Toplum Analizi

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Bir doktora gittiğinizde öncelikle sizden şikâyetlerinizi güzelce dinler, sonra sizden bu şikâyetlere bağlı olarak birtakım tahkikler ve röntgenler ister. Sonrasında ise size bir reçete yazmak suretiyle hastalığınızın tedavisi için bir öneri ortaya koyar. Eğer siz hastalıktan kurtulmak istiyorsanız, bu reçeteyi alır ve uygular sonrasında ise hastalığınıza şifa bulursunuz. Bu reçeteden yüz çevirecek olursanız işte bu takdirde hastalığınız artarak ve katlanarak büyür, devam eder.

Bu ayki yazımızda toplumumuzun genel durumunu analiz etmeye çalışacağız.

Özellikle içerisinde bulunduğumuz şu günlerde insanların neredeyse tamamına yakını ülkenin gidişatından rahatsız. İnsanların her birinin dile getirdiği, ‘böyle de olmaz’ dediği bir konu başlığı kesinlikle mevcut. Kimisi ekonomiden rahatsız, kimisi dış politikadan rahatsız, kimisi dış güçlerin egemenliğinin ülke üzerindeki etkisinden rahatsız, kimileri yönetim biçiminden rahatsız, kimisi ülkeye gelen göçmenlerden rahatsız. Kimi ise eğitim sisteminden rahatsız.  Genel olarak ülkede yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu kesin bir şekilde önümüze çıkmaktadır.

İnsanlar bir şeylerin yolunda gitmediğinden rahatsız olmakla birlikte sürekli olarak, problemi ve çözümünü dışarıda aramaktadırlar. Hiç kimse toplumun genel olarak bir analizini ortaya koymak suretiyle, bizim şu konularda eksikliğimizden kaynaklı olarak şu ve şu maddeler meydana gelmektedir, yüzleşmesinden son derece uzak bir şekilde hareket etmektedirler.

Hâlbuki insan kendi nefsine ve kendi toplumuna bakacak olsa, sonra da problemin sebebini ve çözümünü yaratıcının kitabında ve elçisinin buyruklarında arayacak olsa, o zaman birçok hakikat ile karşı karşıya kalacaktır.

Acaba insanoğlu hiç kendisine sormaz mı? Bu başımıza gelen kötülüklerin sebebi, bizlerin günahlarından ya da Allah’a karşı isyanımızdan, küfür ve şirk içerisinde yüzmemizden meydana gelmiş olamaz mı?  Suçun üstleneni olmazmış. Suç garipmiş.

İsterseniz bu yazıyı okuduktan sonra etrafınızda bir kısa araştırma yapmayı deneyin. Ülke sorunlarını insanlara sorun, sonrasında ise bu sorunların sebebini sorun. İnsanların kaçta kaçı problemin kendilerinden ve toplumlarından olduğunu itiraf edeceklerdir.

Allah’ın kitabını ve Rasulü’nün sünnetine müracaat edildiğinde, insanların ve toplumların başlarına gelen toplumsal yozlaşma ve geri kalmışlığın sebebinin, bizzat o toplumun fertlerinin Allah’tan ve şeriatından uzaklaşmak olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Çünkü İslam dini kapsamlı bir toplum anlayışına sahiptir.

Toplumun içerisindeki hiçbir ferdi ve grubu göz ardı etmez. İnsanlar ve toplumlar fıtratlarına uygun olan bu sistemi göz ardı ederek yozlaşmaya başladıklarında ise tıpkı vücudun yanlış besinler almak suretiyle beslenerek, bedende hastalıklar vuku bulmaya başladığı gibi toplum içerisinde de birtakım hastalıklar ve aksaklıkların ortaya çıktığını göreceklerdir.

Allah Teâlâ toplumlardaki, kavimlerdeki iyi halleri kötü hallere, kötü halleri de iyi hallere dönüştürebilir, değiştirebilir. Bu Allah Teâlâ’nın bir yasası gereğidir. Bir insan kendindeki bir durumu değiştirmiştir de bunun neticesinde hali değişmiştir. Bir toplumun hali iyi bir halden kötü bir hale gitmiş ise kendilerindeki bir vaziyeti, hali değiştirmişlerdir. Bunun tersi de mümkündür. Kötü halini terk etmek suretiyle iyi hale gitmiş ise o zaman da iyi yönde hali değişebilir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“… Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez...”[1]

İşte bu durum, yani insanların hallerinin değişmesi ile Allah’ın da onların durumunu değiştirmesi Allah’ın bir yasasıdır.

