Şeytanın Planları 3 | Bilal Özbuğday

Amansız düşmanımız olan şeytanın ve dostlarının kullar üzerindeki hamlelerinin farklılığını zikretmekte idik. Bu yazımızda da bir önceki yazımızın devamı niteliğinde şeytanın kula giriş yöntemlerini izah etmeye devam edeceğiz.

Olduğundan Farklı Göstererek Süslemek

Süslemek, süslü göstermek bir eşyanın ya da durumun olduğu halin dışında başka bir hal üzere algılanmasını sağlamaktır. Bir şey iyi ise onun kötü olduğunu ya da kötü ise iyi olduğunu insana fısıldamaktır.

Şeytan insana dünyayı ve içindekileri de süslü göstermektedir. Bu dinin yaşanması ve hâkim kılınması için, kulluğun gerekleri olan şeylerden insanları soğutarak bu hususları birer darlık, rahatsızlık ve huzursuzluk olarak göstermektedir. Geçici olan dünyayı ve içindeki birkaç günlük yaşam tarzını ise rahat etmek, keyif sürmek, günü gün etmek olarak hissettirmektedir. Bu tam da işte süslemek hamlesi ile şeytanın insanlara yaklaşmasıdır.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeyler ile, cehennem ise nefsin arzuladığı şeylerle kuşatılmıştır.”[1]

Çok az insan hariç hiç kimse bir yanlışı yanlış olduğunu kabul ederek yapmaz. İç dünyasında bazı durumlar farklı olsa da zahirinde yapmış olduğu yanlışa doğru bir kılıf bularak bunu yapar. O hatayı ve yanlışı işlerken elinde onu yapması gerektiğine kendisini iten bazı gerekçeler olduğunu dolayısıyla en doğrunun bu olduğunu zannederek yapar.

Müslüman bir Müslümana düşmanlık ederken dahi elinde yaptığına dair kendisini haklı çıkaracak bir argüman bulundurmaktadır. İnsan böylesi argümanları her durumda bu kadar rahatlıkla bulma yetisine sahip değildir. İşte tam da burada şeytan devreye girmekte ve o kimsenin işini kolaylaştırmaktadır. Yaptığını süslü göstermekte, algı ile olayları farklı hissettirmektedir. Yusuf (as)’ı kuyuya atan kardeşleri dahi bu yaptıklarına dair kendilerini haklı zannediyorlardı. Bunun sebebi ise kendilerine şeytanın musallat olması ve yaptıklarını süslü göstermesi idi. Firavun dahi Musa (as) ile mücadele ederken yeryüzünde bozgunculuk edecek biri ile mücadele ettiğini iddia ederek bunu yapmakta idi.

Kötü Zanna Sürüklemek

 Suizan, insanın bir olay ya da bir şahıs hakkında net olmayan bir hususu kötüye ya da en kötüye yorarak kanaat sahibi olmasıdır. Bu ise şeytanın sinsi hamlelerinden birisidir. Çünkü elde net olmayan ancak varmış gibi zannedilen bir bilgi vardır. İşte insan bu bilgiye dayanarak hareket ettiğini zanneder. Ancak asıl itibariyle net olmayan bu husus insanı hataya sürükler. Burada ise şeytan insana dahiyane bir dokunuşta bulunur. Çünkü bu dokunuştan sonra artık şeytan insan ile dilediği gibi oynamaya başlayacaktır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü bazı zanlar günahtır. Gizli halleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın…”[2]

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Zandan sakının. Çünkü zan sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin ayıplarını araştırıp ifşa etmeyin…..”[3]

Hem ayeti hem de hadisi dikkatli bir şekilde okuduğumuzda zandan sakındırmanın arkasından başka günahlardan sakındırılmaktadır. Çünkü kötü zan ile başlayan bir girişim sonrasında zan sahibini bu meselenin aslını araştırmaya ve insanın kötü hallerini kovalamaya itecektir.

Suizannın yaygın olduğu bir toplulukta elbette bir huzur ve sükûnetten bahsetmek mümkün değildir ki şeytan da tam olarak bunu istemektedir. İnsan hangi zannının günah olacağını bilemediğinden şeriat kendisine zandan uzak durmasını emretmektedir. Böylece kalpler sakinleşecek, huzur bulunacak ve mutmain olunacaktır. Ancak herkesin birbiri aleyhinde her yapılanı ve müşahede edileni kötüye yorduğu bir de bu kötü yorum ile amel ettiğinde ise topluluklar dağılacaktır.

Doğru bir delile, açık bir sebebe dayanmayan her düşünce haram kılınmış olan zandır. Durumu açık ya da kötülüğü ortaya çıkmış olan insanlar hakkında girilen düşüncelerde ise durum böyle değildir.

Suizannın kişiyi arkadaşlarının, kardeşlerinin ayıplarını araştırmaya sevk edeceğini ifade etmiştik. Asıl itibariyle suizannın arkasından gelen bu araştırma da şeytanın bir hamlesidir. Çünkü insan başkalarının kusurlarına fazlasıyla ilgi duyduğunda ve araştırdığında kendi halinden gafil kalacaktır. Bu da şeytanın kişiyi Allah yolundan saptırmasının bir gereğidir. İnsan kendinden gafil olduğunda nefsini ıslah etme çabasında olmaz.

