Tarihten Alcaklı Olan Adam Muaviye Bin Ebi Sufyan (ra)

Muaviye bin Ebi Sufyan (ra) Rasulullah’ın (sav) kayınbiraderi ve aynı zamanda da vahiy katibidir. Rasulullah‘dan (sav) on yedi tanesi Buharî ve Muslim’de olmak üzere yekun de yüz altmış üç hadis rivayet etmiştir. Kendisi Ömer (ra) ile Osman’ın (ra) dönemleri içinde yirmi yıl Şam valiliği yapmıştır. İslam tarihinde ilk deniz kuvvetlerini kuran ve İslam tarihinde ilk deniz savaşını kazanan filoyu hazırlayan kişidir. Yirmi yıllık Halifeliği döneminde İslam devletinin kurumsallaşmasını sağlayan ve birkaç asır önceye kadar varlığın sürdüren İslam devletlerinin dahi kullandığı hisbe,[1] şurta[2], posta ve haras[3] gibi müesseselerin temelini atan kişidir. En önemlisiyse İstanbul’u kuşatma altına alan ilk Halifedir ve Ebu Eyyub el- Ensarî (ra) bu kuşatmada şehit olmuştur. Ancak tüm bu himmete rağmen Muaviye (ra) denildiğinde ilk akla gelen, onun Ali’ye (ra) karşı hilafet davasıyla savaşmış olmasıdır. Evet Muaviye ‘nin (ra) Ali’ye (ra) karşı savaştığı doğrudur. Peki savaşmasının sebebi nedir? Gerçekten de Şi’a ve onların batılı kardeşleri olan Müsteşriklerin iddia ettiği gibi halife olmak için mi savaşmıştır? Ve en önemlisi ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in bu çekişmeye yaklaşımı denir? Bu ay ki yazımızda Allah subhanehu’nun izni ve inayetiyle bu sorulara cevap vermeye çalışacağız. Sa’y ü gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Osman’ın (ra) mazlum bir şekilde katledilmesinden sonra Mü’minlerin annesi Ümmü Habibe binti Ebi Sufyan (rha), Osman’ın (ra) ailesinden Osman‘ın (ra) gömleğini kendisine göndermesin istedi. Onlarda onun kanlı gömleğini ona gönderdiler. Gömleğin içinde Osman’ın (ra) sakalından kopan parçalarda vardı. Ümmü Habibe (rha) Numan bin Bişir’i (ra) çağırdı ve bir mektupla birlikte kanlı gömleği ve Osman’ın (ra) hanımı Naile’nin Osman’ı (ra) müdafaa ederken kopmuş olan parmaklarını Şam’a Muaviye’ye (ra) gönderdi. Gömleğin kendisine ulaştığı Muaviye (ra), insanlar görsün diye gömleği minbere astı. Naile’nin parmaklarını da gömleğin yanına iliştirdi. Gömleği arada sırada kaldırıyor, arada sırada asıyordu. İnsanlar onun etrafında ağlaşıyor ve birbirlerini Osman’ın (ra) intikamını almaya teşvik ediyorlardı.[4]

Bu yaşananlar üzerine Şurahbil bin Samt el-Kindî, Muaviye’nin (ra) yanına geldi ve dedi ki: “Osman halifemizdi. Onun kanını talep edebileceksen et, yoksa bizden ayrıl.[5]Şam erkekleri Osman’ın katillerini öldürünceye ya da uğrunda can verinceye kadar kadınlarına dokunmayacaklarına ve yataklarında uyumayacaklarına dair yemin ettiler.”[6] Bu, çok normal bir tepkiydi. Zira Numan bin Beşir’in (ra) Şam halkına anlattığı şeyler hoş olmayan şeylerdi. Halifenin katledilmesi, serseri ayak takımı kişilerin insanlara kılıç çekmesi, beytülmalin yağmalanması ve Naile’nin parmaklarının kesilmesine dair anlatılanalar insanlar içinde infiale sebep olmuştu. Kalpler hüzünleniyor, gözler yaşarıyordu. Bütün bu yaşananlardan sonra Muaviye’nin (ra) ve onunla birlikte olan Şam halkının Osman’ın (ra) katillerini istemesini garip karşılamamak gerekir.

