Şî’aların Velayet İnancı ve Sahabelerin Yezid’e Biatı

Ehli Sünnet’e göre imamet meselesi kişinin cahil kalmaması gereken imani konulardan biri değildir. Ancak Rafizî Şî’alara göre imamet meselesi dinin asıllarından bir asıl ve İslam’ın en büyük rükunlarından biridir. Şî’aların temel kitaplarından biri olan Kâfi’de Kuleyni, Ebu Cefer’in şöyle dediğini nakleder: “İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Bunlar; Namaz, zekât, oruç, hac ve velayettir.”[1] Görüldüğü üzere imamet ve velayet meselesi onlar için kelime-i tevhitten daha önemlidir. Hatta o kadar önemlidir ki, İslam’ın beş rüknu içinde kelime-i tevhidin yerini almıştır.

Meşhur Şî’a alim meclisi, bu konu hakkında şöyle demiştir: “Velayet, imamet meselesi, dinin aslı ve bu işin anahtarı konumundadır. Bahsini yaptığımız şey bu yönü ile bütün bedeni amellerden daha faziletlidir.”[2]

İbni Mutahhar el-Huliy’de şöyle demiştir: “Mü’minlerin emiri Ali bin Ebi Talib ve onun soyundan gelen imamların imamlığını kabul etmeyen ve başkalarını onlardan üstün görenler için küfür ve şirk tabiri kullanılır. Bu, onların ebedi cehennemlik olduğuna delalet eder.”[3]

Bütün bunlar ve daha da fazlası Rafizî Şî’aların kendilerine ait rivayetleridir. Bu rivayetlerin bu güruhun kitaplarında fazlaca olması, meseleyi mecrasından çıkarıp kişinin Müslüman olup olmamasının kendisine bağlı olduğu bir mesele haline gelmesine sebebiyet vermiştir. Bu anlayışa göre muayyen bir şahsın İmamiyye Şî’a’sının bu görüşünün hilafına bir inanışa sahip olması, Küfür vasfıyla nitelenmesi için yeterlidir. İşte bu sebepledir ki, böyle bir asla sahip olan bu topluluğun Emevî halifelerinin hatta Ali bin Ebi Talib (ra) ve Hasan (ra) haricindeki Raşit halifelerin imametini batıl görmesi gayet doğaldır. Çünkü ne Raşit halifeler nede Emevî ve Abbasî halifeleri onların ortaya koyduğu şartlara haiz değildir. Ehli Sünnet’e göreyse imamet makamının bir şahıstan diğer bir şahsa intikali velayet yoluyla değildir. Rafizî Şî’alara göre imamet peygamberlikte olduğu gibi Allah’tan gelen bir nas[4] ile belirlenirken Ehli Sünnet’e göre imamın seçilmesindeki asıl, şuradır. Peki, bu iki zıt görüşün arasında kalan Yezid bin Muaviye’nin Ehli Sünnet nazarında durumu nedir? Zira kendisi, hilafeti ne velayet yoluyla elde etmiştir ne de bir şura tarafından seçilmiştir. Bu ayki yazımızda bu soruyu cevaplamaya çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Muaviye (ra) vefat ettiği sırada, oğlu Yezid yanında bulunmuyordu. Yezid, kendisine ulaşan bu acı haber üzerine gittiği savaştan geldiğinde babası Muaviye (ra) çoktan toprağa verilmişti. Yezid, döner dönmez babasının defnedildiği yere gitti ve hazırda bulunan Müslümanlarla birlikte cenaze namazı kıldı.[5]

