Şehirdeki Bedevîler

Uzun bir aradan sonra tekrar kalemimizi elimize aldığımız bu sayımızda Müslümanlar için çok önemli ve esaslı bir konu hakkında yazmak istedim. Kaleme almak istediğim ve müminlerin üzerinde hassasiyet ile durmaları gereken konu, birlik ve beraberliğin, cem ve cemaat olmanın gerekliliğidir. Müslümanların bu konunun önemi bildiklerini zannediyorum. Çünkü her bir müminin dilinde bu konu yer etmektedir. Ancak amel noktasında ise eksik kalınmaktadır. Ama yinede hatırlatmanın fayda vereceğini ümit ediyorum.

Nitekim Müslümanlara, ilim talebelerine bazen bildiklerini dahi hatırlatmakta fayda vardır. Allah Rasulü’nün  (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatıyla sarsılan sahabe, büyük bir şok geçirmiş, hatta Ömer (radiyallahu anh), Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) öldüğünü söyleyen kimseyi öldüreceğini dahi söylemişti. Bu sayıdaki bir başka yazıda da karşılaşacağınız üzere Cebrail (aleyhisselam) Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek “Dilediğin gibi yaşa, bir gün mutlaka öleceksin!” dediği hakikat vuku bulmuştu. Ebubekir (radiyallahu anh) ise bu şoku sonlandıran kişi olmuş ve tüm sahabenin bildiği, defalarca okuduğu, tekrar ettiği şu ayeti okumuştu;

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” [1]

Ashabı kiram sanki ilk defa bu ayeti duymuş gibiydiler. Bu yüzden kim olursa olsun, bir konuyu nasihat etmekten vazgeçmemeli, bazı konuların sürekli üstünden geçmek gerekmektedir. İşte müminlerin gerekliliğini sürekli ifade ettikleri, ancak pratize etme noktasında geri kaldıkları bir konudur cemaat olmak. Cemaat olmanın gerekliliğine geçmeden önce bir ara başlık olarak dini anlamada Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatının ne kadar önemli olduğunun altını çizmek gerekir diye düşünüyorum. Dini anlamada ve yaşamada Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) çok mühim bir yeri vardır.

Bu din, Rabbanî bir dindir. Bu dinin yaşanması da, uygulanması da Rabbanî olmak zorundadır. Yaşanmasındaki Rabbanîliği, Allah Teâla tarafından dinin açıklayıcısı ve beyan edicisi olarak gönderilen Efendimizin, Önderimizin hayatını, sünnetini, menhecini ve hareket metodunu benimsemek, uygulamak ile olur. Hareket metodundaki Rabbanîlik Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere işaret ettiği ve gösterdiği şeyin bizzat kendisidir. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı, dinin nasıllığını anlamamız ve yorumlamamız noktasında bizlere rehber olmaktadır. Dolayısıyla kişilerin tevhid akidesini kabul edip muvahhid bir birey olduktan sonraki hayatlarını nasıl devam ettireceklerinin cevabı da Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında saklıdır. Rasulullah’ın hayatında bizim için bulunan izlerden biriside topluca tek bir vücut halinde hareket etmektir.

“Andolsun, Allah'ın Rasûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” [2]

“Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” [3]

Kur’an ve sünnette cemaat olmanın ve ayrılığa düşmemenin gerekliliğini ifade eden birçok ayet ve hadis vardır. Bunlardan bazıları şunlardır;

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” [4]

Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” [5]

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” [6]

“Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [7]

Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; “Allah Teâla sizin için 3 şeyden razı olur. Yine sizin için 3 şeyi ise kerih görür. O’na ibadet edip, hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılmanızdan ve ayrılmamanızdan razı olur. ‘Denildi, dedi’ lafızlarından, çok soru sormaktan ve malı zayi etmekten ise razı olmaz.”  [8]

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Mina’da bir tepenin üzerine çıktı ve şöyle dedi; “Benden bir söz işitip, onu ezberleyen sonrada onu başkalarına ulaştıran kişinin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Üç şey vardır ki onlar üzerine müminin kalbi ihanet etmez. Allah için ameli has kılmak, emir sahiplerine itaat etmek, cemaate yapışmak. Müslümanların daveti onları arkalarından kuşatır.”[9]

