Şeriat | Bilal Özbuğday

Allah’a hamd, Rasulü’ne salât ve selam olsun.

Allah Teâlâ insanı yaratmış, dünyaya göndermiş ve onlara nasıl yaşamaları gerektiği ile alâkalı yol işaretleri ve birer rehber niteliğinde kitaplar, peygamberler ve şeriatlar göndermiştir. Allah Teâlâ insanı yeryüzüne gönderdikten sonra başıboş bırakmayarak, kendisinin dikkat etmesi gereken kurallar dizisini, ümmetler için razı olduğu yaşam biçimini kitapları ve peygamberleri vesilesi ile insanlara ulaştırmıştır.

Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.”[1]

İnsan kendisine emir verilmeyecek, yasak konulmayacak, iyiliklerine, taâtlerine mükâfaat, kötülüklerine ise bir ceza verilmeyecek mi zanneder? Bu doğru bir kanaat değildir. İnsan başıboş da değildir. Ne dünya da ne de dünya sonrası hayatta insan başıboş değildir.

İnsanı yoktan var eden, onu yaratan ve onu birtakım his ve duygular ile donatan Allah Teâlâ’dır. İnsanın hiç adı anılmaz bir varlık iken de, yarattığında ve yarattıktan sonrası için de en iyi bilen Allah Teâlâ’dır. İnsanı en iyi bilen Rabbimiz insanoğlu için bir takım kurallar belirlemiş, uyması gereken emir ve yasaklar koymuştur. Buna, yani insanın uyması gereken bir sistem ve din koymaya, belirlemeye en fazla hak sahibi zaten insanın sahibi, rabbi, yoktan var edicisi olan Allah’tır (cc). Çünkü sıradan bir elbise, gömlek alsanız, bu ürünün üreticisinin, ürün hakkındaki uyarılarına veya nasıl kullanılması gerektiğine dair talimatını göz önünde bulundurmak suretiyle o elbiseyi kullanmaya gayret edersiniz. Bu husustaki gayretiniz herhangi bir hata etmemek ve ortaya çıkacak menfaatin kesintiyi uğramaması içindir. İşte Allah Teâlâ da insanın yoktan var edicisi, bir nevi üreticisidir. İnsanın hangi zamanlarda neye kızacağını, neye sevineceğini, ne zaman rahatsızlık duyup, nelerden nefret edeceğini, nelerden hoşlanacağını herkesten daha iyi bilendir. Dolayısıyla insan için sevip, razı olduğu, gönderdiği sistem İslam şeriatıdır.

İnsanoğlu fert ve toplum olarak İslam şeriatına göre hayat sürecek ve bu nizama uyacak olursa felah bulacaktır. Eğer insan onun haricindeki sistemleri ve ideolojileri benimseyecek, yollarından giderek takip edecek olursa bedbaht olacak ve arzuladığına da ulaşamayacaktır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim.”[2]

Konu ile ilgili başka bir ayette ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“(Ey Muhammed!) Sana da o Kitap’ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”[3]

Biz bu kitabı sana indirdik. Bu kitap yani Kur’an diğer kitapların destekleyicisi ve doğrulayıcısıdır. Çünkü Allah’tan (cc) gelen tüm kitaplar aynı kaynaktan olduğundan dolayı birbirleriyle çelişmezler. Allah Teâlâ tüm kitaplarında aynı asıllardan bahsetmektedir. Bir kitabında asıl diye bahsetmiş olduğu bir gerçeği, bir başka kitabında detay bir konu olarak getirmez. Allah’ın (cc) birlenmesinin gerekliliği, O’na ortak koşmanın yasaklanması, Allah’ın haklarının eksiltilmeksizin Allah’a verilmesinin gerekliliği gibi konular tüm kitaplarda aynı önemle anlatılmaktadır. Ancak kitabın gönderildiği kavme göre bazı detaylar, bazı haram ve helaller o kavme Rabbimizin bir hikmeti gereği değişebilir. İşte bu asıllar yönünden hiçbir kitap bir diğer kitap ile çelişmez. Dolayısıyla da kitapların sonuncusu Kur’an, diğer kitapları doğrular ve tasdik eder.

Onların aralarında hükmettiğinde, Allah’ın indirdiğiyle yani O’nun kitabı ile şeriat ile hüküm ver. Sana geleni bırakarak onların hevalarına tabi olma. Çünkü hakkın dışında dalalet, sapıklık ve hevaya uymaktan başka bir şey yoktur. Hak ve doğru olan Rabbimizden gelendir. Rabbimizden gelenin dışındakilerin tamamının kaynağı ise farklı farklı insan ürünü kurallar ve kanunlardır. İnsanlara dayanan her şey ise ya hevalarına ya akıllarına ya da nefislerine dayanmaktadır. Bu özelliklere sahip bir sistem ya da kurallar ise, eksik, nakıs, yanlıştır.

Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol kıldık. Allah Teâlâ’nın göndermiş olduğu peygamberler için farklı farklı şeriatlar ve yollar Allah tarafından tayin edilmiş ve belirlenmiştir. Bu belirlenen şeriatlarda detay konularda farklılıklar söz konusudur. Ancak nasıl ki beşeri anayasalar da değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez kanunlar var ise Allah Teâlâ’nın da değişmez yasaları ve kanunları vardır. Onlarda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Ancak bu ayeti kerimede bahsettiği şey ise ümmetlerin farklılıklarına göre hepsine farklı şeriatların verilmesidir. Bu farklılıklar Allah’ın dilemesiyledir. Allah Teâlâ eğer dileseydi herkes için, tüm insanlık için tek bir kitap, tek bir peygamber göndermeye güç yetirirdi. Ancak bunu dilemedi. Aksine ümmetler için farklı farklı peygamberler ve şeriatlar göndererek onları denemek, sınamak istedi. Ta ki kitabına, şeriatına kimlerin sahip çıkıp, kimlerin ise terk edeceği, bırakacağı ortaya çıksın.