Bu durum üzerine Muaviye (ra) ve Şam halkı Osman’ın (ra) katilleri üzerinde kısas icra edilmeden biat etmeyeceklerini açıkladılar.[7] Bu nakilden de anlaşılacağı üzere Muaviye (ra) ve Şam halkının biat etmeme sebebi Osman’ın (ra) katillerinin cezalandırılmamış olmasıydı. Muaviye (ra) kendisini Osman’ın (ra) velisi olarak kabul etmesi sebebiyle, onun kan davasını gütme hakkının kendisine ait olduğuna inanıyordu. Bu meselede Şam halkının Muaviye’nin (ra) yanında saf tutmuş olmasının tek sebebi de buydu. Özellikle Osman’ın (ra) aslen Şamlı olan eşi Naile’nin parmaklarının minberde sergilenmesi Şam halkının içine intikam tohumları ekmişti. Yoksa önceki halife Osman’a biat eden Şam halkını, aynı şuranın seçmiş olduğu Ali’ye (ra) biat etmekten geri tutan başka bir sebep yoktu.

Buna karşılık olmasa da Ali (ra), Muaviye’yi (ra) azmetmesi olanların üzerine tuz biber oldu. Ali (ra) İlk başta yerine Abdullah bin Ömer’i (ra) tayin etmek istedi. Ancak Abdullah bin Ömer mazur görülmesini isteyerek bu teklifi kabul etmeyeceğini beyan etti. Bunu üzerine Mü’minlerin emiri Ali (ra), Şam’a Sehl bin Huneyf’i gönderdi. Ancak Sehl, Şam’a girmeden geri dönmek zorunda kaldı. Muaviye’nin (ra) süvarilerinden, başlarında Habib bin Mesleme el-Fihri’nin bulunduğu bir grup onu karşıladı ve dediler ki: “Eğer seni Osman gönderdiyse hoş geldin, safalar getirdin. Eğer başkası gönderdiyse geri dön.”[8]

Bu hamleden de anlaşılacağı üzere gerek Muaviye (ra) gerekse Şam halkı bu uğurda savaşmayı göze almıştı. Bunun da nedeni, Şam halkının Osman’ın (ra) katillerinin şerlerinden yana kendilerini emniyette hissetmemeleriydi. Çünkü Osman’ın (ra) katilleri Ali’nin (ra) ordusu içindeydi. Bu nedenle, katiller yakalanıp kısas yoluyla cezaları verilmedikçe, kendilerinin Ali’ye (ra) biat etmelerinin vacip olmadığına inanıyorlardı. Yine Şam halkı, bu sebeple savaşa girilmesi durumunda mazlum olarak öldürüleceklerine inanıyorlardı ve Halifeye isyan eden bir isyancı grup olmak gibi bir vasıf taşımayacaklarını söylüyorlardı.

İşte bu gerekçelere dayanarak Muaviye (ra) Şam halkını topladı. Onlara Osman (ra) ile alakalı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında, Osman’ın (ra) haksız olarak bir takım aşağılık ve münafık kimseler tarafından öldürüldüğünü, ancak haksız yere kanının akıtılmış olmasına rağmen, onun kanının yerde kalmayacağını dile getirdi. Bu konuşma üzerine halk galeyana geldi. Olayı kınamanın yanında, katillerden ve onları himaye edenlerden öç almak üzere ant içtiler. En dikkat çeken nokta bu toplantıda Sahabelerden bazılarının hazır bulunmasıydı. İşte bunlardan biri olan Mürre bin Ka’b (ra) adındaki sahabe ayağa kalktı ve dedi ki:

“Allah Rasulü’nden işittiğim bir hadis olmasaydı, ben çıkıp burada konuşacak değildim. Allah Rasulü bir gün fitneden ve fitnenin yakın olduğundan bahsetti. Bu sırada üzerinde elbisesine bürünmüş olarak biri geçiyordu. Bunun üzerine Rasulullah, “İşte o gün geldiğinde şu adam doğru yol üzere olacaktır” buyurdu. Ben hemen yerimden kalkıp ona doğru gittiğimde ne göreyim, o kişi Osman bin Affan’dan başkası değildi. Hemen onunla birlikte Allah Rasulüne dönerek kendisine, “Dediğin kişi bu mu?” diye sorduğumda, Allah’ın Rasulü “Evet” diye cevap verdi.”[9]