İbni Ömer’den (radiyallahu anhuma) rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; “Allah Teâla ümmetimi veya ümmeti Muhammed’i dalalet üzere birleştirmez. Allah’ın eli cemaat ile beraberdir. Kim de ayrılırsa cehenneme ayrılmıştır.” [10]

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; “Allah Teâla’nın bana emrettiği beş şeyi bende size emrediyorum. Cemaat olmak, işitmek ve itaat etmek, hicret etmek, Allah yolunda cihad etmek.” [11]

Bu ayet ve hadislerin de açıkça ifade ettiği üzere müminlerin maddi ve manevi güçlerini birleştirmek suretiyle, cemaat olarak, birlikte Allah’ın dinine hizmet etmek ve üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde cahiliyenin tamamı ile sökülüp atılması mümkün değildir.

İnsan yapı itibariyle başıboşluğa, rahatlığa ve sorumsuzca tavırlara meyyaldir. Bir otoritenin altına girmek, disiplinli hareket etmek fıtratın zorlandığı bir haldir. Daha doğru ifade ile cahiliye hayatı yaşayanlara ve İslamî bir hassasiyeti olmayanlara zordur. Fakat bizler biliriz ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de vahyin geldiği ilk günlerden itibaren Müslümanları başıboş ve disiplinsiz bırakmayarak, Medine İslam devletinin temellerini bir cemaat bilinciyle Erkam’ın (radiyallahu anh) evinde atmıştır. Bulunduğu toplumun baskı ve zulümlerine bireylerin tek başına karşı duramayacaklarını bildiği için, Müslümanların bireysel hareket etmelerine müsaade etmemiş, mücadeleyi bir topluluk halinde sürdürmüşlerdir. Müslüman bireyler kendilerine organize olmuş, teşkilatlı şirk düzenlerine karşı ancak topluca bir duruşla karşı koyabilirlerdi.

Cahilî şirk sistemleri, yönetimlerini bir hiyerarşi ve düzen içerisinde sürdürürken, toplumlarını nefsanî işlerde başına buyruk ve özgür bırakarak onları rehavete alıştırırlar. Böylece toplumdan yönetimi sorgulama, eleştirme ve karşı çıkma düşüncesini bireylerden alırlar.

Fakat İslam, Müslümanın hiçbir zaman başıboşluğuna müsaade etmez, hep bir sorumluluk bilincinde olmasını ister. Böyle olduğu içindir ki tevhid mücadelesini bir vahdet içinde sürdürür. Teşkilatlı bir mücadele içinde olmayan Müslüman bireyler, hâkim olan şirk sistemlerinde erimeye mahkûmdur. Allah ve Rasulü bu gerçeği bildiği için kendisine iman etmiş bireyleri kendi hallerine bırakmamış aksine derli toplu bir kitle halinde kulluk etmelerini istemiştir.

Dışarıdan bakıldığı zaman bir zorlama gibi gelen, nefse yük gibi gözüken cemaatsel disiplin, aynı zamanda Müslümanın kulluk hayatını kolaylaştıran bir hale dönüştürür. Çünkü tevhid davasında bireye düşen birçok görev vardır, bunu tek başına sırtlanması oldukça zordur, hatta imkânsızdır. Fakat mücadele de kendisi gibi inanan insanlarla, aynı metot üzerinde mücadele ederse yükü azalır ve paylaşılmış olur. Her birey bu yapının içerisinde kendi sorumluluklarını bilir, kendisine düşeni yapar ve bu alanda uzmanlaşır. Bu disiplin Müslüman kitlenin, yaşadığı toplum içinde var olma mücadelesini ve ömrünü uzatır. Cemaatsel mücadelenin ciddiyeti, Allah Teâla’nın yardımını üzerine çeker ve Allah Teâla’nın muradı gerçekleşmiş olur. Davaya yeni katılan bireylerin de kendilerini eğiten, organize eden, disipline eden bir cemaatsel yapıda davaya uyumları daha kolay olur.