Örneğin insan küfrün, dalaletin içerisinde iken Allah Teâlâ kendisine hidayet etmiş olabilir. Peki bu durum, insandaki hangi durumun değişmesinin bir sonucudur? Sapıklık içerisinde yüzen insan, hak kendisine geldiğinde kibirlenendi, kale almayandı, dertlenmeyen ve tasalanmayandı. Ancak başına gelen herhangi bir musibet sebebiyle ya da herhangi bir musibet gelmeksizin, insanın dertlenmesi, yönelmesi, anlatılanlara dikkat kesilmesi ile Allah kendisini hidayete iletti. İşte bu aslında insanın durumunun değişmesinin, iyi yönde bir talebinin olmasının bir neticesi olarak Allah’ın da o insanın halini değiştirmesidir.

Bu durum iyi yönde de olabilir kötü yönde de olabilir. Yani insan hak ve hidayet üzere iken Allah Teâlâ’nın kendisine vermiş olduğu hidayetin şükrünü eda etmediğinden, sahip oldukları nimetlere karşı nankörlük ettiğinden, onun hakkını vermediğinden, bu nimetin nasıl bir nimet olduğunu unutmasından dolayı Allah Teâlâ, insandan hidayeti elleriyle yaptığından ötürü çekip alabilir. İnsanlar elleri ile günah işlediklerinde, kalpleri katılaştığında Allah Teâlâ onlarda ki sıdkı nifaka, imanı küfre çevirmektedir.

Bu konunun daha iyi delillendirilebilmesi için birkaç ayeti alt alta zikredeceğim. Rabbimiz farklı ayetlerde şöyle buyurmaktadır;

“… Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir…”[2]

“(Davete), ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler icabet eder…”[3]

“…İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.”[4]

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı üzere insan halini değiştirir ise Allah Teâlâ da kendisindeki dalaleti ve küfrü, hidayete ve imana çevirir.

Bunun aksi durumu ile alakalı ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.”[5]

Allah Teâlâ ayeti kerime de (ظَهَرَ) fiilini kullanmaktadır. Yani asıl olan karada ve denizde bozukluk değildi. Ancak insanların işledikleri günahlar sebebiyle sonradan fesat arızî bir durum olarak ortaya çıktı. İnsanlar Allah’ın arzında, Allah’ın haklarını çiğnediler, O’na karşı isyan içerisinde olduklarından dolayı Allah Teâlâ’da yaptıklarının bir karşılığı olarak yaşamış oldukları yeryüzünde fesat, yani birtakım problemler ortaya çıkardı.

Peki şimdi tekrar konumuzun merkezine dönelim. Bu toplum kendisindeki hangi hali, hangi hal ile değiştirdi ki bu şekilde içinden çıkılmaz bir hale düştü. Memleketin hangi meselesinin neresinden tutsak elimizde kalır hale geldi.

Çünkü bu memleketin insanları, bu toprakların evlatları kendilerindeki İslam’ı, diğer beşerî ideolojiler ile değiştirdiler, hilafeti cumhuriyet ile değiştirdiler. Şeriatı demokrasi ve laiklik ile değiştirdiler. Elbette ki bunun neticesinde Allah’ın dininden uzaklaştılar, sonra bakış açıları yozlaştı, düşünceleri, fikirleri İslami olmaktan çıktı. Bu memleketin evlatları önce batılı gibi giyindi, daha doğru ifade ile giymeye zorlandı, sonra batılı gibi okudu, yazdı, çizdi. Günün sonunda ise batılı gibi düşünür oldu. Şimdi de tek düşündüğü cebi ve refahı oldu ne yazık ki.  