Bu hadis, Muaviye’nin (ra) Osman’ın (ra) katillerini isteme noktasındaki kararlığını arttırıyordu. Osman’ın (ra) haksız yere öldürülmüş olduğuna olan inancı ve Allah subhanehu’nun İsra Suresi 33. Ayetteki, “Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir.” Beyanından istihraçla kendisini bu meselede yetkili kabul etmesi onu daha da kararlı kılıyordu. Ancak Muaviye’nin (ra) kan davası gütmesine sebep olan başka delillerde vardı. Numan bin Bişir’in (ra) Aişe validemizden aktardığı hadiste, Aişe (rha) diyor ki:

“Rasulullah (sav) Osman’a bir adam gönderdi. Osman Allah Rasulü’nün yanına geldiğinde, Rasulullah (sav) ona yöneldi. Biz, Rasulullah’ın ona yöneldiğini görünce, hanımlar olarak birbirimize döndük. Rasulullah (sav) onunla konuşurken elini omuzuna koydu ve son olarak dedi ki: “Osman! Kuşkusuz Allah yakında sana bir gömlek (Hilafet gömleğini) giydirecektir. Münafıklar senden o gömleği çıkarıp atmanı istediğinde, gelip bana kavuşana dek sakın o gömleği sırtından çıkarma!” Rasulullah bu sözü üç kere tekrarladı.

Ravi Numan bin Beşir diyor ki: “Ben bunu Muaviye’ye söylediğimde, o, Aişe’ye konu hakkında mektup yazıp, bunun doğru olup olmadığını öğreninceye dek bana pek inanmak istemedi.[10]

Tüm bu aktarılanlar Muaviye’nin (ra) kısas hükmünün biat hükmünden önce uygulanması gerektiğine kail olmasına sebep olmuştu. Yoksa Muaviye’nin (ra), bırakın hilafette gözünün olmasını, onun Şam valiliğinde bile gözü yoktu. O sadece katillerin kendisine teslim edilmesini ve kısas cezasının uygulanmasını istiyordu. Zira Muaviye (ra) bir kişinin meşru bir halife olabilmesi için kendi reyinin bir önemi olmadığını ve bu işin altı kişilik şura heyetinden geriye kalanlara ait olduğunu çok iyi biliyordu. Hatta Muaviye (ra), Ali’nin (ra) faziletçe kendisinden üstün olduğunu bildiği gibi, halifelik görevinin öncelikle onun hakkı olduğunu biliyordu. Ebu Müslim Havlani’den rivayet edildiğine göre, kendisi ile Muaviye (ra) arasında şöyle bir konuşma geçmiştir. Ebu Müslim derki:

“Sen, Ali’ye karşımı çıkıyorsun, yoksa sen faziletçe onun değerinde misin? Bu soruya Muaviye (ra) şöyle cevap verdi ve dedi ki:

“Vallahi, öyle bir davam yoktur. Ben onun faziletçe benden çok üstün olduğunu biliyorum. Ancak siz Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü bilmiyor musunuz? O benim amca çocuğum. Elbette onun kan davasını çözmek de bana aittir. Öyleyse Ali’ye gidin ve ona istediğim şeyi iletin. O bana Osman’ın katillerini teslim etsin.” Bunu üzerine, onlar Ali’ye gider ve onunla konu hakkında konuşurlar, fakat Ali, katilleri ona teslim etmez.[11]

Oysa öteden beri insanlar arasında dolaşan şayia, Ali (ra) ile Muaviye’nin (r) arasındaki anlaşmazlığın hilafet konusu olduğudur. Oysa ki bu doğru değildir. Ali (ra) ile Muaviye (ra) arasındaki anlaşmazlığın nedeni olarak, Muaviye’nin hilafet makamında gözü olduğu ve imamet davası uğruna savaştığına dair gelen rivayetler yalan uydurma ya da zayıf rivayetlerdir.