Ebu Hureyre (ranh) şöyle demiştir; “Sizden bazıları kardeşinin gözündeki çöpü gördüğü halde, kendi gözündeki dalı veya kütüğü unutabiliyor.”[4]

Yine İbni Hibban (rh) bu konu hakkında şu değerli satırları ifade etmektedir; “Kendi kusurlarını düzeltmeye çalışıp insanların kusurlarını araştırmayı bırakmak her akıllı insana gerekli olandır. Başkalarının kusurlarını bırakıp kendisininkiler ile meşgul olan insanın bedeni rahatlar ve kolları yorulmaz. Nefsinde şahit olduğu her hata, kardeşinde gördüğü benzer hatayı gözünde küçültür. Kendi hatalarını bırakıp başkalarının hatalarıyla meşgul olan insanın kalp gözü körleşir ve bedeni yorulur. Kendi hatalarını terk etmeyi mazur görmeye başlar. İnsanların en adisi başkalarını hataları sebebiyle ayıplayan kimsedir. Bundan daha adisi ise kendi nefsinde de bulunan bir hata sebebiyle başkalarını ayıplayandır.”[5]

Kötü zan ve neticesinde de ayıpların aranması şeytanın hamlelerindendir. Bunun arkasından ise ulaşılan neticelerin dedikodusu başlar ki bu da şeytanın bir hamlesidir.

Dedikodu kişinin arkadaşını, kardeşini çekiştirmesi, onun işlerini, kusurlarını sayıp dökmesi ve başkalarına anlatmasıdır.

“Birbirinizi çekiştirmeyin….”[6]

Bir gün Aişe annemiz Rasulullah’a (sav) Safiyye annemizi kastederek “Safiyye’nin şu ve şu özelliği -eksiklerini kastederek- ondan uzaklaşman için yeterlidir.” demişti. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle dedi; “Öyle bir söz söyledin ki şayet bu söz denize karıştırılsa bütün deniz bulanırdı.”[7]

Şeytan insana yaklaşarak kardeşlerinin eksiklerini fısıldayarak kulun yine hem kendi kusurları ile uğraşmamasını, hem de Allah’ı zikretmek gibi faydalı şeylerde dilini kullanmayıp kendisine günah olarak dönecek bir hususta dilini kullanmayı telkin eder ki insanı saptırsın.

Yine bir Müslümanın bahsi geçtiğinde ya da kendisine bir Müslüman hakkında soru sorulduğunda kişinin “Allah onun da bizim de eksiklerimizi gidersin”, “Allah onu affetsin, eksiklerini gidersin”, “Allah bizleri affetsin” gibi ima cümleleri ya da kaş göz işaretiyle dahi ima etmek de o kişinin hatalarını ima etmek olacağından bir çeşit dedikodudur.

Rasulullah (sav) şöyle buyurdu; “Dedikodu nedir bilir misiniz?” Sahabeler; “Allah ve Rasulü en iyi bilendir” dediler. Rasulullah (sav) “Kardeşin hakkında hoşlanmayacağı şeyleri dile getirmendir” buyurdu. Bunun üzerine “Söylenilen şeyler onda mevcut ise ne olur?” diye soruldu. Rasulullah (sav) “Söylediğin şey kardeşinde var ise onun dedikodusu yapmış olursun, şayet yok ise ona iftira etmiş olursun.”[8]

Öfkelendirmek

Öfke insana aklını anlık olarak yitirten, insanın muhakemesini elinden alan ve insanı helake sürükleyen bir duygudur. Şeytan da bu sebeple insanı özellikle öfkelendirmek istemektedir. Toplum içinde de yaygın olan bir deyişle “Saman alevi” gibi öfkelenmek şeytanın planlarındandır.

Çünkü bir anlık bir öfke insana birçok şeyi yaptırabilir. Çoğu zaman insan öfkesini dindirdikten sonra söylediklerinden, yaptıklarından pişmanlık duyar. Hatta bazen öfke ile gösterdiği bir tepkinin ya da söylediği bir sözün yanlışlığının farkına varır. Ancak şeytan o anlık öfke ile yaptıracağını yaptırmış, söyleteceğini söyletmiştir artık.

Bu sebeple şeytanın etkili silahlarından birisi de insanı öfkelendirmektir. Öfke ile insan şeytanın elinde bir oyuncak haline gelir ve onu dilediği gibi yönetebilir. Öfke ile ufacık meseleler büyür. Bundan sonrasında ise insan yaptıklarının büyüklüğünden geri dönme hususunda nefsiyle ve şeytanla mücadeleye girer.

Bir de Allah için olan öfke vardır ki bu övülen, Allah için ortaya çıkması gereken bir duygudur.