İnsanlar bu satırları okuduktan sonra şu şekilde bir itiraz getirebilir. Norveç neyi terk etti de refah içerisinde yaşamaktadır? Kur’an’ın bütününden uzaklaşmaksızın, samimi bir okuma ile onun cevabını da başka ayette bulabiliriz. Toplumları Allah bazen varlık ile, bazen de yokluk ile imtihan etmektedir. Aslında murad ettiği tek bir şey vardır. O da insanların, kendisine yönelmesidir. Refah düzeyinin çok yüksek olması da bazen iyi bir hal değildir.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tevbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tevbe etselerdi ya... Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.”[6]

Bunları ifade ettikten sonra bulunduğumuz toprakların problemlerine bir bakış açısı oluşturması açısından peygamberimizin bir hadisini zikrederek, hadis üzerinden biraz daha durumu izah edelim.

Aslında yukarıdaki satırlarda açığa çıkan bir husus da şudur ki; Allah Teâlâ her şeye güç yetirebilir. Bir toplumun refah düzeyini bir anda iyileştirmeye de bir anda kötüleştirmeye de kadirdir. Ancak Allah Teâlâ dünyada her şeyi bir sebep dairesinde yaratmış ve var etmiştir. Bundan dolayı insanlar bir iyiliği de bir kötülüğü de yapmış olduklarının bir neticesi olarak elde ederler.

İşte toplumumuzun içerisinde bulunduğu birden fazla olumsuzluğun sebebi yine kendi toplumumuzdur. Toplumun fertleri bir şeyleri yanlış yapmışlardır ki bunun neticesinde bir yanlış daha beraberinde gelmiştir.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Ey Muhacirler topluluğu! Beş şey vardır ki onlarla imtihan olacaksınız. Onların sizi yakalamasından Allah’a sığınırım. Onlar şunlardır;
  • Bir toplumun içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o toplum bu suçu aleni olarak işlediklerinde mutlaka içlerinde salgın hastalık ve onlardan önce yaşamış toplumlarda görülmemiş başka hastalıklar yayılır.
  • Ölçü ve tartıyı eksik yapan her toplum, mutlaka kıtlık, geçim darlığı ve başlarındaki yöneticilerin zulmü ile cezalandırılır.
  • Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her toplum, mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır ve hayvanları olmasa onlara yağmur yağdırılmaz.
  • Allah’ın ve Rasulü’nün ahdini terk eden her toplumun başına, Allah Teâlâ mutlaka kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve düşman o toplumun elindekilerin bir kısmını alır.
  • Toplumun yöneticileri Allah’ın kitabı ile hükmetmediklerinde, Allah o toplumu kendi aralarında bir fitneye (çekişmeye) atar.”[7]

Rasulullah (sav) birtakım problemlerin ortaya çıkmasını bazı hususlara bağlamıştır. Şimdi hadiste zikredilen hususları teker teker düşünelim. Hangisi bizim yaşadığımız toplumun içerisinde ortaya çıkmamış ki? Hepsi toplum içerisinde haddinden fazla bir şekilde gözlemlenen şeylerdir.

1) Zina eden kadınların yaygınlaşması
2) Ölçü ve tartıda hile yapılması
3) Malın hakkı olan zekâtın verilmemesi
4) Allah’ın ve elçisinin ahdinin bozulması
5) Yöneticinin Allah’ın kitabı ve şeriatı ile yönetmemesi

Bu beş husus ise şu beş hususu beraberinde getirmektedir;

1) Bulaşıcı hastalıklar
2) Zalim yönetici ile birlikte geçim darlığı
3) Kuraklık hali
4) Dışarıdan kendilerine musallat olan bir düşman
5) Birbirleriyle iç çekişmeleri

Zina eden kadınların yaygınlaşması: Zina günahı günümüzde çok fazla yayılmıştır. Bu günah hem resmi olarak hem gayri resmi olarak ülkede görülmektedir. Resmi olarak dediğim vergisini vermek suretiyle zina eden kadınların ve evlerinin devlet denetimi ve gözetimi ile yapılanlarıdır. Ülke yönetiminin anayasasında bununla ilgili mevzuatın olması bu işin devlet eliyle vergisi alınarak yapıldığının göstergesidir. Anayasada bazı bununla alakalı yasaklayıcı maddelerin olması ise bu suçla ilgili teşvik ya da izinsiz bir şekilde bu işin yapılmasına yönelik maddelerdir.