Sahabe neslini gözümüzün önüne getirelim. Onlar, İslam dinine girdikleri andan itibaren bir otoritenin de altına girmiş oldular. Ve her biri çok daha özgür olabilecekken cahiliyeden bir kalıntı olan ferdiyetçiliği, başıboş takılmayı, Müslümanlardan uzak durmayı, Müslümanları terk etmeyi – ki ileri satırlarda buna dair bir rivayeti zikredeceğim- bir kenara bırakarak Allah’ın dinine hizmet etmeye koyuldular. Bu otoriteyi kabul etmeyen, rahat davranan, kendi yaşamının sınırlarını kendileri belirleyenler de elbette var idi. Bunlar Medine’nin bedevîleri idi.  

Evet, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında Bedevîler vardı. Hem Rasulullah’a hem de müminlere çeşitli eziyetler etmiş olan bu bedevilerin genel olarak özellikleri şunlardı; Onlar bahanecilerdi, itaatsiz, özgür, otorite kabul etmeyen, kendilerine yüklenen vazifelerden kaçan kimselerdi. Aynı zamanda İslam toplumu ile bütünleşmede sıkıntı çekiyorlardı. Alıştığı şeylere düşkün, rahatı seven, çıkarcı davranan insanlardı. Elbette ki Allah Teâla’nın da buyurduğu gibi hepsi böyle değildi. Ancak geneli böyle idi. Çünkü Allah Teâla birçok ayetinde onları genel olarak tenkit etmiştir. Yani bir işin ucundan tutmayıp, çıkar söz konusu olunca var olan, sıkıntı ve musibet anlarında sıvışan insanlardı. Bedevilerin özelliklerini ifade eden bazı ayetleri ve hadisleri zikretmek suretiyle onların vasıflarını daha iyi anlayabiliriz.

“Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” [12]

“Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Rasûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.” [13]


“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah'ın Rasûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.” [14]

Huneyn Gazvesi’nde ele geçirilen ganimetlerin Ci‘râne’de taksimi sırasında bazı bedevîler ganimet istemek üzere Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafını sarmışlar, onu son derece üzerek dikenli bir Semüre ağacının altına sığınmaya mecbur etmişlerdir. Ağacın dikenleri ridâsına takılınca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara şöyle demiştir: “Ridâmı bana veriniz! Şu iri dikenli ağacın dikenleri sayısınca elimde ganimet devesi ve sığır bulunsa muhakkak ben onları aranızda taksim ederim. Siz beni ne cimri ne yalancı ne de korkak diye itham edebilirsiniz!” [15]

Seleme bin Ekva’dan rivayet edildiğine göre; “Seleme ibni Ekva bir gün Haccac’ın yanına girdi. Haccac kendisine; “Ey İbni Ekva! Gerisin geriye döndün (irtidat ettin) ve bedevileştin mi?” dedi. Seleme ibni Ekva ise “Hayır Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bana çölde yaşamaya izin verdi.” dedi. Yezid ibni Ebi Ubeyd’den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir; “Osman bin Affan şehit edilince, Seleme bin Ekva, Rabeze denilen bölgeye çıktı ve orada bir kadın ile evlendi. Evlendiği kadın çocuklar doğurdu. Seleme bin Ekva ölmesinden birkaç gün önceye kadar çölde kalmaya devam etti. Ölümüne birkaç gün kala Medine’ye geldi.” [16]

Bu rivayette konumuz ile alakalı bölüm, Seleme ibni Ekva’nın Medine’den uzaklaşmasına, İslam topluluğundan uzaklaşmasına şaşıran Haccac, onun irtidat edip etmediğini, hicretinden vazgeçip geçmediğini sormaktadır. Seleme bin Ekva ise konuya açıklık getirmektedir. Sahabenin nezdinde bedevilerden başka hiç kimse demek ki bu şekilde hareket etmiyordu. Bu rivayet bunu desteklemektedir.  

