Şeytanın Planları | Bilal Özbuğday

İnsanın iki büyük düşmanı vardır. Bunlardan biri kendisi birisi ise şeytandır. Şeytan insana, insanın ilk yaratıldığı zamandan beri açık bir şekilde düşmanlık göstermektedir. İnsana savaş ilan etmiş ve bu savaşı kıyamete kadar sürdüreceğine dair de söz vermiştir. Rabbimiz ise imtihanı gereği kıyamete kadar ona bir mühlet tayin etmiştir. Ta ki imtihanın maksadı ortaya çıksın diye… İnsan bu birkaç günlük imtihanda hem şeytanına hem de nefsine gem vurmak zorundadır.

“Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.”[1]

Yasaklar olmasaydı insanın iradesi gelişemezdi. Nitekim Âdem aleyhisselam da imtihan gereği bir ağaçtan alıkonulmuştu. Ancak şeytan kendisini cennetten çıkarmak için kandırdı. Ağacın yasaklanmasının sebebi de imtihandı. Bu imtihan ve yasaklar insanın iradesinin gelişmesi içindir. İrade ile tercihler ortaya çıkar.

Asıl itibariyle şeytan ateşten yaratılmış olan ve Rabbine isyan eden bir varlıktır. Şeytan tabiri, insan veya cinlerden şerrini yaymaya çalışan herkesi içerisine alır. Genel olarak ise şeytan denildiğinde yaygın olarak bunların cin olanları kastedilmektedir. İblis ise o şeytanların komutanı mesabesinde olan, Âdem aleyhisselam’a secde emrine isyan edenin bizzat kendisidir. Yaygın olarak İblis’e de şeytan ismini kullanarak bizzat kendisini kastediyoruz. 

İnsan düşmanını tanımadığı takdirde neye, nasıl karşılık vereceğini bilemez. Saldırının nereden geleceğini de, işin nereye varacağını da bilemediğinden savunmasız kalır. Bu ise onun şeytanın ağına düşmesi anlamına gelir. Kişi şeytanın ağına düştüğünde ise düşmanın elinde oyuncak halini almıştır. Ezelden ebede var olan bu düşmanı ve düşmanın planlarını tanımak müminin önemli görevlerindendir.

Şeytan secde emrine karşı çıktıktan kısa bir süre sonra insan cinsini kendine düşman bildiğinden ilk ve önemli darbesini indiriverdi. Babamız Adem aleyhisselam’ı yanlış yönlendirerek, insan olmanın gereği ile acele ettirerek, ebedi olma duygularını harekete geçirerek yasaklı ağaçtan yedirmeyi başardı. İlan ettiği savaşın ilk hareketini uygulamakta başarılı olmuştu. İnsanı cennetten kovdurabilmişti. Bununla yetinmeye niyeti yok idi. Sonrasında da insanlığa savaşının gereklerini yerine getirdi.

Şeytan insan cinsinden öylesine nefret etti ki kısa bir zamana razı olmadı da kıyamete kadar bir mühlet talep etti.

Tarih sayfaları içerisinde sürekli kendisini fitne, fesat anlarında ve alanlarında kanlar dökülürken, ihtilaf ve fitnelerde Müslümanlar ayrılık içerisinde iken, ümmetin fertleri parçalanmakta iken, sonuçsuz ihtilaflar içerisinde topluluklar bocalarken etkisini görmekteyiz. Günümüzde de durum farklı değil. Yine üzerine düşeni kendi ve ona kulak verenler ile yapma uğraşında. Müminler ise bu tarihi eski düşmanı bilmeli ve tanımalı. Çünkü tehlikeli ve güçlü bir düşman ve birden fazla planı uygulama kabiliyeti mevcut. Kişi uyanık olmadığı zaman bu düşmanına düşmekten kurtulamaz.