Bu maddeden sadece bu kötü iş ile anılan kadınların yapmış olduğu günahlar anlaşılmamalıdır. Ülkemizde zina yaygın bir günah halini almıştır. Çünkü ülkede yaşları reşit olmuş evli veya bekâr iki insan birbirleriyle gayri meşru bir ilişki yürütseler ve zina etseler bunu engelleyecek hiçbir şey yoktur. İnsanlar evli olmalarına rağmen gayri meşru ilişkileri ile haber olmaktadırlar. Televizyonlar, gazeteler bunların haberleri ile doldu taştı. Komşusu ile, yakın akrabası ile ilişkileri gün yüzüne çıkan insanlar, zina edenler, bunların akabinde doğan ve hayatlarına son verilen gayri meşru çocuklar…

Beş yıldız otel lüksünde açıldığı iddia edilen genelevler…

Çalışan bu kadınların hakkının tam olarak verilmediğini iddia eden ve herhangi bir sosyal güvenceleri olmadığından yakınan örgütler ve dernekler…

Ve daha niceleri…

Yapılan bir araştırmaya göre zina eden kadınların sayısı şu aşağıdaki gibidir.

Ankara Ticaret Odası raporu (2004)[8]
Toplam hayat kadını sayısı; 100.000
Faaliyet gösteren 56 genelevde kayıtlı hayat kadını sayısı: 3.000
Tescilli hayat kadını sayısı: 15.000
Vesika bekleyen hayat kadını sayısı 30.000
Hayat kadınlarının yaşı: 15-40 arası
Yıllık ciro: 3–4 milyar dolar

Bu kadar zinanın fazla olduğu bir yerde elbette salgın hastalıklar, HIV ve AIDS benzeri hastalıkların vuku bulması da yaygın bir halde söz konusudur. Nitekim Efendimiz de bunu haber vermiştir. Bu virüs asıl itibariyle kan ve cinsel yolla bulaşan bir virüstür. Ancak yapılan araştırmalarda yüzde 50’sinin cinsel yolla bulaştığı belirtilmiştir.

Ölçü ve tartıda hile yapılması: Bu problemde ülkemizde yaygın bir problemdir. Özellikle çarşı ve pazar yerlerindeki esnafların içerisine düştükleri bir hastalıktır. Mallarını sergilemiş oldukları tezgâhların ön tarafına mallarının iyisini dizmek, arka tarafından ise iyilerin içine çürüklerini koymak üzere müşterilerini aldatmaktadırlar. Bununla kazandıklarını zannetmektedirler. Ancak bu malın bereketini yok eden bir husustur. Tarttıklarında ve ölçtüklerinde eksik yapanların durumunu Allah Teâlâ’da bizlere haber vermektedir.

“Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar; kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlar. Onlar, büyük bir gün için tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbi huzurunda duracaklardır.”[9]

Allah Teâlâ ölçü ve tartıda eksiklik yapanları çok ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Tehdit ederken de Rabbimizin hatırlattığı şey hesap günüdür. Çünkü ölçü ve tartıda hile, gizli bir şekilde işlenen bir günahtır. İnsanın bu günahı işlememesi için her bir tüccarın başına bir görevli dikip, sürekli onun gözetlenmesi mümkün değildir. Bu husus aslında gizli işlenen günahların geneli için söz konusudur. Ancak insanın vicdanı ve Allah korkusu elde edilirse sürekli kendisinden ayrılmayan bir bekçi gibidir.

Ölçü ve tartıda eksik yapmayı daha da geniş anlayabiliriz. Sadece bir şeyi alırken ya da satarken değil, üretirken malzemeden eksiltmek de ölçü ve tartıda hile yapmaktır. Tüccarın ya da imalatçının müşterisine vaat ettiği şekilde ürünü tedarik etmemesi de bir tür hile yapmaktır. Bir unlu mamulleri satan dükkân sahibi de bir mobilyacı da bir tamirci de ölçü ve tartıda hile yapan insan konumuna her an düşebilir. Ölçü ve tartıda hile yapmak bizi zannettiğimiz gibi kâra değil, geçim darlığına ve zalim bir yöneticinin tasallut olmasına sevk eder. Çünkü bu günah Allah tarafından kazancın bereketinin yok olmasına yol açar. Bu da ilahi bir cezadır.