Kadı İbnu’l-Arabî derki: “Şam halkı ile Irak halkı arasındaki savaşın nedeni, tarafların her ikisinin de farlı anlayışlara sahip olmasıydı. Çünkü Iraklılar, Ali’ye biat olunmasını istiyorlar ve buna davet ediyorlardı. Birleşmenin Ali tarafında olmasını istiyorlardı. Şamlılar yani Suriyeliler ise, mutlaka Osman’ın katillerinin öncelikle cezalandırılmasını istiyorlardı. Bunun içinde, “Bizler, katillere kucak açanlara biat etmeyiz” diyorlardı.[12]

İmamu’l-Harameyn, Lumau’l-Edille adlı eserinde der ki: “Muaviye, her ne kadar Ali’ye karşı savaşmışsa da aslında o, Ali’nin imametini yani halifeliğini inkar etmiyordu. Kendisi adına da böyle bir iddiaya kalkışıyor değildi. Ancak burada Muaviye, Osman’ın katillerini istiyordu ve bu konuda kendisinin haklı olduğunu zannediyordu. Oysa ki bu noktada isteğinde hatalı davranıyordu. Çünkü böyle bir şeyi isteme hakkı yoktu.”[13]

Heysemi de der ki: “Ehl-i Sünnet inancı olarak Ali ve Muaviye arasında cereyan eden anlaşmazlık ve savaş nedeni, hilafet konusunda Muaviye’nin Ali’ye karşı olmasından kaynaklanıyor değildir. Çünkü herkesin icması ile hilafette hak sahibi olanın Ali olduğunda ittifak bulunmaktadır. Osman’ın amcasının oğlu Muaviye’nin Ali’den, kısas cezasını uygulamak üzere Osman’ın katillerini istemesi sebebiyledir. Ancak Ali, öyle bir şeye karşı çıkmıştır.”[14]

İbni Hazm derki: “Muaviye Ali’nin faziletini ve hilafete liyakatini asla inkâr etmiş değildir. Ancak onun içtihadına göre biatten önce Osman’ın katillerini cezalandırılması gerekiyordu. Ayrıca o kendisini Osman’ın kanını talep etmeye hak sahibi görüyordu.”[15]

İbni Teymiyye derki: “Muaviye hilafet iddiasında bulunmadı. Ali’ye karşı savaştığında da böyle bir biat almamıştı. Halife olduğu ya da hilafete layık olduğu iddiasıyla da savaşmadı. Muaviye bunu kendisine söyleyenlere de açıkça söylüyordu.”[16]

Yine şöyle der ki: “Her iki taraf hilafet meselesinde Muaviye’nin Ali’nin dengi olmadığını ve Ali varken onun halife olmayacağını söylüyordu. Yine herkes Ali’nin faziletini, dindeki önceliğini, ilmini, dindarlığını, cesaretini ve sair hasletlerini Ebu Bekir’in, Ömer’in ve Osman’ın hasletlerini bildikleri gibi biliyorlardı.”[17]

Nevevî derki: “Bu harplerin sebebi meselenin karışık olmasıydı. Mesele karışık olunca içtihatlar da farklılık arz etti ve insanlar üç kısma ayrıldı. Bir grup içtihat etti ve “Haklı olan bu gruptur ve ona muhalif olanlar isyancılardır. Dolayısıyla bu gruba yardım etmek ve isyancılara karşı savaşmak vaciptir. Bu hususta adil imama yardım etmemekte helal değildir” dedi. Diğer grup tam zıddına kail oldu. Onlarda içtihat etti ve haklı tarafın diğer taraf olduğuna inandı. “Onlara yardım etmenin ve onlara karşı savaşanlara savaşmanın vacip olduğunu” söyledi. Üçüncü kısmın kafası tamamen karıştı. Kimin haklı kimin hasız olduğunu anlayamadılar. Bu sebeple de her iki taraftan da uzak durdular. Bu uzak duruş onlar hakkında vacipti. Çünkü şer’an delil yoksa kimseye karşı savaşılmaz. Eğer bu kişiler iki taraftan birinin haklı olduğunu görselerdi karşı tarafa karşı onlarla birlikte savaşmaktan uzak durmak onlara helal olmazdı.”[18]

Serdettiğimiz tüm nakillerden anlaşılacağı üzere, Ali’nin (ra) hilafeti hiçbir zaman tartışma konusu olmadı. İhtilaf Osman’ın (ra) katillerinin cezalandırılması hususundaydı. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını herkes istiyordu. Bunda bir ihtilaf yoktu. İhtilaf bunun zamanlamasındaydı. Ali’nin (ra) görüşü ortalık yatışıncaya ve ülke istikrar kazanıncaya kadar bunun ertelenmesi yönündeydi. Ancak Muaviye (ra) şehit edilen Osman’ın (ra) katillerini istemede ısrar etti ve bu noktada büyük bir hata etti.