“Aralarında, Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'an'ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” [4]

Rabbimiz bir önceki ayetteki hakikati tekrar vurgulayarak devam etmektedir. Bu ayetin diğer ayetten farkı ise, seni Allah’ın indirdiğinden şaşırtmalarından sakın. Bazen batılın savunucuları direkt olarak Allah’ın kitabından insanları sakındırırken, bazen de hak ile batılı karıştırmak suretiyle batılı hakmış gibi ortaya koyma gayretinde olurlar. Bundan da sakınmak gerekir. Ya da bir batılı hak ile bazı benzer özellikleri varmışçasına ortaya koyarak asıl kaynaktan, şeriattan, Allah’ın kitabından uzaklaştırmaya çalışırlar. Eğer Allah’ın kitabından yüz çevirecek olurlarsa bu onların başına gelebilecek en büyük musibetlerden birisidir. Çünkü bir toplumun refahı, adaleti, izzeti Allah’ın kitabında, sisteminde ve şeriatındadır. Eğer toplumlar bunları başka sistemlerde arayacak olurlarsa, Allah’ın indirdiğinden yüz çevirecek olurlarsa hem dünyada hem de ahirette karşılığını göreceklerdir. Dünyada karşılaşacakları şey zillet, zulüm, sıkıntı ve felakettir.

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?”[5]

Allah’ın (cc) indirdiğinin dışındaki hükümler cahiliye hükümleridir. Allah’ın sisteminin dışında kalan tüm sistemler cahiliye sistemleridir. Bu ayetlerin hepsi arka arkaya gelmiştir. Allah’ın indirdiği, hükümler ve şeriatının dışındakini talep eden kimse cahiliyeyi talep etmiştir. Cahiliye hükümlerini ve sistemlerini talep etmiştir. İnsan bu durumu akledecek olsa Allah’tan hüküm, hikmet ve adalet bakımından daha iyi kimsenin olmayacağının farkına varır.

Rabbimiz bu ayetlerin öncesindeki bir ayetinde ise şöyle buyurmaktadır;

“Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.”[6]

Farklı ümmetlere ait çeşitli şeriatlar, zaman ve hâllere göre değişen hükümler olup, hepsi de geçerli oldukları dönemde adaletin ifadesidirler. Adaletin asıl kaynağının Allah’ın teşri buyurduğu hükümler olduğunu göstermektedir. Çünkü bu hükümler adaletin en ileri derecesini içerirler. Buna muhalif olan her şey ise zulüm ve haksızlıktır. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız ayetler ise bu ayetten sonra gelmesi bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Şeriat belirleme yetkisi Allah Teâlâ’ya ait bir husustur. Yasak ve serbest belirleme yetkisi, sistem ve hayat prensiplerini belirlemek O’nun hakkıdır.

Şeriat luğat itibariyle kaynak anlamına gelmektedir.

Istılahta ise şeriat; Allah’ın kitabı olan Kur’an ile Rasulullah’ın (sav) söz ve fiillerini kaynak alan bir ilahî hukuk sistemidir.

“Yoksa Allah'ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.”[7]

Şeriat Allah Teâlâ’nın kulları için razı olduğu sistemdir. Kullarının dünya hayatı içerisinde nasıl hareket edecekleri, ne şekilde bir hayat süreceklerinin sınırlarını belirleyen bir yönetim biçimidir. Allah Teâlâ kulları için şeriattan razı olmuş ve bu sistemin pratiği noktasında da peygamberini göndererek nasıl yaşanacağını kullarına göstermiştir. Bununla beraber hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmamıştır. Öyle bir sistemden bahsediyoruz ki devlet idare biçiminden, miras taksimine, ceza hukukundan sosyal alandaki konulara kadar her alanda söz söylemiş, kurallar koymuş bir sistemdir.  Bu sistemden nasıl devlet yöneteceğinizi de, hacetinizi giderirken adabınızın nasıl olması gerektiğini de öğrenebiliyorsunuz.

Şeriat zannedildiği gibi sadece el kesen, recmeden, kafa kesen bir sistem değildir. Şeriat hırsıza, zina edene, içki içene, tecavüz edene ceza verirken bu suçlulara ceza vermekten ziyade toplumun malını, canını, ırzını, aklını ve dinini korumak için bu cezayı verir. Şeriat bu beş hususu korumak için vardır. Hırsızın eli kesilirken asıl itibariyle öncelenen şey toplumun malını korumaktır. Katile kısas uygularken, toplumun canını, zina edeni recmederken toplumun ırzını, içki içene had uygularken toplumun aklını, irtidat edene ceza verirken de toplumun dinini korumayı göz önünde bulundurur. Çünkü İslam dininde toplumun maslahatı ferdin maslahatından önce gelir. Bir insana ceza verilirken onun tek başına zararına olabilir, ancak burada göz önünde bulundurulan ve korunulacak olan şey toplumdur.

Şeriat eksiksiz bir sistemdir. İnsanın refahı, huzur ve mutluluğu İslam şeriatındadır. İslam şeriatının muadili olarak gösterilen hiçbir sistem insanı huzur ve mutluluğa götüremez. Çünkü eksik, yetersiz ve insan ürünüdür. İslam şeriatı ise mükemmel ve eksiksiz bir sistemdir.

