde nasıl bir çocuk istedikleri konusunda, doğumdan önce hayali bir çocuk kavramı oluşur. Dünyaya gelen çocuğun anne-babanın beklentilerine uygun olup olmaması, ebeveynin ona karşı takınacakları tavırları belirler. Bunu açıklayan şu ayet önemli bir tavsiyede bulunmaktadır: “Onlar; Rabbimiz, bize çocuklarımızdan ve eşlerimizden gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara (muttakilere) örnek/önder yap.[9]

Böyle bir duanın kendilerini sürüklediği ruh hali henüz çocuk doğmadan, bu sevinci anne-babaya hissettirir. Bu duanın anne-babada dingin ve sakin bir psikoloji oluşturacağı, ilerde çocuğun sakin mizaçlı ve salim bir kişilik kazanmasına yönelik davranmaları konusunda zihinsel hazırlığa zemin hazırladığını söyleyebiliriz.

Bebeğin Cinsiyeti Allah’ın Takdirine Bağlıdır

Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız, dilediğine erkek (çocuk) bağışlar.”[10]

“(Dilediğine) erkek ve kız çocuklardan çift çift verir. Dilediğini kısır kılar. Çünkü O, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeye güç yetiren, mutlak kudret sahibi olan) Kadîr’dir.”[11]

Cahiliye dönemi Arapları, çocuğun meydana gelmesi ve özellikle cinsiyetinin belirlenmesini Yüce Allah'ın irade ve kudretine bağlamak yerine insanlara nispet edercesine; bu konuyu övme, övülme, kınama ve kınanma sebebi sayıyorlardı. Esasen değişik toplumlarda görüle gelen ve günümüzde de yer yer açık veya gizli biçimde insanlar üzerinde etkisini hissettiren bu telakki, Kur'an tarafından reddedilmiştir. Bu ayetlerde biri inanç diğeri ahlâk alanıyla ilgili iki ana tema dikkati çekmektedir:

İnançla ilgili olarak şu mesajın verilmek istendiği söylenebilir: Evrendeki hiçbir varlık ve oluş Yüce Allah'ın hükümranlığı dışında düşünülmemelidir; insanlar için büyük önem tanıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda -tıbbî müdahalelerin etkileri dâhil olmak üzere- insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah’ın (Subhanehu ve Teâlâ) koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir.

Buna bağlı olarak verilmek istenen ahlâkî mesaj da şu olmaktadır: Şûra Suresi, 49. ayetin lafızlarından açıkça anlaşıldığı üzere, ister kız ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah'ın bağışı ve armağanı olduğuna, erkek ve kız çocuklarına birlikte sahip olmak da kısır kalmak da ilâhî iradeye bağlı bulunduğuna göre, çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalı, bir üstünlük ya da kusur gibi görülmemelidir. Kulun görevi, çocuk sahibi olmuşsa -bazı ayetlerde dünya hayatının süsü olarak nitelenen- bu armağanı veren Allah'a şükretmek, istediği veya gerekli meşru sebeplere tutunduğu halde çocuk sahibi olamamışsa –bu dünyanın bir imtihan alanı olduğunu düşünerek isyan etmeden sabrederek durumu kabullenip ecrini Allah’tan beklemelidir. Zira bu dünya da insanlara verilen şeylerin varlığı nasıl ki şükrü gerektiren bir imtihansa yokluğu da sabrı ve Allah’ın takdirine razı olmayı gerektiren bir imtihandır. Biz bir şeyin bizim için hayırlı olacağını zannederken o bizim için hayırlı olmayabilir. Biz bir şeyin yokluğundan hoşlanmazken o şeyin yokluğu bizim için varlığından daha hayırlı olabilir. Hikmeti sonsuz olan Rabbim kullarının ilmi sınırlı olduğu için hayatları hakkında birçok konuda sınırsız olan ilmiyle onlara verilecek şeyleri kendi hikmeti ile belirlemektedir.  Bu konuda kula düşen Allah’ın takdirine güvenip razı olması ve kendine verilen şeyin gereği üzere amel etmesidir.

“Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz.”[12]

Kaldı ki böyle bir durumda kişinin kendisini şartlandırıp gücü ve iradesi dışındaki bir sonucun meydana gelmesini isteme uğruna hayatını karartması yerine, sahip olduğu nimetlerin farkında olup onları dünya ve ahiret saadetine vesile olacak şekilde kullanabilmesi hem doğru hem yerinde olan bir davranıştır.

Buna göre, erkek veya kız çocuk yerine, hayırlı evlat istemek ve hangisi veya hangileri verilirse şükrederek, maddi ve manevi terbiyelerine özen göstermek gerekir.

Zekeriya (aleyhisselam) Rabbine şöyle niyazda bulundu: “Rabbim! Bana katından tertemiz bir evlat ihsân eyle. Şüphesiz ki sen, duaları hakkıyla işitensin.”[13] Burada Zekeriya (aleyhisselam) “Rabbim! Bana kız ya da erkek çocuk ver,” demedi “tertemiz hayırlı bir evlat” istedi. Bize evlat konusunda en güzel örnek olan Zekeriya (aleyhisselam) Allah’tan sadece hayırlı olanı istedi ve Allah’ta ona en hayırlısını (Yahya (aleyhisselam)’ı) verdi.

Yine Bakara Suresi 128. Ayette ki İbrahim’in duası da buna işaret etmektedir. Yine İbrahim’de en hayırlı olan İsmail (aleyhisselam) ile rızıklandırılmıştır.

Bizler, kaderin bize ne sunacağını bilemeyiz. Bizim için erkek çocuk mu hayırlı, kız çocuk mu hayırlı bilmiyoruz. Hanne’ye bakıldığı zaman o erkek çocuk adamıştı ama Allah’ın takdiri, onun istediğinin önüne geçti ve kız çocuk doğurdu. Çünkü Allah, el-Âlim ismiyle gelecekte onun için en hayırlı olan çocuğun kız mı erkek mi olduğunu biliyordu. Hanne bu bilgiden habersiz olduğu için erkek çocuk istedi. Allah ise asırlar boyu anılacak ve bütün kız çocuklarına örnek olacak bir kız çocuğu doğurmasını takdir etti. Eğer Hanne böyle bir sonucun ortaya çıkacağını bilse hiç şüphesiz erkek değil kız çocuğu isterdi. Bu sebebe binaen hamile olan kişi çocuğun kız ya da erkek olmasını istemek yerine Peygamberlerin yaptığı gibi hayırlı, temiz bir nesil istemelidir.

Rabbimiz bizlere ve sizlere Zekeriyya’nın oğlu Yahya gibi imanlı ve edepli bir evlat ve İmran ve Hanne’nin kızı Meryem gibi imanlı, iffetli ve Allah’a adanmış kızlar yetiştirmeyi, dünya ve ahirette göz aydınlığı olmalarını nasip etsin.

Selam ve Dua ile…





 
 
[1] Mümtehine, 12
[2] Âl-i İmrân, 35
[3] Âl-i İmrân, 36
[4] Müslim, Zekât, 38
[5] Müslim, Vasiyyet, 8
[6] Müslim, Vasiyyet 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8
[7] Meryem, 3-6
[8] Nesâî, Cihad, 6
[9] Furkan, 74
[10] Şûra, 49
[11] Şûra, 50
[12]Bakara, 216
[13]Ali İmran, 38
Whatsapp Destek