Malın hakkı olan zekâtın verilmemesi: Ne yazık ki toplum dinde asıl bilmesi gerekenleri de ferî olarak ibadetler ile alakalı hususları da yeterince bilmemektedir. Dinlerine gerekli özeni göstermemek, dinlerinden yüz çevirmek, onların küfre ve şirke düşmelerinin zaten en büyük sebeplerinden birisidir. Ancak mallarının hangilerinden zekât vermeleri gerektiğinden cahildirler. Zekâtı verenler ise nasıl vermesi gerektiğinden habersizdir. Bazıları ise devlete vermiş oldukları zekât yerine saymaktadır. Şerî bir hassasiyetle zekât toplumdan ciddi bir şekilde toplanacak ve alınacak olsa toplum içerisinde zengin ile ve fakir arasındaki dayanışma ve bağlar kuvvetlenir. Muhtaç insanların sayısı ise azalır.

Zekât yalnızca ticaret malları için değil, zirai ürünler içinde söz konusudur. Efendimizin bu hususun kötü neticesini kuraklığa bağlamasının belki de en büyük sebebi buradaki zekât ile kastın zirai ürünlerden alınan ve öşür diye isimlendirilen zekâttan kaynaklı olmasıdır. Öşür, zirai ürünlerde kişinin kendi imkânları ile ektiğini sulaması ile elde edilmiş ise aldığı üründen yirmide bir, kendi imkânları ile değil de yalnızca yağmur suyu ile sulanması neticesinde elde etmiş ise aldığı mahsulün onda birinin zekât olarak verilmesi ile yerine getirilir. İşte insan Allah tarafından kendisine verilen mahsulün hakkını vermediğinde, Allah Teâlâ kendisini kuraklık ile imtihan etmektedir. Çünkü nimetin -yani yağmurun sebebiyle elde edilen mahsul- şükrünün eda edilmesi nimeti artıracaktır. Şükrünün eda edilmemesi ise nimetin azalması ile karşılık bulacaktır.

Allah’ın ve elçisinin ahdinin bozulması; Allah’ın ahdi O’nun emirleri ve nehiyleridir. Elçisinin ahdi ise O’nun sünnetidir. Toplumlar hayatlarını bu iki kaynağa göre yaşamadığında onlara bir düşmanın musallat olması işten bile değildir. Çünkü İslam bir kişiye, bir topluma izzet kazandırır. Bir devlet, bir fert, bir toplum eğer Allah’tan ve elçisinden hayat ilkelerini almıyor ise, izzeti ve üstünlüğü başka sistemlerde ve yönetimlerde arıyor ise kesinlikle rezil olacaktır. İşte o rezillik kendilerine yeryüzünün azgın düşmanlarını musallat edecektir.

Rib’i bin Amir’in, Rüstem ile olan diyalogunu hatırlayın. Rib’i bin Amir, elindeki mızrağıyla ve İslam’ın kendisine verdiği izzet ile Perslerin komutanına niçin savaştıklarını anlatmaktaydı. Hâlbuki o gün Persler dünyanın süper gücüydü. Ancak toplumlar izzeti başka sistemlerde arayacak olurlarsa o zaman düşmanları kesinlikle boyunlarına basacak, çıkar ilişkilerinden başka bir ilişkileri olmayacak ve güç için devletler birbirlerine hücum edeceklerdir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Her kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki, izzet ve şeref bütünüyle Allah'a aittir.”[10]

Bir başka ayette ise şöyle geçmektedir;

“Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.”[11]

Ömer (ranh) şöyle demiştir; “Bizler Allah Teâlâ’nın kendilerini İslam ile izzetlendirdiği bir topluluğuz. Eğer izzeti bunun dışında ararsak Allah Teâlâ bizleri zelil eder.”

İşte toplumlar İslam’ın dışında bir vesileye tutunacak olurlarsa düşmanlarının ellerinde oyuncak olacaklardır, zelil duruma düşeceklerdir.

Yöneticinin Allah’ın kitabı ve şeriatı ile yönetmemesi: Bu hususta bizim bulunduğumuz topraklar da ne yazık ki var olan bir husustur. Allah’ın sözünün ülkede bir sanatçının, bir muhtarın sözü kadar dahi değeri yoktur. Yönetimde ise oradan buradan ithal edilmiş kanunlar bütünü mevcuttur. Hangi konu ele alınacak olsa tv kanallarında sabahtan akşama kadar tartışılmaktadır. Herkesin, her kesimin sözü alınmaktadır. Tüm azınlıklar göz önünde bulundurulmaktadır. Ancak söz İslam şeriatının söz söylemesine gelince, Allah’ın buyrukları olunca konuşma hakkı verilmemektedir.