Rasulullah (sav) Bedir savaşında ordunun saflarını düzeltirken elindeki bir sopa ile sahabelerin karınlarına hafifçe vuruyordu. Bu şekilde safların düzenini sağlamaya çalışırken sahabelerden Sevad bin Gaziyye, Efendimize “Canımı acıttın ey Allah’ın Rasulü!” diyerek kısas almak istediğini söyledi. Efendimiz ise tereddüt etmeksizin kendisine vurmasını istedi. Ancak Sevad, “Benim karnım çıplaktı ey Allah’ın Rasulü!” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) karnını açtı ve vurmasını istedi. Sevad bin Gaziyye ise Rasulullah’ın (sav) bedeninden öperek şöyle dedi; “Ey Allah’ın Rasulü! (sav) şimdi bir savaşa gireceğiz, belki şehit olurum. Bu yüzden bedenime en son temas eden bedenin senin bedenin olmasını arzu ettim.”

Bu kıssa şeriatın güzelliğini ortaya koymaktadır. Sıradan bir kişi dahi bir idareciden hak iddia edip, hakkını aldığı başka bir sistem var mıdır?

Ömer’in (ra) döneminde asıl adı Nüfeyl olan Ebu Bekre, Basra’da yaşayan bir sahabe idi. Eniştesi Utbe bin Gazvan vefat ettikten sonra Basra’ya vali olan Muğire bin Şube’nin son dönemdeki ahvalini beğenmez olmuştu. Bir gün yanına gelen Naf’i, Şibl ve Ziyad ile birlikte oturmaktaydılar. Bu kimseler Ebu Bekre’nin ya ana tarafından ya da baba tarafından kardeşiydiler. Otururken esen rüzgâr odalarının perdesini kaldırdı. Perdeyi kapatmak için ayağa kalkan Ebu Bekre şaşırır, gözleri büyür ve kardeşlerini çağırarak, gördüklerini onlara da gösterir. Gördükleri şey Muğire bin Şube’nin yabancı bir kadınla olan münasebetidir. Hemen Ömer’e (ra) bir mektup ile durumu bildirir. Ömer (ra) ise Ebu Musa el Eşarî’yi bir grup sahabe ile birlikte Basra’ya iki mektup ile gönderir. Muğire bin Şu’be ve şahitler Medine’ye çağrılır, yeni vali olarak ise Ebu Musa el Eşarî tayin edilir. Medine’ye gelen şahitleri Ömer (ra) dinlemeye başlar. Ebu Bekre, Nafi ve Şibl aleyhte şahitlik ederler. Ancak sıra Ziyad’a geldiğinde onun şahitliği ise tam olarak görmediği yönünde aleyhte eksik bir şahitlik idi. Bunun üzerine Ömer (ra), Ziyad’ın şahitliğini Muğire’nin recmden kurtuluşu için bir gerekçe saydı. Ancak diğer üç kişiye ise iftira cezası olarak seksen sopa vurdurdu. Bunun üzerine sinirlenen Ebu Bekre, Allah adına yemin ederek ve Muğire’yi (ra) işaret ederek zina yaptığını tekrar iddia etti. Bunun üzerine Ömer (ra) tekrar yatırılmasını emretmişti ki Ali (ra) araya girerek olaya müdahale etti. Eğer onun son şahitliğinin tekrar sayılması halinde şahitlikler dörde ulaşmış olacak ve Muğire (ra) için de recm cezası gerekecekti. Eğer Ebu Bekre’nin şahitliği tek sayılmış ise bu takdirde zaten cezasını çekmişti. Bu şekilde olay hükme bağlanır ve Basra’ya tekrar geri gönderilirler.

Bu olayda şeriatın nasıl bir düzen içerisinde işlediğini görmekteyiz. Bir kişi, bir insan hakkında zina ettiğini iddia edecek olsa, dört şahit getirmek zorundadır. Dört şahit o kimsenin cezalandırılması için gerekli olan sayıdır. Bu sayıya ulaşılmadıkça bir kişi, diğer bir kişiyi kendi gözleri ile zina ettiğini görse dahi aleyhinde iddiada bulunamaz. İspat edemeyeceğinden dolayı kendisi iftiracı konumuna düşecektir. Bunun böyle olması insanların hukukunu korumak açısındadır. Aksi takdirde bir ya da iki kişi anlaşmak suretiyle bir insana zina iddiasından bulunabilirler. Ancak şeriat dört kişiyi ve her bir kişinin de yüzüğün parmağa girdiği gibi zinayı görmesini şart koşmaktadır.

Eğer bizler bu dünyayı imar etmek, refah ve huzuru yakalamak, ekonomik dar boğazdan çıkmak istiyorsak şeriata sarılmak zorundayız. Çıkışı ve çözümü şeriatta aramak zorundayız. Bugün canın, malın, namusun, aklın ve dinin korunabildiği bir sistemde yaşamak insanı refaha ulaştırır. İnsan ürünü sistemlerin bu saydığımız hususları koruyamadığı aşikârdır. Allah’ın sisteminin dışındaki sistemlerin yürürlükte olduğu ülkelerdeki cinayet, tecavüz, intihar vs olaylarına baktığımızda bu sistemlerin acizliğini görmekteyiz. Faizin serbest olduğu, devlet eliyle korunduğu ve alındığı bir sistemin müntesibi bir ülkede elbette toplum, ekonomik olarak problemler yaşayacaktır. Çünkü faizli bir ekonomik sistem toplumdaki bir kesimin diğer bir kesimi ezmesi ve sömürmesini beraberinde getirir. Faiz alan insanların, kurumların haksız bir kazanç sağlamasına yol açar. Aslında beşerî sistemlerin tamamının çarpıklığını ve bozukluğunu anlamak güç değildir.