Peki, günümüzde şehirli bedevîlerimiz yok mu? İmanı, tevhidi kabul ettikten sonra özgürce takılan müminlerimiz. Hiçbir otorite kabul etmeyen, ağız dolusu birlik, beraberlik mesajları veren, ama beraberliğin mayası itaate girmeyen, ayrılıkların sebeplerini sıralayan, hatta bu ayrılıklara suçlular işaret eden kardeşlerimiz. Ancak kendisine Allah’ın dinine hizmet için bir iş teklif edildiğinde işini, gücünü, malını, mülkünü, çoluğunu, çocuğunu bahane eden. Elbette var. Burada ifade etmeye çalıştığım şey bir otorite ve itaat kabul etmenin gerekliliğidir, cemaat taassupçuluğu değildir.

Aslında bizlerin şehirli bedevîler olmasının sebebi sadece bizler değiliz elbette. Ülke şartları. Çünkü gözümüzü açtığımızdan beri demokrasi, laiklik ve farklı farklı beşeri ideolojilerin nara atanlarını işitmekteyiz. Her gün “Özgür ol!”, “Boyun eğme!”, “Kendi ayakların üzerinde dur!” gibi İslam’dan olmayan sözcükler işitiyoruz. Bu özellikle teknolojinin getirdiği handikaplardan bir tanesidir. Herkesin kendisine değerli olduğu hissini vermek suretiyle herkesin her türlü fikrini beyan etme içgüdüsü oluşturmasıdır. Dolayısıyla herkes her konuda fikir beyan etmek zorunda hissetmektedir. Öyle ki hatta hiç bilgin olmadığı konuda dahi konuşabilirsin. İster siyasetten, ister tıptan, ister ekonomiden, istersen şerî ilimlerden konuş. Çünkü sen özgürsün. İşte böylesi ortamlarda yetişen bir insanın, bir başkasına itaat ederek İslam’a hizmet etmesi de elbette kolay olmamaktadır. Günümüz Müslümanlarını Bedevîlere benzetmemizin sebebi, onların bizden birileri olmayla beraber, problemli bireyler olmalarındandır.

Netice olarak; bu husus yani cemaat olmak ve tek vücut halinde hareket etmek insanların tercihine sunulmuş bir husus değildir. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında disipline giremeyen, itaat edemeyen, otorite kabul etmeyen ve özgürce hareket eden insanlar bedeviler idi. Bir yolculuk esnasında dahi bir otorite kabul edilmesi gerekliliğini vurguluyor ise Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), bu takdirde ciddi işleri yürütmeleri gereken topluluklar gönüllü kalabalıklardan ve dernekçilik tavrından kurtulup, bir disiplin içerisinde hareket etmelidirler.

Muvahhidler, yerleri belli olsun, gidecek, toplanacak, çay içip dağılacakları yerleri olsun maksadıyla ve gayesiyle bir araya gelen, bunun üzerine dağılan gönüllü kalabalıklar değillerdir. Canı istediği zaman, bir şeyler dinlediği zaman, gaza gelip, akabinde ise niyeti akamete uğrayarak yapması gerekenlerden vazgeçen kimseler gibi hareket edemez, etmemelidir. Muvahhid kimse, tevhidin sorumluluğu omuzlarına yüklendikten sonra bu hakikati başkalarına da taşımak ile tekrar ikinci bir sorumlulukla muhatap olan kimsedir. Bunu ise başıboş, plansız, programsız ebette ki icra edemeyecektir.  Bunu Rasulullah’ın rehberliğinde icra edecektir.

Sevban’dan (radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; “Yiyicilerin kaplarına üşüştüğü gibi diğer ümmetlerde sizin üzerinize üşüşeceklerdir.” Orada bulunanlardan birisi “O gün azlığımızdan dolayı mı!” dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Hayır! Bilakis o gün sizler fazla olacaksınız. Fakat suyun üzerindeki çer çöp gibi olacaksınız. Allah Teâla düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkarıp atacak ve sizin kalplerinize de vehn atacaktır.” Yine orada bulunanlardan bir tanesi “Vehn nedir? Ey Allah’ın Rasulü!” dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Vehn, dünyayı sevmek, ölümü ise kerih görmektir.” dedi. [17]

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu hadisinde de belirttiği gibi müminlerin sayılarının fazla olmasına rağmen etkilerinin olmamalarının sebebi güç ve kuvvetten düşmeleridir. Bunun sebebi ise gücü yani topluluğu bir arada bulunduramamalarından kaynaklanmaktadır. Sayının artmasına rağmen kalitenin artmamasının sebebi, disipline olamamaktır. Cemaat olarak bu şekilde ortaya koyulan bir İslami hareket, Müslümanların maddi ve manevi kazanımlarını koruyacaktır.