Yöneticiler Allah’ın kanunlarının dışındaki kanunlar ile yönetmektedirler. Bu da beraberinde birbirlerine düşmeyi getirmektedir. Çünkü Allah’ın yasalarının dışındaki tüm beşerî yasalar insan aklının ürünüdür. İnsan aklı ise farklı farklıdır. Birisinin güzel ve hoş karşıladığını bir diğeri kötü karşılayabilmektedir. Birisinin kötü bildiğini ise bir diğeri iyi bilmektedir. Bu da insanlar arasında her meselede ve konuda ayrılığı beraberinde getirmektedir.

Peki çözüm nedir?


Müslüman her anını ve dönemini İslam ile anlamaya, İslam ile değerlendirmeye çalışmalıdır. Hangi dönem ve zamanda yaşadığının bir önemi yoktur. Hayata İslam penceresinden bakmak zorundadır. Gündemini ve güncelini şeriatıyla anlayacak, tartacak sonrasında ise doğruyu bulacaktır. Peygamberimiz (sav) bizlere hastalıkları ve sonrasında reçeteyi de beraberinde sunmuştur.

İnsanlar ve toplumlar öncelikle şeriatın yüce bir sistem olduğunu kabul edip, sonrasında ise devasını onda aramak zorundadırlar. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi çözüm bizdedir, toplumdadır, fertlerdedir. Bizler sebep olan hususları terk edersek, değişirsek Allah Teâlâ’da bizlerdeki problemleri kaldıracak ve çözümle değiştirecektir.

Burada son olarak bir konuya daha değinerek yazımı tamamlamak istiyorum.

Geçmiş ümmetlerde yalnızca bir günahın bulunması onların helak olması için yetmiş de artmıştı. Ancak günümüzde şöyle bir bakın helak edici tüm sebepler olmasına rağmen Allah Teâlâ hala bizlere merhamet etmektedir. Ve şu toplumu helak etmemektedir. Ancak bunun yerine dünyada başka cezaları var etmektedir.

Örneğin Ad kavmi, Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmesi ve peygamberine isyan etmesiyle, Lut kavmi hemcinslerine yönelmek suretiyle bir çeşit zinayı helal kabul etmesiyle, Semud kavmi yine peygamberlerine itaatsizlik etmeleriyle, Medyen kavmi ölçü ve tartıda eksiklik yapmalarıyla helak olmuşlardı.

Düşünüldüğünde helak olan kavimlerin vasıfları, helak sebepleri bizim toplumumuz da ne yazık ki mevcut. Rabbim bizleri bağışlasın. Âmin…

Bunun sebeplerinden bir tanesi de Rasulullah’ın (sav) ümmetinin toplu helak ile helak olmaması için dua etmesidir. Ümmeti Muhammed için toplu helak yoktur.

Nitekim Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır;

“Ben, Rabbimden, benim ümmetimi helak etmemesini istedim. Rabbim benim bu duamı kabul etti. Dedi ki: 'Onların helaki kendi aralarında olacaktır. Günah işledikleri zaman ben onları birbirine düşürecek ve vurduracağım.' Ben bunun da kalkmasını diledim, ama Rabbim bunu kaldırmadı.”[12]

Selam ve dua ile…
 
[1] (13/ Rad 11)
[2] (3/ Ali İmran 101)
[3] (6/ En’am 36)
[4] (42/ Şura 13)
[5] (30/ Rum 41)
[6] (6/ En’am 42-43-44)
[7] İbni Mace
[8] Yapılan bu araştırmadan daha yeni olan kesinlik ifade eden bir araştırmaya rastlayamadım. Kesin araştırmalar olmaksızın ifade edilen rakamlar güncel olarak 150.000 kadına kadar bu sayının arttığıdır.
[9] (83/ Mutaffifin 1-6)
[10] (35/ Fâtır 10)
[11] (4/ Nisa 139)
[12] (Müslim)
Whatsapp Destek