Dünya sosyalizm ve komünizmi geçmiş yıllarda tecrübe etti. Ancak elbette insan ürünü kanunlar ve sistem olmanın bir gereği olarak insanlık aradığı ferahı, mutluluğu bulamadı. Komünizmi denemiş olan ülkelerden birisi Sovyetler birliğiydi. Sovyetler birliği 1922 yılında kurulmuş, 1991 yılına kadar da devam etmiştir. İnsan ürünü bir sistem olmasından dolayı Sovyetler birliği dağılırken, dağılmasının sebeplerinden birisi de ideolojik bir sorun idi. Hatta öyle ki Sovyetler dağılırken, dağılması ile alakalı meclislerinden yapılan oylamada meclisin yüzde 87’si komünist bir ideolojiye sahip iken, dağılmasına karşın sadece 7 oy çıkmıştı. Komünistler bile sistemlerinden belli bir aşamada memnuniyetsiz hale gelmişlerdi. Her birerleri farklı farklı siyasi görüşe sahip olmaya başlamışlardı. Eşitlikten ve adaletten dem vuran komünizm ve sosyalizm sistemleri insanlar arasında eşitlik ve adaleti sağlamakta yetersiz idiler. Sovyetlerin son zamanlarında, Sovyetler birliğinin son lideri Gorbaçov zamanında Rus oligarklar[8] müthiş şekilde zenginlemiş, sermayelerine sermaye katmışlardı. Rus oligarkların çoğu Gorbaçov iktidarında dolar milyonerleriydi.

Allah’ın şeriatının dışındaki sistemlerin tamamının fikir babaları insanlardır. Aslında her bir sistemi bir ya da birden fazla insan üzerinde çalışmak ve kafa yormak suretiyle bulmuş, yorumlamış ve geliştirmeye çalışmıştır. Her bir sistem aslında diğer sistemlerdeki yetersizlik ve eksiklikten dem vurarak kendi sistemini ortaya çıkarmıştır. Sosyalizm, komünizm, liberalizm ya da demokrasi. Örneğin sosyalizm ya da komünizm, liberalizm ve kapitalizmin insanları sömürdüğünü varsayarak halktaki eşit dağılım vurgusuyla ve antitezi ile ortaya çıkan sistemlerdir.

Sosyalizm; özel mülkiyetin ve gelir dağılımının, fertlerin sadece kendi menfaatlerini korumaları suretiyle veya kapitalizm şartlarında piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla belirlenmeyip toplumun denetimine bağlı tutulduğu ideolojidir.[9]
Komünizm; üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve kimi zaman devletsiz bir toplumsal düzen ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir.[10]

Komünizm aslında sosyalizmi bir durak olarak gören sistemdir.

Liberalizm ise; John Locke tarafından siyasi bir ideolojiye dönüştürülen, sonsuz bireysel hak ve özgürlükleri savunan, özel mülkiyet hakkı ve ekonomide serbest piyasayı savunan ideolojidir.

Demokrasi ise; Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir.

Demokrasi halkın egemenliğidir. Neyin yasak ve serbest olacağına, neye izin verileceğine verilmeyeceğine, neyin yasak olup olmayacağına insanlar karar verir.

Şu anda dünya üzerinde demokrasi, çoğunlukla benimsenen idare sistemidir.

Demokrasinin insan idaresi noktasında yetersiz olduğunu ve çarpıklığını Türkiye’de sürekli yapılmaya çalışılan anayasa çalışmalarından ölçebilmek mümkündür. Türkiye’de defalarca anayasa yapılmış ve her birinin yetersiz geldiği ve değiştirilmesi gerektiği demokrasi havarileri tarafından sürekli dillendirilmektedir. Yeni anayasa çalışmaları ile her seferinde daha farklı ihtiyaçların ortaya çıktığına dikkat çekilmektedir. Öte yandan ise milli ve yerli anayasa yapmanın çareleri aranmaktadır. Ancak ister Arabın olsun, ister Acemin olsun, Allah’ın yasalarının dışındaki yasalarla insanlığın çıkışı mümkün değildir.


Bir başka çarpıklık ise Türkiye’deki hapishane, mahkûm ve suç oranlarının sayılarının fazlalığıdır. Bu kadar fazla hapishanenin ve mahkûmun olduğu ülkedeki sistemin adalet dağıtmaması normal değil midir? Yapılan hapishanelerin yetersiz geldiği, suçun ve suçlunun alıkonulamadığı bir sistem elbette nakıstır.

Türkiye’de Ekim 2019 itibariyle toplamda 355 adet hapishane ve 300 bin tutuklu, hükümlü bulunmaktadır.

Türkiye’de görev yapan hâkim sayısı 1997 yılından 2020 yılı sonuna kadar 2.5 kattan fazla yükseldi. Savcı sayısı, hâkim sayısına göre daha düşük olsa da artış hızı hâkim sayısına kıyasla daha yüksek. 2007 yılından 2020 yılına savcı sayısı yaklaşık 4 kat arttı. 2015 yılına kadar 10 binin altında olan hâkim sayısı, 2015 itibarıyla 10 binin üzerine çıkarak 2020 sonu itibarıyla 15 bin civarında.