Bu düşman ile mücadeledeki ilk ve önemli adım ise onu tanımak ve planlarından haberdar olmaktır. Bize imtihan gereği musallat edilen bu düşman ve planları Kur’an ve sünnette detaylı bir şekilde izah edilmiştir. Rabbimiz bizleri çaresiz bir şekilde bırakmamıştır. Ancak bir imtihan olması hasebiyle düşmanı bize söylemiş, düşmanın vasıflarını, sıfatlarını ve mücadele vesilelerini de izah etmiştir.

Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateşin bir takım özellikleri olduğu gibi şeytanın fıtratında da bu özellikler mevcuttur.

Ateşin yandığında yukarı doğru sünerek yandığını görürüz bu onun kibrindendir. Şeytanda da aynı vasıf mevcuttur. Şeytan kibir sahibidir.

Rasulullah (sav) şöyle demiştir;

“Kibir hakkı reddetmek ve insanları ise küçük görmektir.”

Bu her iki husus da şeytanda görülmektedir. Hem hakkı reddetmiştir ki karşılaştığı hak insanın kendisinden daha hayırlı olduğu ve ona secde etmesinin gerekliliğidir. O ise buna karşı çıkmıştır. Küçük görmek ise kendisinin ondan daha üstün olduğunu söyleyerek onu hakir görmesidir.

Yine acelecilik ve hiddet onun vasıflarındandır. Ateş de acele ile yanar, biter. Şeytan acelecidir. Ateşte bir hiddet muvcuttur tıpkı şeytanda olduğu gibi.

Ateşte, şeytanda var olan bir diğer özellik ise yakıcılık ve yok ediciliktir. Ateş kendisine atılanları yakıp yok ettiği gibi şeytan da sürekli olarak insanların salih amellerini, iyiliklerini, imanlarını, hicretlerini ve Allah’a yakınlaşacak her ne varsa onların önüne geçerek amelleri ve semereleri yok etmek yakmak gayretindedir.

Bu yolculukta insana en çok fayda verecek azık ihlastır. İhlas ise yalnızca Allah’ı hesap ederek amel işlemektir. Rabbimizin payı olmadan bir işi yapmamaktır. Hatta yapılan işteki pay sadece onun oluncaya kadar çabalamaktır. Bu ise Allah’a olan yakınlık ile doğru orantılıdır. İnsan Allah’a yakınlaştıkça şeytandan uzak durmuş olur. Allah’tan uzaklaştıkça ise insan şeytana olan bağlılık ve dostluğa yakınlaşmış olur.

“Hani biz meleklere ‘Âdem için saygı ile eğilin’ demiştik de İblis'ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis'i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!”[2]

Bu ayetteki “kendinize dostlar mı ediniyorsunuz” kısmı yakınlık manasındadır. Yani ona yakın olmaktır. Çünkü görmediğimiz birisi ile arkadaşlık etmek, dostluk etmek demek onun size telkin ettiği şeyleri yerine getirmek ile, vesveselerine kulak vermek ile olacak bir şeydir.

“İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi.”[3]

Şeytan aceleci olmasına, aceleyi telkin etmesine rağmen kendisinin acelesi yoktur. Planı devreye sokma noktasında aceleci, neticelerini alma noktasında ise aceleci değildir. Bazen yapmış olduğu ufacık bir hamlenin neticesini yıllar sonra alacaktır. Ama buna aldırış etmez. Hatta hamlelerinin çoğunun neticesini ahiret gününde alacak olmasına rağmen aceleci değildir.

Acelece etmeyip planlarını ufak hamleler ile uygulamaya çalışmaktadır. Şeytan bir günah işleneceğinde önce o günahı insanların gözleri önüne sermektedir. Önce hayâ perdesinin yırtılmasını,  sonra o günahın gözle görünmesini, hissedilmesini sonra kabullenilmesini ve yadırganmamasını, sonrasında ise o günahı işlemeye meylettirmek ile varacağı hedefe ulaşmaktadır.