Aşırı Şakalaşma

Şeytanın nefse giriş anahtarlarından birisi de aşırı şaka yapılan ortamlarda insanları sürüklemiş olduğu vesvese anlarıdır. Şeytan şaka, espri ve mizah ortamlarından oldukça haz alır. Sebebi ise bu tür arkadaş ortamları insanların rahat oldukları, laflarını pek de tartmadan söyledikleri, en önemlisi ise Allah’ın kelamının azaltıldığı ortamlardır.

Allah’ın zikri ve kelamı şeytanı uzaklaştıran bir kalkandır. Ancak Allah anılmadıkça şeytan o ortamda kök salmaya başlamaktadır. İşte böylesi dost meclisleri insanların biraz rahatladığı hatta gevşediği dolayısıyla da şeytana mahal verdiği yerlerdir. Boş konuşmalar, haddinden fazla arka arkaya söz şakaları ve gülüşmeler…

Bu haller ilk etapta bizlere insanlar arası muhabbeti ve sevgiyi artırıyormuş gibi gelse de uzun vadede şeytanın ekmeğine yağ sürmektedir. Hep çok sıkı olan arkadaşlıkların belli bir müddet geçtikten sonra yerini uzak ayrılıkların aldığını görürüz. Bunun sebebi uzun, sonu gelmez meclislerdir. Yaygın olan atasözünde de geçtiği gibi “Çok muhabbet tez ayrılık getirir” Buradaki muhabbetten kasıt sevgi değil de boş edilen muhabbetler olsa gerek. Uzun uzun meclisler, fazla fazla edilen boş muhabbetler, ölçüsüz şakalar derken ayrılıklar baş göstermektedir.

İşte şeytan tam da böylesi ortamları fitne tohumu ekmek için kullanmaktadır. Geçmiş yazımızda sözün en güzelini söylemekten de bahsetmiştik. Sözün az iyisini dahi fitne tohumu ekmek için kullanan şeytan maksadını aşan ya da kötü anlaşılması muhtemel olan bir şakayı ise çok daha mahir bir şekilde kullanır. Bu yüzden aşırı şaka ve mizahı terk etmek şeytanın istediğini ona vermemek olacaktır.

Aşırı yapılan, alışkanlık haline getirilen ve kötü söz barındıran şaka şeytanın anahtarlarındandır. Bu alışkanlık insanın haya duygusunu ve vakarını azaltır. Fazla olmayacak şekilde kötü sözün ve yalanın olmadığı bir şaka ise kardeşliği pekiştirebilir.

Bir gün bir adam Rasulullah’a (sav) gelerek binek bir hayvan istedi. Efendimiz ise o kişiye “Seni deve yavrusuna bindireceğim” dedi. Bunun üzerine adam ise “Ey Allah’ın Rasulü ben deve yavrusunu ne yapayım” dedi. Efendimiz ise “İnsanların kullandığı binek develeri de dişi develerin yavrusu değil midir?” dedi.[9]

Fısıldaşma

Üç kişilik bir mecliste iki kişinin kendi arasında ya da bir meclis içerisinde birkaç kişinin meclisten ayrı kendi aralarındaki konuşmalardır. Bu tür bir konuşmanın Allah ve Rasulü tarafından da yasaklandığını biliyoruz. Bunun gerekçesi ise meclisteki üçüncü şahsın ya da konuşanların dışında kalan Müslümanların üzülme ihtimalidir. Üzülme ve kötü zanna sebep olarak Müslümanların birliğinin zarar görmesi söz konusudur.

Günümüzde başka bir şekli ile Müslümanların meselelerinin kulisleşmek suretiyle kıyıda, köşede sorumluluğu olmayan Müslümanlar tarafından konuşulması da bu kabildendir.  

Bu, şeytanın üzerine etkili tohumlarını ekebileceği verimli bir arazi gibidir. Çünkü kişi, diğer iki kişi fısıldaştıklarında kendi hakkında konuşulduğu zannına varır. Bu da Müslümanlar arasında fitneye sebep olur ki bu şeytanın arayıp da bulamadığı bir zemindir. Bu zemin üzerine ektiği ufacık bir tohumu vesvese ile suladıkça sular. Sonrasında o tohum daha güçlü ve kuvvetli bir şekilde filiz verip meyve döker.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Gizli fısıldaşmalar müminleri üzmek için şeytanın istediği şeydir. Allah’ın izni olmadıkça şeytan onlara bir zarar vermez.”[10]

Efendimiz ise şöyle demektedir;

“Üç kişi beraber iken ikisi arkadaşlarından ayrı olarak kendi aralarında fısıldaşmasın. Çünkü bu üçüncü şahsı üzer.”[11]

Rabbim tüm müminleri şeytanın tuzaklarında korusun ve muhafaza etsin. Müminler arasındaki fitneleri ortadan kaldırsın. Amin…
 
[1] (Buhari, Müslim)
[2] (49/ Hucurat 12)
[3] (Buhari)
[4] (Kitabü’z Zühd, Ahmed bin Hanbel)
[5] (Ravdatu’l Ukala)
[6] (49/ Hucurat 12)
[7] (Camiu’s Sağir)
[8] (Müslim)
[9] (Buhari)
[10] (58/ Mücadele 10)
[11] (Buhari, Müslim)
Whatsapp Destek