Yezid, kabristandan ayrılırken, kendisine binmesi için halifeye ait at getirildi. O da bu bineğe binerek şehre girdi ve şehre girer girmez “Namaz toparlayıcıdır” anlamında “Essalatu Camiatun” diye ilan verilmesini emretti. Şehrin dört bir yanında bu ilanın nida edildiği bu esnada kendisi, Muaviye (ra) tarafından inşa edilen saraya geçti, orada yıkandı ve güzel giysiler giydi. Sonra halkın huzuruna çıkarak onlara karşı, Mü’minlerin Emiri sıfatıyla ilk konuşmasını yaptı. Yezid konuşmasında Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle seslendi: “Ey insanlar! Gerçek şu ki, Muaviye Allah’ın kullarından bir kul idi. Allah ona nimetler verdi, sonrada canını aldı. O, kendisinden sonra gelenlerin en hayırlısı ve kendinden önce geçenlerin gerisindeydi. Ben, onu Allah’a karşı tezkiye edecek, temize çıkaracak değilim. Çünkü onun nasıl biri olduğunu yine en iyi o bilir. Eğer affederse, rahmeti gereği affetmiş olur. Eğer cezalandırırsa, suçu sebebiyle cezalandırmış olur. Ondan sonra bu görevi ben üstlenmiş oldum. Ben herhangi bir isteğe bağlı olarak bu varlığı bölüşecek değilim, aşırı gitmekte de mazur değilim. Allah bir şey istemişse o olacaktır.

Yezid halka yaptığı ilk hitabına şu söz ve vaatlerle devam etti: “Doğrusu Muaviye, sizin denizde savaşmanızı isterdi. Ben, Müslümanlardan herhangi birini deniz savaşıyla
sorumlu tutacak değilim. Muaviye, sizin kış mevsiminde Bizans topraklarında kışlamanızı isterdi. Ben, sizin kışı orada geçirmenize fırsat vermeyeceğim. Muaviye, size gelirin üçte birini dağıtırdı. Ben ise, hepsini size vereceğim.” Sonra herkes dağılıp gitti, dağılıp giderlerken hiçbiri ötekinden üstündür gibi bir değerlendirmeye girmeden dağıldılar.[6]


Muaviye (ra), Yezid’in annesi olan Meysun’u Yezid daha küçük bir çocukken boşamıştı. Bu sebeple Yezid annesiyle beraber dayılarının yanında yetişti. Dayıları bedevi bir topluluk olan Kelb kabilesinin liderleriydi.[7]Yezid, başında sarığı ve elinde kılıcı olmayan biri olarak dayılarından alınıp getirildiğinde halk,” Babasının ölümünden sonra bu ümmetin sorumluluğunu bu bedevimi üstlenecek?” diye hayıflanmışlardı.[8] Ancak Yezid’in bedevi bir kabilede büyümüş olması her ne kadar bir tarafını bedevi kılsa da onun güçlü bir fesahate sahip olmasını sağlamıştı. İşte Şam halkına yapmış olduğu bu güçlü hitap bu geçmişin bir semeresiydi. Yezid, bu ilk konuşmasıyla, ümmeti nasıl idare edeceği konusunda izleyeceği yolu ortaya koymuştu. Ortaya koymuş olduğu bu yol haritası, Şam halkının gönlünü çelen siyasi bir hareketti ve bu hareket çok kısa sürede Şam halkının önceden yapmış oldukları biati tazelemeleri suretiyle karşılığını verdi.

Yezid, babasının ölümünden sonra H.60 (680) yılı Recep ayında göreve geldi. Askeri ve iktisadi alanda babasından farklı bir siyaset izleyeceğini tüm Şam halkıyla paylaşmasına karşın, babasının atamış olduğu hiçbir valiyi görevinden almadı. Bu sırada Velid bin Utbe bin Ebi Sufyan Medine valisiydi. Amr bin Sa’d bin As da Mekke valisiydi. Numan bin Beşir Kufe valisiydi. Basra’da vali olarak Ubeydullah bin Ziyad bulunuyordu.[9]

Yezid’in İslam devletinin tüm vilayetlerini kendi iradesi altında toplaması çok zor olmamıştı. Zira babası Muaviye (ra) hayattayken oğlunu veliaht olarak atamış ve bütün vilayetlerden onun adına biat almıştı. Bunun dışında Sahabelerin hemen hemen hepsi Yezid’e biat ettiler. Çünkü hiç birisi ümmetin birliğinin bozulmasını ve bir fitne meydana gelmesini istemiyorlardı. Bu sebeple de kendilerinden hem fazilet olarak hem de liyakat olarak düşük seviyede olan birine, sırf ümmetin birliğini muhafaza edebilmek için biat ettiler. Örneğin Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer ve Ali’in (ra) oğlu Muhammed el-Hanefiye bu biat eden isimlerdendi.[10]