Muaviye’nin (ra) ısrar etmesindeki hatasına gelince, Muaviye’nin (ra) burada, Ali’ye (ra) önce biat etmesi gerektiği halde, ona biat etmeyip önceliği, Osman’ın (ra) katillerine kısas uygulatmak istemesindedir. Muaviye (ra) mezkûr nakillerde beyan edildiği üzere burada hatalı davranmıştır. Oysa kan davasında bulunan bir kimsenin, bu konuda hüküm vermesi veya hüküm vermeye kalkışması uygun ve doğru değildir. Aksine, önce ilgili halifenin itaati altına girmesi ve bundan sonra davasını mahkemeye götürmesi gerekir.

Bu konu Hakkında Kurtubi der ki: “Hiç kimsenin bir başkasına kısas cezası uygulaması, devletin ve yasaların izin vermediği konuda hakkını kendisinin almaya girişmesi caiz değildir.  Ya da ilgili devlet tarafında konu hakkında yetkili kıldığı bir mercie baş vurmaksızın böyle yapması caiz olmaz, uygun düşmez. Çünkü böyle bir davranış fitne, anarşi ve kavgaya yol açar.”[19]

Hulasa, tüm nakillerden anlaşılacağı üzere bu çekişme nefsani bir çekişme değildi. Taraflar içtihat ehliyetine sahip olan ve belli başlı delillerden istihraçla hareket eden kimselerdi. Ancak biri içtihadında isabet ederken diğeri hata etti. Bu sebeple de Ehl-i Sünnet bu konu hakkında şöyle der: “Cemel savaşı kasıtsız sıffin savaşı içtihadidir” yine şöyle demişlerdir: “Ali içtihadın da isabet etti iki ecir aldı, Muaviye hata etti bir ecir aldı”. İslam kimliğinde Ehl-i Sünnet yazan bizlerin de bu mesele hakkındaki itikadı bu görüş üzere olmalıdır. Zira Muaviye (ra), Ehl-i Sünnet’in kırmızı çizgisi ve insanların Sahabeler noktasında ki imtihanıdır. Onun hataların da sukut edip hayırlarını ikrar edenler hayır üzere yaşamaya devam etmişlerdir. Ona dil uzatanların dili en nihayetinde Ebu Bekir es-Sıddık’a (ra) kadar ulaşmıştır. Muaviye (ra) Ehl-i Sünnet ile Şi’a arasındaki settir ve o seti aşanlar ebet ve müddet iflah olmamıştır. Allah Subhanehu Sahabenin sevgisini gölümüzde yeşertsin ve onlara dil uzatmaktan bizleri muhafaza etsin.

Allahumme Âmin...




Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun...
 
[1] İslam devletin de iyiliği emir, kötülüğü nehiy etmek için kurulmuş olan teşkilat.
[2] Emniyet teşkilatı.
[3] Koruma ve kolama teşkilatı. Güncel tabirle yakın koruma birimi.
[4] El-Bidâye Ve’n-Nihâye 7/536
[5] El-Ensab 4/418 Tatihu’d-Devleti’l-İslamiyye 398
[6] Tarihu’t-Taberî 5/600
[7] El-Bidâye Ve’n-Nihâye 7/129
[8]  Tarihu’t-Taberî 5/466
[9][9] Sahihu Sünen-i İbn Mace 1/240
[10] Sahihu İbn Hibban, Tarih, H.6876 İbni Hibban hhadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[11] Siyeru A’lami’n-Nubula, 3/140 Sahihtir.
[12] El-Avasım Mine’l-Kavasım, S.162
[13] İmamu’l-Harameyn, Lumau’l-Edille, S.115
[14] Heysemi, es-Savaiku’l-Muhrika, 2/622
[15] El-Fasl, 4/160
[16] Mecmûu’l Fetâvâ 35/ 72
[17] Mecmûu’l Fetâvâ 35/ 72
[18] Şerh-i Müslim, Nevevî 15/149
 
[19] Tefsiru’l Kurtubi, 2/256
Whatsapp Destek