HSK’nın verilerine göre Türkiye’de faal adli yargı ilk derece olarak 6592 adet mahkeme bulunmaktadır. Bunların çeşitlerine göre adetleri ise şu şekildedir;

Asliye Ceza Mahkemesi: 1749

Asliye Hukuk Mahkemesi: 1141

Sulh Hukuk Mahkemesi: 785

Sulh Ceza Hâkimliği: 720

Ağır Ceza Mahkemesi: 502

İş Mahkemesi: 383

Aile Mahkemesi: 382

İcra Mahkemesi: 267

Kadastro Mahkemesi: 203

İnfaz Hâkimliği: 158

Ticaret Mahkemesi: 95

Tüketici Mahkemesi: 94

Çocuk Mahkemesi: 81

Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi: 12

Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi: 12

Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi: 8

Türkiye’deki 2018 yılı itibariyle cezaevine giren hükümlü sayıları şu şekildedir.

Hırsızlık: 45.420

Yaralama: 33.013

Uyuşturucu imal ve ticareti: 17.902

Yağma: 15.309

Tehdit: 11.038

Uyuşturucu kullanma ve satın alma: 10.375

Kaçakçılık: 9.665

Öldürme: 9.332

Cinsel suçlar: 5.774


Irak’a Demokrasi Götüren Demokrasi Ülkesi Amerika’daki Suç Oranları

Federal Soruşturma Bürosu (FBI) verilerine, ABD’de 2016 yılında 1 milyon 195 bin 704 şiddet içeren suç işlendi. 15 bin 696 kişi cinayet kurbanı olurken, bu cinayetlerin yüzde 71,5’i ateşli silahla işlendi. 2016’da polisin öldürdüğü kişi sayısı ise bin 152 olarak kayıtlara geçti. Bu rakam an itibariyle ise 1184.

Dünyada tecavüz suçunun en fazla görüldüğü ülke de ABD. Ülkede son 1 yılda 90 bin 185 de tecavüz vakası yaşandı. ABD Tecavüzle Mücadele Merkezi’nin istatistiklerine göre ülkede dakikada 1,3 tecavüz hadisesi yaşanıyor. Ülkede günde 1900 ve yılda 683 bin kadına tecavüz ediliyor. Buna göre ABD’de her 8 kadından biri tecavüze uğruyor. Bu olayların bir kısmının polise intikal etmediği, mağdurların susmayı ve olayı gizlemeyi seçtiği de belirtiliyor. Tecavüze uğrayanların yüzde 62’si 18 yaşından, bunun yüzde 29’u ise 11 yaşından küçük. Tecavüz edilenlerin yüzde 22’si ise erkek çocuklar.

ABD’de kadınların yaklaşık yüzde 20’si hayatlarında bir kez tecavüze ya da tecavüz girişimine hedef oluyor.[11]


AB'nin kurucu ülkeleri arasında suç oranlarının en yüksek olduğu ülkeler ise Fransa ve Belçika olarak kaydedildi. Eurostat verilerine göre kasten işlenen cinayetlerde Fransa yüksek suç oranlarıyla üst sıralarda dikkat çekiyor. Fransa'da sadece bu yılın başından bu yana 121 kadın cinayeti işlendi. Suç oranlarında ciddi artışın yaşandığı Fransa'nın başkenti Paris'te ise resmi istatistik yayınlayan ONDRP adlı kuruluş, ortalamanın 16 katı daha fazla hırsızlığın yaşandığını duyurdu. Paris'in en tehlikeli mahallelerinin en turistik mahalleler olduğu belirtilen rapora göre uyuşturucu kaçakçılığı da ciddi boyutlarda seyrediyor.

AB üyesi ülkelerde işlenen cinsel suçlar ise artış göstermeye devam ediyor. Sadece 2013-2016 yılları arasında resmen kayda geçen cinsel suç içeren olay sayısı 197 binden 248 bine yükseldi.[12]

Bu rakamların tamamı sistemlerin çarpıklıkları noktasında ortaya koyduğumuz tezimizi destekleyen rakamlardır.

Değinilmesi gereken bir hususta şudur ki; Demokrasiden dem vuran ülkeler, iddia ettikleri demokrasiyi dahi uygulamamaktadırlar. Allah’ın şeriatı noktasında münafıklık eden idareciler, kendi sistemleri noktasında da münafıkça davranmaktadırlar. Demokrasi, bireyin bir başkasına zarar vermedikçe ve bir başkasının sınırına müdahale etmedikçe istediği her şeyi söylemesi, düşünmesi ve yapması demektir. Ancak ülkede demokrasiden de öncelikli o kadar fazla putlaştırılmış kişi ve kurum var ki Müslümanlar istediğini söyleyip, düşünmek ve yapmak noktasında dahi özgür değillerdir. Özgürlük, fikir özgürlüğü laftan ibarettir. Putlaştırılmış zihniyetlerin izin verdikleri içinden bir fikri savunmak ya da düşünmek noktasında insan özgür, kendi her arzu ettiğini dile getirme noktasında ise modern bir köledir. Kendi tercih ettikleri arasından bir tercih de bulunmayan kimseler için demokrasi değil, bizzat te’dib söz konusudur. Bu, iddia ettikleri kendi sistemlerinde dahi ikiyüzlülüklerini ortaya koymaktadır.

Demokrasilerde insanların tamamı bir yerde toplanıp, kendilerini idare edemeyecekleri için kendilerini temsil eden insanları seçmek suretiyle, kendi kendilerini yönetme noktasında vekiller edinirler. Kendileri gibi aciz, kendi benliğini, özünü dahi bilmeyen, tanımayan, tanıyamayan insanlardır o kimseler. Birbirlerini anlamaktan aciz, birbirlerine sürekli dalaşan, kedi köpek gibi kavga eden insanlar. Sözüm ona toplumun en seçkinleri! Kendilerini idare etmekten bile zayıf bu güruh toplumun ya da insanın idaresini üstlenmeye hevesli ve istekli. Sürekli kavga eden bu insanlar mı bizleri yönetip, idare edecekler? Ağza alınmayacak şekilde birbirlerine küfürler eden, sonra da bu küfürleşmelerin önüne geçemeyince birbirlerini engelleme adına maaş kesintileri yapacak kadar zavallı bu insanlar mı yönetecekler?