Yine Şam, Irak ve diğer bölge halkları da biat ettiler. Ancak hicaz bölgesinde durum genelin aksineydi. Çünkü hicaz halkı Hüseyin (ra) ile Abdullah bin Zubeyr’in (ra) göreve gelmesini istiyordu. Zira Yezid’in bu göreve layık biri olmadığını düşünmeleriyle beraber hilafet görevine geliş şeklinin de doğru olmadığına inanıyorlardı. Ayrıca Hüseyin (ra) ile Abdullah bin Zubeyr’de (ra) Hicaz halkının beklentilerinin farkındaydılar. Yezid ise, babası henüz hayattayken kendisine biat etmeyen kimselerden biat almak istiyordu. Bunlar arasında en önem verdiği Hüseyin’di (ra). Yezid, Hüseyin (ra) ve Abdullah bin Zubeyr’in (ra) bulunduğu Medine şehrinin valisi Velid bin Utbe bin Ebi Sufyan’a bir mektup yazdı. Mektupta şöyle diyordu: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Mü’minlerin Emiri Yezid’den Velid bin Utbe’ye! Asıl konuya gelince; Bilindiği gibi Muaviye’de Allah’ın bir kuluydu. Allah ona ikramda bulundu ve onu hilafet makamına getirdi. Yaşayabildiği kadar da bir ömür sürdü ve eceliyle vefat etti. Mutlu bir hayat yaşadı, iyi ve takva sahibi biri olarak öldü. Vesselam.”[11]

Yezid’in bu mektubu özellikle Medine valisi Velid bin Utbe’ye yazmasının sebebi belliydi. Ondan babası hayattayken kendisine biat etmeyen Hüseyin (ra) ve Abdullah bin Zubeyr’in (ra) biatini almasını istiyordu. Ancak Medine valisi Velid bin Utbe bu işi yavaştan alıyordu. Onun yavaştan almasının en büyük sebebi bir sorun çıkmasından endişelenmesiydi. Çünkü Velid, gerçekten yumuşak ve asil bir insandı. Allah’ın azabından ve cezalandırmasından da korkardı. Bundan ötürü de Hüseyin’e(ra) bir zarar vermekten kaçınırdı.[12]

Ve şöyle derdi: “Vallahi, üzerine güneşin doğup battığı bir dünyada Hüseyin’i öldürmemle dünya malı ve mülkü bana verilse, Hüseyin’i öldürme adına asla birisini istemem ve böyle bir şeyi arzu etmem. Yani ben, sırf Hüseyin “Ben biat etmiyorum dediği için onu öldürecekmişim ha, öylemi? Subhanallah ne büyük bir cinayet! Vallahi, içine Hüseyin’in kanının bulaşmış olduğu bir şeyin hesabının, kıyamet günü hafif olacağını zannetmiyorum.”

Bu konuşma üzerine Mervan kendisine, “Eğer bu, gerçekten senin düşüncen ve görüşün ise, sen kararında isabet etmişsindir.”[13]dedi.

Ancak Yezid, Hüseyin (ra) ile Abdullah bin Zubeyr’in (ra) kendisine biat etmeleri konusunda ısrarlıydı. Ki bu, Müslümanlar arasında çıkacak olan fitnenin ilk kıvılcımı
durumundaydı. Hüseyin (ra) olsun, Abdullah bin Zubeyr (ra) olsun, her ikisi de kendilerinin istendiğinin farkındaydılar. Yezid’in biat konusunda ısrarcı tutumuysa, onun tutarsız ve hatalı davranışlar silsilesinin ilk halkasıydı. Şu da var ki Yezid, Her ne kadar çocukluğu bedevi bir topluluk olan Kelb kabilesi içinde geçmiş olsa da Muaviye bin Ebi Sufyan gibi hilm sahibi bir sahabenin oğluydu. Ancak Yezid’in yeni yardımcılarına gelince, onlar yalın kılıçlarla baş almayı bekleyen kimselerdi.