Bir örnek ile destekleyecek olursak; Isınmak için bir ateş yaktığınızı düşünün, odunları ateşin etkisini artırmak için bir arada tutarsınız. Odunları birbirinden ayırdığınız müddetçe etkisi ve ısısı azalacaktır. Dolayısıyla da faydası olmayacaktır. İşte müminlerde bir arada olmaları halinde etkileri ve faydaları artacaktır. Onların ayrı ayrı olma ile beraber bir şeyler yapıyor olmaları, enerjilerini alma ile beraber aynı zamanda onları çevrelerine de faydasız hale getirecektir.

Cemaat ne demektir? Cemaat belli bir düzen içerisinde, belli hedefler doğrultusunda bir araya gelmiş topluluktur. Cemaat, mayası işitmek ve itaat etmek olan, Allah’ın dinini yüceltmek ve dine hizmet etmek için bir araçtır. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Cemaat, Allah’ın rızasına bir boyun eğiştir. 

Değinmemiz gereken bir başka nokta ise, cemaat olmanın gerekliliğini anlayan müminlerin, bu kavramın içini doldurma noktasında yanlış algılara sahip olmalarıdır. Bu yanlış cemaat algıları, zihinlerimizde yer etmiştir. O takdirde algılarımızı değiştirmemiz gerekmektedir.

Cemaat dediğimiz olgu, birkaç kişinin yapılması gereken işlerin tümünü üstlenip, diğer fertlerinin ise onların üzerine yük olduğu bir yapı değildir. Ya da liderinin taklitlerini yetiştiren bir fabrika değildir. İnsanların karakteristik özelliklerini İslam’a uygun şekilde törpülemek, ancak onların karakterlerini baskılamayıp herkesin farklı farklı olan meziyetlerini İslam’a hizmet için kullanıldığı bir topluluktur. İşte bununla, İslami hareketin üretkenliği artacak ve çeşitlilik kazanacaktır. Sahabe nesline bakıldığında her birisinin bir özellik ile ön plana çıktığını görmekteyiz.  Ancak farklı farklı karakteristik özelliklerine rağmen onları bir arada tutan şey ise cemaat olma emrine boyun eğmeleri idi. Sahabelerin karakterlerini bir düşündüğümüz zaman hepsi farklı farklı idi. Bu farklılıklarının olmasının bir başka delili ise Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onların her birini farklı görevlerde kullanmasıydı. Hiç şüphe yok ki Efendimiz her insanın yapacağı işin ne olduğunu bilmede ve onu analiz etmede bilgiliydi. İşte sahabe efendilerimizin her biri farklı karakter ve özelliklerde olmalarına rağmen onların farklılıkları dine daha iyi hizmet etmenin önünü açmaktaydı.  Yine cemaat dediğimiz olgu ilim, hikmet, basiret, liyakat ve şeffaflık ile yürütülmelidir. Bu sayılan hususlardan soyutlanmış bir İslami hareket başarıya ulaşamayacaktır. İlim, hikmet olmaksızın sadece cemaat olma hedefi ile yola çıkmış kalabalıklar da yolda tökezleyecekler ve çıktıkları yoldan geri kalmak zorunda kalacaklardır. Yine düzeltilmesi gereken hususlardan birisi de hedef birliğidir. Cemaat, daha önce de belirttiğimiz gibi hedefleri aynı olan bir topluluktur. Eğer bu topluluk içerisindeki insanların cemaat kavramından ve hedefinden anladıkları şey farklı ise bu yine eksik bir cemaat olacaktır. Örneğin cemaatin bazı fertleri için cemaat birçok şeyden daha öncelikli, hayatının tam merkezindeki bir olgu, bazı fertleri için ise bir arkadaş grubu olarak görülüyor ise, ikinci gruptaki kişiler, birinci gruptaki insanlara kesinlikle yük olacak ve zulmetmiş olacaklardır. Dolayısıyla aynı kavrama, fertlerin aynı anlamı yüklemesi gerekmektedir.