“TBMM İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, hakaret, incitici sözler sarf eden milletvekillerinin, Meclis çalışmalarından çıkarılarak, maaş kesintisi getirilmesini benimsedi.

TBMM İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, bugüne kadar 100'ün üzerinde maddeyi kabul ederek, çalışmalarında sona yaklaştı.

İçtüzük Uzlaşma Komisyonu, birbirine hakaret ve küfür eden, incitici ağır sözler söyleyen milletvekillerine yaptırım konusunda ise mutabakat sağladı. Komisyon, bu tür sözler sarf eden milletvekillerinin, TBMM çalışmalarından çıkarılması ve maaşlarının kesilmesini benimsedi.”[13]

“Sıklıkla hararetli tartışmalara kimi zaman da görmek istemediğimiz kavgalara sahne olan TBMM, 1 Ekim'de iki aylık aradan sonra yeniden açıldı. Tamamen yenilenen Meclis Genel Kurul salonundaki dev halının altına "vücut enerjisini alan" bakır bara sistemi yerleştirildi. Böylece statik elektriğin topraklanması hedefleniyor. Son değişiklik, "Vekiller artık daha az kavga edecek" yorumlarını da beraberinde getirdi.

TBMM 1 Ekim'de yeni yasama yılına yenilenen salon ile girdi. Genel Kurul salonundaki dev halının altına vücut enerjisini alan bakır bara sistemi yerleştirildi. Bu sistem, statik elektriğin topraklanmasını sağlayacak.”[14]
Allah Teâlâ bizleri cahiliyye sistemlerinin zilletinden, şeriatın izzetine çıkarsın…

İslam şeriatında teşri yani kanun yapmak sadece Allah Teâlâ’nın hakkıdır. Allah’ın dışında, kulları için bir yasak ya da serbest belirleyecek herhangi bir mercî yoktur. Rasulullah’a (sav) bunun izafe edilmesi dahi manendir. Allah Rasulü (sav) sürekli Allah Teâlâ tarafından gözetim altında tutulan, herhangi bir ihtiyaç halinde Allah tarafından vahiy ile desteklen birisidir. Ağzından din adına dökülen her şey vahiydir, kanundur, şeriattır. Rasulullah’a (sav) bu izafenin manen yapılmasının sebebi kendi heva ve hevesinden konuşmayacak olması, O’nun konuşmalarının bizzat Allah tarafından müdahale edilebileceğinden kaynaklıdır. Aslında O’nun din adına ifade ettiği şeylerde Allah’tan kaynaklı bir vahiydir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“O, nefsinden konuşmaz. O’nun konuştuğu ancak vahiydir.”[15]

Efendimiz eğer şeriate, dine muhalif bir şey söyleyecek olsaydı, Allah Teâlâ kendisine müdahale ederdi ve onu düzeltirdi. Bunun örnekleri dinde vardır. Bir örneği Bedir esirleri hakkında yaşanmıştır. Peygamberimiz kendisine herhangi bir vahiyde bulunulmadığı, bir kural konulmadığı bir konuda ictihad ederek esirler hakkında farklı bir muamele yapmıştır. Ancak aradan çok geçmeden Rabbimiz konu hakkındaki vahyini indirmiştir.

“Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[16]

Hatta Rabbimiz bu konu ile alâkalı bir başka ayette ise kendi nebisini, tehdit eden bir ayet indirmiştir.

“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu sağ elimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.”[17]

Şeriata sözde yanlı özde muhalif olan insanların getirmiş olduğu bazı şüpheler vardır. Bu şüphelerden bir tanesi de her şey Allah ve Rasulü’nden ise, günümüzde yeni karşılaştığımız olaylar ile alâkalı asla bir yasak ve kural koyulamayacağını iddia etmeleridir. İslam yeni bir hususun hakkında onun yasaklanması ya da serbest bırakılması ile alâkalı kendi asıl yasalarına bağlı kalmak suretiyle yeni kurallar koymaya müsaade etmektedir. Bu şeriate muhalif bir şey değildir. Hatta bazı insanları İslam şeriatının gerekliliğini ve sistem bozukluğunu anlattığında, onu hakikatlere davet ettiğinde sahip olunan her imkânın demokrasinin olduğunu söylemek suretiyle istihza ettiklerini görürsün. Ancak bu onların batıl anlayışlarından kaynaklıdır. Bu anlattığımız husus bir pergel ile bir kâğıdın ortasına bazı şekiller çizmeye benzemektedir. Yaşanılan ortamlarda ve dönemlerde yeni yeni bazı kurallar koyulması icap ettiğinde İslamın ana yasalarına bağlı kalmak suretiyle bazı yasaklar ve serbestler belirlenebilir. Ancak siz zinayı, içkiyi, kumarı, faizi serbestleştirir, mirası Allah’ın emrettiğinin alternatifine bir şekilde pay eder, birden fazla evliliğe şeriat tarafında müsaade edilmişken yasaklarsanız veya bunların olduğu bir sistemi benimserseniz işte o zaman şeriattan ayrılmış olursunuz. Ancak bu şeriatın esaslarına bağlı kalarak örneğin trafik kanunları, hastaneler ile ilgili bazı yasak ve serbestlikler, sosyal, ekonomik anlamda bazı kuralların konulması şeriatın zıddına hareket etmek değildir. Ve bunun gerekliliği söz konusu olduğunda yapılması caizdir.