Şeytan her şeyin ilk adımı olarak hayâsızlaştırma ile işe başlamaktadır. İnsan önce bir şeyi yapmaktan, düşünmekten, izlemekten utanmamaya başlar ise beraberinde diğer adımları atabilir. Şeytan da insandan önce hayâ duygusunu almaya çalışmaktadır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.”[4]

Çünkü hayâsızlık günahların başıdır. Allah’tan hayâ etmemek, kuldan hayâ etmemek tüm hataların başlangıcıdır. Tıpkı Rasulullah’ın (sav) buyurduğu gibi;

“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır; Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”[5]

Şeytan insana hevaya, nefse, zanna, ataların doğru olup olmadığı belli dahi olmayan yollara ve müflislerin yollarına tabi olmaya davet etmektedir. Şeytanın insanı davet ettiği şeyler görünüş itibariyle her zaman kötü görünmese de netice itibariyle kesinlikle kötüdür ve zararlıdır. Çünkü hakkın, doğrunun olmadığı yerde batıl ve yanlışlar vardır.

Rasulullah (sav) bir gün sahabeleri ile birlikte iken yere bir çizgi çizdi ve “Bu Allah’ın yoludur” dedi. Sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve “Bu da çeşitli yollardır. Her birinin üzerinde o yola davet eden şeytan vardır” dedi. Sonra da şu ayeti okudu;

“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O'nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.”[6] [7]

Şeytan yalancı, zayıf, korkak bir düşmandır. Şeytan iyi tanındığında, mücadele vesileleri iyi öğrenildiğinde onun hilesi Müslüman’a etki etmez. Ne yaptığı, nasıl yaptığı Kur’an ve sünnet vesilesi ile iyi kavrandığında söylediklerinin, vesvese olarak kalbe düşürdüklerinin yalan olduğu bilinir. Korunmanın ne ile olacağını öğrendiğimizde ise ufak bir istiazeden bile korktuğundan dolayı onu bertaraf etmek mümkündür Allah’ın izniyle.

Şeytan, insana vesvese vereceğinde bazı kötülüklerin açıkça işlemesini telkin etmez. O kötü amelin iyi gibi görünen özelliklerini insana ilka ederek o ameli işletmeye çalışır. Kul için bu şekilde sağdan yaklaşması, soldan yaklaşmasından çok daha tehlikelidir.

Şeytan için kötü amelin çok büyük olmasından ziyade devamlılığı ve o kötü amelin işlenmesi daha önemlidir. Kul ufak da olsa kötü amel işlesin de nasıl işler ise işlesin.

İbni Kayyım’ın işaret ettiği şeytanın insanı saptırmak için kullandığı adımlar şunlardır;

a) Öncelikle kula şirk işletmek ister ki bunun sebebi insan tüm amelleri yok eden bir günah işlediğinde şeytan ulaşacağı amaca baştan ulaşmış olacaktır. Şirk işledikten sonra istediği kadar salih ameller işlese de hiçbir karşılık bulamayacaktır. Bu ise şeytanın en baştan işi garantiye alması gibi bir şeydir.

b) Eğer şirk işletme noktasında vesvese verememiş ise o zaman bir takım bidatler işletmek ister ki bidat sahibi bir insan Allah’a yakınlaşmak isteyip de Rasulullah’ın (sav) öğretmediği yollara tevessül eden kimsedir. Böyle bir insan ise hata yaptığının farkına varamaz. Böyle bir kişi hem bilmiyordur hem de bilmediğini bilmiyordur. Dolayısıyla bidat sahibinin bidatten göreceği zarar da büyüktür.