Peki, veliahdı Yezid ile alakalı babası Muaviye’nin (ra) hilm ve yumuşaklık iddiaları nereye gitti? Bu konuya bir kısım tarihçilerin cevabı, Yezid’in sarayında, meseleyi bilen ve bilgece davranacak danışmanların olmadığıydı. Yezid, lecnesinde bulunan kurmaylarının tecrübesizlikleri kaynaklı hatalı yönlendirmeleri sonucunda kötü bir başlangıç yaptı. Akabinde birbirini takip eden hatalar silsilesi Yezid’in babasından miras aldığı hilmi tüketti. Bu da Yezid’in hilafet makamına geçmesinden çok kısa bir süre sonra doğru siyaset gütme iradesini tamamen kaybetmesine sebep oldu. Sonrasında da Hüseyin’in (ra) katledilmesi, Medine’de yaşanan Harre olayı ve Abdullah bin Zubeyr’in (ra) Mekke’de muhasaraya alınması gibi olaylar yaşandı.

Peki, yaşanan tüm acı olaylara rağmen başta Sahabeler olmak üzere Müslümanların kahir ekseriyetinin Yezid’e yapmış olduğu biatin sıhhati noktasında Ehli Sünnet’in görüşü nedir? Ehli Sünnet alimleri tüm yaşananlara rağmen Yezid’e yapılan biati sahih olarak kabul etmiştir. Fakat bunu iki yönden doğru bulmazlar.

Birincisi: Bunun yepyeni bir bid’at ve İcat olması. Oysa İslam’da böyle bir gelenek yoktu. Her ne kadar bu uygulama Muaviye (ra) tarafından bir kanunname haline getirilmemiş olsa da hilafet kurumunu babadan oğula geçen bir kurum haline gelmesi noktasında ilk adımdı. Oysa bu, Daha öncesinde bilindiği üzere şura ve istişare vasıtasıyla gerçekleşiyordu. Bu nedenle de Ehli Sünnet alimleri, Yezid’e yapılan biati sahih kabul etmekle birlikte veraset sistemini reddetmişlerdir.

İkincisi: Yezid’den daha üstün kimselerin olması. Nitekim Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Zubeyr ve Hüseyin (rahum) gibi nice kimseler o dönemde hayattaydı. Bu nedenle de Ehli Sünnet, Yezid’e yapılan biati sahih olarak kabul etmekle birlikte zikri geçen Sahabelerin bu göreve daha layık olduğuna inanmaktadır.[14]

Fakat olaya Şî’a açısından bakıldığında, onlar hilafet kurumunu sadece Ali (ra) ve oğullarına has olduğuna inandıkları için Yezid’e yapılan biati inkâr etmenin çok ötesinde ilk üç Raşit Halifeye yapılan biatleri de sahih olarak kabul etmemektedirler.

Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...

 
 
[1] Usulu’l-Kâfi, 2/81
[2] Miratu’l-Ukul, 7/102
[3] Usulu’ş-Şiati’l-İmamiyye, 2/867
[4] İmamiyye esasına inanan Şî’alara göre Rasulullah (sav) kendisinden sonra gelecek olan on  iki imamı isim isim ve şahıslarıyla birlikte söylemiştir.
[5] İbn Kesir, el-Bdaye ve’n-Nihaye, 11/459
[6] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/460
[7] Tehzibu’t-Tehzib, 11/316-317
[8] Siyeru Alami’n-Nubele, 4/36-37
[9] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/67
[10] El-Alemu’l-İslam fi’l-Asri’l-Emevi, s.130
[11] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 11/467
[12] Ukayli, Yezid bin Muaviye, s.28
[13] Tarihu’t-Taberi, 6/259
[14] El-Emeviyyun Beyne’ş-Şarki ve’l-Garbi, 1/199
Whatsapp Destek