Şeriatın bazı kurallarını özgürlük veya başka bir gerekçe ile uygulamak şeriatı uygulamak değildir. Örneğin herhangi bir beşeri sistem kendisinden kaynaklı verdiği cezalarda ya da tanıdığı haklarda şeriat ile muvafakat göstermesi şeriatın benimsenmesinden kaynaklı değildir.  Bir beşeri sistemde adam öldürmenin cezası şeriat ile aynı olduğunda o cezanın verilmesi ya da uygulanması şeriatın uygulanması değildir. Ya da ülkemizde başörtüsü, Kur’an’ın okunması, öğrenilmesi vb şeylerin serbest olması şeriatın bazı şiarlarının yüceltilmesi değildir. Bunlar özgürlük adına diğer beşeri sistemlerin yüceltilmesi için yapılan şeylerdir. Amaç, gaye şeriatın ikamesi değildir.

İnsanlar demokrasi veya diğer sistemler ile şeriatı karşılaştırmanın doğru olmadığını, bunların birbirlerinin alternatifi olmadığını söylemektedirler. Bazen de karşılaştırarak demokrasi ile şeriatın benzerlikleri olduğunu, İslam’da şuranın olduğunu demokraside de meclis ya da halk çoğunluğunun olduğunu ifade etmektedirler.

Demokrasi ve diğer beşeri sistemler günümüzde bizzat İslam şeriatının alternatifi olarak değerlendirilmektedir. Din ve devlet işlerini birbirinden ayrı olarak kabul eden, sadece kul ile Allah arasındaki bir din anlayışı benimseyen, din denilince namaz, oruç, zekâttan başka bir çerçeve çizmeyen insanlar elbette birbirlerinin alternatifi olmadığını iddia edeceklerdir. Ancak İslam şeriatı bir bütündür, insanın hayatının tamamına ışık tutan bir anlayıştır. Bunu böyle kabul ettiğimizde, din ve devlet işlerini de birbirinden ayırmadığımızda, diğer beşeri sistemler İslam şeriatının devlet ve yönetim tarafı için insanlar tarafından oluşturulmuş birer alternatiflerdir. Ancak hak tektir, batıllar ise çeşitli ve çoktur.

Bunu böyle kabul eden güruh ise beşeri sistemler ile İslam şeriatının benzer yönlerini bulmaya ve uygulanan diğer sistemlerinde İslam’dan bir parça olduğuna ikna olmaya ve ikna etmeye çalışmaktadırlar. Ancak hak hiç batıl ya da batıllar ile karıştırılabilir mi? Mümkün müdür? Asla değildir. Bu hak ile batılı karıştırma çaba ve gayretidir. İslam’da istişare vardır. Ancak Allah ve Rasulü’nün kesin hüküm bildirdiği noktalarda istişare yoktur. İslam’ın emirlerinde istişare yoktur. İslam’ın yasaklarında istişare yoktur. Siz hırsızlığı yasak edelim mi serbest bırakalım mı diye istişare edemezsiniz. Zina suç olsun mu olmasın mı diye İslam’da istişare edemezsiniz. İslam’da istişare hakkında kesin hüküm olmayan, konularda görüş alışverişidir. Ancak demokrasilerde siz her istediğinizi oylamaya açabilirsiniz. Doğrunun ya da yanlışın ne olduğunu ise sayı belirler. Demokrasilerde zina suç olsun mu olmasın mı diye tartışılsa, oylamaya gidilse yarıdan bir fazla kişi suç olmasın dese suç olmaz, yarıdan bir fazla kişi suç olsun dese suç olur.

Dolayısıyla İslam’daki şura ile demokrasilerdeki çoğunluk aynı şey değildir.


“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Hak'tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak'tan) döndürülüyorsunuz?”[18]

Şeriat aleyhine girilen bir başka çaba ise şeriat ile korkutmaktır. Şeriatın insanların canlarına, mallarına, ırzlarına tecavüz ettiğini savunarak toplumu korkutma çabasıdır. Şeriat elini keser, şeriat taşlar, şeriat öldürür. Şeriat bunları defalarca da zikrettiğimiz gibi ceza olarak toplumu korumak adına verir. Bunları yapmayan ve desteklemeyen kimselerden başka hiç kimsenin şeriattan korkmasına lüzum yoktur. Arsız, hırsız ve namussuzdan başka hiç kimse de şeriattan korkmaz ya da şeriat ile korkutmaz. Bizler ceza olarak hak eden insanlara bunu layık gören İslam şeriatından mı korkmalıyız? Yoksa halkları sömüren diğer beşeri sistemlerden mi korkalım.

Bizler çalınan belli bir ölçüye ulaştığı zaman ceza olarak elin kesilmesini emreden bir sistemden mi korkalım, yoksa demokrasinin izin verdiği her köşe başından resmi olarak çalışan, faiz almak, vermek suretiyle işlem yapan resmi haramîlerden mi korkalım.

Bizler zina eden bir kimseye evli ise taşlanmak suretiyle öldüren, bekâr ise kırbaçlanmak suretiyle ceza veren bir sistemden mi korkalım, yoksa kendilerinin düşüncesinden başka hiçbir düşünceye tahammülü olmayan, kendilerini dünyanın komiseri gibi gören ülkelerin her bir ferde bir bomba atmak ve halı tipi bombardımanlar yapmak suretiyle tüm beldeleri ve insanları katlettiği bir sitemden mi korkalım.  Taş atmak suretiyle bir insanı cezalandırdığınızda cani, tüm insanlığı her birerine bir bomba atarak katlettiğinizde sözde medeniyet sahibi oluyorsunuz.