c) Bidat işleme noktasında başarılı olamadıklarına ise büyük günah işletmek ister. Çünkü büyük günah işleyen kimseyi ümitsizlik çukuruna itelemek kolaydır. İnsan hata ettiğini anladığında Rabbine dönmek ister. Bunun için çabaladığında şeytan insanın gözü önüne bu günahları sıralayarak bunları işleyerek utanmadan mı Rabbinin huzuruna gideceğini sorgulatmaya başlar. Ta ki insan ümitsizliğe kapılsın da tevbe etmesin. Büyük günah işleyen insana başka bir salih amel işlemesine gerek olmadığını da telkin eder. Zaten günah işleyerek kötü olmuş olan bir insan ne kadar iyilik yaparsa yapsın kötüdür zannını ondan etkili bir şekilde işler. Bu çukura düşen insan eğer bunların bir şeytan ürünü ve şeytanî bir plan olmadığını anlamaz ise bu takdirde Rabbinden yüz çevirmeye başlar ve kötülük sahibi insanlardan olur. 

d) Eğer büyük günah telkin etmekte bir başarı elde edemez ise küçük günah işletmek ister. Çünkü küçük günahlar ise insanın umursamadığı, gözünde gözükmeyen, değeri olmayan şeylerdendir. Küçük günahı işleyen insan çoğu zaman tevbe dahi etmek aklına gelmez. Gözünden ufak gözüken bu küçük günahlar ile insanın kalbi mühürlenir de insan farkına varamaz.

Sonrasında ise büyük günah işleyen insandan bile daha kötü duruma düşebilir.

e) Kul küçük günahı da terk ediyor ve şeytana kulak vermiyor ise şeytan bu takdirde salih bir amelden alıkoymak ister ta ki iyilik kefesi iyilikler ile dolmasın. Zarar ettirememiş ise kâr ettirmemek için uğraş verir.

f) Bu hususta da başarılı olamamış ise daha faziletli amelden daha az faziletli amele yöneltmek ister. Kula farklı farklı vesveseler vererek vakıanın gerekliliği olan şey ne ise ondan yüz çevirtip daha gereksiz ameller ile uğraşmasını sağlar.  

Günümüzde müminlerin en fazla içerisine düştüğü girdaplardan birisi budur. Semeresi olmayan, vakıada bizlere lazım olmayan konular ve meseleler ile sürekli haşır neşir olup asıl yapılması gereken görev ve sorumlulukları yerine getirmemek. Elbette bunda şeytanın biz Müslümanlara yapmış olduğu telkinlerin etkisi büyüktür. Asıl sorumlulukları terk edip şu an bize gerekli olmayan konuları belli aralıklar ile sürekli gün yüzüne çıkarmak… Bu halimizden İblis memnun olsa gerek…

g) Daha az faziletli ve daha az önemsiz konu ile meşgul edememiş ise mübah amellere daldırmak ister. Farzları ve asılları unutturmak ister. İnsan yemeye, içmeye, uykuya mübtela olur. Bunlardan başını kaldırmaz hiçbir farzı da yerine getirme güç ve iradesini kendinde bulamaz.

Bunların şeytanın planlarından sadece bazılarıdır. Planlarının şekillerinden bazılarıdır.

Bunları bilmemize, Rabbimiz bizleri birçok yerde uyarmış olmasına rağmen yine de şeytanın ağına takılmak, geçememek ise hem düşmanın şiddeti, hem fıtrata yerleştirilmiş olan bazı vasıflar, hem de nefsin istekleri ve bunlara boyun eğmesinden kaynaklıdır.

Dikkat edersek Rabbimiz de Adem aleyhisselam’ı defalarca uyarmasına, İblise karşı dikkat çekmesine rağmen çetin düşman İblis gelerek, insanda var olan acelecilik ve ebedilik duygusunu harekete geçirerek kısa yoldan isteklere ulaştırmak isteyerek kandırmıştır.

Rabbimiz bizleri şeytanın ve dostlarının tuzaklarından korusun. Amin…

Selam ve dua ile…

 
 
[1] (35/ Fatır 6)
[2] (18/ Kehf 50)
[3] (38/ Sad 82-83)
[4] (7/ Araf 27)
[5] (Buhari)
[6] (Müsnedi Ahmed)
[7] (6/ En’am 153)
Whatsapp Destek