Fertlerin üzerlerinde bulundurmaları gereken vasıflardan bazılarının ne olduğunu da kısaca sıralamak istiyorum.

1) İhlâs

Sadece bir ve beraber olma konusunda değil, kişinin tüm yapacağı amellerde ihlâslı ve samimi olması gerekmektedir. Çünkü ihlâs, kişinin amellerinin sigortasıdır. İhlâssız yapılan amel, insanın yok yere yorulmasıdır. Ya da bir örnek ile ömrü boyunca çalışıp, para biriktirip, ömrünün sonunda parası sahte çıkan insan gibidir. Fertlerin en büyük üzerinde durması gereken husus ihlâstır. Kişi ihlâslı olursa yaptığı işi ihsan üzerede yapabilir. Çünkü bir işi niçin, neden dolayı yaptığının bilincinde olan bir kişi, yaptığı işi düzgün yapar.,

2) İtaat

İtaat etmek, birlik ve beraberliğin mayasıdır. Ferdin kendisine emredilen şeylerin küfür ve haram olmadığı müddetçe itaat etmesi gerekmektedir. Yetiştirildiğimiz kültürün temel zihin dinamiklerinden olan akılcılık, eleştirel bakabilme, şüphecilik bizleri zamanla şekillendirmekte ve itaat konusu nefislerimize zor gelmektedir. Ancak cemaat olabilmenin ve cemaat ferdi olabilmenin en önemli hususlarından birisi, itaatin ve ehlinin olmasıdır. Yukarıdaki satırlarımızda da işaret ettiğimiz gibi gönüllü kalabalıkları, disiplinli topluluklardan ayıran temel özellik itaattir. İtaat, İslamî çalışmaların sekteye uğramadan, düzenli bir şekilde yapılabilmesini sağlar.

3) Cesaret

Bu hak dinin asırlar boyunca ehli az ve kuvvetsiz, düşmanları ise çok ve zamana göre güçlü olmuştur. Cesaretini yitirmiş bir oluşum erimeye, sapmaya ve kaybolmaya mahkûmdur. Çünkü bu dinin hasmı çoktur. Özellikle beşeri sistemlerin baskıcı tavırlarıyla muhatap olmak kaçınılmazdır. İşte böylesi bir durumda fertlerin cesaretli olmaları gerekmektedir. Çünkü bu dinin vaat ettiği şey, zorluk ve meşakkatlerdir.

4) Fedakârlık

Dinin tüm amelleri her zaman fedakârlık ister. Gerek bireysel ameller, gerekse toplulukla yapılan ameller, özveriyle yapıldığı takdirde başarıya ulaşır. Fedakârlık, dinin, davanın önünde olan bir güdülenmedir. Bireylerinin fedakârlıkla çalışmaları, kapasitelerini zorlamaları yapılacak olan cemaat faaliyetlerini kolaylaştıracak ve bereketlendirecektir. Emeği esirgenmemiş gayretli çabalar, Allah Teâla’nın nezdinde ecri, toplumun nezdinde ise saygıyı celbedecektir.

Bu zikrettiklerimiz sadece fertlerde bulunması gereken bazı vasıflardır. Sadakat, aidiyet, adanmışlık, saygı, edep, istişare, nasihat etme gibi daha birçok vasfı zikretmek mümkündür. 


 
 

[1] (3/Ali İmran 144)
[2] (33/Ahzab 21)
[3] (2/Bakara 151)
[4] (3/Ali İmran 105)
[5] (3/Ali İmran 103)
[6] (9/Tevbe 119)
[7] (8/Enfal 46)
[8] (Müslim)
[9] (Darimi)
[10] (Tirmizi)
 
[11] (Ahmed bin Hanbel)
[12] (9/Tevbe 98)
[13] (9/Tevbe 90)
[14] (9/Tevbe 120)
[15] (Buhari)
[16] (Buhari)
[17] (Ebu Davud)
Whatsapp Destek