Kadınları metalaştırıp, her yerde ayakaltına düşüren, kadın satan ve pazarlayanların vergi rekortmeni olduğu bir sistemden ve ehlinden mi korkulmalı yoksa bir kadının hicabı için İslam ordusuna ileri süren bir peygamberin getirmiş olduğu sistemden mi korkulmalı. Ya da hangi sistemin kadına ne kadar değer verdiğini nereden ölçelim.

Şeriat korkulacak, kendisi ile korkutulacak bir sistem değildir. Şeriat insanların kendisi ile huzura ulaşacağı, Allah tarafından gönderilmiş bir sistemdir.

Ne yazık ki günümüzde şeriata tabi olmak noktasında Müslümanların dahi eksikleri mevcuttur. Müslümanların şeriata teslim olmak noktasından tam bir teslimiyet gösterdiklerinden bahsetmek mümkün değildir.

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”[19]

Bir Müslüman özellikle günümüzde yaşamış olduğumuz gibi cahiliyenin her yerden hortladığı ortamlarda tek bir amaç edinmiştir. Bu amaç, İslam şeriatının hâkim olmasının mücadelesini vermektir. İslam’ın bize, kendimize, toplumumuza, topraklarımıza hâkim olmasını isteriz. Ve bunun için birçok meşakkati göze alırız. Ya da göze aldığımızı dillendiririz. Tek isteğimizin şeriatın hâkim olması olduğunu, İslam ile yönetilmek istediğimizi, ihtilaflarımızda Kur’an’ın ve sünnetin söz söylemesinin gerekliliğini ifade ederiz. Ancak şeriat bize küfür topraklarında ufak bir parçasını sunduğunda onu almaktan geri duruyoruz. Müslümanlar çıkan ticari anlaşmazlıklarında, yaptıkları ortaklıklarında, boşanmada veya başka başka çekişmelerde dahi Allah’ın kitabının ve Rasulü’nün sünnetinin gerektirdiğine teslim olma noktasında eksik kalmaktalar. Aslında çıkan çekişmelerde ve ihtilaflarda Kur’an’a ve sünnete gitme noktasında daha cömert davranılmaktadır. Çünkü herkes kendince haklı ve haktan yanadır. Ancak mesele Allah adına hüküm verildikten sonra neticeye teslim olabilmektedir. İşte burada ne yazık ki bizler tam bir teslimiyet göstermiyoruz. Hâlbuki bu, yıllardır toplumumuza, tevhidi bilmeyen insanlara ısrarla anlattığımız davetin özü ve ta kendisiydi. Ancak davet ettiğimiz konuda kendimiz hata eder olduk, anlattığımızı kendimiz yapmaz olduk. Emrettiğimizi terk eder, sakındırdığımızı yapar olduk. Allah Teâlâ bizleri gafletten uyandırsın.

“Siz Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?”[20]

Bizim çok iyi konuşmamız, çok iyi anlatmamız, çok iyi hatip olmamızın Allah’ın huzurunda bir önemi yoktur. Bizler anlattığımızı ne kadar yaşamaktayız. Bizlerdeki teorinin kaçta kaçı pratiğe yansımış önemli olan budur. Günümüzde birçok İslami şiar bizlerde teoride kaldığından dolayı bizler, kendimizi iyi Müslümanlar zannediyoruz. Ancak kendimizi amel terazisine vurduğumuzda hâlimiz açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bugün şeriat isteyen bizler, şeriat aleyhimize hükmetse de kabul edecek miyiz?

Malımızın alınmasına, canımızın alınmasına, bir takım sahip olduklarımızın elimizden alınmasına rağmen şeriattan razı olabilecek miyiz? Biz Müslümanlar şeriatın kaçta kaçına teslim olabileceğiz. O zaman bu tespitle her birerlerimiz tekrar bir daha kendi nefislerimize dönüp bir daha soralım. Kendimizi bir muhasebe edelim. Bu yazımızın Müslümanlara hitap eden tarafıdır.


Rabbim bizleri kendinden, dininden, kitabından ve şeriatından razı olduğu kullarından eylesin…
 
 
[1] (75/ Kıyamet 36)
[2] (5/ Maide 3)
[3] (5/ Maide 48)
[4] (5/ Maide 49)
[5] (5/ Maide 50)
[6] (5/Maide 42)
[7] (42/ Şura 21)
[8] Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Genellikle bu grubun bencilce ve görevlerini kötüye kullanarak gerçekleştirdiği, despotça bir yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için "oligark" terimi kullanılır.
[9] Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi
[10] Vikipedi
[11] https://www.milliyet.com.tr/yerel-haberler/istanbul/abdnin-korkunc-suc-istatistikleri-12501762
[12] https://www.tourismtoday.net/avrupa-da-suc-oranlarinin-en-yuksek-oldugu-ulkeler-belli-oldu.html
[13] https://www.trthaber.com/haber/gundem/hakaret-eden-vekile-maas-kesintisi-geliyor-88089.html
[14] https://www.sondakika.com/politika/haber-tbmm-de-halinin-altina-bakir-bara-sistemi-kuruldu-14435116/
[15] (53/ Necm 3-4)
[16] (8/ Enfal 67)
[17] (69/ Hakka 44-47)
[18] (10/ Yunus 32)
[19] (4/ Nisa 65)
[20] (2/ Bakara 44)
Whatsapp Destek